Sayfalar

31 Mayıs 2008 Cumartesi

Sex and the city

Nihayet beklenen oldu ve beklenen film vizyona girdi. Gazete manşeti gibi olduğunun farkındayım ama ben masumum, hepsi Özge'nin suçu. Diziyi bana sardıdığı yetmemiş gibi yemeyip içmeyip Simay'a da bulaştırmış. E bu durumda biz de filmi dört gözle bekledik. Yoksa Big falan bahane yani:)
Sonuçta bugün 18:00 seansına gittik. Filmi beğendim ben. Bayağı eğlendim izlerken. Amaç da buydu zaten.
Asıl darbe sonra geldi. Alışveriş ve ayakkabıdan bu kadar bahseden bir filmden çıkıp da etkilenmemek mümkün olamadı.
Simay birkaç haftadır beyaz ayakkabı arıyor ve sonuçta alakasız ayakkabılar alıp duruyordu. Bugün de film çıkışı aynı heyecan ve amaçla dolanmaya başladık. Sonuç: filmin de etkisiyle simay kendine 2 ben de 1 ayakkabı aldım. Aslında benimkini de Simay aldığından ben acaip karlı çıktım:)))

22 Mayıs 2008 Perşembe

sinek saldırısı

Olymposda garip bir tür sinek vardı. Kabus gibiydiler. Sivrisinek görünümlü ama diil, sinek gibi dolanan, kolay kolay kaçmayan garip bir tür.
Hele de son akşam şaşırıp çiçek kokulu krem kullanmam hayatımın hatası oldu. Etrafımda bulut halinde dolanan ve üzerime yapışmaya kararlı sineklerden kurtulmak için kolonyalı mendillere ve montuma sığınmak zorunda kaldım!!!

20 Mayıs 2008 Salı

Deyiş

Olympos tatilinin diğer bir faydası da dağarcığımıza kattığı yeni deyişler oldu.
Sahil kenarında güneşlenirken yakınlardaki gençlerden biri arkadaşına şöyle seslendi "Kanıma ekmek ban!"
ürpertici!
"Bak ölümü ye, kanıma ekmek ban!"

Lots of Bread

Kaldığımız pansiyonda bir tane mavi turun broşürü vardı. Fethiye, Marmaris, Olympos arası birkaç günlük gezileri varmış. Fotograflar vs de gayet göz alıcı, insanın içi gidiyor. Sonra tura neler dahilmiş ona bakıyorsun. Bizi koparan, yattaki yemek listesi şöyle başlıyor:
Breakfast: lots of bread...

Olympos

3 günlük süper tatil geldiği gibi bitiverdi. Önce dalma konusunda giriştiğim heves sonra rotanın olympos'a çevrilmesiyle farklı bir boyuta ulaştı. Ne zamandır duyup da bir türlü göremediğim olymposa nihayet gidiyorduk. Yalnız bir sorun vardı: müzik festivali nedeniyle her yer dolu, yer bulduğumuz pansiyonun resimleri kabus gibi. Neyse 2 gece hepi topu diyerek yola çıktık.
İşten erken çıkamayınca bizim yola koyulmamız 6'yı geçti. Öyle olunca da hedefe ancak gece 2'de vardık. Burak son derece tedirgin. Beğenmeyeceğiz diye kendini süper sorumlu hissediyor. Ama gecenin o saatinde oda o kadar da kötü görünmedi. Bir tek banyosu ofsayt. Neyse biz zaten gider gitmez sızdık.
Cumartesi saat 10da Burak'ın kalk borusu ile uyandık. Kahvaltıya çıktığımızda Olympos'un güzelliklerini de keşfetmeye başladık. Tam benim sevdiğim gibi, dağ arasında, her taraf ağaç. Hele de ağaçların arasında çardaklar ve etrafa saçılmış minderler benim koptuğum an oldu. Sonraki 2 gün boyunca bulduğum her mindere devrildim:) Hele akşamları o kadar keyifliydi ki 2 günde bitmesine sinir olduk.
Deniz de çok güzeldi ama bir o kadar da soğuktu. Denize girmek büyük bir irade ve çaba gerektiriyordu. Yine de girdik:)
İlk gün deniz kenarında yemek yeme çabalarımız kabus gibiydi. Zaten hepi topu 2 yer var. İlkine gidip süper de bir çardak kaptık ama adamlar ısrarla bizim siparişleri getirmeyince yaklaşık bir saat sonra kalkıp yandakine gittik. Allahtan orda servis yapıldı da midemize bişeyler gitti.
Bizim pansiyonun karşısında Türkmen diye başka bir pansiyon vardı. Adamlar kabusumuz oldu. Akşam yemeği sularında başlayan piyanist şantör hem kötü hem de gürültülü idi. Yemeği müteakip ortamdan nasıl kaçacağımızı şaşırdık. Sonra etraftaki bilimum pansiyon ve bar kılıklı yeri gezdik. Yine aynı minderlere serildik:) Yanına alkol de eklenince mayışıp durduk.
Pazartesi dönerken öğlen çıkıp bir de Çıralı'yı görelim dedik. Orası da süpermiş. Yemyeşil alanlar, ağaçlar ve rengarenk çiçekler arasında sevimli yapılar. Çıralı sit alanı olmadığı için orda yapılaşmaya izin verilmiş ama allahtan görüntüyü bozmamışlar. Bir sonraki tatilde kesin gidilecek yerlerden biri olarak kendisi listeme eklenmiş bulunuyor.
Resimler sonra:)

11 Mayıs 2008 Pazar

Biri bana dur desin

Ben iyice kontrolden çıktım bu aralar. Çarşamba günkü muhabbet yetmemiş olacak ki 2 gündür yine fıttır fıttır dolanıyorum.
Dün akşam üzeri telefon çaldı. Arayan Saltuk. Ankaradaymış ve hatta Hazinedeymiş. Onla biraz takılıp milleti dolaşalım derken saat 7 oldu, hadi yemeğe gidelim dedik biz de. Gülsün, Saltuk, ben Bilkentteki Macellan'a gittik. Hem bahçesi olsun hem alkol olsun dedik. Ama hava soğuk olduğundan içeride oturduk. Saat 9 küsür falandı dağıldık. Sonra ben enişteyi alıp eve geldim.
Bugün kaç günün yorgunluğu ile 10.30 gibi uyandım. Sallana sallana 12 gibi kahvaltıya oturmuştum ki Hülya aradı. Şenlik sebebiyle ODTU ye gitme hayalimiz vardı ama hava serince olunca ondan vazgeçip rotayı Optimum'a çevirdik. Hedef Simay'a hediye almak. Saat 12:30 falandı evden çıktım. Çıkış o çıkış. Önce Hülya ve Emre'yle Optimum. Ordan Simay'a hediye ve kendime bluz aldım. Saat 3 suları ordan ayrılıp onları eve bıraktım ve Saltuk'u evden alıp 4'de kızlarla buluşmak üzere Konutkent Kıtır'a yollandık. Vardığımızda tabiki bizden başka kimse gelmemişti. Neyse önce Zeynep sonra Gülsün, Okan ve Selçuk da geldi. Saat 18:40 a kadar bilimum aperatif eşliğinde içtik. 10 parmak daldığımız tavuk kanatları, yok tavuk strip yok kıtır tabak falan bilimum çeşit takıldık.
Saat 18:40 olduğunda 2 gündür yaptığımız aktiviteler yetmediği için Saltuk'la bu sefer de teşvik tayfasıyla buluşmak üzere ordan ayrılıp 4. caddedeki kanatçıya gittik. Benim planım da 9 gibi ordan da ayrılıp Bülent ve Cerenle sinemaya gitmek. Yalnız yine herkes geç geldiği için rakı muhabbeti 7 değil 8 de başladı ve ben de yüksek ısrar üzerine sinemayı ektim. Grup geçen günkü gibi. Harzem, Şerif, bu sefer Mustafa Bey, Saltuk ve ben.
Az evvel az yemişiz gibi Kanatçı da da bilimum meze, kanat ve rakı takıldık. Muhabbet gene süper. Masada gıyabında bulunan bilimum insan:) TS-FB maçı bittikten sonra Ayça da geldi. Geceyarısına doğru Kamil teşrif etti. Bu arada burası bizi kesmeyince hadi bara gidelim dendi. Ben November diye teklif etsem de Ayça Wall deyince onun hatrına hep beraber teee Konutkent Wall'a geri geldik. Orası da nasıl şık ve tiki bir yer. Yalnız muhtemelen maç sebebiyle tenhaydı. Biz de birer içki içip 2 falandı ordan çıktık.
Bu arada Kamil maçı başka bir restoranda izleyip 2-3 parça şeye dünyanın parasını ödemiş, bir de aç kalmış. Kanatçıya geldiğinde de mutfak kapanmıştı. Sonuçta saat 2 de hala aç olduğu için Wall'dan çıkıp bu kez de köyün içindeki profesöre gittik. Orda kokoreçler yendi, yüzler güldü. 2.30 felandı artık geceyi noktalayıp eve döndük.
Ben de evden çıktıktan 15 saat sonra eve girmiş oldum.
Yarın için henüz plan yapmadım... nereye gitsem ki:)

9 Mayıs 2008 Cuma

Türk mü, yabancı mı?

Öğlen yemeği dönüşü asansöre Z0 dan binmek tam bir kabus. Ancak yüzsüzlük edip aşağıya gidene binersen odaya makul bir zamanda ulaşma şansın oluyor. Hadi bugün yüzsüzlük etmeyeyim diyerek 2-3 asasörü es geçtim. Bu arada bekleyen sayısı 10 falan oldu. Bir tane de mavi gözlü yabancı görünümlü hoş bir bey var. Türk mü yabancı mı pek anlaşılmıyor. Neyse ben konu üzerinde düşünürken aşağı yönde bir asansör geldi. ben de "ee başlarım" diyerek yöneldim. Baktım 5-6 kişi daha bindi. Yeterli kalabalık olursa çevirme şansımız da var. Ancak bu şahıs ve beraberindeki 1-2 kişi daha bekliyor. Ben de yabancı olduklarını varsayarak "you can come as well" dedim. adamlar tepki göstermeyince türk olduklarını dehşetle farkedip hemen çevirdim ve "ee yukarı dönebilir, binin isterseniz" dedim. Öyle olunca bekleyen herkes asansöre yöneldi. asansörde yeterli ağırlık oluşunca döndü. Kat numaralarını sordum. Tek tek basıyorum. Biri "hizmet süper" dedi ama ben utancımdan dönemiyorum bile. Sonra biri "e tip müsait olunca yabancı sanılması normal" yorumu yaptı. Meğer bunlar grupmuş. Ben de "ne biliyim, tepki göstermediniz" falan oldum. "Nasıl döndürdünüz? vs" ortamda geyik dönüyo, bir yandan laf yetiştiriyorum ama hala sadece önüme bakıyorum. Neyse 10 da indiler de yüzümü yerden kaldırabildim:)
Moral of the day: her gördüğün mavi gözlü gavur tipli adam yabancı olmak zorunda diil!

8 Mayıs 2008 Perşembe

Adana Asmaaltı

Dün Harzem'in girişimi ile nihayet biraraya gelebildik. Şerif'in çocukluk arkadaşı Kamil tanıyormuş, Bahçelide Adana Asmaaltı diye bir yere gittik. Meyhane kılıklı bir restoran kendisi. Ama biz torpilliydik ya süper güzeldi herşey. Ben önce şarap içmeye yeltendim ama garip bişey gelince bana kıyamadılar, ben de rakıya döndüm.
Tayfa süperdi. Harzem, Şerif, Kamil, Soner, ben, 1-2 saat için Oya ve Bartu ve Ayça. Bütün akşam gülmekten gözümden yaş geldi. Kandaki alkol seviyesi arttıkça muhabbetteki sınırlar kalktı. Anı ve fıkralar ortaya dökülmeye başladı. Sonuna Harzem bir de fal patlattı ki, keyfimize diyecek yoktu.
En kısa zamandı tekrarını bekliyoruz:)

Atkinsons

Cenevre'de Dilek beynimi yedi ve sonunda beni de Atkins diyetini denemeye ikna etti. Hadi bakalım dedim ben de, bir de bunu deneyelim. Ama etraftan -hele Hülya'dan-inanılmaz bir direnç. Kimmiş bu atkins? ne demiş. Oğulları ne iş yapıyormuş? atkinsons imiş aslında o:)))))) Karısı da varmış. Mrs. Atkinsons...