Sayfalar

30 Nisan 2010 Cuma

Yine ayak sürümece

Gene bir halt edesim yok, uyuz moduna geçtim son zamanlarda. Bu akşam Anonim varmış, ÇYDD hayrına konser veriyormuş, biz de bahane olsun gidip takılalım dedik ama nasıl gözümde büyüyor anlatamam. sanki cesedim gidecek. Ha, zorunlu mu gitmek? hayır. gidince eğlenecek miyim? muhtemelen. neden istemiyorum? çünkü tembeliiiim:) onlar benim ayağıma gelsin istiyorum:) Boşverin Bronx'u bizim eve gelin desem:P
Ya bu arada haftaya gene bir arkadaşım evleniyor ve benim kıyafetim yok. Aylin'in düğününde giydiğimi sevmediğime karar verdim. Yarın da çıkıp elbise avlamam gerekiyor maalesef. bögh!

Heyt beee...

Azmin elinden kim kurtulmuş? Adresi taşımakla birlikte ismimle blog arasındaki bağı koparmayı bir türlü başaramamıştım kiii, dün aklıma bir yöntem geldi ve yaptım. artıkın özgürce bloguma linkler verebilirim orda burda:)
ha bu arada, mağmayı ıska geçtim, ama korkarım havalanmak mümkün olmayacak:)

29 Nisan 2010 Perşembe

İyi günde kötü günde

Dün akşamın sosyal aktivitesi yanda görülen oyundu. Oyunla ilgili en ufak bir fikrim olmamakla birlikte gelen talep üzerine derhal organizasyon yapıldı, biletler alındı (bkz muhabbete gel) ve yola çıkıldı.
Oyun 20:30da başlayacağından önden bir yemek yiyelim dedik. Adres Palma D'oro. Sanırım menüdeki en berbat yemeği seçerek gecemi kararttım. (yoğurtlu kebap yenmeyecek.) Üstüne bir de geç kalkıp trafikle burun buruna geldiğimiz içindir ki ben kızları CKM önünde indirip arabayı parkedecek yer aramaya başladım.Tabi bulmam biraz zor oldu ve oyuna da geç girebildim. Allahtan aldılar içeri, kenara büzüştüm resmen:)
Neyse, girdim içeri kavga eden bir çift sahnede. Bunlar boşanmaya karar verdi ve oyun başladı. Meğer gayet eğlenceli bir oyunmuş. Oldukça güldüm izlerken. Önce ev eşyalarını paylaşıyorlar, sonra ayrı hayatları, birbirlerinden kopamamaları vs ama gayet esprili ve eğlenceli bir dille aktarmışlar. Kapanışa güncel olaylardan espriler de eklemişler. Bir de sonunda Ali Poyrazoğlu seyirciyi de gazladı vs. Mutlu mesut dağıldık biz de:)

28 Nisan 2010 Çarşamba

Yer deniz gök bakır

Dün normalde yapmayacağım bişey yaptım. Geçen sene de buna benzer bişey yapmıştım, sonuç değişmemişti ama dün de resmen "amaaan selen, çekinik kal çekinik kal nereye kadar" diyerek bir hamle yaptım. du bakalım sonunda yerin dibinde mi dolaşıcam yoksa göklerde mi uçucam:)

Ulan bende şans olsa

Fiyatlar artıyo diye geçen hafta koştur koştur aldım biletimi, şimdi 100 TL ucuzlamış adi:(((( bende şans olsa anamdan erkek doğardım zaten.

27 Nisan 2010 Salı

Muhabbete gel

Öğlen bir oyuna bilet almak için biletix'in satış ofisine gittim. Hayır, salak değilim, internetten alınabildiğini biliyorum ama verdiği yerleri beğenmedim, gidip ofisten kendim seçicem. bir gittim ki FB biletleri satışa çıkmış, kapıda kuyruk:( başladım ben de beklemeye. önümde de 2 tip var bekleyen. aralarında muhabbet ediyorlar. biri diğerine çoluk çocuğu sordu. iyiymiş berininki. soran dedi ki "abi ben o konuda çok pişmanım, artık evlenmek istiyorum." ondan sonra başladı sana kız mı yok muhabbeti. Evli olan anlatıyor "oğlum şimdi erkek kıymetli, millet arıyor resmen" evlenmek isteyen diyor ki kafasına uygun birini bulamıyormuş. öbürü gazlamaya devam "abi senin gibisini nerde bulacaklar, işin gücün iyi. gel bizim bankaya bir sürü temiz kız var 23-24 yaşlarında evden işe işden eve giden, pırıl pırıl" ben bir yandan dinliyorum diğer yandan da "hmm demek evden işe işten eve gitmek bir marifet, ulan bunca zamandır bu yüzden mi kimseyi bulamadım... eeee" bir yandan da hem dinlediğimi çaktırmamaya hem de gülmemeye çalışıyorum. abi adamı doldurdu bayağı. öbürü de tamam abi seni bir ziyarete gelicem dedi, öyle ayrıldılar.
yani aranızda bir bankada çalışan 23-24 yaşlarında ev-iş-ev üçgeninde yaşayan birileri varsa yakınlarda görücü gelebilir:)))

Hey gidi günler...2

İlk hey gidi günler yazımdan hemen sonra aman ne olacak dedim ve eski sevgiliye facebook'tan bir arkadaşlık talebi attım. bir de mesaj ekledim talebe. Gayet samimi, içten, biraz benden haberler veren vs. gönderdim talebi. 1-2 gün geçti ses çıkmadı. talep atınca aktivitelerini görmeye başlıyormuşsun meğer. baktım face'e girip çıkmış ama kabul de etmemiş, red de. ben de kabul etmek istemediğini düşünüp daha zor durumda bırakmamak için geri çektim talebimi.
Dün akşam tam yatmak üzereyken telefon çaldı. Tanımadığım bir numara. Allah allah kim olaki diyerek açtım telefonu. selen altanla mı görüşüyorum dedi eskilerden gayet iyi tanıdığım bir ses. evet benim dedim. "nasılsınız hanfendi?" dedi.
-...?
-evet. geçmişi yadediyordum, bakayım numaranı anımsıyor muyum dedim
- gerçekten sen misin?
- evet
...
konuştuk biraz. neler yaptık görüşmeyeli, nasılız, hayat bize nasıl davrandı. Herkesi hala ismiyle hatırlıyor. böyle de bir hafızası vardır. Yılmaz amcaya çok üzüldüm dedi. Gözlerimden süzülen yaşları sesimden belli etmemeye çalışarak konuştum ben de. konuştuk havadan sudan, hayattan. sesini duymak iyi geldi. geçmişten dostane bir ses...

26 Nisan 2010 Pazartesi

Yoruldum be yav

cumayı yazdık da gerisine fırsat kalmamış.
Cumartesinin cumadan pek farkı yoktu. Bu sefer 10'da düştük yola. Önce yedikule zindanları ardından Fatih Camii. Fatih'de biraz gerilmedim desem yalan olur. Ortam bana pek uymuyordu. Gelen kadın ve erkek güruhunu normalde görsem kaçarım. Üstelik ortamda onlar çoğunlukta olduğu için ben kıyafetimden rahatsız olur montumu üzerime giyip dolaşmaya öyle devam ettim.
Fatih camiinden çıkıp Vefa'ya indik, biraz oralarda dolanıp Sur Ocakbaşı'nda -ki Burak daha gelmeden sayıklıyordu- yemeğimizi yedik. Gerçi yemek yedik diyerek geçiştirmek bir hakaret olur. Önden gelen içli köfte ve patlıcan dolma ile parmakları yedik. Büryan kebabı tarzımız değilmiş ama ardından bir sur tatlısı geldi kiiii... ben daha önce böyle bişey yemedim, bir daha da yiyemem sanırım... hala tadı damağımda:)
Vefa'dan sonra indik sahile, Fener-Balata dolandık biraz sonra artık pilimiz bitince pierre lotiye çıkıp çaylarımızı içtik ve dönüş yoluna geçtik. Böyle özet geçtiğime bakmayın gene eve geldiğimizde 8 idi saat. Ardından ben bavulumu hazırladım ve 10'a doğru ankaraya gitmek üzere evden çıktık.
Tren yolculuğu pek zevkliydi. Aslında o kadar yorgunduk ki tren hareket eder etmez yataklarımızı açıp sızdık. Sabah 6:40 da kondüktör kalkın düdüğü çaldığında ben pek mutsuz oldum:(
Pazar klasik ankara koşturmacası. Kuzen, kuaför, arkadaş ziyareti vs. Pazartesi toplantılar. Ben gene hayran olduğum şahsi gördüm... o saattir meeliyorum:)))

24 Nisan 2010 Cumartesi

Uykun kaçarsa

Uykun kaçarsa yapılacak en iyi şey blog güncellemektir. Hele de bugünkü gibi bir gün geçirmişsen:)
Dün akşam 23 Nisan etkinlikleri kapsamında Burak geldi İstanbul'a. Gelirken de haftasonu için plan yapmış sağolsun. İlk gün sahil boyunca yürüycez dedi. Peki dedim ben de ama peki derken yürüyüşün 9'da başlayacağını düşünmemiştim!!! Neyse çocukcağız zaten ayda yılda bir geliyor diyerekten kırmadım 8:30 gibi kalktık ve 9 sularında çıktık evden. Bir dolmuşa atlayıp Kadıköy'e indik. Kahvaltı niyetine starbuckstan kahve ve vapurdan tost ile güne başladık. Beşiktaş'tan ortaköye olan yerde denizi pek görmediğimizi iddia ederek o alanı taksi ile geçtikten sonra Ortaköy'e vardık. Kısa bir sahil turu ve 10:30 itibariyle start almaca.

Başladık ortaköyden yürümeye. Hedefte sarıyer var ama yerse:) Ben tam gaz konsantre olmuş bir şekilde yola çıktım ama o ne? bizim yürüyüşün asıl amacı fotoğraf çekmekmiş meğer!!! Bu da tabi ki 10 adım at, dur burakın foto çekmesini bekle, 50 adım daha at gene bekle demekmiş:( Arkadaşımızın gönlü olsun dedik ses etmedik tabi.
Öğlene doğru Bebek'e varıp ilk molamızı bebek dondurması ile verdik. Sonraki mola Hisardaki kafelerdeki çay molası oldu. Hayat maksimumda:P
Sonra ben tutturdum emirgan da emirgan diye. Kaldıysa hala laleleri görcem. Girdik emirgana ama lale kalmadı dediler:P Azimliyim ya orda bulduğum 3-5 lalenin arasında komik ötesi foto bile çektirdim.Öğlen yemeği molasını İstinye'de bir balıkçıda verdiğimizde saat 2'yi geçmişti. Oturana kadar yorulduğumuzu anlamamışız ama 4 saate yakın yürümek insanı yoruyormuş. oradaki garsondan yaklaşık 1 saatlik mesafemiz olduğunu öğrenip saat 3'te Tarabya'ya doğru yola çıktık.Ancak yavaştan pilimiz bitmiş olacak ki "yav sarıyere zorlamaya da gerek yok, tarabyadan döneriz" demeye başladık. Hatta yolda mola bile verdik ve beni bir böcek (arı da olabilir) soktu:( Tam sokamadığı için emin olamadım ama kolum kızardı vs.
Nihayet Tarabya'ya vardığımızda saat 4 idi sanırım. Kendimizi oradaki bir cafeye nasıl attık bilmiyorum. Oturup biraz çay kahve içip dönüş yoluna çıktık.
Dönüşte yürmeyeceğiz, dolmuşlar sahilden gitmiyormuş, önce otobüs geldi, atladık otobüse. Allahtan boş, oturduk hemen. Yavaş yavaş ilerlerken benim gözler kapanmaya başladı. Birara baktım Burak da kaydı kayacak direk uyumaya başladım ben. Sonra bir hareketle açtım gözümü, centilmenim bir teyzeye yer vermiş. Ben uyumaya devam. Bu arada arkamdaki kadın trafikten söyleniyor ama ben uyukladığımdan ruhum duymuyor. Birara gözümü açtım hisar civarındayız. Git git yok anam bitecek gibi değil. Trafik harbi felaket. Burak tee arkalarda, mesaj attım inip yürüyelim diye. Bebek'e gelmeden attık kendimizi otobüsten. Bebeğe de onlardan önce vardık resmen. Ordan alacaklarımızı alıp dönüş yoluna çıktık.
Benim sunumları almak için 7:30 olmadan kadıköye gitmem lazım. Tarabyadan kalkarken "çok zaman var" diye yola çıkan biz Bebekten yetişmek için taksiye bindik. Ama yetiştik. Ben sunumları aldım, hatta ardından bana bir bavul bile alıp yemek için Çiya'ya oturduk.
Eve saat 9 gibi geldik ama ikimiz de bayılmak üzereydik. Netekim 11 gibi ben sızdım. Sızdım da ne oldu, uykum kaçtı. Ama blog güncellemeye yaradı:)
Yarın sultanahmet turu akşama ise trenle ankara:)

21 Nisan 2010 Çarşamba

Acı biber

Az önce mail listesine düşen bir maille içim buruldu. Dün akşamki toplantıya gelen son sınıf öğrencileri sabah uyandıklarında içlerinden birinin vefat ettiğini görmüşler. İçim cız etti birden. Gencecik, muhtemelen 21-22 yaşlarında bir genç... Akşam eğleniyorsun, keyifli bir gece geçiriyorsun. kakara kiriri... yatıyorsunuz, sabah uyanıyorsun ama aynı odayı paylaşan arkadaşın uyanmıyor... bir insanın ölüsünü bulmak. seslenmek, sarsmak ama cevap alamamak... ne acı bir deneyim...
sabahleyin de dilara face'e fırat türküsünü koymuş. babamın en sevdiği türkülerden biriydi. görünce göz yaşlarıma engel olamadım. dinledim damlalar süzülürken.. üstüne şimdi de bu... tatsız bir gün oldu benim için.

Alçak yağmur!

Ya sabah sabah düştüm yaaa:(
baştan alacak olursak; akşamki buluşma tahminimden keyifli geçti. Tabi bunda bol şarabın etkisini yadsımamak lazım. Akşam eve dönerken kısmi sallanma durumları söz konusuydu. Nasıl geldim yattım pek hatırlamıyorum. Sabah 5 sularında su içmek için gözümü açtığımda kendi kendime "iyi bari, saykocan sessiz bugün" dedim. Sen misin bunu diyen, 2 dakika geçmedi başladı benimki. Konu neydi bilmiyorum ama gitti geldi bağırdı. Tepki göstericem ya, 5-10 dakika bekledikten sonra önce kalorifere vurdum. Kayle almadı. Sonra bi 5-10 dakika sonra bu sefer yere vurdum. Bağırtısının arasında 5-10 sn boşluk oldu "s.ktir lan" dedi. Sonra kaldığı yerden devam etti. Sanırım o küfür banaydı. Polis çağırsam dedim ama gürültü ve küfür düzeyi polis çağırmaya yeterli gibi gelmedi. Ne diycem adamlara "durup durup söyleniyor" mu... Bu böyle sabaha kadar devam etti. 7 sularında sakinledi sanırım, sızmışım ben de. Aslında devam etmesini kalkıp yürüyüşe gitmek için kullanabilirdim ama tembelim:)
Tabi saykocan beni uyutmayınca ben de o susunca sızdım ve tabi ki alarmı pek iplemedim. Gözümü bir açtım saat 9!!! Fırlayıp hazırlandım, bir yandan da akşam misafir var diye ortalık toplamaya çalışıyorum. Neyse 25 dakika içinde çıktım evden. Yağmur yağmıştı sabah. Ortalık ıslak. Tam anayola bağlanan yoldan inerken ayağım bir kaydı, bir ayak öne giderken öbür ayak diz üstü yapıştı yere. Dizim yüzülmüş, acıyo şimdi:(

20 Nisan 2010 Salı

Höf pöf

Bu akşam 100. İstEMbul var. Yani İstanbul'daki ODTU EM'lerin buluşması. Her ayın 3. salısı olur, ben hepi topu 1 kez gittim daha. Bir de geçen sene büyük organizasyon olarak kuruluşumuzun 40.yılına gitmiştim. Şimdi olay 100. olduğu için İstanbul dışından gelen de çok. Şu andaki katılımcı sayısı 270 sanırım. Organizasyon da aslında süper bir yerde: Otto Santral. Ben mi? gelicem dedim ama o kadar gözümde büyüyor ki... Bu aralar gene uyuz, antisosyal modumdayım. Sosyal fobi oluşturmaya başladım sanırım:P Ne biyere gidesim ne bişey yapasım var. Hani görev gibi kendimi itelemesem evden çıkmıycam, o kadar yani. (korkarım saykocanla yata kalka bir nevi saykocan oldum ben de) Şimdi de akşam yaklaştıkça "lan yağmur yağsa da gitmesem" ya da "ya şimdi çok uzak" gibi çıkış noktaları aramaya başladım. Pöööffff!!!

Bırak unutayım...

Bugün PuCCa Günlük okurken ordan puccaysam günahim ne sitesine atladım ve karşıma şu dizeler çıktı. Okudum ve öylece kaldım...

Korku

Eğer canını yakıyorsam,
Sadece beni unutmandan korktuğum içindir...
Çünkü bilirim, acıdır geçmişi yaşatan
ve acını unutmak için güzel anları anımsar hafızan

19 Nisan 2010 Pazartesi

İnsan haklı durumdayken bile kendini nasıl kötü hisseder bugün canlı bir örneğini yaşadım. Tam eve dönerken benim saykocan'ın babası çıktı evlerinden. Yazık adam hasta. Yine de es geçemedim ve çok rahatsız olduğumu belirttim. Bir yandan da hasta bir insana bu rahatsızlığı dile getirmenin vicdan azabını duydum. Ama diğer yandan adam da kendi alt komşusundan şikayetçi. Meğersem saykocan da alt kattaki kızdan rahatsız oluyormuş. Yani biri bağırıyor, saykocan ona gıcık kapıp daha çok bağırıyor. deli deliyi görünce değneğini saklar, bunlar birbirini fişekliyor resmen. Olan da bana oluyor. Adam taşınıcaz kızım ama ben yarın hastaneye yatıyorum yine dedi. İşin kötü yanı baba yokken saykocan iyice zıvanadan çıkıyor. Acaba evden kaçsam mı:P
Neyse, işte güya amca biraz toparlayacakmış da ondan sonra anca ev bakacakmış. Adamın bugünkü haline bakılırsa bu iş zor. Allah gecinden versin ama pek umudum kalmadı benim:(

18 Nisan 2010 Pazar

Hep birlikte birlikte

Ne zamandır Caveman'e gitmek için çaba harcıyordum. Hatta ilk girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Kısmet bugüneymiş.
Önce günlük özet: Sabah kalkıp TEGV'e gittim. İlk ders çocuklar bir usluydu anlatamam. Lan, bunlar benim veletler mi yoksa içlerine bişey mi kaçtı oldum. Hatta sıkıldılar mı diye tereddüte düştüm. Ama işin aslı en uslu en yaramaz oyunundaymış:) Ders sonunda usluları seçtik, onlar da yaramazlara ceza verdi. Çok keyifliydi.
TEGV sonrası eve geldim, duş alıp biraz kestirdim.Aylin yola çıktığında ben de kuaföre uzadım. Hedefimiz kapalı çarşıya gidip ona aldığımız takıyı değiştirmek. Tabi adamın bize 3-4 gibi gelin demesi bişey ifade etmedi. Biz tam kapanmalarına 2-3 dakika kala daldık mağazadan içeri. Adamcağız yazık bizi de kovamıyor. Neyse bir çaba 40 dakikada hallettik işimizi. Çıktık ordan. Sonra yemek yemek için Der, die das'a gittik. Aylin'in ön düğün eğlencesi sırasında ben sevmiştim orayı. Bu sefer kısa kalıp sadece yemek yedik.8:30 gibi kalkıp BKM'ye gittik.
Oyun tek kişilik tiyatro / stand up karışımı bişeydi. Erkekler ve kadınların farklılıkları, kadınların erkekleri nasıl gördükleri, gözlemler vs. Oyun eğlenceli diye duymuştum ama bu kadar komik olacağını düşünmemiştim. Bazı yerlerde kahkahalarla güldüm resmen. Kadınların her şeyi birlikte yaptıklarına dair bir kısım vardı. "hep birlikte birlikte", o kadar güzel canlandırdı ki gülmekten karnıma ağrı girdi resmen. Oynayan çocuk "Alper Kul" oldukça yetenekliydi. Özellikle mimikleri inanılmazdı. Bir de taklitleri. 2 saat boyunca bolca güldük diyebilirim.Çıktığımızda replikleri tekrar edip gülmeye devam ediyorduk. hep birlikte birlikte:))))

16 Nisan 2010 Cuma

Saatimi buldum

Tee ben mastera giderken ablam bana bir saat hediye etmişti. Esprit'nin güzel bir saati. Uzun süreler de kullandım kendisini. Sonra bir şekilde takmamaya başladım ve en sonunda da kendisinden bir daha haber alınamadı. Hatta geçen sene kpds'ye girerken aramış ama bulamamış (hatta o yüzden sınava çalar saat ile gitmiş), içime oturmakla birlikte üzülmesin diye simaya da söyleyememiştim. Dün akşam odayı toplamaya çalışırken gözüme şifonyerin altındaki kutu ilişti. aaa burda bişeyler vardı diye kutuyu çıkardım ve ta-taaa. ne zamandır bulamadığım yüzüğüm, saatim, bilimum abidik gubidik takı (onların eksikliğini pek hissetmemişim demek ki), bozuk para cüzdanı vs. ama en çok saate ve yüzüğe sevindim. şimdi ilk iş pil taktırıp yeniden kullanmaya başlamak olacak... gerçi saatsiz gezmeye o kadar alıştım ki nasıl alışıcam tekrardan emin değilim:)

15 Nisan 2010 Perşembe

Dişçi kabusu

Dişçi ziyaretleri benim için bir nevi eziyet oluyor. Hayır canım yandığı ya da korktuğum için değil. Tam tersine acı eşiğim yüksek ve ben dişçiden de aynen iğne olduğumdaki gibi garip bir zevk alıyorum. Gerçi daha olaya başlamadan iğne de yaptıkları anda zaten uyuşuyorum ve ruhum duymuyor. E eziyet bunun neresinde mi? tabi ki herhangi bir şekilde canım yanmadığı ve bir nevi keyfim yerinde olduğu için konuşmak istemek ama konuşamamak!!! benim için o koltukta oturduğum süre boyunca sessiz kalmak nasıl bir eziyet düşünebiliyor musunuz? Yapılan işlemlerle ilgili olarak milyon tane espri geçiyor aklımdan ama ben orda öylece oturuyorum.  Yorum yapamıyorum, espri yapamıyorum, başka dişçi hikayelerimi anlatamıyorum. İçimdeki konuşma isteğini bastırmak için odaklanıyor, düşünmemeye çalışıyorum. İçim içimi kemirirken orda sessizce oturuyorum. Çok zor çook:)))
Mesela bugün. Az önce gidip 2 tane dolgucuk yaptırdım. Gitmişken bir de kahve lekelerimi temizlediler. O süre boyunca kafamdan geçen cümleleri yuttum da yuttum. En son dişleri temizlerken püskürttükleri o sulu tuzlu (sodyum bicarbonate ama tuz işte) şey her tarafıma (yani yüzüme) yağmur gibi yağınca kendimi tuttum tuttum tuttum. Patlama noktasına gelmeme ramak kalmıştı ki işlem bitti ve ben can havliyle "yarabbi şükür" dedim. Bu basit kelime bile ağzımdan çıkınca havası alınmış balon gibi bir rahatladım anlatamam:))))
...
Ek not: Az önce yemek yeme gafletinde bulundum. Dilim çözüldü ama dudağım hala uyuşuk. Neyse yerim bişey olmaz diye girdim olaya. Bir baktım derinden bir kıtırtı. Allah dudağımı çiğniyorum:( Farkedene kadar 2 kere kemirmişim aynı noktayı, parçalamış atmış (hangi köpeğin dişiyse:(). Demek ki neymiş, acıyı hissetmek daha fazla zarar vermemek açısından çok önemliymiş. Şu anda acı yok ama uyuşukluk geçince muhtemelen çok çekicem:( hay pis boğaz:( ne var 3-4 saat yemek yemesen:(((

14 Nisan 2010 Çarşamba

:(

Offff, hüzün bastı akşam akşam.
Füsun'un doğumgünüydü bugün. Akşam arkadaşlar ile büyük klüpte olcaz sen de gel dedi, iyi dedim ben de. İremle sözleşip gittik. Bir gittik ki bilimum kokoş hatun. Neyse bir tanesinin de (o kokoş diildi, şeker biri) adını çok duymuştum. aa dedim, sizi çok duydum ben. O da gıyaben tanıyor beni. Sempati yapmak istedi sanırım "canım benim çok acılar çektiniz" diye girdi konuya, kapatmaya çalıştımsa da başarılı olamadım. Orda çöktüm önce. Neyse sonunda konu değişti. Derken Ankara'ya gidip geldiğimden bahsederken "baban orda di mi?" dedi. Dedim babamı da kaybettik. Bütün o tantanayı anneme yapmış meğer diye düşündüm. O da bir kötü oldu, afedersin ben aslında biliyordum da nasıl dedim vs. Tabi kendini kötü hissetti, konunun üzerinde biraz daha durdu. Tam ondan kurtuldum derken Füsun "ablanla konuştum" diyeceğine "annenle konuştum" dedi. Dedim nasıl becerdin? sarıldık güldük falan ama artık benim bardak dolmuş; yaşlar süzülmeye başladı hemen. Güya doğumgünü diye gittim, eğleneceğime çökmüş olarak döndüm eve... Uyuyayım bari, en iyi ilacı...

Minnospiggy kimdir, nedir, nerden çıkmıştır?

Şimdi kafanızda bin tane soru işareti oldu muhtemelen. Ne lan bu minnospiggy? ne güzel rahat rahat arayınca buluyorduk falan. Kardeşim ben yazmak için çaba harcıyorsam siz de iki sıkım siteyi bulmak için harcayın di mi?:PpP
Yeni site adresine gelince, kendimi bildim bileli benle özdeşleşen dmseladan kopmak zor olduğu için eğlenceli bir adresim olsun istedim. Aklıma ben küçükken ablamın beni kızdırmak için bana taktığı "miss piggy" geldi. Tabi benden önce birileri kapmış o adresi. Üstelik de sadece 2002'de 3 tane attırıktan yazı yazıp bırakmış kaltak! Öyle olunca piggy türevlerini denemeye başladım ama neye elimi attıysam beğenmedi alet. sonuçta yine ablamdan yola çıkarak "minnoş piggy" yaptim. baktım ok verdi. Yürü be selen dedim, kim tutar seni. İşte buldun yeni kimliğini:PpP
Foto da süper ama di mi? hahahhahah:))))

DC yolcusu kalmasın:))))

1 aydır sayıkladım durdum ama nihayet DC biletimi az önce aldım. Tabi geçen bu bir ay zarfında artan uçak bileti fiyatları da bana girmiş oldu. Ha bir de bu THY çok yalancı. Kayak'ta başka fiyat gösteriyo, kendi sitesine geçince hangi kurdan çeviriyorsa artık fiyat uçuyor:( Hayatımın en kazık biletini aldım. Üstelik buna DC-LA arası da dahil değil... (hmm aslında çok da parlak bir fikir değilmiş sanırım gitmek:P)
Tabi bilet alma çabam aslında öyle kolay da olmadı. Taksitle alayım diye 3 saat Ziraat'le cebelleştim. Önce visa güvenlik bilmemnesi diye tutturdu, sonra salak banka kartı bloke etti, sonra bilmemne oldu, 3-5 kere thy sitesi takıldı vs derken bileti alabilmek için 4 saat ve sayısını bilemediğim (ama en az 30dur) defa aynı bilgileri girip durdum sisteme!!! Ziraatten son işlem yapan kıza "bu sefer de çözülmezse çığlıklarıma hazırlıklı olun" bile dedim:))))

Heyecan

Çok komik yaa, sayfanın adresini değiştirdim ya, böyle heyecanlandım kendi kendime niyeyse. sanki yeni bir dükkan açmışım da müşteri gelicek mi stresindeyim hahaha:)
nerdeyse 4 yıllık sayfamdan da ayrılmak biraz koymadı desem yalan olur...

13 Nisan 2010 Salı

Sakar modu

Bu akşam iş yerinde üzerime bir koca bardak su devirdim. Bir yandan konuşurken diğer yandan koltukta dönmeye çalışırsan kolun çarpabiliyormuş! Allahtan bu sefer klavyeyi es geçip sadece kendi üstüme döktüm:) Netekim klavyeye banyo yaptırmışlığım da yok değildir. Neyse belimden dizime kadar bayağı bir ıslandım. Bir nevi işemiş gibi diyebilirim. Uçarak çıktım işten, eve gelip üstümü değiştirdim. Allahtan ev yakın ve sabah tembellik edip arabayla gitmiştim. Çünkü ona rağmen eve geldiğimde buz kesmiştim:)))

Notebook

Dün nihayet notebook filmini izledim. Ne kadar güzel bir filmmiş meğer. Önce filmin ilk yarım saati "without a trace" kurbanı oldu ama sonra tekrarında o kaçırdığım başını da izledim. Şimdi birtek en sonundaki 3-5 dakika kaldı. (o kısım da SUP'un gazabına uğradı).
Filme gelince, güzel bir film olduğunu duymuştum ama bu kadar insana huzur veren, mutlu eden bir hikayesi olduğunu bilmiyordum. Noah'ın bitmeyen inancı, sevgisi, kendisini hatırlamasa bile Ally'e olan aşkı, hatırlatması ve geri geldiğinde onunla geçirdiği 2-3 dakika... Film olduğunu bilsem de böyle bir aşk hikayesi insana umut veriyor. Aşka sevgiye inancının kaybolmasını engelliyor. bilmiyorum ama çok sevdim ben filmi. Gerçi beni painted veil kadar etkilemedi ama daha çok huzur verdi.

Bir delinin komşusunun savaş güncesi

1. gün
Dün akşam heyecanla eve gittim. Bakalım beni nasıl bir gece bekliyor. Saykocan(bundan sonra kendisine böyle hitap etmeye karar verdim: "psycho" ve "can"i birleştirip ikoncan gibi bir hava versin dedim:PpP)'a savaş açma kararımın ilk uygulama günüydü. Heyecan yanısıra biraz da gerginlik yoktu desem yalan olur. Neyse TV seyrettim (tv izlerken tv sesinden kendisininki pek rahatsız etmiyor) sonra yattım. Hatta telefonu da başucuma getirdim. Bağırırsa acımıycam. Ben yatarken muhtemelen o uyuyordu çünkü çıt çıkmıyordu. Neyse ben de uyudum, yine gecenin bir saatinde saykocan'ın gülme sesiyle uyandım. hmm, gülmesi zararsız bağırıp küfretmesin de... zaten uzun sürmedi, kısa bir süre sonra sustu o da, ben de dalmışım tekrar.
kısacası ilk gün vukuatsız geçti. Kendi bilir:)))

12 Nisan 2010 Pazartesi

Yetti gari!!!

Artık benim de sabrım taştı. Aşağıdaki deli gemi azıya aldı, bende uyku vs kalmadı. Dün akşam salona kaçtım, biraz daha sessiz, en azından uyudum. Sonra sabah uyandım, dedim korkunun ecele faydası yok. Dayan kapılarına Selen. Aynen de öyle yaptım. İşe giderken kapılarını çaldım. Evde olduklarını biliyorum. kapıda beklerken de "açarsan sen de yoksun" vs gibi bir sesler duydum ama aynı zamanda karşı komşusu da (şu bizim tırsak yönetici) bir tartışma sürdürüyordu çok emin olamadım. Sonuç olarak evden çıt çıkmadı, ben de çok ısrar etmedim.
İşe gelir gelmez polisi aradım. Dedim böyle bir sorunum var, arasam gece gelir misiniz? geliriz dediler. Teşekkür ettim kapadım.
Bundan sonraki ilk bağırışta polisi çağırıcam. Bakalım ne olacak:)

11 Nisan 2010 Pazar

Ne haftasonuydu ama!!!

Uzun zamandır kendimi bu kadar yorgun hissetmemiştim. Akşam eve geldiğimde resmen koltuğa çöktüm ve bir müddet yerimden kalkamadım. Neden mi?
Öncelikle yoğun bir hafta olmasının üstüne benim manyak komşu sapıtmanın doruklarında olduğu için gece uykularım da çok verimsiz geçti. Özellikle çarşambadan sonra hem geç yattım hem de doğru düzgün uyuyamadım. Tabi bu işin can sıkıcı tarafı ama bir de eğlenceli yanı var:)
Cuma akşamı Aylin'in arkadaşları geldi ve onlarla Beylerbeyi'ne yemeğe gittik. Nasıl tatlı insanlar anlatamam. Özellikle Marco'ya bayıldım ama Olga'nın ve Oliver'in da ondan aşağı kalır yanları yoktu. Neyse akşam keyifli muhabbet vs derken 10:30 gibi yemekten kalktık, sonra Özge'yi karşılamaya gittim. Eve gelmemiz, ertesi gün için çanta hazırlayıp yatmamız 1'i buldu.
Cumartesi 8:30 sularında kalktım. Tabi benim manyak gene gece boyu bağırıp uyutmamıştı. Neyse hemen banyo yapıp TEGV'e yolladım. 2 saat çocuklarla cebelleştikten sonra -ki gerçekten cebelleştim, birara kendimi "aaAAaa" diye bağırırken buldum, onlar da korkup sustu resmen ama hepi topu 3-4 dakka sürdü bu sessizlik- uçarak eve döndüm, Özge'yi aldım ve doğru kuaföre. saç baş makyaj vs (bu arada saçım kabus gibi oldu önce sonra nispeten tölere edilir formata indirgedik) 3.30 falandı anca çıktık kuaförden. Özge kahve diye ağladığından yol üstünde bir starbucks'a uğradık. Ben arabada beklerken Özge kahve almaya gitti ve hayatının hatasını yaptı. Ben açım diye ağlıyordum, o da kalori kontrol konusunda çok hassas olduğu için tek sandviç alıp ikiye böldürmüş. "Akşam zaten yemek + alkol olcak, fazla kalori almayalım" diye açıklama yapma gafletinde bulundu. Ben de başladım "hadi ordan, pintiliğinde almadın değil mi?" diye geyik yapmaya ve tüm haftasonu muhabbet bunun etrafında döndü durdu ve her seferinde daha da sündürüp gülmekten koptuk:))
Herneyse, kahvelerimizi alıp Aylin'e son dakika pudra alışverişini yapıp kendimizi 4:30 motoruna attık. Vapurda Tuncay'a rastlamamız vapur seyahatimize daha da çok keyif verdi. Yarım saat sonra adaya varıp doğru faytonlara yöneldik. 15 dakika sonra oteldeydik. Geç kaldık paniği ile doğru Aylin'in yanına gittik ki allahtan daha hazırlanmamış.
Önce Özge ile odamıza gidip biz hazırlandık, sonra anahtarı içeride bırakıp kapıyı çektik. Tabi odaya tekrar girmemiz biraz macera gerektirdi ama allahtan yedek anahtarı buldular.
Bir sonraki adım Aylin'i hazırlamaktı:) Özge ile gelinliğini giydirip hazırlıklarına yardım ettik. Allahım o düğmeler ne kabustu!!! Sonra nikah vakti yaklaştı, damat gelip gelini aldı. Otelin deniz kenarında süper bir iskelesi vardı, orda birkaç foto çektik. ardında nikah merasimi ile eğlence faslına geçildi. "Evet"ler dendi: Bu arada hava oldukça serin olduğu için herkes eline geçen şal ve sarıldı durdu.
Gecenin devamı çok keyifliydi. Düğün en çok eğlendiklerimden biri oldu. Müzikler süperdi. Önce fasıl vardı, bilimum oyun havası çaldılar, sonra DJ geldi. Yine nerdeyse hiç oturmadım. Bütün gece tepinip durdum. Birara ayaklarım iflas etti ve gidip ayakkabılarımı spor ayakkabılarla değiştirdim. Tuvaletin altında sneakers!!! Halim çok komikti ama kim takar, ayakkabıları değiştirince daha bir enerji geldi bana hopladım durdum. Halayın bini bir para. Hatta düğünün sonunda Macarena bile yaptık. O kadar çok güldüm ki halimize anlatamam. Aylin'in yabancı arkadaşları da çok kafaydı, onları da hiç oturtmadık. Pasta da süperdi bu arada!
Gene domuz gibi olduğum için kendi fotomu koymayacaktım ama işte tuvalet ve spor ayakkabılı bir foto size! eğlence yarım gibi bitti. Ertesi sabah 9:30 da kiliseye yürümek üzere buluşmak için sözleştik ve Özge ile sürünerek odamıza döndük. Kendimi yatağa nasıl attım bilmiyorum. Bu arada nasıl üşümüşsen resmen içim titriyor. Yorganın altında buz gibi yaıyorum. Üşenmesem aşağı inip (oda pek otantik, yatak üst katta) ek battaniye alcam ama hem çok yorgunum hem de üşüdüğüm için yorganın altından çıkamıyorum. Bu arada Özge ile aynı yataktayız ama 2 yorgan var ve şaşkın bana minik olanı vermiş. Eğer bir tarafa dönersem sırtım başım açıkta kalıyor ve ben put gibi yatmak durumundayım. Gecenin bir yarısı susayarak uyandım. Mecburen su almaya aşağı indim. O sıra Özge de uyandı sesime. Dedim lan küçük yorganı bana vermişsin, tabutta yatar gibi yatıyorum. Gecenin bilmemkaçında bir saat güldük.
Pazar sabahı 8:30 da alarm çaldı. Saat de aşağıda. Acaba kayle almasam susar mı dedim ama susmuyormuş. Sürünerek kalktık yataktan, hazırlanıp 9:10 gibi çıktık odadan. Yukarı çıktık ki kahvaltıdan eser yok. Otel sahibi kadın dedi ki düğün sabahı 10'da veriyorlarmış kahvaltıyı. Haydaa biz 9:30 da yürüyüşe gitcektik. Bu arada diğerlerine haber verdik ama yola çıkmışlar bile. Sonuçta onlar da geldi ve 10'a kadar kahvaltıyı bekledik. Toparlanmamız da biraz zaman alınca 11:15 gibi ancak çıktık yola. Sürünerek çıktım o tepeyi. Hatta 2 kere kenarda oturup dönüşlerini beklemeye meylettim ama Olga iteleyerek çıkardı beni tepeye.
Marco'nun dönüş planı konusunda tereddütler yüzünden erken ayrıldık kiliseden. Özge Marco ve ben uçarak indik, faytonla otele gidip bavulunu alıp 12:30 vapuruna yetiştirdik. Sonra yeme içme turumuz başladı.
Önce nefis manzaralı Kahve Dünyasında kahveler eşliğinde sandviçlerimizi yedik. O sırada Evren, Olge ve Oliver da bize katıldı ve 2. tur kahveleri içtik. Ardından onlardan ayrılıp biraz ada sokaklarında dolandık ama hava çok serindi ve koşarak kapalı mekana girdik. Hava soğuk ama bu bizim dondurma yememize engel olmadı. Yanında çay, lokma tatlısı ve waffle (neden domuz gibi olduğum da sanırım burdan anlaşılıyor) eşlik etti. Biz çaylarımızı içerken Aylin gelin olarak otelde bizim eşyalarımızı toplamış ve check out'umuzu yapmış ve hatta grubun devamı ile eşyalarımızı bile aşağı göndermişti:))) Grubun da gelmesi ile bir koşu 2:20 vapuruna yetiştik. Halimiz o kadar komikti ki 15 kişi kadar insan, almancılar gibi ellerinde bavullar, torbalar vs, doluştuk motora. Bostancı'ya vardık, herkes vedalaştı. Özge, Evren ve ben Bağdatta kısa bir tur atıp simit molası verdikten sonra biz de dağıldık.
Eve geldiğimde saat 5'i biraz geçmişti ama koltuğa nasıl yığılmışsam artık yerimden bile kalkamadım. Duş almak için yerimden kalkmak için 4 saat geçmesi gerekti.
Çoook yoruldum ama süper bir haftasonu geçirdim:)))))
Arkadaşlarla olmayı seviyorum:)

9 Nisan 2010 Cuma

Uyan(ama)mak

Dün akşam işten geç çıkınca eve de geç gittim haliylen. Geç derken gece 1'den bahsediyorum. tabi o saate kadar kapalı ortamda kalınca hemen uyuyamadım da, debelendim bir miktar. sonra sızmışım. sabah gene benim deli bağırıp durmaya başladı. saate baktım 7:30. hazır uyanmışken kalkıp kuaföre mi gitsem diye düşündüm ama o kadar çok uykum var ki, uyumak daha tatlı geldi. tabi delinin bağırtısından ne kadar uyuyabilirsem. derken 8:15 saat çaldı. snooze yerine dismiss'e basmışım akıllı ben, gözümü tekrar açtım 9'a 10 falan var. tamam dedim kalkıyorum. kendimi zorla yataktan kaldırdım. evet bak kalktım işte dedim, kalktım içeri gittim, geldim üstümü değiştiricem. ama bir dakika ben hala yataktayım. kalk selen dedim kendime. tekrar kalktım, aynı süreci tekrarladım ve yine baktım uyumaya devam ediyorum. bu olay 3 kere tekrarladı!!! işin ilginç yanı yataktan kalkmam ve hazırlıkları yapmam o kadar gerçekçi ki resmen yaptığımı hissediyorum ama aslında uyuyorum??? sanırım şu uzak doğu dinlerinin marifetleri bunun gibi şeylerdir:PP ben uykumda yaptım baksana:PpP

8 Nisan 2010 Perşembe

Hey gidi günler...

Az önce iş arası Facebook kaçamağı yaparken "people you may know" köşesinde en eski ve ilk erkek arkadaşım çıktı karşıma. yegane ciddi ilişkimdi diyebilirim. Ondan sonrası hep fasafiso oldu. Tabi insan merak ediyor, resimlerine baktım ben de. Saçları biraz daha dökülmüş, kırlaşmış. Çok tatlı bir kızı olmuş:) Biran ekleme talebi göndermeye niyetlendim, sonra garip olur mu diye durakladım. gerçi nolacak da... yine de durdum ve düşündüm ki muhtemelen ben de onun listesinde çıkmışımdır, o da beni eklemediğine göre... yoksa eklesem mi?
Hemen anılar canlanıyor insanın gözünde. Çok sevmiştim ben aslında onu, o da beni çok seviyordu sanırım. aslında çok da eğleniyorduk birlikteyken ama yanlış olan bişeyler vardı. Anarşist ruhlu bir insandı. Hayran olduğum yönleri vardı. Ondan çok şey öğrendim aslında ama bir o kadar da yaraladı beni. Toyluk tabi, bazı konularda sorgulamadan toplum düşüncesini kabullendiğim veya kendi tavrımı oluşturmadığım bir konu olduğu zamanlar oluyordu. Bir seferinde "sen boşlukta yer kaplamıyorsun" demişti bana. Nasıl dokunmuşsa asla unutamamışım sanırım. Düşündüklerinde haklı olduğu konular olsa da aktarış biçmi yanlıştı ve zamanla aramızdaki şeyleri eritti, bana saygısı olmadığına inanmaya başlamıştım. Belki de bahane arıyordum bilmiyorum. Ama işte koptuk birbirimizden.
Sonra düğün günü bir gece klübünde karşılaştık, çok komikti halim:) düğünden sonra eğlenmeye gelmişler, ben çıkarken onlar giriyordu. Ayaküstü tebrik ettim ve içerisi çok kalabalık gibi bişeyler gevelediğimi hatırlıyorum. E insan birden eski sevgilisini damatlıklar içinde ve yanında geliniyle görünce - ve hele de gelini de tanıyorsan - salaklıyor ister istemez:)
Daha komik yanı, ortak arkadaşlarımızın ondan bahsederken çekinmeleri veya hala görüştüklerini vs belli etmek istememeleri oluyor. Gerçi ortak arkadaşlarımızdan ben çok koptum ama gene de komiğime gidiyor:)
hey gidi günler...

7 Nisan 2010 Çarşamba

Bayık modu

pöfff, mood'um çok olumsuz son zamanlarda... mutsuz değilim ama mutlu da değilim. böyle ruhsuz ve sıkkın bir ruh halinde (ruhsuz ruh hali nasıl oluyorsa) dolanıp duruyorum ortalıkta...
bu yazı bitmeden save etmiştim. şimdi daha da bir down moddayım. iş feci bastırdı. dün cebelleştiğim dosyaların analizini de bitirmem gerekiyor asap. stres katsayım yükseldi resmen. bir de işin aslını başkası yapmış olduğu için anlayıp yorum yapmam daha karın ağrısı yapıyor. neyse allahtan saman yığını değil de kıvrak bir beyin var kafamda:)) hahah narsizm koktuğunun farkındayım ama şu anda beni neşelendirecek yegane şey bu sanırım:))))
ben niye mutsuz olduğumu biliyorum aslında... heyecan yok hayatımda:(

6 Nisan 2010 Salı

Sezon açılışı

Ya diyorum bende eşek şansı var diye inandıramıyorum. Dün gece yattım yatağa, tam uyuyucam "iiiii" diye tiz bir gıyıltı. yok bu sefer alt komşu diil, o bas bariton. bu bildiğin gıyıltı, yani: sivrisinek!!! Ulan daha günlerden ne?? havalar doğru düzgün ısınmadı bile, sen nerden türedin de girdin eve??? kediler bile yavrulamadı henüz, benim sivriler çoğalıp işbaşı yapmışlar bile. Söylesem kimse inanmaz!!! küfrederek yorganın altına sığındım. Ancak elimi ve alnımı şişlemiş adi... bu sene raid alışverişine erken çıkıcaz korkarım:(

Mesainin böylesi

Bugünkü mesaim şundan oluştu. bir duyarlılık analizi kapsamında dosyayı aç, verileri değiştir, save et, ilgili sayfalari başka dosyaya kaydet, 2. dosyayı aç, ilgili sayfaları aktar, güncelle, ilgili sayfaları 3. dosyaya aktar. bu işlemi 3 kere tekrarla. arada uyumsuzluk olursa önceki dosyaya dön, kontrol et ve tekrar dosyaya dön. duyarlılık analizi yapacağımız 5 değişken olduğu düşünülürse yukarıdaki işlemin de 5 defa tekrar edilmesi gerektiği anlaşılacaktır.
Ha ben şimdi neden zaman ayırıp bu kadar basit bir işlemi buraya yazdım? çünkü beklerken tuttuğum kronometreye göre:
söz konusu dosyalardan 1 tanesinin
açılması 2:21,
önce save edilip sonra kapanması 1:15,
direk exit diyip save etme sorusuna ok vermek 1:00 dakika
sürüyor. dosya bazında yapılan işlemse en fazla 5 dakika. yani aslında işlem kadar süreyi dosyaların açılmasını, kapanmasını, save etmesini beklerken geçiriyorum. hele bir de hata olmuşsa bekle ki düzeltesin:(
çok sıkıcı...
daha hızlı çalışan bilgisayar istiyorum... gerçi garibimin de günahını almamak lazım. her dosya 170 MB olunca açmak için kanırıyo alet. üstelik onun dışında bütün programlar da kapalı. yoksa kitlenip kalıyor:(

Acil durum el kitabı

çok güldüm:)))

5 Nisan 2010 Pazartesi

Hüzün

bir hüzün var bugün üzerimde. aslında tam olarak bugün de değil. Bir müddettir üzerimden atmaya çalıştığım bir hüzün var üzerimde. Bazen görmezden geldiğim ama kapı arasından beni gözetleyen, boş anımı yakalayınca hemen üzerime atlayan hüzün. kovalıyorum bazen başımdan ama bazen de o kadar yorgun oluyorum ki, kucaklıyorum kendisini, kabulleniyorum varlığını. bekliyorum geçmesini. geçmiyor kendiliğinden. o zaman yine silkeleyip atıyorum üstümden. bazen kaldırıp dolaba kitliyorum, sessizce duruyor orda günlerce... kalkanları gevşetip artık güvendeyim diye düşünürken birden kapısını kırıp daha güçlü atlıyor üzerime. işte o zaman aptallaşıyorum. yediğim darbenin etkisiyle savruluyorum bir müddet. sonra sil baştan yapıyorum yine... her defasında biraz daha yorgun, biraz daha buruk...

4 Nisan 2010 Pazar

Yenilik

Ne zamandır blogun şeklini değiştirmek niyetindeydim. nihayet bu akşam tembelliği bırakıp olaya el attım. daha güzel bir stil bulana kadar bir müddet böyle takılacağım:)))

3 Nisan 2010 Cumartesi

Kıçının kökü???

Dün bir yemek neticesinde anadolu yakasında kalan ablam akşam bana geldi. Önce o bana tüm söylenmelerime rağmen hanımın çiftliğini seyrettirdi ama benim intikamım daha acı oldu:PpP dedim benim deli bu aralar azdı gene, akşam bağırabilir. Aynen de öyle oldu. Başladı benimki gene bağırmaya. Konu neydi anlamadım ama saatlerce bişeylere bağırdı durdu. erkeğim ben dedi, onu bunu halleti vs. Uyumak için debelendik bizde. En son saat 3 sularında dayanamayıp kıkırdamaya başladım. beni duyan minnoş da gülerek "yeni bir küfür öğrenmiş oldum" dedi. ben atlamışım. ne ki o dedim? "Babaa, kıçının kökünü mikeyim!!!". biz başladık gülmeye. kıçının kökü nere olaki? sinirimiz bozuldu resmen kahkahalarla güldük bir müddet... sonra ben kulak tıpalarıma sığındım, minnoş direndi bir süre daha:)))
sabah tahmin edebileceğiniz gibi şöyle bir muhabbet oldu aramızda:
- selen, ütü nerde?
- kıçımın kökünde:))))))))))

2 Nisan 2010 Cuma

fun fun fun

Allahım sersem gibiyim...
Dün akşam Aylin'le AHE'nin bir nevi bekarlığa veda yemeği vardı. Daha çok iş yerinden düğüne gelemeyecek olanlara yönelik bir eğlence olayı. Baş kamber olarak benim de orda olmamam söz konusu değildi tabi. Gerçi giderken "ya benim ne işim var orda, kimseyi tanımam etmem" diye düşünmedim desem yalan olur. ama ayak sürüyerek de olsa düştüm yola.
Trafiği göz önünde bulundurarak mini mini elbisemle Kadıköy semalarında ve vapurda boy göstermem pek eğlenceli oldu. Neyse hasarsızca ulaştım mekana. Mekanın önünde bayağı bir kalabalık var. Sanki kokteyl var kapı önünde. Es geçtim onları, kapıda dikilen görevliye "Aylin hanımın yemeği" dedim bana es geçtiğim kalabalığı gösterdi. Amanın!!! ne işim var lan benim burda!!! Neyse o panik havasında gözlerim aylin'i taradı. O sırada Pelin'i de görüp hemen yapıştım dibine.
Süper organizasyon yapmışlar. Kızlara tülden duvaklar takılmış. Benim duvağımda hazırlandı ve kafama konduruldu hemen. Aylin'inki bizimkilerden farklı olarak turkuaz mavisiydi, çok tatlı olmuştu. Bir de t-shirt yaptırmışlar ama ben ona yetişemedim. Neyse kafamızda duvaklarda akaretlerde pek eğlenceli bir görünüm oluşturduk.
Dışarıda bolca geyik yapıp foto çektirdikten ve şaraplarımızı yudumladıktan sonra içeri geçtik. Yemek ve şarap olayına içeride de devam ettik. Önce pelinle asosyal takılıp küçük bir masaya yamanmıştık ki AHE'nin zorlamasıyla milletin arasına karıştık. Yemek, alkol, müzik, muhabbet gayet keyifliydi. Saatler ilerleyip alkol damarlarda dolaşmaya başlayınca hopbidi modu oluşmaya başladı. Kalkıp biraz da 80ler eşliğinde hopladık. Geceye damgasını vuran ise en son ortaya çıkan volcano tarzındaki tatlıydı. En son gözüm dönmüş şekilde kaşıklarken hatırlıyorum kendimi:)))
11 sularında teslim bayrağını çekerek ve yollandım ben. Nasıl geldim, nasıl yattım çok emin değilim. Ama şu anda akşamdan kalma olduğum bir gerçek:)

1 Nisan 2010 Perşembe

Sardım

Son birkaç haftadır ordan burdan linkleri tıklayarak birkaç blog keşfettim. Bir tanesi 2 arkadaşın ortak blogu, bir tanesi 26 yaşında bir hatun, pek eğlenceli yazıyor. Yaşamını, erkek arkadaşını vs. Kendini saklamıyor ama benim kadar da uluorta değil sanırım:)))
Bir tanesi yine bir hatunun (sanırım o da 25-30 civarında). O da hayatını anlatıyor ama onun kimliği açık değil.
Bir üçüncüsünün birçok yazarı var. hepsi kod adları ile yazıyorlar ve son derece özgür yazıyorlar. sanırım bu özgürlükleri hoşuma gitti. bazen yazdıklarını okurken kendimi ne kadar kastığımı farkediyorum. keyifle yeni yazılar koymalarını bekliyorum. hatta "ulan acaba birine yazıp ben de mi siteye yazmak istedigimi belirtsem" diye düsünmeye bile başladım. ha benim yazılarım onlarınki kadar renkli olmaz ama...
şu zamana kadar blog olayını sadece tanıdığım kişilerin yazılarını okumakla sınırlı tuttuğuma inanamıyorum. meğer ne eğlenceli şeyler varmış etrafta:) (size sıkıcısınız demiyorum yanlış anlaşılmasın:)
bu arada şu blog taşıma işini ciddi ciddi düşünmeye başladım. google da adımı arayanın karşısına pat diye çıkıyor. Hani sorun değil ama saçma sapan yerlerden aradıklarını görünce biraz huzursuz olmaya başlamadım desem yalan olmaz. en azından gerçek ismimle bağlantısını koparsam diyorum:))) o zaman daha rahat yazarım belki de...

Öngörünün bu kadarı!!!

Sabah evden çıkarken - ki biraz da acelem vardı - ayakkabı ne giysem diye boş boş bakındım etrafa. Bir tane botum var, artık yıllanmış durumda. Kendisini tepe tepe giydiğim için de yıpranmış ve yağmurlu havalarda su almasa da inceden nem çekiyor. (hatta selim geldiğinde ayağımda olup da yenisini almak için sürüklediğim bot da aynı bottu) Dedim ki kendi kendime "amaan nasılsa bugün yağmur yağmayacak, giyivereyim n'olcak". Giydim de netekim. sonuç? dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor:))))

CAN YÜCEL'DEN

gel de hayran olma....

KADIN DEDİĞİN

Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş.
Koyun gibi yatmayacak, kımıl kımıl olacak yatakta.
Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak.
Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak.
Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, herşeyini.
Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.

Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin.
Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük.
Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak.
En seksi leydi olmayı da bilecek,hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de.
Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küfretmeyecek,
Kadın dediğin ayıp nedir bilecek.

Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek.
Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, her
tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak.
Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak…

Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürlerle yemeklerle işi olmayacak.
Şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz.
Salatasız oturmayacak yemeğe.

Temiz olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri yahut pahalı parfümlerin
sindiği, boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin.
Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş.
Buram buram kadın kokacak kadın dediğin.

Kadın dediğin güzel olacak…
Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek, o hamura kendini katmasını da…
Paranın güzelliğini bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak.
Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terketmeyecek.
Namussuzluğunu , ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,başka sevgili edinmeyecek.

Sarışın, renkli gözlü uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya…
Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak.
Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha.
Ağzı sıkı olacak kadın dediğin.
Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak…

Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından,dırdırcılardan,
unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan,
raf süslerinden,tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan, boş bakanlardan olmayacak.
Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak.
Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak.

En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir.
Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa…

Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle.

Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babaya hürmet etmeyi de…

Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek.
Parayla pulla, kariyerle,kimin ne dediğiyle ,sınırlamayacak.
Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla…
Bileceksin ki evde ‘O’ kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana…

Öyle bir kadın işte…
Nerede oyle kadın yoktur deme…

Sende adam olacaksın seçmesini bileceksin!

ERKEK DEDİĞİN

Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle.

Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.

İnce olacak; seni senin kadar düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek. Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek.

Adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek.

Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek.

Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek.

Erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında, sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak.

Ruhunu okşamasını bilecek. Romantik olacak kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek. Özel günleri unutmayı marifet sanmayacak.

Kayıtsız olmayacak senin bütün zarafetine karşı. Gerçekten seven bir kadın sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz, kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir. Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi cimrilikle yapmayacak.

Ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek. Her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek. Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi.

Erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek.

Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak, özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek.

Erkek dediğin askına sahip çıkacak. Korkak olmaz erkek dediğin. Erkek dediğin iyi sevişecek. Koyun gibi yatmayacak, bir an önce şu iş bitse demeyecek.

Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir.Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet değildir.

Erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama bundan çok daha öte bir şey...
Zeki olacak.

Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek. Kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisi
katmasını da.

Değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak.
Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken kullanacak.

Erkek dediğin önce sevecek.
Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa... Koluna girip gezmesini bileceksin gururla, koynuna alıp sevişmesini de. Babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı...

Erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak.

O nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin.
Pısırık olmayacak erkek dediğin. Erkek dediğin erkek olacak.
Seni sadece sen olduğun için sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek.

Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın.