Sayfalar

25 Şubat 2014 Salı

saçma sapan bir yazı.

İnsan yazacağı şeyden emin olamayınca söze de nasıl başlayacağını bilemiyor. kafamda dolaşan bazı duygu ve düşünceler var ama onlar bile ikilemde olunca ne hissettiğini dahi bilemiyor insan ki bir de bunları kelimelere dökebilsin. O zaman en iyisi pattadanak konuya girmek olsa gerek.
Malum bendeniz yıllar öncesinden birçok acıyı tatmış, hala isyanın daniskasını yaşayan bir şahısım. annemin erken babamın ani ölümü beni isyankar, bazen de duygusuz yaptı. hele de ölüm konusunda. her yeni ölümde "la havle" çekerek karşılamayı, bazılarından kendimi soyutlamayı, artık kanıksamayı öğrendim. İnsanın kendini korumasının bir numaralı yolu bu.
ama işte duyguları bastırmak, onları bir duvarın arkasına itmek de yoruyor bazen insanı.
neyse aslında benim asıl söylemek istediğim bu değildi. son zamanlarda etrafıma bakıyorum da bazen allahın sevgili kulu olduğumu düşünüyorum. yani bazı açılardan. yada kendimi avutmak için bu yolu bulmuş da olabilirim. işte bu yüzden duygularım karışık, bu yüzden ne hissedip düşüneceğimden emin olamıyorum.
hala etrafında dolandığımın farkındayım konunun. dedim ya, kafamın karışıklığından.
konu hastalık ve ölüm. dedim ya son zamanlarda etrafıma bakıyorum da, arkadaşlarımın, sevdiklerimin ailelerinde hastalıklar ölümler artmaya başladı. e yaş itibariyle normal şeyler. ama işte bu işin yaşı da yok malum. neyse, bu durum arttıkça benim de ikilemlerim artmaya başladı.
arkadaşlarımı çaresizlik içinde oradan oraya koşarken görmek, paralanmalarına, üzüntülerine şahit olmak çok zoruma gidiyor. sonunda o engellenemeyen başlarına gelince yaşayacaklarını düşünmek de cabası. ama işte asıl ikilemim burada başlıyor.
annem öleli çok oldu. hastalık belirtisi ile ölüm arası 3-4 aylık bir süre. yada hastalığın su üstüne çıkmasıyla. bana zaten hastalığın ne olduğunu da söylememişlerdi, ben iyileşecek sandığım için pek etrafında olmak da istemiyordum. zaten de çocuktum falan filan. sonra babamda ameliyat sonrası hadi ne güzel iyileşecek derken 1 saat içinde gidiverince adam uçurumdan düşmüşe döndüm. ama işte o yada bu şekilde o sürümcemede kalan, o iyileşecek mi, ölecek mi, allahım acı çekiyor ve benim elimden birşey gelmiyor süreçlerini ben hiç yaşamadım. yani ablam annemde yaşadı muhtemelen de ben anlamadım ve yaşamadım. bir sabah uyandım annem ölmüştü, bir gece yatamadım, kalktım, babam ölmüştü...
ne onlar çekti (aslında hatırladığım kadarıyla annemin son zamanları acılıydı) ne de ben çektim.
şey gibi bu, kolu bir seferde söylemeden çat diye kesmek vs. yavaş yavaş göstere göstere kesmek. kesmek derken kesip atmaktan bahsediyorum.
işte ikilemim bu yönde: birinde olayın şoku acısı vs bir anda oluyor, diğerinde bir yandan acıyacak diye korkup göre göre yavaş yavaş yaşarken acıyı diğer yandan kendini sonuca hazırlama fırsatın olduğu için kabullenmesi daha kolay oluyor gibime geliyor. dediğim gibi ikincisi tamamen bir tahmin.
bir de bunca acıya ikileme rağmen şükrettiğim bir konu var ki ikisi de çok çekmedi, yatalak olmadı, düşkün olmadı, muhtaç olmadı.
saçma sapan bir yazı oldu farkındayım. ama vardığım sonuç şu, allah kimseye çektirmesin,hastaya da bakana da, ve bence en güzel ölüm böyle elden ayaktan düşmeden pat diye ölmek. ama geride kalanlar için kendilerini bu duruma alıştırmalarına fırsat vermek için de şöyle 1-2 haftalık bir hastalık/yoğun bakımı dönemi hiç fena olmaz hani.
ilgililere duyurulur:)