Sayfalar

27 Aralık 2010 Pazartesi

down...

I need some company
I need you tonight
You don't have to talk to me
And don't be polite

Take my body and soul
I feel so old

Down
On the ground
There's no one around
And the snow is falling
Down
On the ground
It's where I'm bound
To be up by morning
Down
Just lay down beside of me
You know what I like
Take what you want from me
We don't have to fight

Take my body and should
I feel so old

Down
On the ground
There's no one around
And the snow is falling
Down
On the ground
It's where I'm bound
To be up by morning
Down

And you comfort me
Until my legs go weak
Hold me closer
We won't speak

Down
On the ground
There's no one around
And the snow is falling
Down
On the ground
It's where I'm bound
To be up by morning
Down

Oh we all keep falling
All down
And the world keeps turning

3 yıl

3 yıl olmuş...
3 koca yıl...
3 koca yıl...
Ya da 3 dakika...
Ya da 3 asır...
Ne farkeder ki...
Yoksan artık hep yoksun...
Hiç yoksun...
Yoksun...
Var olan tek şey yokluğun...
Yoksunluğum...
Özlemim...
Hasretim...
Eksikliğim...
Yokluğunu bir özleyen bilir babacım...
Yokluğunu bir tek yaşayan bilir...
Sen yokluğunu bir de bana sor babacım...
Bir de bana sor...

24 Aralık 2010 Cuma

Bonny

Ehi, benim de bonny'm oldu artıkın:) demin kapı çaldı, baktım koca bir poşet. allah dedim, heyecanla açıp yedikten sonra aklıma geldi fotosunu çekmek:)))
teşekkürler Banusum:)))
foto yüklememe izin vermedi alet allah allah...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Dayak yemiş gibiyim

İyi ki sakinledim bu aralar dedim. haftasonu tokat gibi geldi resmen. memnun muyum? emin diilim ama geçti gitti işte.
cuma akşamı bizim dalış grubu buluşacaktı. ben de yan çizmeye süper meyilli bir moddaydım. hani gitmemek için bahaneler arıyorum. netekim hava soguk, bahaneye gerek yok. tam cayma konusunda karar verdim ki korhan arayıp tekrar gazladı. ergül kesin gidelim dedi derken ben işten 8de çıkmama rağmen karşıya geçip mekana ulaştım. bir gittim ki 10 kişi falan var. böyle bir sevindirik oldum, bi eğlendim falan. hatta gittiğimiz yer kareoke barmış aynı zamanda. hoplayıp zıplayıp arada şarkı bile söyledik. ilk söylediğimiz dancing queen değil ama tarkan vurucu etki yaptı. hem şarkıyı bilmeyim hem de bet sesli olunca sonuç öldürücü oldu. ben gülmekten söyleyemedim ama zaten kimse de söylememe dayanabilecek durumda değildi. şarkı nasıl kapandı bilmiyorum. ertesi gün tarkan'ın intihara kalkışmamış olması muhtemelen olaydan habersiz olmasından kaynaklanıyor.
herkes yorgun olunca 12 gibi mekan terk edilirken ben ve ergül ortak bir arkadaşımızı aradık. o da yakınlarda olunca onunla buluşup geceyi uzattık. biraz daha hopla zıpla... bu arada ben zaten caymaya meyilli olunca kazakla gitmişim işe, o kazakla hoplayıp zıpladım. halimi anlatmak dahi istemiyorum. eve geliş 4, yatış 5!!!
cuma gecesi böyle olunca cts öğlene kadar uyumayı planlayan ben 10:30 gibi uyandım. ama akşam yine program var, dinlenmek lazım. ordan kalkıp oraya devrilerek, arada uyuyarak saati 5 ettim. ardından giyin, kuaför, hediye alışverişi, ucu ucuna konser alanına varış, konser ardından doğumgünü partisi. bu sefer saat 1-2 gibi ben kaçmaya meyilli ama başka bir arkadaş ile birlikte gideceğimizden onun için biraz daha bekleme derken eve (ablama) geliş 4 küsür. pazar gününü de ablamlarda pinekleyerek geçirdim. gece 10 gibi eve döndüm. tabi 2 gündür gecem gündüzüm karıştığı için uyu uyuyabilirsen. gece fır fır döndüm yatakta. şimdi de gözüm kapanıyor:(

17 Aralık 2010 Cuma

okuyorum

Son zamanlardaki uyuz modumu renklendiren bir kitap okuyorum son günlerde. alalı 1 ay falan oldu sanırım ama anca ve yavaş yavaş okuyabiliyorum. (yavaş okumamın sebebi keyfini çıkarmak) kitabı bizim bölümdaş ve hazinedaş yazmış olunca pek düşünmeden satın almıştım. itiraf etmek gerekirse bu kadar keyifli okuyacağımı da düşünmemiştim. ancak başladıktan sonra bölüm bölüm bazen kahkahalar atarak bazen şaşırarak okuyorum şu bizim Japonların ne yaptığını. onlar yapmış, Onur'sa gayet güzel gözlemlemiş ve bir o kadar akıcı ve eğlenceli bir dille de aktarmış bize.
okuması kolay, keyifli ve bir o kadar öğretici. okurken "anaa hakkaten yaa" dediğim o kadar çok bölüm oldu ki...
kısacası: tavsiye ederim.
ps: ilk ve tek japonya tecrübem 1999 yılına ait. ablamlarla gidip 2 hafta kadar kalmıştım. o zaman hiç haz etmemiştim kendilerinden. ama şimdi tekrar fırsat bulsam farklı bir gözle göreceğimden eminim:)

Rölanti modu

Son zamanlarda blogu biraz boşladığımın farkındayım. ama ne yalan diyim içimden yazmak gelmiyor. nasıl desem.. rölantiye aldım kendimi.
akşam için biriyle program yapmamışsam (inanmayacaksınız ama son 2 haftadır sadece 1 akşam çıktım mesela) gecelerim aynen şöyle geçiyor: eve gidilir, derhal eşofman/pijama giyilir, yiyecek bişeyler hazırlanır, hüsam ve kuddusi beslenir, tv karşısında yemek yenilir. yemek bitince yine tv karşısında laptop açılır ve bir yandan yarım yamalak dizi izlenirken diğer yandan facebook'da treasure isle, farmville oynanır. onlar biterse spider solitare açılır. saat 11-12 arası yatağa gidilir, biraz kitap okunur ve uyunulur.
sıkıcı bir insan oldum anlayacağınız... elimde olsa işe de gelmiycem ve hatta yataktan ya da evden hiç çıkmıycam... ama işte mecburen, mecburiyetten:)

14 Aralık 2010 Salı

en kötüsü çaresizlik

dün akşam toplantı sonrası eve dönerken radyoda başınıza kaynar sular döküldüğünü hissettiğiniz olayları anlatın dediler. bir çocuk babasının yere 20 tl bıraktığını, uzaktan kim alacak diye beklediğini, bunun aldığını sonra babasının "paran var mi?" diye sorduğunu ve kendisinin "yok valla" demesi üzerine cebinden 20 tl daha çıkarıp "bunu al, cebindeki 20 liraya ekle, git 1 kilo dürüstlük al" dediğini yazmış... olayı düşünmeye başladım, ben olsam evde yerde bulduğum parayı alır mıydım diye, evime gitti aklım, babama geçti ordan... içim öyle bir acıdı ki... bastıramadım bu sefer duygularımı... küçük gözyaşlarım hıçkırıklara dönüşüverdi... o kadar çok özlüyorum ki babacım seni... elden bişey gelmemesinin çaresizliği ile düşünmemeye çalışıyorum, hayatımı devam ettiriyorum ama hep bir yanım eksik. kucağını özledim, o mahçup gülüşünü özledim. bana verdiğin güven duygusunu özledim babacım. hep bir parçam eksik, herşey yarım...  
en kötüsü çaresizlik... hiçbir şeyde, hiç kimsede teselli bulamama, avunamama...
öyle özledim ki babacım seni...

Nerde kalmıştık?

Garip bir ruh halindeyim son zamanlarda. aslında huzurluyum bir nebze. zorlamıyorum hiçbir şeyi. bazen 1-2 arkadaşla buluşup bişeyler yapıyorum, yoksa evde oturup tv izleyip bilgisayarda oyun oynuyorum. pinek yapıyorum.
iş görüşmesi yapıyorum bir yandan. gerim gerim gerilmiş durumdayım eş zamanlı olarak. görüştüğüm pozisyonlardan birisi ankara'da. dönmek isteyip istemediğimden de emin değilim. bu kadar stres yaptığımı ancak görüşme öncesi ve sonrasında uykusuz geçen geceler neticesinde algıladım.
sonra, dün bir toplantım vardı ankarada, pazardan gittim ben de. ilk karı gördüm:) bembeyaz, karı ne kadar sevdiğimi bir kez daha farkettim. huzur rengi sanırım benim için. gitmişken ankaranın aslında o kadar ürkütücü olmadığını farkettim yeniden. sevdiklerim orda, bildiğim bir şehir...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Alışmış kudurmuştan betermiş!

Yok aslında alışmakla ilgisi yok olayın ama bu haftasonu gene hastalandım ben. 2  haftadır içtiğim ilaçların bitişini kutlamak amacıyla cts akşamı kızlarla dışarı çıkalım dedik. ben de 2 gündür abur cubur takılıyordum. cts akşamı da bir nebze öyle devam ettim. beşiktaştaki beer pointte patates tava, tavuk kanadı, sigara böreği gibi şeyler takıldık. yanında da bira. ben 2. biraya geldiğimde midem kötü oldu diye içemedim. sonra da kızların üzerine döktüm zaten.
ardından narpera'ya gittik. orda narpare aldım ama onu da içemedim. midem bir garip. böyle buruluyor vs. keyfim de ufak çaplı kaçtı ister istemez. yarım gibi ayrıldık ordan. taksiyle dönüyoruz, muhabbet etmeye çalışıyoruz ama ben bir yandan kendimi midemi baskılamaya konsantre ediyorum. o yol nasıl geçti bilemedim. indim, eve giderken daha yolda çıkarmaya başladım. kendimi eve zor attım. bir yandan da başım çatlayacak sanki. neyse çıkarınca biraz rahatlayıp yattım ama bu sefer de başağrısı uyutmuyor. sanki beynimin sol tarafından sinirleri damarları çekip çekip duruyorlar, nasıl iğrenç bir ağrı.
sabahı zor ettim. 6 gibi tekrar kusmaya başlayınca baktım olacak gibi değil, ağrıdan uyuyamıyorum, 10 dakikada bir kalk, banyoya koş... sonunda dayanamadım giydim eşofmanları düştüm yola. önce caddedeki acıbademe gittim ama orası poliklinik ya, kapalıymış:( böyle bakakaldım kapısında. sabah saatin 7si. sonra tekrar bindim taksiye. eve mi gitsem diye düşündüm ama eve gitsem acı dinmeyecek. bu sefer aklımda nerden kalmışsa kadıköy şifa hastanesi dedim. adam biliyormuş allahtan, götürdü beni. gittim orda, anlattım derdimi. kan aldılar hemen, ardından serum bağladılar. benim başağrısı hafifleyince ben daha orada uyumaya başladım. doktor gelip dürttü falan. bir de gece çok alkol koması gelmiş sanırım. ben içimden "ya valla içemedim bile" dedim ama kimseye bişey demedim tabi.
serumları yiyince toparladım, eve dönüp sızdım. ha bu arada çıkarken ablamı aradım, ben hastanedeyim, şimdi iyiyim diye. bir güzel fırçamı da yedim. neden sabah aramamışım vs. ulan siz gelesiye kadar ben atladım taksiye geldim napayım yani.
sonra ben uyurken baktım bunlar gelmiş, ama içeri giremeyince kapı çaldılar. şefkat yaptılar bana, bir şımardım ki. ablam çorba pişirdi vs. sonra bir de ultimatom yedim. bundan böyle yediğimin içtiğimin gezdiğimin hesabını verecekmişim, kendime iyi bakmıyormuşum vs. :)))