Sayfalar

9 Eylül 2011 Cuma

ondan bundan

Bugün gene feci yazasım geldi. aslında aklımda öyle yazacak belirgin bişey yok. ama sadece yazmak istiyorum... yazmak... yazmak... yazmak....
Akşam Ankara yolcusuyum. Kaç aydır ilk kez gidiyorum. Bir nebze özlem ve heyecan var içimde. Eski sevgiliyi yeniden görmek gibi bişey. Bakalım neler değişmiş Ankara'mda.
Aaaa nasıl unuturum. Büyük haber var aslında.
Dün arabamı sattım. Hala dank etmiş değil aslında. Biraz da ucuza gitti ama oldu bitti işte. Diyorum ya henüz dank etmedi. Kaç aydır şirket arabasını kullandığımdan olsa gerek, farkına varamadım olayın. Ama işte dün birileri aradı, geldi. Onlar da Ankara'lı imiş. Alıp döndüler. içinden oyuncaklarımı ancak aldım. hatta minik kaplumbağamı da unutmuşum. hatta şimdi aklıma geldi. Kaplumbağalı anahtarlığımı da unutmuşum. Ayy birden çok içime urdu. Minik kaplumbağam böyle yolda giderken kafasını salllardı sallantıyla birlikte, ühühühühü.... neyse yarın ararım alan çocuğu. bakarsın duruyordur da bana ulaştırabilir...
İşte artık arabasızım. Yani bir araba var hayatımda ama benimki değil. Oy oy kıyamam... neyse....
Onun dışında... haftabaşı nihayet tahlillerimi yaptırıp endokrincime gidebildim. ve aynen bu satırı yazarken de yazdığı ilacı almadığımı anımsadım. üstelik reçeteyi de evde unuttum iyi mi:))) demirim yerlerde sürünüyormuş. kendimi bu kadar yorgun hissetmem de bundanmış. 3 gündür demir içmiş olmam gerekiyordu aslında. haftasonu da olamayacağına göre, haftaya işşallah.
ha tabi bir de klasik "zayıflayacan" dedi bana. sonra bir diyet tutuşturdu elime. bir kibrik beyaz peyniri görünce resmen gözümden yaş damladı. nedense o kibrit kutusuna karşı bir alerjim var. ikinci darbe de peynir ebadının küçülmesi yetmezmiş gibi ezineye veda etmem yönündeki talimatla geldi. hem kibrit kutusu kadar hem de ezine değil. e öleyim ben o zaman dedim:))))
işin kötüsü adam sevimli bir tip ve hani insanda sözünün dinlenmesi gerektiği izlenimi bırakıyor.
diğer bir konu ise fizik tedavim. malum sigorta limitlerim doldu. acıbadem'in seansları da kol gibi olduğundan kendime daha makul yerler bulma arayışımı nihayet sonlandırdım. ilk gittiğim yer çok ilkeldi. hiç sevmedim. onun üzerine bizim iş yerinden aynı ameliyatı olan başka bir arkadaşın merkezinden randevu aldım. orası iyiymiş. yalnız anladığım kadarıyla fazla popüler dolayısıyla da kalabalık bir yer. o yüzden zamana yayılmış bir seans oluyor. mesela çarşamba akşamı 3 saat falan kaldım. artık sonuna doğru "evime gitmek istiyorum" diye sızlanmaya başlamıştım (saat 9 olmuştu).
daha fazla uzatmayayım. şimdilik bu kadar yeter sanırım.
son bir not daha. ne kadaaaar zamandır DM dinlememişim, geçen bir esti lan ben özledim bunları diye. son albümü bulamadım evde. ama mp3 formunda vardı. sonra gidip CDsini yeniden aldım. şimdi sapık gibi SOTU dinliyorum. çok özlemişim. içim titriyor resmen dinlerken. favorilerim: yine wrong ve miles away.
PS: Urcun, okuyorsan haber etsene abilerde bir hareketlenme falan yok mu? 2 sene oldu hani...

7 Eylül 2011 Çarşamba

tatil eki

durdukça aklıma gelen detaylar var tatille ilgili.
mesela bir seferinde Ahmet sıcaktan çok bunaldığı için açık denizde suya atladı. ancak akıntı var vs, tekne sabit durmayacağından çocuğa halat verdik, halatı tutarak yüzdü 2 gıdım. ardından çektik kendisini tekneye. düşünsenize açıkdenizden bir balık çektik:)))
ha bir de en güzeli, yunus gördük. ben uyuyordum gene, birden yunus lafını duyunce fırladım yerimden. tam teknenin yanından zıpladı bir tanesi... süperdi yaaa:))))

6 Eylül 2011 Salı

git başımdan...

allahım 2 gündür hani böyle bir gıdım daha sıkıverseler canım çıkacak durumda. bu kadar mı sıkılır bir insan. sanki bir mengene, kasıyor da kasıyor. böyle çığlıklar atarak ağlasam, etrafı yumruklasam rahatlar mıyım acaba diyorum... ı-ıh! o bile işe yaramaz. sanki negatif bir manyetik alanın içindeyim. nefes almakta bile zorlanıyorum hani o derece. hiçbir şey yüzümü güldürmüyor, canım hiçbir şey yapmak istemiyor. hani böyle depresif durumlarda insan eve gidip yatağına kıvrılmak ve hiç çıkmamak ister ya, işte onu bile istemiyorum. ne istediğimi bilmiyorum. sanırım kendimi bu moddan kurtaracak bişeyler arıyorum ama bulamıyorum.

kasvet... evet sanırım üzerimde bir miktar da kasvet var. kendimi bir nevi dipsiz kuyuda mı görüyorum nedir... bazen olur o, böyle kara bir balon içinde, yıkılmaz, kırılmaz, ışık sızmaz...
pöf! depreştim ben yine... kışt!

rüyalar

teknede o 8 formatında yattığım günlerden birinde, salllantılar arasında bir nevi kabus kılıklı rüya görmeyi bile başardım. rüyamda bir yere gitmişim (aynen gerçekte olduğu gibi) ancak varalı bir miktar zaman geçmekle birlikte (3 saat de olabilir 3 gün de) babama haber vermeyi mi unutmuş yoksa verememiş miyim, panik halinde ulaşmaya çalışıyorum. ama bir türlü telefonu doğru çeviremiyorum. ya bir numarayı eksik yazıyorum ya hat düşmüyor. uğraşıyorum, cebelleşiyorum. sonra numarayı anımsayamıyorum. numarayı bulmaya çalışıyorum. bulamıyorum. haber veremedim diye nasıl içim sıkılıyor....
kalbim sıkışarak uyandım işte... sonrası malum...

4 Eylül 2011 Pazar

bayram mayram

bu senenin yegane tatilini nihayet yapıp döndüm. 2 aydır gitsem mi, gitmesem mi diye kafayı yediğim, benim için belirsizlik ve korkularla geçen bekleme döneminden sonra tatilin kendisi de geldi geçti.
valla bence tatil de ölü gibidir, arkasından kötü konuşulmaz:PpP yok yok abartıyorum, kötü falan değildi zaten. ama bazı noktalarda beklediğim gibi değildi. öncelikle tatilin benim için negatif olan yanı çok yol yapıp denizden az faydalanmamız oldu. özellikle ilk 3 gün sonunda kafayı yemek üzereydim. hatta salı günü neredeyse nefret ediyordum kendisinden. sonra 180 derece döndü. neyse detayları ileriki bölümlerde yazacağım. tekne gezisinin benim için 2. olumsuz yanı ise yelkenli olması. yani şöyle ki, öyle konforuna alıştığımız türden kocaman gulet değil. gayet ufak bir yelkenli. böyle götü devirip yatabileceğin alan çok sınırlı. o da sen devirince başkasına yer kalmayan cinsinden. ayrıca teknenin her türlü işi sana bakıyor. pişirmesi, toplaması, yıkaması vs vs. bu sebeple benim gibi yay, yangel yat tatilcileri için doğru seçim değil.
detaylara gelince.
aslına bakarsanız ilk 3 günü pek hatırlamıyorum. cumartesi günü Kos adasından tekneyi teslim almamız akşam 5'i buldu. daha önce dediğim gibi bence döt kadar tekne. hele bir de kamarayı görünce içim bir daraldı. netekim kamaralar çok ufak olmamakla birlikte 3 adet çift kişilik 1 adet de ranzalı kamara olunca çift kişiliklere de çiftler yerleşince ranzalı en dar kamara biz gariban bekarlara kaldı. zeynep daha ufak olaraktan o da üstteki daha küçük yatağa kaldı. ayrıca o ana kadar teknede dışarıda uyuma hayalleri kuran ben teknede böyle bir imkan olmadığıunı görünce de biraz bozuldum desem yeridir. neyse tekne teslim alındı, eşyalar ve erzaklar depolandı, yerleşti ve yola çıkıldı. ilk akşam rotamız Astypalaia adasına. kaptan 10-12 saat falan sürer dedi. o yüzden çok oyalanmadan koyulduk yola. sanırım ilk gün olduğundan açık denizde bir hopladık suya. herkes bütün gün adada beklemekten yorgun ve baygın. neyse bir yandan gidiyoruz bir yandan yemek hazırlanıyor ama deniz dalgalı, aşağıya inen 3-4 dakika sonra midesini tutarak dışarı çıkıyor. sonuçta bir şekilde yemek hazırlandı ve yendi. derken dalgalar artınca kaptan ve cengaver miçosu hariç herkes kamarasına uzadı.
aman allahım o nasıl bir geceydi. ben hayatımda bu kadar dayak yediğimi hatırlmıyorum. ne dayağımı? şöyle özetleyeyim; koca koca dalgaların üzerinden gitmeye çalışan gariban bir yelkenlinin ön kamarasında yattığınızı düşünün. o yelkenli her dalgadan sonra güüm diye suya düştüğünde siz de kendinizi minderde yere çalınmış gibi hissediyorsunuz. işte aynen böyle. daha komiği yola ilk çıkarken koca dalgaları hesaba katmayan biz zavallılar kamaraların lomboz isimli pencerelerini açık bıraktığımızdan dolayı içeri yediğimiz dalganın ve suyun haddi hesabı olmadı. önce birini kapadık. sonra 2. kova suyu yiynce "has...." diye öyle bir zıplamışım ki ertesi gün zeynep gülmekten anlatamadı. neyse kalkıp 2. de kapadık. ama kapama işlemi öyle sanıldığı kadar kolay değil. hem dengede kalmaya çalışıyorsun hem miden bulanmadan işi bitirip geri yatmaya. yani süren saniyelerle sınırlı. ikinciden sonra hah kurtulduk dedim ama meğer tam kapanmamış. zeynepin olmadığı bir anda kapak açıldı, ben 3. kovayı yedikten sonra tekrar kapandı. kalkıp onu kapatmaya çalışırken feci bir düştüm, kolum mosmor oldu sonradan. sonra da öğlene kadar bir daha yerimden kalkmaya cesaret edemedim. daha komiği birara uyanıp kalkmaya niyetlendim. oturduğum yerden diş fırçamı buldum ama macunu ararken midem ayaklandı gene, hemen yattım. fırcaya da öyle sıkı sarılmışım ki resmen 5 saat elimden bırakmadan yatmışım orda.
sonradan öğrendik ki hava şiddetlenince gece Kos'a doğru geri dönmüşüz bir müddet, sonra rotamıza tekrar dönmüşüz vs. dolayısıyla biz sakin sulara vardığımızda öğlen olmuştu.
astypalia adasında gece karaya çıktık, güzel yemek yedik. geceyi limanda geçirdik. düzgün uyku modu. ertesi gündü sanırım bir koyda demirledik, sahilde çıplak amcalar vardı. yaya yaya geziyorlardı. bizim de tam sahile çıkacağımız çıktı. amcalarla resmen köşe kapmaca oynadık. adamlar yayıp dolaştıkça biz başka noktalara kitlendik vs.
pazartesi gecesi de uzun yol, bu sefer hedef santorini. bu sefer daha hazırlıklıyız. herkes torbasını vs yanına alıp yattı. bu sefer biz zeyneple kamarada havasızlıktan bayılma tehlikesi geçirip kendimizi ortadaki kısma attık. oradaki koltuklara büzüştük. tabi kaptan ve miçoları yelken açınca tekne yan yatıyor. o tarafta destek varsa tamam da yoksa düşme tehlikesi içindesi. ben en son masanın altına usturmaça (benim tabirimler uskumçata) yığmış üzerine de koltuk kenarlarını dizmiş bir şekilde ve tepemde çaydanlıkla ve totomda çaydanlığın kapağı ile bütünleşmiş bir şekilde yatıyor buldum kendimi. sonunda bir öncekine göre daha sakin bir yolculukla vardık adaya. burada da kıyıya ulaşmamız maceralı oldu. bizim kaptana tarif edilen yer meğer büyük gemiler içinmiş. biz pek minyon kaldık aralarında. orda bir türk guleti bulup ona yanaştık ama bu olaydan aklımda kalan tek sahne, geçen feribotun koca dalgaları sebebiyle koca guletin üzerimize doğru yatması idi. biran dedim allahım sana geliyoruz... harbi tırstım o anda. aramızda tek sakin kaptandı. zaten o da sakin olmasa sanırım herkes iptal olacaktı. çocuk o kadar akıllı ve sakindi ki hepimizi dizginledi. harbi güven telkin etti. neyse sonuçta biz inadımızdan vazgeçip adayı dolanıp başla bir limandan çıktık karaya.
limandaki duş hayallerimiz suya düştü ama biz çözümcü türkler olarak tuvaletin dışında bulduğumuz hortumlarla saçlarımızı yıkamayı başardık. ama bir yandan da o kadar gürültü yaptık ki sonuçta bir teyze gelip "this is no dus" dedi bize:))))
ha dip not: teknede su sıkıntısı sebebiyle duş alınmıyor. ancak denizden çıkınca ufak bir tuzdan arınma operasyonu. bulaşıklar bazen deniz suyu ile yıkanıyor vs.
o akşam araba kiralayıp Oia'ya gittik. hakikaten çok güzel yapmış adamlar. yani volkan adanın tepesine evler kondurmuşlar resmen. güzel yapansa hepsi beyaz ve mavi pancurları var. öyle şirin gözüküyor ki. ha bir de santoriniden mutlaka güneş batmasını izlemek gerekiyormuş. biz de izledik yanımızdaki 134998745 kişi ile birlikte. tamam güneş denizden batıyor, muhteşem bir görüntü ama lan aynen bizim Erdek. Erdek'te de güneş denize batar ve muhteşem görünür. ben tabi ogün bütün gün yol gitmiş ve suya hiç girmemiş olmanın verdiği huysuzlukla "bu ne bee, erdek'te de var" vs diye bayağı bir bok attım olaya.
sonuç olarak bana salı günü sorsaydınız tatilin nasıl diye size şöyle derdim "nefret ettim". hatta o salak memlekette internet bulabilsem facebook statume "hating my vacation" yazacaktım.
derken çarşamba yepyeni bir güne başladık. saat 9 falandı milletin gürültüsüne uyandım. yüzmeye yandaki plaja gidiyorlarmış. yüzme lafını duyunca fırladım yataktan. gidip bir plaj bulduk, yüzümüzü yıkadık. benim birden neşem yerine geldi. ardından adayı gezmeye itirazım kalmayacaktı. ama bir mucize oldu ve kaptan sanki benim hislerimi anlamış gibi "adayı gezmek isteyenler arabalarla gezsin, istemeyenlerle biz koylara gidelim, sonra bir noktadan diğerlerini alalım" dedi. işte o andan sonrası benim için dönüm noktası oldu. o andan sonra birbirinden güzel koylarda demirledik. önce red beach de kırmızı siyah kumlu/taşlı kumsalı olan bir koy, ardından volkanik başka bir koyda yüzdük. gittik gittik gece bir koya demir attık ve geceleyin hep birlikte denize girdik. yakamozlar eşliğinde yüzdük.
ertesi gün Amargos adasına gittik. orda da biraz deniz biraz ada yaptık. perşembe gecesi en son bir koyda durduk. tekneyi cuma akşam 5 gibi Kos'a teslim etmemiz gerekiyor ve Kos 10 saatlik yol. bu arada deniz gene dalgalı ve kendimizi koya zor attık. ama koy enfes. incecik bir ay var, hilal modunda. muhteşem yemekler hazırlandı vs. ama saatler ilerledikçe rüzgar arttı. biz de yola çıkmakla sabah yola çıkmak arasında kararsız kaldık. sonuçta kaptan yine insiyatifini kullanıp gece çıkmaya karar verdi. biz gene zeyneple bu sefer orta alanda yerimizi hazırladık. 12 gibi yola çıkıldı. ben ufaktan ilk günkü gibi olacak diye korkuyorum ama kaptanı çok sevdim ve güvendim. gıkım çıkmıyor. neyse sonuçta doğru karar vermiş. o kadar yumuşak bir seyahat oldu ki anlatamam. en son gece 2 falandı, dayanamadım havuzluğa çıktım (bu arada kullandığım tekne tabirlerine dikkatinizi çekerim) biraz orada oturup geceyi ve yolculuğu izledim. gökyüzünde ay yoktu ama o kadar çok yıldız vardı ki anlatamam.
aslına bakarsanız yelkenin en büyük eksikliklerinden biri. böyle yatıp gökyüzünü izleyebileceğin veya yıldızların altında uyuyabileceğin alan kısıtlı ya da yok gibi bişey.
sonuçta o akşam da sabaha kadar yol alıp kalymnos adasına demir attık. yine muhteşem bir koyda yüzümüzü yıkadık. kahvaltı yapıp son kez kendimizi suya atıp 1 gibi dönüş yoluna geçtik.
Cuma gecesi ve cumartesi Kos adasında zaman geçirip evimize döndük...
tatil bitti. kendimi o kadar yorgun hissediyorum ki birkaç gün dinlenmeye ihtiyacım var resmen...