Sayfalar

28 Ocak 2010 Perşembe

Ege K. şahsi showu

Dün akşam Beyoğlu'nda Ege Kayacan'ın şahsi şovu vardı. İstanbul'a taşındığımdan beri en çok özlediğim şeyler arasında modern sabahlar olması sebebiyle bu fırsatı değerlendireyim, biraz kulağımın pası silinsin dedim. Sağa sola haber saldım gidelim mi falan diye, birkaç kişiden de ok cevabı alınca benim de kaytarma şansım kalmadı.
Kaytarma şansı olmaması iyi de, son gittiğimde bu adam çok bel altı ve küfürlü konuşmuştu, gelenler rahatsız olursa diye de bir telaş aldı beni. Neyse önden her türlü uyarımı yapıp sorumluluğu azaltaraktan koyuldum yola.
Bu arada bizim yola çıkmamızlar kar yağmaya başlaması bir oldu. Allahtan kar lastiklerini takmışım ama kar da sağlam yağıyor. Neyse gittik park ettik arabayı odakulenin oraya. Koştur koştur orda denk geldiğimiz bir rus lokantasında bişeyler atıştırdık (borç çorbası içtim, bizim çorbalar gibi o da.. hatta bizim çoğu çorbamız ona bin basar). adamların 9-9:30 gibi başlar demesine kanarak 9:30a doğru vardık mekana. Meğer 10da başlıyormuş gösteri, arayı mecburen mısır ve bira ile doldurduk. Ben araba kullanacağım için biraya daha çok yalanarak bakmakla yetindim.
Ege çıktı, benim stres orta düzeyde. Başladı anlatmaya, evet konular gene bel atı ağırlıklı ama eskisi kadar argo ve küfür yok. Bayağı da geliştirmiş showu. 2 saat boyunca bayağı güldüm. Baktım bizimkiler de eğleniyor, daha bir rahatladım, mutlu mesut ayrıldım mekandan.
Dönüş yolunu hiç sormayın. Şiddetli kar yağışı altında tın tın modunda döndüm eve. Eve döndükten sonra kendimi yatağa nasıl attım hatırlamıyorum ama nedense bir üşüme bastırdı, 2 kere kalkıp daha kalın şeyler giydim de öyle ısınıp uyuyabildim.
Bu arada sabah bizimki gene bağırdı. Bu sefer evlenicem diye takmış kafasına. kendine bir pezo bulmaktan bahsediyordu... Şenlik diz boyu:)))

27 Ocak 2010 Çarşamba

Höf pöf

Nerdeyse bir haftadır midem bulanıyor. Yok yok hamile değilim, dünya yeni bir mesihe hazır diil daha:))) Neyse, bulantım ha geçti ha geçecek vs diye beklerken baktım geçmediği gibi artmaya da başladı. Sanırım şiddetli bir geniz akıntısı problemi ile karşı karşıyayım:(
Üstelik mide bulanınca da her tür yeme içme eziyet haline geliyor. Ha bunun bana olumlu bir dönüşü var mı? tabi ki hayır, ama keyif de almaz oldum yav:( Bir de tabi sürekli ha kustum ha kusucam yüz ifadesi ile dolanınca ortalıkta, insanlar bana bakip kusmak istiyordur muhtemelen:)))

25 Ocak 2010 Pazartesi

Dayanamadım

bekleyemedim akşamı. penceremden izlemek yetmedi karı, yemekten sonra yürüdüm karlara basa basa, indim deniz kenarına, parkın çevresinde dolandım biraz. bozulmamış kar yığınlarında gezindim, karın gıcırtısını dinledim. Bembeyaz gökyüzünün altındaki gri denize baktım biraz.
Kardan adam olsam, karlarda yuvarlansam... kar olsam:)

Beyaz huzur...

Bu sabah ne zamandır özlemini çektiğim o görüntüye uyandım. İstanbul belki en güzel günaydını verdi bana. Lapa lapa yağan kar:) Sıkıca giyindim üstümü, işe gelmek için çıktım evden. Yürürken kaldırdım yüzümü göğe doğru, karlar yüzüme kondu yumuşacık, tatlı bir huzur... Henüz karların ayağımın altında ezilirken çıkardığı sesi sindiremedim içime ama belki onu da bu akşam yaparım. Çıkar gecenin sessizliğinde karların üzerinde yürürüm bir miktar...

21 Ocak 2010 Perşembe

Bir kadını ağlatmak...

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya… En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!

İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.

Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.

Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli… Ve kadın ağlar; hem de çok!

Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.

Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler.

İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.

Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.

Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı…

Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan…

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar.

Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E.. o zaman niye sarılsınlar ki!

Niye sarılalım ki!

Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.

Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.

Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.

Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

Aziz NESİN

20 Ocak 2010 Çarşamba

Hay!!!

Bu ay üçledim. Yine bir toplantı, yine seyahat. Yoruldum yav git gelden... Güya haftasonu evde kalıp kafa dinleyecek, haftaların yorgunluğunu üzerimden atacaktım. Bilet almaya geç kalınca günübirlik şansım da kalmadı.. Hale bak yav...

17 Ocak 2010 Pazar

Sürpriz: Düğme vs...

Koştur koştur bir Ankara gezisi de az önce sona erdi. Yine nasıl geçtiğini anlamadım diyebilirim.
Ankaraya varış cuma akşam 9:30 suları. Güya Özge beni havaşdan karşılayacak. Ancak zamanlama hatası sebebiyle bir 10 dakika kadar ağaç olduktan sonra:PpP tam "e bari istanbula döneyim" derken:PpP baktım Özge yanaştı. Neyse atladık arabaya, doğru eve. Malum cuma gecesi yorgunluğu. TV de fear itself diye bir dizi bulup izledik, geceyarısı olmadan bu kez ben sızdım.
Cumartesi program yoğun, güne erken başlamak lazım. Netekim 8:30 olmadan hortlattım Özgeyi de. Duşlarımızı alıp önce kuaför sonra Rengin'i ağaç ettiğimiz Çukurambar big chef's. Kahvaltı diye gittik, bir baktık açıkbüfe!!! Hay allahım, gitti gene benim rejim!!! Geçen de aynı şey Burak'la Quick China da başımıza gelmişti. Suşii diye gidip açık büfe görünce dalmıştık. Burda da aynı durum oldu. Yine big chef's in birbirinden güzel ürünleri ile patlama noktasına geldik.
İkinci program Selim'le. TRT ekibi ve programından ancak 12:30-14:00 slotunda yer bulabildim, buna da şükür:))) Aldı beni kahvaltıdan birlikte Bahçeli 7'deki Starbucks'a gittik. Zaten o andan sonra da benim yuvam haline geldi kendisi. Neyse 2ye kadar oturup muhabbet ettik, dertleştik. ben gene biraz zırladım. En son kendisini Gloria'da "terkeden" imajında bırakmıştım, şimdi Bahçeli ününe ün kattım:))) Ardından beni karışık duygular içerisinde bir sonraki durağa, saat 14 randevuma bıraktı.
Elimde bavulum kös kös girdim tattoo'cunun kapısından. Bir yandan kararlıyım ama bir yandan hafif bir heyecan / stress içerisinde gidip geliyorum. Randevuyu aldığım Ömer Bey şehir dışındaymış, bu kötü haber:( ama şimdi ordaki adama da "yok ben size yaptırmam" diyemem. Neyse oturduk PC başına, benim figürü inceledik beraber. Eskizini bulamayınca adının Kenan olduğunu öğrendiğim şahıs kendisi bakarak çizmeye başladı. Ya bu aslında biraz karanlık deyince içini doldurmak yerine gölgeli yapalım vs dedik. Sonuçta çıkan figür oldukça hoşuma gitti.
Sıra uygulama aşamasına gelince ben başladım volta atmaya. Şimdi ne olcak, nasıl olcak vs... heyecanım her halimden belli. Kenan halime acıdı, beni işlemin yapılacağı odaya alıp hazırlık aşamasını da izletti. Temizlik, strelizasyon vs. İğneleri gösterdi tek tek, anlattı vs. Ben hala dolanıyorum odada. Neyse biraz muhabbet vs, şeklin önce taslağını çizdi omzuma, sonra oturttu beni sandalyeye. Bu arada benim heyecandan klasik çenem düştü. Bıdır bıdır konuşuyorum, bir yandan deli edip bir yandan adamı da güldürüyorum. Neyse, hazırlıklar bitti, dedim ilk iğneyi basmadan haber ver. ok dedi, başlıyorum. Heyecanla bekliyorum. Çok acımazsa sonra ayak bileğime de yaptırıcam bişeyler. Başladı çizmeye dedim "bu mudur?" dedi "evet". "amaaan, bu ne ki, ben de acıycak sandımdı:)))" Hakikaten de korktuğum kadar yokmuş. Sadece kenarları belirlemek için aynı yerden birkaç kere geçince biraz acıdı ama o bile lazerden daha acısız. Çizim yaklaşık 20 dakika falan sürdü ve işte sonuç: Olay bitti, sonuç da hoşuma gidince bi mutlu oldum. Kendi kendime sevindim durdum. Hemen telefonla foto çekip başladım aklıma kim gelirse göndermeye:))) Tepkiler genel olarak olumlu, keyfim daha da arttı:)
Güle hoplaya çıktım tattoo'cudan. Hemen Banuyu aradım, ne zamandır görüşmüyorduk. Aldım onu, istikamet yine starbucks. Bu sefer elimde bavulla ikinci ziyaret. 1-1.5 saat de Banuyla muhabbet ardından ben kuzenlere doğru yola çıktım.
Bindim taksiye, dangoz bir şöföre denk geldim. Beni yabancı mı sandı, salak mıydı bilmiyorum ama benim de kafamın dalgın olması sonucunda baktım balgatın içinden bilimum trafiğe takılarak ve yolu uzatarak gidiyoruz. Sonra gene baktım başka yerlerde, bir tepem attı. Başladım adama bağırıp çağırmaya. Adamda tık yok. Neyse kavga dövüş doğru yola çıkardım ama sinirim de hopladı. Kuzenlere de o sinirle girdim, önce mızırdadım söylendim adama, ama hemen konuyu dövmeme çevirdim, hemen onlara da gösterdim. Görmemişin dövmesi olmuş. hahah tabi bu arada sabah kızlara yanlışlıkla "düğme yaptırcam" dediğim için habire düğme diye dalga geçiyorum:))) neyse düğme muhabbeti ağır basında taksiciyi unuttum gitti. Ardında Pelin'le odaya girdik. Ben böyle sırıtık modu. derken biran durdum ve "eee?" oldum. Hakikaten de yaptırcam dedim dedim, yaptırdım, herkese gösterdim falan. eee? hayatımda değişen bişey olmadı, sihirli değnek falan da yok. eee? kaldı olayın adı:)))
Neyse akşamki program Adana asmaaltında rakı ardından manhattan. Tayfa benim teşvikden birkaç arkadaş ve onlar aracılığıyla tanıştığım kardeş, arkadaş vs. Harzem'in süper!!! tarifine rağmen yeri bulmamız 8:30 felanı buldu gerçi. Girer girmez dehşet bakışları altında dövmemi gösterdim kendilerine. Beğendiler sanırım:P Ardından yumulduk mezelere, muhabbete vs. Geceyarısına kadar eğlendik, yedik, içtik.
Ardından Harzem'i Burçe ile eve yollayıp hep birlikte Manhattan'a gittik. Gerçi hepimiz yaşlanmışız yorgunuz ama yine de canlı müziğin arasına kadar takılıp sallandık, biraz hopladık. Ordan çıkışımız ise 2.30a geliyordu. Sürünerek gidip uyuduk hemen:)
Bugün daha sakindi. Yarım gibi ben yine elimde bavulla Bahçeli starbucksa gittim. Bu sefer perihan hanımla buluştuk. Onla hasret giderdik. Eskilerden genel geçerden bahsettik, dertleştik. Ardından Emek ciğer 52 ve yine Bahçeli ama bu sefer Kahve dünyası. 2 gündür içtiğim kahvenin haddi hesabı yok:)
Nihayet 4.30 sularında düştüm yola ve önce havaş ardından Esenboğa. Wings'de oyalandım biraz. Üniversiteden bir arkadaşımla karşılaştım orda. Kız beni tanımasa kesinlikle tanıyamazdım:(((( Ayaktüstü biraz muhabbet ettik, sonra o kendi uçağına ben kendiminkine.
Ben daha zaman var diye sallanıp yeni "dövme"mi vazelinlerken baktım adım anons ediliyor. Amanın diyerek uçtum kapıya. ardından klasik kalkış, iniş, arabaya geliş, rot balansı bozuk arabamla titreyerek eve dönüş... tembellik yapmasam da şu ayarlara bir baktırsam.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Sürpriz

Haftasonuna kendi kendime bir hediyem olucak. Düşündükçe bir nebze heyecan ve tereddüt yaşamakla birlikte ne zamandır yapmak istediğim birşey olduğundan kendime cayma fırsatı tanımamaya çalışıyorum:) Umarım 3 gün daha cesaretim kırılmaz da amaca ulaşırım:)

Kaplumbaa

Kaplumbağa sevdiğimi bilen muzip bir arkadaşım bana aşağıdaki oyuncağı almış. Son zamanlardaki proje ve analiz performansımı da gözönünde bulundurarak "çalışmalarında yardımcı olur:PpP" dedi:))))
Ben de koydum zibidiyi masamın üzerine sıkıldıkça basıyorum düğmesine, birlikte söylüyoruz. Gülmeyin çok neşeli bir melodisi var:)
haydi say, haydi say, saysana sen de
saysana benimle başla bir ile
bir iki üç dört beş altı yedi
sekiz dokuz ooon
ne de güzel saydın haydi bir dahaaa...

12 Ocak 2010 Salı

Bu aralar

Bu aralar pek içimden yazmak gelmiyor... Artık hayata olumlu bakma çabam canımın sıkıldığı dönemlerde kalemi ele almamı engelliyor. Ya da olumlu yanlarını görebilir hale gelene kadar ertelememe neden oluyor.
hayatıma dair almaya karar verdiğim kararları oturup yazdığımla kaldım ama henüz uygulamaya koyamadım. Belki daha görünür kılıp daha çok inanmalıyım bu kararlara... Bir numaralı kararı

"ERTELEMEYİ BIRAK, KALK BİŞEYLER YAP"

olarak değiştirmeliyim belki de:))) onu da kocaman yazıp asmalıyım duvarlarıma, boynu bükük duran 65'imin yanına:)

5 Ocak 2010 Salı

Yeni yıl kararları...:PpP

Adettendir insanlar yeni yıla girerken yeni kararlar alırlar, şunu şöyle yapıcam, bunu böyle yapıcam, artık böyle olucam vs. sanki yeni yıl dediğin önceki günün devamı değil de sihirli bir değnekle ayrılmış bir dönem. Çok gülmüşümdür bu yeni yıl kararlarına ve geyiklerine. Olay insanın içindedir aslında, eğer isterse bugünden girer o dönemece. Mihenk taşına ihtiyaç duyması halinde 1.1.bilmemne bir fark yaratabilir tabi ama yine de komik geliyor bana.
Herneyse, yeni yıl veya değil, ben de artık hayatımda bazı değişikliklere gitme kararı aldım. hayır bunun yeni yılla ilgisi yok. Bu tamamen mutlu olmakla ilgili. Mutlu olmak ve hayatına bir anlam bir değer katmak. mutlu olmak ve hayatını senin için değeri olan, onlar için değer arzettiğin insanlarla geçirmek. mutlu olmak, kendin için bişeyler yapmak, kendine değer vermek.
Benim için yeni dönem kendim için bişeyler yapmaya başlamak adına gelecek. Artık beni üzen şeyleri tek tek silicem hayatımdan, önceliklerimi ve hayat alışkanlıklarımı yeniden gözden geçiricem. Hayır bunu yeni yıl geldi diye değil, geride kalan yılların yüzü suyu hürmetine yapıcam.
Belki ben de bir liste yapıcam. Belki yavaş yavaş hepsinin yanına + koyucam belki bazıları benim için sonsuza kadar listede bi başına kalıcak. Ama yine de hayatımın başıboşluğuna, boşvermişliğine bir nokta koyup dizginleri elime alıcam.
Herşeyden önce kendime acımaktan ve yaptığım fakir edebiyatından vazgeçicem. bunu sesli dile getirmek zor aslında ama tekrar dimdik durmaya başlıycam. Hayatla yeniden barışıp (hayatla dedim, yukarıdaki konusunda hala zaman var) adımlarımı emin atıcam.
cam ve cem... işte buraya yazıyorum:))))

1 Ocak 2010 Cuma

1 Ocak - Miskin günü

Yılbaşı ertesini miskin günü ilan etmeliler. Yani zaten tatil de, adı da miskin tatili falan olmalı çünkü bugün yaptığımız tamamen miskinlik:)
Gerçi ben güne erken başladım.
Aaaa ama bi dakka yaa, önce yılbaşı gecesini anlatmak lazım:)
Dün öğlen hazırlık yapmak için 15:30 sularında eve geldim. Bir yandan başım ağrıyor ama diğer taraftan yapılacak çok iş var. Neyse girdim mutfağa, havuç tatlısı ve böreği hallettim önce. Mezeleri tabaklara yerleştirdim. Saat 5 gibi Erdem geldi, bisürü zırzavat da o getirmiş, onları hazırladık, tavuğu pişirip meyveleri soyduk. Bu arada benim başağrısı hala geçmedi. 6.30-7 gibi Özlem geldi. Onun gelişi ile son hazırlıkları tamamlayıp sofraya oturduk. Ben şarap içerken Özlem ve Erdem sarı zeybekle şereflendirdiler soframızı. Sohbet muhabbet saatler ilerledi. Birara Akın uğradı, soframız daha şenlendi. Araya birkaç salsa pratiği bile sıkıştırdık.
12 de evdeydik, büyük ikramiyeyi bekledik ama yine bize uğramadı. biraz durup caddeye indik ama ordada bişey olmadığı için 1.30-2.00 sularında geri döndük. Ben bir türlü kurtulamadığım baş ağrısı sebebiyle 2.30 gibi sızdım.
Sabah 9 sularında alt komşu sağolsun uyandırdı. 10 gibi Erdem'i Çınarcık'a göndermek için yola çıktık. Önce Kartal'a uğradık ama lodosdan dolayı seferler iptal olmuş, orada bir süre oyalandık ama bir sonraki sefer de iptal olunca Eskihisar denen bir yere yöneldik. Böylelikle ilk Gebze ziyaretimi yaptım:) Allahtan 1 ocak da yollar kalabalık değil. Oraya varınca bir baktık ki ordan da vapurlar kalkmıyor! Hadii, Kartal'a geri dön. I-ıh! ama bu sefer minibüs koymuşlar, Erdem ona yollandı, ben eve. 13:30 sularında eve girdim ve direk miskin modu... Önce TV vs, ve dünden kalanları tıkınma, sonra biraz kestirme ve sonra tekrar TV:)) Birazdan da yine uyku modu:)))
Diyorum ya, 1 Ocak Miskin günümüz kutlu olsun:))))