Sayfalar

24 Aralık 2014 Çarşamba

hadi hadi hadi...

gene sabırsız ruh halim beni ele geçirmeye başladı. Hadi biran önce almanca öğreneyim, hadi biran önce şu vermem gereken 30 kiloyu vereyim. hadi oyun bir an önce bitsin de sahneye çıkalım... e hadi ama! bilemiyorum ama bu aralar yapmak istediğim herşey bir an önce olsun istiyorum. kendimi dizginleme çabalarım çok bir işe yaramıyor. hızlı koşan at çabuk yorulur misali ben de gelişmeler yavaş olunca hevesimi kaybedip vazgeçicem diye korkuyorum bir yandan da. o yüzden yavaşlamam ve sakinlemem lazım. yapmak istediğim o kadar çok şey var ki. okumak istediğim onlarca kitap, izlemek istediğim yüzlerce dizi/film/tiyatro/opera/bale, gitmek istediğim birçok şehir, görmek istediğim birçok arkadaş... zaman? işte bir o yok. bir de para tabi... yani kısıtlı imkanlar... gün 24 saat olmasın, iş çok zaman almasın. haftalık programıma bakıp "ayyy şu günüm de boş, naapsam ki?" diyebileyim. programlar çakışmasın, hiçbir şey eksik kalmasın... işte aynen bu ruh haliyle bitiriyorum bu seneyi. yapmak istediklerine yetişemeyen, "şimdi ne yapsam ki?" diyecek zamanı olmayan bir durumda. yok bir dakika yanlış anlama olmasın, boş boş oturup oyun oynadığım saatler de çok. işte o saatlerde de salak salak oyun oynamamak istiyorum. aslında bu da benim elimde değil mi.. hmm bunu iyi ki yazdım buraya:) şaka bir yana gerçekten bazı şeylerin hızlı ilerlemesini istiyorum bu aralar. ilerlesin ki ben sıkılıp vazgeçmeyeyim... ilerlesin ki kendime hedef koyup başardığımı göreyim ve yeni hedefler koyabileyim... ilerlesin işte... ben vazgeçmeden, pes etmeden ilerlesin:)

20 Aralık 2014 Cumartesi

nedensizce...

binbir türlü değişik duygular içerisindeyim bugün. son 1 saat içinde hem hüzünlenip hem sinirlenip gözyaşları döktüm... önce dünyanın ne kadar küçük bir yer olduğunun bir ispatını daha yaşadım bugün. nermin'cim çok sevdiği ve "çok kafa, çok iyi anlaşırsınız" dediği bir arkadaşı ile tanıştırdı bugün beni. aslında bir 6 aydır falan tanıştıracaktı da en sonunda "e hani ama" diyince bugüne nasip oldu. buluştuk 3ümüz, hatta önce kentpark denildi ama görsen sanki bütün ankara orada. park yeri bulmam mümkün görünmeyince aldım onları doğru tepe prime'a. daha ilk saniyeden çocuğu sanki uzun zamandır tanıyormuşum gibi. sonra nerdensin vs derken hem oturduğu yer, hem de ismi ve çalıştığı yeri bir de yüzünün benzerliğini birleştirince bende şimşek çaktı. benim en eski, en çok sevdiğim, kankam olan ama yıllardır dünyanın öbür ucunda olduğu için görüşemediğimiz bir arkadaşımın abisi!!! dedim sen özgenin abisisin. o anda o da anımsadı beni. senin adın çok geçerdi diye. nermin dumur bir şekilde bize bakıyor. dedim ki kendisinin de haberi var, dolayısıyla söylememde mahsur yok. özge benim üniversiteden beri çok ama çok sevdiğim ve o yıllarda sırıl sıklam aşık olduğum çocuktu. nermin dumur oldu tabi. niye olmadı vs. dedim olmadı işte üzerinden 20 yıl geçmiş, onun mu sorgusunu yapacağız şimdi. nerden nereye... hemen fotolar çekildi ve gönderildi kendisine tabi ki... ama abisini görünce özge'yi ne kadar özlediğimi farkettim. içim buruldu resmen. sonra belki de sohbetin de tesiri ile yaşayamadığıöm, küçük salaklıklarım veya korkularım yüzünden elimden kaçan mutluluklara hüzünlendim. sonra bunu birine anlatmak istedim. normalde hiçbir tereddüt etmeden anlatacağım kişiye artık anlatamadığıma da hüzünlendim. sonra eve geldiğimde otoparkın girişine park eden bir adama sinirlenip kendisi ile dükkanın içinde kavga ettim. dükkandakilere de ayıp oldu gerçi. sonra da sinirimden oturup ağladım. şu anda da sinirimden, hüznümden, ondan bundan saçma sapan bir şekilde ağlıyorum işte...

16 Aralık 2014 Salı

new year (or age) resolutions

bu sonbahar ile bana birşeyler olmaya başladı. hayatımda bir değişiklik yapma ihtiyacı yada gereği duymaya başladım. 40 yaş bunalımı gibi de değil aslında, sorgulamıyorum yani hiçbir şeyi, daha çok daha kayda değer şeyler yapıp kendime oyalanmamı sağlayacak değer katacak birşeyler. ilk adımı sanırım evi taşıyarak yaptım. ikinci adım diyetisyene 256326653. defa başlamak oldu. yavaş gidiyor ama en azından gidiyor. şimdi evde geçirdiğim boş zamanlara kafayı takmış bulunuyorum. evet oturup saatlerce mal gibi dizi izlemeyi seviyorum ama bir yandan bu olaydan sıkılıyorum da. onun için üçüncü adım olarak kendime almanya öğrenme hedefi koydum. eminim bundan çok pişman olacağım ancak bu haftasonu almanca kursuna başlıyorum. hem de sabah 9:30 seansına. diğer bir deyişle şu çok sevdiğim haftasonu uykularım hikaye olacak. ve son olarak da yemek yapmayı öğrenmeye karar verdim. şu yaşıma geldim evimde yemekli misafir ağırlayamadım daha. başta takmıyordum ama son zamanlarda kendimi çok sefil hissetmeye başladım bu konuda. o yüzden bir sonraki adım da arada değişik yemekler pişirip arkadaşlarımın üzerinde denemek olacak:) gönüllü olan?

1 Aralık 2014 Pazartesi

Vazgeçebilmek...

öncelikle bu yazıyı yazarken kendi kendimi yayınlama konusunda ikna etmem gerekiyor. (eğer okuyorsanız başarmışım demektir:)) bir süredir kafamdaki bu çelişkiyi satırlara dökemememin arkasında bu ikilem yatıyor. yada belki de düşüncelerimi netleştiremememin üzerine bu da ekleniyor da olabilir. konu ilişkiler. yada benim ilişkilerim. yani ikili ilişkilerim. bir süredir hayatımda çok büyük bir yeri olmuş olan bir arkadaşımla uzaklaştık. sorun bende yada onda veya ikimizde. sorun o değil. sorun benim bakış açımda. çok nadide bir şeyin yok olduğunu görüyorum. hatta görmeyi bırak içinde yaşıyorum. ancak bu yok oluşa tepkim yok veya var da, değişik. bu değişikliğin sebebini ben de bilemiyorum. bazen kızıyorum bazen üzülüyorum bazen hüzünleniyorum ama hangisi esas olan, hangisi ağır basan işte onu bilemiyorum. daha ilk adımda olayın ilk haftasında gelen bir mesaja nasıl tepki vereceğime karar verememekle başladı bu kargaşa. çok farklı duygular içeren birçok mesajı yazıp yazıp sildim. "canın cehenneme"den tut da "kararın ne olursa olsun ben hep buradayım" a kadar. ancak ne istediğime karar veremediğim için hiçbirini yazamadım. yazmadım. ek not: geri dönüp okuyunca farkettim ki aslında olayın ilk adımı daha öncesine, bizi ters düşüren ana denk geliyor. ama belki de o adım aylardır üstü kapalı tutan bir durumu su yüzüne çıkarıyor. bunu bile bile bu adımı atmış da olabilirim. bilinç altımla ne olacaksa olsun demiş de olabilrim. bilmiyorum. herneyse... bir insanın başka birini ne pahasına olursa olsun hayatında tutma kararı nasıl alınır, yada alınır mı bilemiyorum. oldum olası lüzumsuz bir gururum olmuştur. beni istemeyeni ben hiç istemem. oldum olası bir inadım olmuştur. ben buyum. beni seven böyle sevsin yada sevmesin. belki son söylediğim bir yalan. çünkü ben buyum ama herkes beni sevsin sevdamdan daha ancak yeni yeni vazgeçebiliyorum. beni sevmiyor musun? olabilir, tabi ki böyle bir hakkın var. peki bu benim senin hakkındaki düşüncemi etkiler mi? sanırım evet. nedense çok umurumda olmayan bir insan için "ay seni çok sevmiş" gibi bir yorum duysam hemen sempati yapar sevmeye başlar, hatta bu sevgisini daha da beslemek içgüdüsüyle daha bile iyi davranırım. evet bu da incelenmesi gereken bir durum. evet ne diyordum. hayatında tutma azmi... yada duygusu... nedir bu işte bunu bilemiyorum. hayatımda tutmak isteyip istemediğimi de bilmiyorum. yada bunun için çaba harcayıp harcamamak. belki karşı taraftan bir adım gelmediğini görmek beni çaba harcama konusunda olumsuz etkiliyor ve nasıl isterse moduna sokuyor, bilmiyorum. ama cevap veremediğim konu işte ben nasıl istiyorum. ne hissediyorum ve neden böyle hissediyorum. bunun cevabını bulamıyorum. bazen kızıyorum, bazen hüzünleniyorum, hep üzülüyorum ama sonra hüznü kovalıyorum. onun kararı diyip geçiyorum ama gerçekten onun kararı mı yani benim bundaki rolüm ne emin olamıyorum. bunun daha uç boyutunu düşünelim. aşk boyutunu... aşık olduğun bir adamı ne pahasına olursa olsun hayatında tutmak, geri kazanmak mıdır olay yoksa başını dik tutmak mı? yıllar önce denedim, saçma sapan bir sebeple bana ters davranan, neredeyse suratıma bile bakmayan bir adamı azimle geri kazandım. ama "tamam seni affediyorum" dediği o an kendimi o kadar küçük hissettim ki anlatamam. ve benim için herşey o anda bitti. saygı, sevgi herşey... kendimi aşağılanmış hissettim ve ondan uzaklaştım. işte bu yüzden kendime olan saygımı hep en ön planda tutuyorum sanırım. yanlış anlaşılmasın, hatalı olduğumda özür dilerim. ama reddedildiğimde asla geri dönmem. belki bunun acısını çekiyorum şu anda. reddedilme, küçük düşme korkusu ile yaşayamadığım şeyleri düşündükçe çok üzülüyorum. ama biri cesaretsizlik diğeri gurur... işi daha da komplike hale getireyim. kendi gururumu el üstünde tuttuğum kadar karşımdakinden de aynı tavrı beklerim. ezilip büzülen, yalvaran tipte insanlar bana çok itici gelir. dik durup hatasıyla yüzleşmek yada talebini dik bir şekilde dile getirmek.. kendine güvenmek ve bunu sergilemek.. neyse konu nerden nereye geldi.. işte benim zorlandığım konu bu... gurur ve sevgi ikilemi... ne olursa olsun hayatında tutmak mı yoksa vazgeçmek mi?