Sayfalar

26 Ekim 2006 Perşembe

Şekerim şekersin şeker

Bir şeker bayramı da nasıl olduğunu anlayamadan geçti. Ama ne yalan diyim harbi şeker gibiydi. Her şeyden önce bu şeker gibi bayram hafta başına denk geldiğinden 5 günlük tatil imkanı yarattı sevgili kullarına. E böyle bir tatili değerlendirmek lazım dedik ve hazır Voldemort'da Malatya'dayken fırsatı kaçırmamak için mailecek Taşucu'na (herşey dahil baba pansiyon) gittik.

Malum cumartesi tatilin ilk günü. Ablamlar servise başlayıp önce babamı sonra beni evden aldılar ve biz güya 9 civarında yola çıktık. Bir neşe bir heyecan sormayın gitsin. Konya yoluna çıkıp benzin aldığımız sırada Simay'la birlikte "biz baklava isteriiiiz" diye tutturunca sevgili babacığım dayanamayıp Hacıbaba'da da durmamızı söyledi. Siz üretimden yeni çıkmış sıcak baklavanın keyfini bilir misiniz? sabah sabah demeden mideye birkaç tane indirivermişim:) Bu tatilin ve bayramın kalan kısmının nasıl geçeceğine dair hepimize gerekli sinyalleri vermişti. Yol boyunca uflayıp puflayarak ablamın yaptığı börekleri ve arada da sabah alınan baklavaları götürdük. Aksam 6 falandı Taşucu'na varmıştık. Evi biraz temizleyip yerleştikten sonra babamın talimatı ile hergünkü uğrak yerimiz olan Ali Usta'ya doğru yollandık. Aksam ise yorgunluktan yığılmaktan başka sansımız yoktu.

Pazar yani arefe günü inançlı bir müslüman olaraktan oruç tutmaya karar verdim. Ancak orucu uykuya tutturmayı planladığım için bana dokunmamalarını zaten söylemiştim. Yalnız dokunmama işini biraz abartmışlar olsa gerek ki kalktığımda saat 1 olmuştu!. neyse, kalkar kalkmaz üstümü giyindim ve dooğru denize. Bayramın en güzel sürprizi havasıydı. Geçen hafta serin ve yağmurlu olmasına rağmen biz gittiğimizde yazdan kalan günler bizi beklemekteydi. Oruç oruç denize mi girilir demeyin ben girdim. gerci su yutmamak için biraz zorlandım ama olsun pek bir keyifliydi. Neyse yüzme sonrası hedef belliydi. Ali Usta. Bu sefer bilmem kacıncı çeşit kebaptan sonra ben tutturdum künefe diye ve künefe yemeye gittik. sans eseri son kalan dilimi ben aldım ama son kaldığından mıdır bilinmez pek ketif alamadım. tam ablamlar icin yeni pişirilen tepsi yüzünden kıskançlık damarlarım kabaracaktı ki kendini bilmez bir motosiklet künefeleri getiren araca arkadan çarparak künefelerin cam içinde kalmasına sebep oldu. E bize de kös kös eve dönmek düştü.

Pazartesi, bayramın ilk günü... Kahvaltı (ablam nefis gözlemeler yapmıştı) ardından öpülen eller ve yıllar sonra alınan ilk harçlık. Nasıl güzel bir duygudur anlatamam:) Sonra Murat'ın kardeşlerine Erdemli - Tömük tarafına doğru uzayıp orda da denize girdik. Ne yalan söyliyim Taşucu'nu sevmezdim ama denizine laf söyletmemeye karar verdim. Hele bu mevsimde. Hem tertemiz hem çarşaf gibi. İnsanın çıkası gelmiyor resmen. Neyse, dönüşte gene Ali Usta'yı tavaf edip eve geldik.

Bu arada günün sürprizi beni Taşucu'nda bekliyormuş. Bayram vesilesi ile çocukluk arkadaşım olan, Taşucu'nda da güzel zamanlarımızın geçtiği ancak şu anda Brüksel'da yaşayan İbrahim'e mesaj atıp (aklımca nispet yapıcam) ben Taşucunda yüzüyorum dedim. "Ben de!" demez mi? Megersem adam izin alıp gelmiş de haberimiz yokmuş. Aksam bize ugradılar. Saatin nasıl geçtiğini anlamamışım. Kolay mı, 1.5 senedir görüşmüyorduk.

Salı günü son günümüzdü. Babam bizle dönmeyeceğini açıklayarak benim ahlar içinde kıvranmama sebep oldu. ne olurdu şu 2 gün izin alsaydım da ben de kalsaydım. Neyse, kötü talihe söylenerekten yine denizimize girip tıkınmaya devam ettik. Salı aksamı isyan bayrağını cektiğimiz icin Ali Ustaya gitmedik ve menüde babamın aylardır sayıkladığı menemen vardı. bir de yol için yaptığım kek. (Meshur kekimin tarifi Bezen'e ait olup her yiyenden övgüler almaktadır.) Tabi arada kaynanası seven bayram ziyaretçileri de kekimden nasibini aldı ancak bu kez bana yol için bir parti daha kek yapmak düştü. Aksam ne izledik bilmiyorum ama erkenden yattık zaten. Güya yol öncesi dinlenecektik ama gece boyu Murat'ın sivrilerle savası yüzünden kimse uyuyamadı. Adam saat başı banyo kapısını gıcırdatınca (seneye kesin o kapı yağlanacak) uyku muyku haram oldu.

Dönüş yolu gidiş kadar keyifliydi. Türkü dağarcığımız yoklandı ve avaz avaz icra edildi. Ege kendini aşıp yol için hazırlanan tüm sandvicleri tüketince biz de Konya'da bir lokanta da etli ekmek (valla yalan, düpedüz pide bu) ve tandır yedik. Sonra da bir koşu evimize döndük.

Valla 5 gün bu ama göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Geride ekim sonunda denize girmenin hazzı ve tartıda sağa kayan 2 kilo kaldı:)

17 Ekim 2006 Salı

The Selector...

Dün akşam sevgili Selim'in önayak olması ile bir partiye katıldık. Parti "The Selector"un launch partisi. Tabi şimdi tek başına sap sap dikilmek olmaz, sağolsun Gülsün'cüm de beni yalnız bırakmadı.

Parti Tunus'taki NewCastle üstünde konuşlanmış olan Gate66'daydı. Valla daha önce hiç gitmemiştim ama hoş gidilesi bir yermiş. Ortam normalde de böyle miydi bilmiyorum ama dün akşam gayet güzeldi. Organizasyonu yapanlar (bkz. Selim ve arkadaşları) gayet güzel iş çıkarmışlar. Neyse biz gittik, barda konuşlandık. Etrafta insan sayısı artmaya başladı. Müzikler gayet hoş. Bir yandan ikramlardan faydalanırken diğer yandan müzikle salınıyoruz. Sonra nihayet açılışı yaptılar. Biz de ögrendik neymiş. The Selector bir adet radyo programi. UK listelerini ve yeni çıkan grupları dinleyebileceğimiz bir program. Nerde mi? bakınız Radyo Mydonose. Artık her pazartesi 22:00 - 24:00 arası dinliycez:)

Neyse ne diyordum. Birara Gülsün'ün yanına bir çift gelip bardan içki aldı. Ben orda dumur vaziyetinde çocuğa kitlendim. Gülsün'ü çok yakışıklı olduğuna ikna edemedim ama ben gözlerine çarpıldım çocuğun:D Gülsün ne derse desin bence gayet hoş biriydi.

Sonuçta biz 1 saat felan kalır çıkarız derken 2 saati aşmışız. Saat 22:30'u geçerken (e yaşlıyız dedik ya, herhal erken gittik. ama zaten parti de 20:30 da başlamıştı) ayrıldık. Ayrılırken de eli boş yollamadılar bizi, şirin kupa, şapka vs. ve hatta USB diskimiz oldu:) Artık programi dinlemek boynumuzun borcu:)

Bu arada ayrılırken de bir alt kattaki Quayside'a şöyle bir göz attık. Kesinlikle o da gidilesi görünüyor.

Ah bir zengin olsam...

12 Ekim 2006 Perşembe

Sen çok yaşa emi Zeynep:)

Bu öğlen kızlarla Armada'da buluştuk. Amaç Zeynep'in (daha doğrusu Can'ın) hediyesini almak. Malum doguma 10 gün felan kaldı, geç kalmamak lazım.
Neyse işte, buluştuk Armada'da. Banu ile Muti hediyeleri alırken ben de yegane oruçları olarak Zeynep'le yemek katına çıktım. Yazık kız iki canlı, aç bırakmamak lazım di mi?
Biz muhabbetimizi yaparken Banu ile Muti ellerinde Premaman (allahtan fransız diilmiş) paketleri ile geldiler... Önce fransız sanıp vicdan yaptıydık ama şimdi içimiz bir nebze rahat:)
Aslında bunlar işin geyik kısmı. Asıl yazmak istediğim tam dağılırken Zeynep'le yapmış oldugumuz ufak diyalog. Kızcağızımın aklını bir süredir kurcalıyordu sanırım ki bana "Selen, DM dinleyen ve U2 dinlemiş, müzik zevkini kanıtlamış biri olarak nasıl Keremcem'i seversin?" Soruya o kadar çok güldüm ki cevap bile veremedim. Aslına bakarsanız cevabı ben de bilmiyorum. "Ama çocuk yakışıklı" dedim. Sonra benim ilahe olarak niteleyerek tapındıgım Dave ile kıyaslanınca hiç alakalarının olmadığı da düşünülünce biraz yüzeysel kaldı bu savunmam. Şarkıları da fena diil aslında dedim ama gene cok alakasız kaldı. Sanırım benim içimde de kendi tarzımda bir arabesklik var:)
Dip not: Gecen hafta da ben ağzımın suyu akarak "Gümüş" izlerken ablam "sen bu diziyi Kıvanc Tatlıtuğ için seyrediyorsuuuuuuuun" diyerek yapmış olduğu buluşla rahatlamıştı (kızcağız bir türlü anlam veremiyormuş da)

11 Ekim 2006 Çarşamba

Sıkıldım ben yine...

Bir sıkıntı çöktü içime son zamanlarda. nedeni bilinmez. bööyle uyuz moduna geçtim, eve gidip ya tv seyrediyorum ya da tv seyrediyorum. Hani demiştim ya kitap vs okurdum eskiden diye, hak getire. bir sayfa bile okuyamaz oldum.
Geçen aklıma bir konu düştü, bu kesin yazmalıyım dedim, sonra emin de olamadım:) genel anlamda dokunayım bari...
düşündüm de evlenirken insan aslında bu evlilik sadece kendisini etkilemiyor, aileler de beraberinde evleniyor. Düşünsenize, hiç tanımadığınız bir kişi pat diye gelin, damat, baldız, kayınbirader, enişte vs olarak karşınıza çıkıveriyor ve siz bu kişiyi sevmek zorundasınız. Sevmeyebilirsiniz, çok normal, ama kendi kardeş, çocuk vs kaybetmek istemiyorsanız sevmek zorundasınız. onu mutlu etmek için sevmek zorundasınız. ha belki normal şartlar altında (yani birinin sevgilisi olmadan) karşılaşsanız zaten seveceğiniz biridir. ama o zorunluluk işleri daha bir karmaşıklaştırmaz mı? gerçekten mi sevdiniz yoksa zorunlu olduğunuz için mi? bunu çözmek muhtemelen zaman alacak bir olaydır. ama o sıra zarfında sevmeye mecbursunuz. Sorgulamazsınız, tanıyana kadar sevmek zorundasınız. Tanıdıkça hoşunuza gitmeyen huyları ortaya çıkabilir, o zaman karşınızda bir seçenek vardır. ya susup seveceksiniz ya da söyleyip ortamı gereceksiniz.
Hiç mi eşinden haz etmediğin akraba / arkadaşın yok diyecek olursanız, olmaz olur mu? herkesin olduğu gibi benim de var. ama onlarla eskisi gibi olmuyor işte. en güzeli gerçekten sevebilmek.
Umarım hepimizin karşısına gerçekten seveceğimiz akraba ve yeni arkadaşlar çıkarır.

6 Ekim 2006 Cuma

Live in Milan

I received my dvds:) I wasn't expecting that soon but they arrived on Tuesday. Yet, I found them sitting on top of the box, by themselves. Some curious idiot opened the box. I cannot believe the rudeness! anyways..

what dvds am I talking about?
1. Music for the masses - remastered
2. Touring the angel - live in milan

I started with mftm. with these remastered versions, they supplied interviews and stuff like that on an additional dvd. the band members were talking, making comments about those days. mftm was more focused on how it became a turn point for the band and the spectacular 101. I watched the film with an excitement on my face.



then I switched to the concert. I didn't have much time so I had to skip through the concert but felt my heart melting while I watch it. I couldn't believe the atmosphere and everything. it seemed alot different than Istanbul. It seemed much better. I felt jealous:( even the stage was better. Or I didn't realize what it looked like in Istanbul cause I was 150% concentrated on Dave:)

I love the documantaries on these dvds. they gave you tons of behind the stage information. you get to hear the person, thoughts and etc. I watched it. and I realized they were satisfied with TTA and the tour and morely they were satisfied with what they did. one thing struck me most. dave mentioned something like "if we do it no more, I am ok with it". he sounded like he fulfilled his mission and desires as a band member. he sounded tired... and I felt broken.