Sayfalar

29 Kasım 2006 Çarşamba

Mavi... Beyaz... Türk Telekom

Dün aksam Atatürk Spor Salonu'nda Türk Telekom - Panionios basket maçı vardı. Biz de mailecek Ege'ye basketi sevdirme çalışmaları kapsamında maça gitmeye karar verdik. Ve fakat Papa hazretlerini unutmuşuz. Papa hazretleri Ankara'da olduğu için trafik felç! İşten ablamlara 40 dakkada felan gidebildim ve bu arada şans eseri ve kıl payı bir kaza atlattım (sanırım freni bosalan kamyonet beni sıyırıp arkadaki araca girdi). Neyse Ege'yi aldıktan sonra da spor salonuna gitmem 1 saati geçti. Oyle olunca da maç başlamış oldu. Salona vardığımızda kapı duvar, salon dolu diye içeri almazlar, kapıda 40 kişi felan biriktik. Neyse allem ettik kallem ettik sonunda bizi de aldılar ama maçın ilk yarısı bitti bu arada.
İlk yarıda Telekom az farkla önde olmasına rağmen ikinci yarı bayağı bir başabaş geçti. Hatta bazı anlarda Panionios öne geçti. Ankaragücü taraftarı olduğu her halinden belli bir grup hiç susmadan tezahurat yaptı. Salonun devamı bizim gibi seyircilerdi. Ama sessiz de değildik hani. Bayağı bir coştuk bizde. Güya amaç Ege'ye sevdirmekti ama Murat ve ben sanırım daha çok eğlendik:). Sonuçta Telekom son dakka açıldı ve maç 82-75 bitti.:D
Bu arada kapıda bizi almadıkları sıradaki muhabbetler çok komikti. Gene Ankaragücü taraftarı olduklarını tahmin ettiğim tiplerden "yunana karşı oynuyoz bee niye almıyonuz?" "amerikalı mısın kardeşim" "milli maç bu yunana karşı" gibi yorumlar yükseldi. Tabi işe politikayı katanlar vs gırla gitti.
Uzun zamandır maç izlememiştim, keyifli oldu valla:)

28 Kasım 2006 Salı

Ceyn'in dogumgünüsü


Malumumuz 12 Kasım Ceyn'in doğumgünüsü. E biz de arkadaşları olaraktan yeni annemizi unutmayalım, doğumgününü evde 1 saatliğine de olsa kutlayalım dedik. Her ne kadar kendisi amacımızın bebeği görmek olduğunu iddia etsede kesinlikle öyle değildi yani. Herkesin eve girince Can'a saldırması ya da çocuğun elden ele dolaşması tamamen rastlantıydı.

İlgiyi Can'dan sonra benim günün anlam ve önemine uygun olarak giydiğim gömleğim çekti. Dolapta kalan yegane giyilebilir şeyin biraz parlak renkli olması benim suçum mu?



Neyse oğlanla biraz oynayıp onu uykuya yatırdıktan sonra nihayet sıra Zeynep'in pastasına gelmişti. Şaşkın ben mum almayı unutunca bizim kıza kibrit üflemekten başka çare kalmadı. Her ne kadar Saltuk pastaya kahve dökmek konusunda ısrar ettiyse de onu da ikna edip kibritleri bir güzel üflettik:) Artık ne dilek tuttu bilmem:)

Biz de önce 1 saat oturup kalkıcaz deyip sonra 2 saat üzerinde kalaraktan yeni bebekli çifti bir miktar meşgul etmiş olduk... ama eğlenceli bir gün oldu sanırsam.

Mutlu yıllar Zeynep'cim:)

Can bebeği takdimimdir




Nihayet anası resimlerini göndermiş de size Can bebeği takdim edebileceğim. bu "elma kurdu" henüz 3.5 haftalık ama baksanız hiç de öyle durmuyor:) Bebek sahibi olmak isteyen çiftlere de ideal bir demo kaynağı kendisi:)

Bu gördüğünüz mekan Özlem'in odası olmakta. Baktık hava da güzel, gezenti anası oğlanı da alıp Hazine'ye geldi bir öğlen. tabi biz de hatun bol. hemen üşüştük odaya, oğlanın başına. Maşallah o da ilk başlarda pek bir keyifli idi, oynadık acık. Tabi sonra acıkmasıyla sesi değişiverdi oğlanın. Tesadüfün bu kadarı olacak ki benim de tam işe dönme vaktim gelmişti:D Hikayenin sonunu bilemiyorum o yüzden:)


Ayrıyeten görüldüğü üzere benim kucağımda gayet mutlu ve sakin olan velet Banu "ablası"nın kucağında mızırdamakta... ben kendisini Banu'ya teslim ettiğimde gayet keyifliydi yani:)



Bu arada aptal smile adsl nihayet iptalimi gerçekleştirdi. Geçen hafta yaşadığım sinir krizi ve ödeyeceğim telefon faturası yanıma kar kaldı! ama onlardan kurtuldum ya bu yeter bana. Dün de gidip telekoma başvurdum. Sanırım bu aksam evden bağlanabileceğim.

yasasın özgürlük:)

24 Kasım 2006 Cuma

Nihayet...

Öf yaaa, her açıdan amma zorlu bir hafta geçirdim.

Önce 40 ayın çarşambası bir araya gelmiş gibi işler yığıldı. Hafta boyu hergün en erken 10'da çıkabildim işten. Bir de üstüne smile adsl kavgam eklenince harbi yorucu bir hafta oldu.

Az önce aldığım bir telefona göre yarın smile belasından kurtuluyorum. Tabi bundan önce verdikleri bilgilerin doğruluğuna bakarsak bu da güvenilmez bir bilgi ama ben bu kez inanmak istiyorum. Tabi bunun için yapmam gerekenleri şöyle bir özetlersek: muhtemelen bir aylık abone ücretini aşan telefon görüşmeleri, geçirilen sinir krizleri, yazılan bilimum email ve şikayet. 1 hafta içinde herhalde en az 10 konuşma yapmışımdır ki son 3-4 tanesi yaklaşık yarımşar saat felan sürdü. tabi konuşma içeriği giderek sertleşip ağırlaştı ve ses tonum yükseldi. en sonunda bugün müşteri temsilcilerinden umudu kesip doğan online'i aradim. Çözümü kim sağladı bilmiyorum ama şu beladan kurtulayım başka bir şey istemiyorum.

Şimdi önümde sakin bir haftasonu uzandığını hayal ediyorum. Bugün erkenden eve gidicem, aldığım prison breakleri seyredicem ve huzur adamlığı yapıcam. sanırım bu kadarını hakettim.

ps: müşteri temsilcileri için üzülmedim desem yalan olur. hele dün akşam bir kızı çok zorladım:( sonradan da üzüldüm ama şirketlerinin suçu ben napayım.

21 Kasım 2006 Salı

Gülerim aglanacak halime...

Dün aksam ben smile ile ilgili yazımı post ettikten sonra yine dalga gecer gibi arayıp "kurulum?" dediler. Ben gene ucarak adamları aradım. Bu kez de daha 5 saat önce 1 hafta olan iptal süresini 20 güne çıkardılar.

Smile icin de su yakıştırma uygun olur sanırım

S(üründüren)M(ağdur eden)İ(nleten)L(anetli)E(ziyet) hattı...

20 Kasım 2006 Pazartesi

Smile adsl: Çıldırtan hizmet anlayışı

Allahım salağım ben. Yani hayatımda ilk defa bir reklama kandım al işte olacağı budur yani.

Dedim ki artık eve adsl baglatma zamanı gelmiştir. Ha gittim ha gidicem vs derken bu embesil smile adsl reklaminı gordum televizyonda. reklam da sirin yani. hersey online veya telefon ile. tam benlik yani tembel isi. aradim carsamba aksami, abone oldum. su anda yogunuz pazartesiden sonra yetkili servis size ulasir, hafta ici baglarlar dedi aboneligimi alan cocuk. iyi dedik, bir heyecan beklemeye koyulduk. pazartesi oldu arayan yok, sali oldu tıs yok. sali aksami "bakin kac gundur bekliyorum, yarin beni arasınlar" telefonu yaptim. carsamba tık yok. carsamba haftadönümünü kutlarken arayıp "iptal edin" dedim. aman baglanir kesin bağlanır laflarına önce kanmadım ama sonra bunca bekledim, simdi telekomda da beklemem gerekir dur bir şans daha vereyim dedim. demez olsaydim. cuma ogleden sonra hala ses çıkmaması üzerine sinir katsayım artmış bir şekilde iptal edilmesini istedim. bir-iki mırın kırın sonrası iyi tamam dediler. ben de soluğu telekomda aldım. meger aynı kampanya orda da varmış ancak talebimi alamadılar çünkü aptal smile portumu aktive etmiş ama ben iptal istediğimde iptal etmemiş. O can havliyle aradığımda da "2 gün içinde anca iptal olur" dediler. ben gene klasik sinir krizi geçirip verip veriştirdim. Cumartesi tekrar aradım. Pazartesi iptal olur dediler. (Bu arada dalga geçer gibi kuruluma gelicez diye aramaları da cabası. hiçbir yere gelemezsiniz oldum). Pazartesi yani bugun aradığımda ise çığlıklarım karşısında dayanamayan kız "ben size kesin süreyi öğreneyim" diyerek iptal yapan tarafla bağlantı kurdu. bana önce 2 gün denen süre 1 haftaya çıktı. benim ses tonumun da hangi oranda arttığını sanırım tahmin edersiniz. yaklaşık yarım saat sonra telefonu kapadığımda koridordan geçen biri "geçmiş olsun" deme gereği hissetti. artık nasıl çınlattıysam ortalığı.
bu gerizekalıları nereye şikayet edebilirim bilmiyorum ama sinir katsayım giderek yükseliyor. hergün karşıma çıkan talihsiz müşteri temsilcisine değişik oranlarda verip veriştiriyorum. sonuç ne iptal işlemi gerçekleşiyor ne de ben telekoma başvurabiliyorum.
bazen diyorum soyle elimde üstün güçlerim olsa... kesin felaket bir tip olurdum. zaten asabiyim, gelmeyin üstüme:)

10 Kasım 2006 Cuma

Last Stop!


Dun aksamki muhtesem kesfim: Last Stop. Rasim Bey’le arada yaptigimiz gibi bulustuk bahceli 7’de. Nere gitsek acep diye dolanirken dedi Teknosa’nin karsisina yeni bir yer acilmis. Benim de zaten teknosaya gidesim var. dsl baglaticam ya, ufak eksikleri gidermem lazim. Asil mp3 calar almak istiyorum, mallara bakmak lazim. Neyse, teknosaya girdik ciktik sonra bu denilen yere gittik. Ben daha giristen bir begendim zaten. Birincisi kocaman biyer, koltuklar felan da var. havadar, sonracima menu gayet genis. Menude turlarken ne yiyecegimize karar veremeyip bir miktar abartmisiz. Yalniz daha denemek istedigimiz cok sey var. onun icin ziyaret isini tekrarlamayi dusunuyoruz. Is cikisi kesin gidilesi biyer. Abonesi olma yolunda ilerlemeyi dusunuyorumJ

Yiye ice saati 10 etmisiz. Guzellesmisiz de tabi. Allahtan mesafe yakin da polis derdim olmadi. Sonra bi heves buraki aradim. Bir miktar dalga gecti gerci benle ama yarin benle camuflage’a gelmeyi kabul ettigi icin affettim onu:D

8 Kasım 2006 Çarşamba

Ah Bezen'im bugun senin kulaklarını çın çın çınlattım. neden mi? dişçiye gittim de ondan:) Son zamanlarda anlaşmışlar gibi tüm dolgularım birer-ikişer kendilerini imha edip beni sinir etme moduna gectiler. En sonunda bugun 4. dolgum da yenilendi ama ben hala 3. nun etkilerinde kurtulamamıştım. İşin daha kötüsü, hicbir seyden korkmayan ben dişçi yolunda bir geriliverdim neden bilemiyorum.

Aslina bakarsaniz en zorlandiğim tedavi türü diş tedavileri. Benim gibi geveze bir insanin bilmem ne kadar süre ile konuşmadan o koltukta oturduğunu düşünsenize bir. Aklından binbir turlu sey geciyor ama sen bu gelenlerden hicbirini aktaramiyorsun. Kabus! Neyse başa gelen çekilir modunda oturdum koltuga. Herzamanki soytarılığım üzerimde. Ayrıyeten hafif bir gerginlik mevcut tabi. Doktor tam iğneyi yaptı aklıma Bezen'in karikatürü geldi. Tabi o halde anlatamadım da, içimde kaldı. Gene de uyusana kadar bilimum lafı pespese sıraladım:) Sonra o igrenc oyucu alet vs. Hani canım yanmıyor ama o uyusukluk hissinden nefret ediyorum yaa! sanki yumruk yemissin gibi geliyor insana. bir de konusurken peltek peltek oluyorsun ya, sinir otesi! Diş de maşallah banamısın dememiş, çürümüş. Adamcağız oydu da oydu. Ben bir yandan anesteziye şükrederken diğer yandan küfreden bir tip (içinden tabi). Neyse bu da bitti geldim ama benim 3. dolgu hala sızlıyor. Hayır gecmezse ucunda kanal tedavisi var, olsa da geçecek olmasa da...

7 Kasım 2006 Salı

Kısa kısa...

Yazasım geldi bugün...

En son yazdığımdan beri asır olmuş, hergün yaptığım 1-2 şey geçiyor aklımdan yazmak için ama bir türlü fırsat bulup da yazamıyorum. Fırsat bulmuşken bugün biraz gündemi yakalayayım dedim.

1. Gecen hafta konsere gittim. Manhattan Transfer. Malumunuz ben aslında caz sevmem. Ama bu gruba karşı tee kücüklüğümden kalan bir sempatim var ne yalan diyim. Sanırım yıllar evvel TV de bir konserlerine rastlamış ve kötü olmadıklarına karar vermiştim. Sonuç olarak Ankara'ya geldiklerini duyunca ölmeden görsem iyi olacağına (ben değil onlar) karar verdim. Tabi hemen ilgili şahısları da toparlayıp çarsamba akşamı konsere gittim. Konser mahaline geldiğimizde yalnız olmadığımızı farkettim. Ne o kardeşim, duyan gelmiş. Gerçi yaş ortalamasına bakılınca gelenlerin duymakta zorlandığı izlenimine de kapılmadım değil ama kendimi genç hissetmek için iyi bir bahanem oldu:) . Neyse salona girdik, yerimiz gayet güzeldi, koltuklara yayıldık. Konser başladı. Hakkaten de fena degil felan modundaydim ki bizim muziplikler başladı. Önce arkadaki adam ne üdüğü belirsiz bir ses çıkardı. Öksürdü mü, gıcık mı temizledi yoksa böğürdü mü anlayamadım ama o ses yaklaşık bir şarkı boyunca bizi güldürmeye yetti. Tabi sessiz gülücez diye harcadığımız ekstra çabadan bahsetmiyorum. Sakinleştikten sonra konseri dinlemeye devam ettik. Ancak bu sefer de solo performanslar başladı ve ben neden cazı sevmediğimi bu kez keşfettim. Tüm şarkı boyunca piyano ile vokali eşlemeye çalıştım ama olmadı. O zaman anladım ki bana göre caz, değişik enstrümanların birbirinden bağımsız ses çıkardığı bir müzik dalı. Buna bir de solistin de kendi kafasına göre takılması eklenince benim tüylerim kabarıyor. Ne kadar uğraştımsa da bir uyum bulamadım. Bunu cazı kötülemek için söylemiyorum. Sadece bende caz kulağı olmadığını söylüyorum:) İtiraf ediyorum bundan dolayı da kendimi kesinlikle kötü hissetmiyorum. Neyse sonuçta grup olarak kulağa kötü gelmediler, yani bence konser fena değildi.

2. Geçtiğimiz 2 hafta bebek yoğun bir dönemdi. Önce bayramın ilk günü (23 Ekim) Gökben Ayşe'yi, sonra da 30 Ekim'de Zeynep Can'ı aramıza getirdi. Gerçi Can tembeli gelmemekte ısrarlıydı ama sonuçta velet dana olma yolunda ilerlediği için çekip aldılar sıpayı. İkisi de birbirinden şekerler. İlk fırsatta fotoğraflarını ifşa edeceğim. İlk önce Ayşe ile tanıştık. Tabi kız olmanın da verdiği bir hava ile minicik bir şeydi. Ben oyuncak olduğunu iddia ettim ama anne ve babası olmadığından emin görünüyordu. Sonra da geçen hafta Can'la tanıştık. Ne yalan söyliyim Ayşe'den sonra Can abi gibi geldi bana. Sanki sonra doğan o değilmiş de 2-3 hafta önce doğmuş gibiydi. Kıza o kadar laf ettik ama Zeynep iyi beslemiş oğlanı:) Duyduğum kadarıyla da ikisi de geceleri analarını pek uyutmuyormuş. Velet düşünenlere duyurulur.

3. Diğer yandan gene geçtiğimiz haftasonu Mutlu'larla Esin'e gittik. Sarp Derin çok şekerdi. Batu'nun neden yürüyemediğine bir türlü anlam veremedi ve çok bozuldu (dip not: batu 5 aylık, Sarp Derin ise 2 küsür yaşında). Kendi çapında koşturdu durdu ortalıkta. Çok şirindi. Batu desen zaten tam yeme çağında. Hani bu açıdan bakınca sevilesi yaratık şu çocuklar. Ama en güzel yanları ağladıklarında annelerine postalama imkanı:D

Sonra bu pazar Esin'leri yolcu ettik. Artik onlar bir Stockholm, yok hayır Stuttgart, yok neydi Strasburg yolcusu:) Bir türlü gittikleri yeri öğrenemedim de. Ben ısrarla onları Stockholm'e gönderiyorum. Esin dedi ki ziyaretlerine giderken bilet almadan önce mutlaka konuşmalıymışız. Beni Stockholm'den karşılayamazlarmış:) :)

Latife...

Dun aksam babamla "Mustafa Kemal'le 1000 gün. Latife" isimli tiyatro oyununa gittim. Babam ilk bahsettiginde Latife'yi Fikriye olarak algılayıp heyecanlanmış ve olaya atlamıştım. Olayın aslını farketmem için afişlere bakıp "hmm "1000 gün, neden ki 1000 gun, daha uzun zaman birlikte degiller miydi?" diye düşünmem gerekti. Sonra jeton düştü. Latife, M. Kemal'in karısıydı. Biran için çok bozuldum ama iş işten geçmişti. Hem gala gösterisiydi. Cumbaba felan da geldi (bu arada cumbaba gelince ayağa kalkılıyormuş, bunu da öğrenmiş oldum). Neyse oyun başladı. Latife Hanım yaşlanmış, Mustafa Kemal'le anılarını anlatıyordu. Anlatırken o günlere dönüyor felan. Dediğim gibi daha önceden izlemiş olduğum belgesel vs. den dolayı ben hep Fikriye sempatizanı idim. Hafif bir önyargı ile izledim oyunu. Ancak oyun ilerledikçe insan biraz da anlayış göstermeye başlıyor. Yani evlendiklerinde Ata 41, Latife 22 yaşındaymış. Daha çok çocukmuş ve anladığım kadarıyla da Ata'ya aşık. Durum böyle olunca kıskanç olması veya Ata'yı anlayamaması ve daha da önemlisi onun çevresindeki yoğunluğu dolduramaması çok doğal gibi geldi bana.
Oyunun bir sahnesinde de Fikriye'den bahsediliyordu. Ata'nın evlendiğini duyunca apar topar çıkıp gelişi, köşkte kalması ve Latife'nin kıskançlık yapıp onu göndermesi, sonra Fikriye'nin Ata'yı görmek için yarattığı bahaneleri izleyen ve Ata'nın "ben emir vermeden bir daha köşke gelmesin" emri neticesinde intiharı.
Sonuçta oyun fena degildi. Ben klasik arada gözyaşlarımı tutamadım, zırladım. Sanırım bu zırlamamda son zamanlarda okuduğum "Çılgın Türkler"in etkisi de var. Yani zaten sulu gözlüyüm ama bu da tuz biber oldu. Ayrıca oyunu seyrederken "Nutuk"u okumaya da karar verdim. Çok geç kalmış bir karar olsa da hiç olmamasından iyidir.

Dip not: Bugün bayık ötesi semineri dinlerken oyunu, Latife'yi ve Fikriye'yi düşündüm. Fikriye'yi daha çok ama. İçim titredi düşünürken. Latife Ata ile evlenmiş ancak elindekinin değerini bilememiş, ama Fikriye değerini bildiği ve sevdiği adami asla elde edememiş... Sonra düşündüm biran için. Acaba bende de biraz Fikriye mi var?