Sayfalar

7 Kasım 2006 Salı

Kısa kısa...

Yazasım geldi bugün...

En son yazdığımdan beri asır olmuş, hergün yaptığım 1-2 şey geçiyor aklımdan yazmak için ama bir türlü fırsat bulup da yazamıyorum. Fırsat bulmuşken bugün biraz gündemi yakalayayım dedim.

1. Gecen hafta konsere gittim. Manhattan Transfer. Malumunuz ben aslında caz sevmem. Ama bu gruba karşı tee kücüklüğümden kalan bir sempatim var ne yalan diyim. Sanırım yıllar evvel TV de bir konserlerine rastlamış ve kötü olmadıklarına karar vermiştim. Sonuç olarak Ankara'ya geldiklerini duyunca ölmeden görsem iyi olacağına (ben değil onlar) karar verdim. Tabi hemen ilgili şahısları da toparlayıp çarsamba akşamı konsere gittim. Konser mahaline geldiğimizde yalnız olmadığımızı farkettim. Ne o kardeşim, duyan gelmiş. Gerçi yaş ortalamasına bakılınca gelenlerin duymakta zorlandığı izlenimine de kapılmadım değil ama kendimi genç hissetmek için iyi bir bahanem oldu:) . Neyse salona girdik, yerimiz gayet güzeldi, koltuklara yayıldık. Konser başladı. Hakkaten de fena degil felan modundaydim ki bizim muziplikler başladı. Önce arkadaki adam ne üdüğü belirsiz bir ses çıkardı. Öksürdü mü, gıcık mı temizledi yoksa böğürdü mü anlayamadım ama o ses yaklaşık bir şarkı boyunca bizi güldürmeye yetti. Tabi sessiz gülücez diye harcadığımız ekstra çabadan bahsetmiyorum. Sakinleştikten sonra konseri dinlemeye devam ettik. Ancak bu sefer de solo performanslar başladı ve ben neden cazı sevmediğimi bu kez keşfettim. Tüm şarkı boyunca piyano ile vokali eşlemeye çalıştım ama olmadı. O zaman anladım ki bana göre caz, değişik enstrümanların birbirinden bağımsız ses çıkardığı bir müzik dalı. Buna bir de solistin de kendi kafasına göre takılması eklenince benim tüylerim kabarıyor. Ne kadar uğraştımsa da bir uyum bulamadım. Bunu cazı kötülemek için söylemiyorum. Sadece bende caz kulağı olmadığını söylüyorum:) İtiraf ediyorum bundan dolayı da kendimi kesinlikle kötü hissetmiyorum. Neyse sonuçta grup olarak kulağa kötü gelmediler, yani bence konser fena değildi.

2. Geçtiğimiz 2 hafta bebek yoğun bir dönemdi. Önce bayramın ilk günü (23 Ekim) Gökben Ayşe'yi, sonra da 30 Ekim'de Zeynep Can'ı aramıza getirdi. Gerçi Can tembeli gelmemekte ısrarlıydı ama sonuçta velet dana olma yolunda ilerlediği için çekip aldılar sıpayı. İkisi de birbirinden şekerler. İlk fırsatta fotoğraflarını ifşa edeceğim. İlk önce Ayşe ile tanıştık. Tabi kız olmanın da verdiği bir hava ile minicik bir şeydi. Ben oyuncak olduğunu iddia ettim ama anne ve babası olmadığından emin görünüyordu. Sonra da geçen hafta Can'la tanıştık. Ne yalan söyliyim Ayşe'den sonra Can abi gibi geldi bana. Sanki sonra doğan o değilmiş de 2-3 hafta önce doğmuş gibiydi. Kıza o kadar laf ettik ama Zeynep iyi beslemiş oğlanı:) Duyduğum kadarıyla da ikisi de geceleri analarını pek uyutmuyormuş. Velet düşünenlere duyurulur.

3. Diğer yandan gene geçtiğimiz haftasonu Mutlu'larla Esin'e gittik. Sarp Derin çok şekerdi. Batu'nun neden yürüyemediğine bir türlü anlam veremedi ve çok bozuldu (dip not: batu 5 aylık, Sarp Derin ise 2 küsür yaşında). Kendi çapında koşturdu durdu ortalıkta. Çok şirindi. Batu desen zaten tam yeme çağında. Hani bu açıdan bakınca sevilesi yaratık şu çocuklar. Ama en güzel yanları ağladıklarında annelerine postalama imkanı:D

Sonra bu pazar Esin'leri yolcu ettik. Artik onlar bir Stockholm, yok hayır Stuttgart, yok neydi Strasburg yolcusu:) Bir türlü gittikleri yeri öğrenemedim de. Ben ısrarla onları Stockholm'e gönderiyorum. Esin dedi ki ziyaretlerine giderken bilet almadan önce mutlaka konuşmalıymışız. Beni Stockholm'den karşılayamazlarmış:) :)

1 yorum:

Adil Hindistan dedi ki...

Selen'im minik kusum...RSS ayarlarini degistirmeni rica edecegim:
Settings > Site Feed > Descriptions = Full yapar misin lutfen? yazinin tumunu goremiyorum RSS Reader'dan.
Optum...