Sayfalar

28 Şubat 2010 Pazar

Çarpma bölme

bu hafta TEGV'de beni 3. sınıflara kaydırdılar. İlk derste sınıfta 3 öğrenci vardı. Hepsi mini mini öyle sevimliler ki. iki basamaklı sayıları çarpıyorlarmış ve bölmeye geçmişler. Ders boyunca değişik çarpma bölmeler yaptık onlarla. işin en komik yanı ise 4 basamaklı 2 sayıyı çarpma heyecanları idi. dedim yapabilirsiniz. hepsini teker teker çıkardım tahtaya, yazdım basitinden (içinde en fazla 4 olan) 4 basamaklı 2 rakam, birlikte çarptık. Çarpım da milyonlu bişeyler çıkınca mest oldular. bir de sonucu okuyabilseler tam olacaktı. örneğin 5.236.419'u beş trilyon ikiyüzotuzaltı milyor dörtyüzondokuz, beş milyon ikiyüzotuzaltı milyon dörtyüzondokuz ve bilimum türevi şeklinde okudular. çok şekerlerdi.
üniversiteye gelince 9 basamaklı 2 sayıyı çarpacaklarmış:))))))

Beze

Bu akşam o kadar çok güldüm ki uzun zamandır bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Olay da bizim lise sınıfının buluşmasında gerçekleşti. İlkay'ın İstanbul'a gelmesi bahanesiyle akşam asmalı da toplandık. Toplandık dediğim aslında uzun süre 6 sonra 7 kişi şeklinde. Klasik rakı meze vs muhabbeti, sen naaptın ben ne ettim vs vs. Beni koparan olaysa İlkay'ın fransaya ilk gittigi siralarda başından geçen bir olay.
Şimdi bunlar birgün bir pastanenin önünden geçerken kocaman bezeler görüyorlar. İlkay da bezeyi çok severmiş. Almak için pastaneye giriyorlar. Bu arada ikisinin de fransızcası son derece ilkel boyutta. Özgür diyor ki ben de ekler çok severim, o da fransızcası ile aynı belki bezede de aynı durum geçerli olur diye düşündük. Neyse, pastanede de yaşlı, tombul beyaz saçlı bir teyze varmış. İlkay gülümseyerek kadına gidip "je voudrais Beze" demiş. Kadın önce gülümserken yüz ifadesi değişmeye başlamış. İlkay ısrarla belkı takısı yanlıştır diye "an beze, e beze" falan dedikçe kadının yüzü iyice değişmiş. Özgür İlkay'a "sanırım bezenin adı başka bişey" falan derken İlkay da bir yandan kadına bezeyi işaret ediyormuş. Kadın sonunda hafif kızgın bir ifade ile bezenin fransızca adını söyleyerek istediklerini vermiiş. Bu ikisi daha sonra öğreniyorlar ki beze fransızca "to fuck" demek. yani ilkay kadına gidip "I want to fuck" demiş. bunu duyunca o kadar çok güldüm ki anlatamam. ama gülmemin asıl nedeni olayı kendimize yorumlamamdı. Düşünsenize sütişe gidiyorsunuz, ordaki görevliye sütlacı göstererek "s..mek istiyorum" diyorsunuz... resmen gözümden yaş geldi.

26 Şubat 2010 Cuma

sessizliğin gücü...

Sabah işe gelince yine ilk iş komşu bloglara bir göz attım. Selim nihayet sessizliğini bozmuş, bişeyler karalamış bloguna. Bir heves okudum susarak meydan okumasını hayata!... okudum ve öyle kaldım, sustum. Bazen öyle şeyler yazıyor ki bu çocuk (çocuk dedim diye kızma canım, lafın gelişi) kelimelere bakakalıyorum. bazen o kelimelerin arkasındaki hikayeyi bildiğimden ama asıl bazen o kelimelerde kendimi bulduğumdan...
yıllar önce biri bana 'susmak kabullenmek demek değildir' demişti. ama susmanın gücünü bu kadar güzel anlatamamıştı...
keşke bu yazıyı dün yazsaymış da ben de dün okusaymışım... sussaymışım...

25 Şubat 2010 Perşembe

Babacım

Canım babam
güzel babam
tatlı babam
beni mezarından bile hala gözetip kolluyorsun ya
seni çok seviyorum
seni çok özlüyorum

3 kadeh

Dün akşam Gökhan'ın davetlisi olarak bir şirketin galasına gittik. Dans dersim olduğu için gidip gitmemek konusunda tereddütlüydüm ama gala ağır bastı. İş çıkışı atladım dolmuşa, tam Ceylan otelin önünde indim resmen. Gala 6'da başlamış gerçi ama benim gidişim 8'i geçti. Gittiğimde sunumlar yapılıyordu, sonra plaket falan dağıttılar çalışanlara. Ortamı güzel hazırlamışlar, yemekler başarılı. sunum ve ödüllerden sonra müzik başladı. resmen oynadık bile. 3 kadeh şaraptan sonra topuklular üzerinde denge sağlamak zor oluyormuş onu farkettim ama yine de oynadım. Mesaiyi bahane ederek 11 gibi ayrıldık ordan. Şarap çarpmış, şimdi dolmuş vs uğraşamam diyerek atladım taksiye. iyi ki de öyle yapmışım çünkü apartmana giden kısacık yolda bile yalpaladım resmen:) kendimi yatağa nasıl attım hatırlamıyorum, deliksiz uyumuşum:)

23 Şubat 2010 Salı

zor olanı başarmak mı asıl olan?

İnsanın karakteri neye göre gelişir diye düşünüyorum da, sanırım genlerin yanısıra aile terbiyesi, büyürken içinde bulunduğu ortam vs etkili oluyordur.
Bizi birçok şeyi yapmaktan alıkoyan da bu karakter yapımız değil mi zaten? doğrularımız, yanlışlarımız, değerlerimiz... kontrollü olmamız, etrafımıza zarar vermemeye çalışmamız, faydalı olmak istememiz, iyi birer insan olmamız...
iyi insanın aklından karşısındakini üzmek ona kötülük yapmak geçmez. aklından geçmeyen, bilmediği birşeye karşılık hazırlıklı veya korunaklı da olamaz. daha çok darbe yer. ondan değil midir kötülük veya zarar gördüğümüzde şaşırmamız, yıkılmamız, acı çekmemiz. ona rağmen bu zamanlarda bile sağlam durmamız ve karşılık vermeyişimiz de iyi insan olduğumuzdan değil mi?
allah iyilerle karşılaştırsın derler çünkü kötü olmak çok kolay... sürekli kendini kontrol etmek yerine içinden geldiğince şeytana uymak, üzeni üzmek, gönlünce kızmak, yıkmak, bozmak... sınırlarını zorlamak yerine boşvermek... içini kemiren adalet duygusuna teslim olmak ve adaletini kendin bulmak... o kadar kolay ve cazibeli ki intikam almak, kötü olmak, kötülüğe kötülükle karşılık vermek, acı çektirene acı çektirmek, üzmek. zor olan bu duygularla savaşıp doğru bildiğinden çıkmamak. zor olan yapılan haksızlıkları sindirip yoluna devam etmek. zor olan seni üzen ve kandıranları affedip ileriye bakmak... unutmak...
zor olan ateşe ateşle karşılık vermemek, üzerine su dökmek...
ama sonra zoru başarmanın onuru ve gururuyla dolmak... yenilmemek, yıkılmamak, dimdik ayakta durmak... zoru zorlamak ve galip gelmek.
galip geleceğimiz zorluklara...

22 Şubat 2010 Pazartesi

yine deli gibi yedim!

Keyifli bir haftasonunu daha geride bıraktım. Çok hızlı geçti ama tadı çok güzeldi.
Cuma akşamı 6 sularında çıktım yola, önce havaalanına ardından Ankara'ya vardım. Özge aldı beni Havaş'dan (gene bekletti kadın ama bu sefer 2-3 dakika:Pp). Doğru eve yollandık. TV karşısında pineklerken "what happens in Vegas" izledik. Çok keyifli bir filmmiş, bayağı güldüm izlerken. Bu arada Özge'nin evinde 2 kedi var, ben aslında kedi sevmem ama bunlar pek sakin iran kedileri, nerdeyse sevdim de diyebilirim yani:)
Cumartesi güne 9 gibi başladık. Önce ben Sunny'i çekyatın altında ezmeye kalktım, sonra da üzerine basmaya çalıştım:) Allahtan kalıcı bir hasar vermeden çıktım evden. Sağolsun Özge beni şehre bıraktı. İlk aktivite SGK'dan Sema ve Merih hanımla buluşmak. Onlarla hasret dolu kahvaltının ardından kendimi kuaföre attım. Serkan'cığımı da özlemişim netekim. Serkan'dan beni Burak aldı ve Selim'le buluşmaya Quick China'ya gittik. QC'nın açık büfesi süper oluyor. Netekim yine öyleydi, kendimizi kaybederek yemeklerimizi yedik. Sonra da hazmetmek için Arjantin Starbucks'da aldık soluğu. duble espressolu amerikanolar ile anca kendimize geldik. saat 5:30 sularında onlardan ayrılıp Mutişkomla buluştum. Kısa ama koyu sohbetin ardından o da beni Gordion'a taşıdı. Günün son organizasyonu Özge ve Rengin'le akşam yemeği idi. Kızlarla Gordion'da buluşup kısa bir hediye alışverişinin ardından yemeğe yollandık. Bu seferki adres Sushisu. Yine doğu mutfağı. Tabi bu arada ben töhmeleme formatında olduğum için önce azar sonra sitem işittim:) onlar çok aç ben tok olunca onlar yedi ben izledim. Ancak 2. turda sushi ve pad thai tadına baktım. Sushi'si çok başarılı idi. yemekse fena değildi.
Cts akşamını çok uzatmadan noktaladık. Eve dönüp yine TV izledik vs. Akşam yine 12 sularında sızdık.
Pazar sabahı pek bir maceralı başladı benim için. Akşam yattığım çekyat kayıp ayrılmaya çalışmıştı. Sabah bir baktık ki ayakları çıkmış. Özge ile onu takmaya çalışırken yaptığım salak bir hareket sonucunda çekyat elime kapandı. Biran olduğum yerde donup kaldım, hasarı idrak etmeye çalıştım. Bu arada Özge panik içeri buz getirmeye koştu. Onu sakinleştirmek amacıyla ben de mutfağa gittim. Hasar çok değil, biraz sıyrık ve morluk. Ama sanırım ufak bir şoka girmiş olmalıyım ki mutfakta birden kulaklarım uğuldamaya ve gözüm kararmaya başladı. Oturduğum yerde bayılcak gibi hissedip kendimi koltuğa zor attım. sanırım tansiyonum düştü. Neyse 3-5 dakikaya kendime gelmiştim. yazık kızlar da öyle korktu ki ben daha sakindim resmen:)
Sabah maceramın sonrasında son aktiviteme doğru özge'cik gene taşıdı beni. Bu sefer dido ve cimcime ile kahvaltı. Malum mübarek 3 aylara girdik:) Burak da geldi kahvaltıya. Biz hala dünden tokuz resmen ama bu yine de kahvaltı tabaklarını silip süpürmemize engel olmadı. 12:30 gibi ordan çıktık. havaş'a gitmeden önce burak beni babama götürdü. ve anneme tabi. nasıl özlemişim anlatamam. çok ilginç, insan mezarı başında bu kadar yakın hisseder mi kendini... orda öyle oturup beklemek istedim ama hem yağmur yağıyordu hem de otobüse yetişmem gerekiyordu, vedalaşıp ayrıldım.
Ardından dönüş yolculuğu. 5 falandı eve geldim. bişeyler yiyip kestirdim. 10'da kalkıp star wars izledim ve tekrar yattım.
ya bu aralar beni sanırım gene çeçe sineği soktu. Uyuduğum saatlerin haddi hesabı yok... karpuz da yata yata büyürmüş ama:PpP

19 Şubat 2010 Cuma

Çok şirinler:)

bu hayvanları görünce içimin yağı eriyor resmen:)))) nasıl tatlı ve minikler... hani elimde olsa evde 100 tane besliycem ama ölüyo sonra gariplerim, kıyamıyorum:( Ülkücüm, foto için sağol. hemen desktop da yaptım:)

Çelişki

Karmaşık duygular içindeyim 1-2 haftadır. Kendimi uzun zamandır olmadığı kadar iyi hissediyorum, hayata daha pozitif bakıyorum, neredeyse kendimi mutlu hissediyorum diyebilirim. ama aynı zamanda, zaman zaman bir duygu hasıl oluyor içime. sanki çok üzgünmüşüm de hıçkıra böğüre ağlamak istiyormuşum gibi. ama bu duygu o kadar derinde veya üzerinde bir sis perdesi var ki, yerini ve kaynağını bulamıyorum. sanki başka birinin duyguları gibi, yabancı kalıyor. orada olduğunu hissediyorum ama sahiplenemiyorum. o duyguyu yaşayamıyorum... o kadar karmaşık bir his ki anlatacak kelimeler bulamıyorum:) çok garip bir durum...

17 Şubat 2010 Çarşamba

Sapıtık kardeşler

Dün ablam kaçamak yapıp bana geldi. O kuaför işini halledene kadar ben de işten anca çıktım. 8 gibi buluştuk, önce biryerlere yemek yemeye gidelim dedik ama sonra şımarıklığımız tuttu ve akşamı bilimum abur cuburla doldurmaya karar verdik. Unpak'a kadayıf diye giren ablam torbasını kadayıfın yanısıra bilimum kurabiye ve simitle doldurmuş. Ben de madem öyle diyerek hemen Krispy Kreme önünde bir durak yapip donutları ekledim. Ardından starbucksda lattelerimizi alıp eve yollandık. Bir yandan ona blog yapıp diğer yandan da abur cuburlarımızı götürdük. Minnoş erkenden uyuklamaya başlayınca bana da 11 sularında yatağa girmek düştü:)
Yaşasın minnoş kardeşliği:)))

16 Şubat 2010 Salı

Düşündürücü

2 yıldır emniyet kemeri takmadığım düşünülürse... aslında düşündürücü bir reklam. insanın takası geliyor... ama sonra diyorsun ki, beni kim tutacak ki:)))

15 Şubat 2010 Pazartesi

Sakin

bir haftasonu geçirdim bu sefer. Cuma akşamı Otantik'e gittim ama 2 saat falan anca kalıp döndüm evet. Cts sabah TEGV de başka bir gönüllünün yerini doldurdum. Yerini doldurdum derken konuları bilmediğimden çocuklara oyun oynattım sadece:) Ardından öğlen eve geldim ve o oldu. Günün geri kalanını TV karşısında kırmızı koltuğumda pinekleyerek geçirdim. Akşamın tek farkı pineklememe Erdem ve Özlem eşlik etmesi oldu:)
Pazar günü planım öğlene kadar uyumaktı. Yatarken telefonu alarmı herşeyi kapattım. Kimse uyandırmasın beni, keyfimle uyuyacağım. Netekim öyle oldu. Keyifle uyandım, yatakta debelenmeye devam ettim, o tarafa devrildim, bu tarafa devrildim. Artık öğlen olmuştur herhalde diye telefonu açtım ki saat 8:57!!! Dumur halinde baktım telefona. Normalde cesedim kalkar o saatte yataktan ve ben gayet dinlenmiş moddayım. Yine de yediremedim kendime bu saatte kalkmayı, bir saat kadar daha debelendim ama sağolsun aşağıdakinin bağırtıları artınca kalktım 10 olmadan.
Yine bir film oldum dvd'ye, kuruldum koltuğuma. saat 13:30 gibi Ülkü ile buluştuk. Önce aç değiliz ayağına yattım ama sonra Go Mongo'ya doğru yönelince birden acıktık:) Orda yemeğimizi yedikten sonra biraz caddede dolandık, Cafe Cadde'de oturup çay içtik, dönüş yoluna geçtik. Bilet almaya geç kalınca kızcağız gece otobüsüne kaldı. Ben de onu eve sürükleyip TV karşısında pineklettim:) Zorla star wars izlettim, 12'de yolcu edip star wars'un sonunu yakaladım, ardından NCIS izleyip yattım.
Sabah? pazartesi ya bugün, sürünerek kalktım gene. Banyo ve kuaför ardından işteyim şimdi, ayılabilirsem çalışmaya başlıycam:))))

12 Şubat 2010 Cuma

Kaç ay aradan sonra

dün nihayet dansa gittim. yani dans gecesine. en son ne zaman gitmiştim hatırlamıyorum. o yüzden de bu kadar paslanmış olmama şaşmamak lazım. bir de tabi dans ayakkabısı yokluğu... tembelliği bırakıp gidip kendime bir ayakkabı almanın zamanı geldi sanırım. zaten denge problemim var, rahat dönemeyince daha da kötü oluyor:))))

10 Şubat 2010 Çarşamba

Biri bitmeden...

Alt komşu bitmeden şimdi bir de alttan üstten ya da yandan çocuk ağlaması renk katmaya başladı gecelerime:) kaç yaşında bilmiyorum (muhtemelen 3 falandır) ama her gece bir saatte uyanıp ciyak ciyak ağlıyo velet. Resmen tutturma ağlaması ama, annesinin sesi geliyor yatıştırmaya yönelik, velet banamısın demiyor. Olan benim uykuma oluyor:)

Takıldım:)

8 Şubat 2010 Pazartesi

Kesin dayak

Her tarafım ağrıyo yaa:( nasıl tutulmuşum, gece yatakta dönerken bile zorlandım. EN çok da boynum. son turda nasıl başardıysam öyle bir sarsılmıştı ki başım, maske kafamdan fırlamıştı. şimdi boynum yarı tutuk modda:(((
allahım dayak yemiş gibiyim yaaa:(

7 Şubat 2010 Pazar

Kayak vs dayak

oy allahım nasıl bir gündü.
Dün akşamkı lise tayfasu toplantısının ardından eve gelip yatmam 2'yi buldu, kayak için kalkış saati 3:40:) kafamı yastığa koymamla saatin çalması bir oldu:( 4 gibi aylin gelip beni aldı, kadıköy evlendirmenin önünde diğerleri ile buluşup bindik otobüse.
uykusuzluk sağolsun gidişte paso uyudum. 8:30 gibi vardık Kartalkaya'ya, amanın o ne soğuk ve rüzgar. hemen hazırlanıp çıktık piste ama rüzgar kaymayı çok zorlaştırıyor. 1-2 tur attım nazlıda, körelmişim ama eh işte duruyorum dengede. sonra aylin ve kaanla aşağıya inip geçen sefer kaydığımız kuzey pistine niyetlendik ancak rüzgar nedeniyle kaanın teleferike binmesine izin vermediler. tam geri dönüyorduk ki burcuyu gördüm, o çıkınca ben de peşine takıldım. Yukarı bir çıktık kı kuzey pisti kapalı! soldan başka bir pistten inmeye niyetlendik, yabancı gibi. zaten rüzgar çok, kayan az, ne tarafa vs derken burcuya sen git geliyorum dedim ve bir anda onu da gözden kaybettim ve orda kalakaldım. ne tarafa gideceğim konusunda hiçbir fikrim yok. bir müddet ortada durup ne tarafa gideceğime karar vermeye çalıştım. o sırada yanımdan 2 kişi geçti ama nasıl indiler göremedim. diğer taraftan da 3-4 kişi inice diğer tarafa yöneldim. tam ben diğer yola yöneldiğimde adının hikmet olduğunu sonradan öğrendiğim biri daha gelip rotayı sordu. valla ben de bilmiyorum ama bu taraftan inenler oldu, ben de onların peşinden inmeyi deniyicem dedim. bu kararın hayatımın en büyük hatası olduğunu takip eden 1.5 saat içinde anladım. meğer gitmeye niyetlendiğim rota en sert ve dik rotalardan biriymiş. hikmetin yardımı ile düşe kalka biraz indim ama çok yoruldum. sonra o da kayboldu ortalıktan, ben gene düşe kalka ilerliyorum ama ne bacaklarda güç kaldı ne bişey. tam acaba aylini arasam bana kızak mı gönderseler vs diye düşünürken bir baktım aylin ve kaan bitti yanımda. onlar da şans eseri seçmişler o rotayı. onların da yardımıyla, yarı yuvarlanarak, yarı popo üstü kayarak indim aşağıya. birara ben nefeslenirken aylin içime dolan karları temizliyordu. Bir seferinde de tepede kalan kayağımı almak için bayağı bir yukarı yürüdü garibim.
Neyse sonuçta 1.5 saatlik debelenme sonucunda salimen liftlere ulaşıp kendimizi chocolate'a attık. Ben önce sahlep su vs sonra yemek yiyerek kendime geldim. tabi bir yandan da kurumaya çalıştım.
Öğleden sonra daha uslu daha sakin patikalarda 1-2 turlayıp hava şartlarına yenik düştük. Hele son turumda önümü göremediğim için en son bir tümsekten uçup yere kapandığımda "yeter" diyerek noktayı koydum.
sonuç olarak hayallerimin ötesinde biraz yorucu ve yıpratıcı oldu bu seferki kayak turu. inşallah bir sonraki sefer daha keyifli olur:)

5 Şubat 2010 Cuma

Bu pazar

Hah ha haaa, gidelim kaymayaaa
nihayeeet, gidelim kaymayaaa:))))
resmen mutluluktan yerimde duramıyorum. Şubat'ın ortası oldu ve ben nihayet kaymaya gidebilicem. Bu pazar, günübirlik, kartalkaya:)
Doya doya kar kokusunu çeksem içime, başka ne isterim ki:)
hah hah haaa, gidelim kaymayaaa:)))

Dünya Nutella Günü

Bugün Dünya Nutella Günüymüş:)))) akşam yemeli:)))

off canım istedi resmen!!!

3 Şubat 2010 Çarşamba

Colin abi

Colin firth oscar'a aday gösterilmiş. Merak ettim filmi. İlk fırsatta izlemece:)

Nihayet AVATAR...

Nihayet ben de bugün gidip Avatar'ı izledim. Hem de 3D. Tabi benim için 3D görünümlü 2D aslında. yani öyle görüntüler sebebiyle büyülenmedim. Ama çizilen dünya güzeldi gerçekten. Işıklar vs... Hikaye de alışılmış hikaye. Bir yerde kurtlarla dans yorumu okumuştum, gerçekten de aynı hikaye. ama güzel film. 3 saat sıkılmadan izliyor insan:)
Şimdi sırada izlemediğim bilimum diğer film var:)

2 Şubat 2010 Salı

Dürüstlük ve dostluk

İnsanlarla ilişki çok emek isteyen birşey. Öyle herkesle aynı frekansda iletişim kurmak çok güç. Ama belli başlı bazı kurallar, sınıflandırmalar olduğunu düşünüyorum.
Bir resmi ilişki içinde olduğun kişiler vardır. Son derece mesafeli, saygılı, iş ilişkisi türevinde. Özeline girmezsin, hal hatır sorar geçersin bu tip ilişkilerde.
Sonra yüzeysel muhabbetler vardır. Ortam paylaşırsın, geyik yaparsın ama ötesine gitmezsin.
Sonra arkadaşlar vardır, daha çok şey paylaştığın, ortak noktaların olan, konuşup danıştığın.
Bir de dostlar vardır. Bazısı ile yediğin içtiğin ayrı gitmezken bazısını on yılda bir de görsen fark etmez. rahatlıkla her derdini paylaşacağın, sana hep doğruyu gösteren, elini uzatsan yakalayacağını bildiğin insanlar....
Yazıya başlama amacım bu değildi aslında. Beni düşündüren başka bir şeyi paylaşacaktım.
İnsanları anlamak üzerine yazacaktım. Kendini karşındakinin yerine koymak, empati yapmak ama objektifliği de elden bırakmamak üzerine.
Mutsuzken veya kızgınken en çok ihtiyacımız olan şey birilerinin bizi, ne hissettiğimizi anlamasıdır. İnsan önce duygularının anlaşıldığını hissetmek ister, ancak ondan sonra haklı veya haksızlık üzerine yorum kaldırabilir. önce sakinleşmek gerekir ki daha net görebilsin olayı. Sakinleşmek için duymak istediği "haklısın" veya "olur böyle şeyler" gibi basit cümlelerdir aslında. yatıştıktan sonra dost olan kendisine olayın diğer boyutlarını da dile getirir. insan sakinken daha kolay algılar dostun eleştirilerini daha net düşünebilir diğer yönlerini.
Dost acı söyler, doğrudur. Ama dost acıyı söylerken yaraya tuz basmak zorunda değildir. dost acıyı yumuşatarak gösterir. karşındakinin sırtını sıvazlamak ve anlayış göstermek, onu sakinleştirmek seni daha az dost veya ikiyüzlü yapmaz. sadece daha anlayışlı yapar. Dürüst olmak pat diye suratına çarpmak değildir. daha yenilir yutulur lokmalar haline getirmek ve hazmedilmesini kolaylaştırmaktır.
Dostluk dürüstlük yapıcı eleştiride bulunmaktır ama her eleştiri yapıcı değildir. yapıcı olacağı düşünülse bile kullanılan kelimeler, tarz vs eleştirinin yapıcılığını ve etkisini değiştirir. pozitif kelimeler kullanmak dururken negatif kelimeler kullanmak kişiyi daha olumsuz etkiler. kızgınlığa kırgınlığa sebep olabilir...
...
ilk kez yazmak istediklerimi dile getirmekte bu kadar zorlanıyorum.
belki de söylemeye çalıştığım şey dostluk ve dürüstlük kisvesi altında anlayışsız insanların da yıpratıcı olabileceği.
ama aynı zamanda duymak istemediğiniz şeyleri söylemeyen insanların da dost kategorisine giremeyeceği...
ama dostun da insan ruhundan anlayanının daha makul olduğu:)))
...
sanırım böyle bişeyler işte.

Bu yazıyı yazdıktan bir süre sonra Maya Angelou'nun şu sözüne denk geldim:
The most called-upon prerequisite of a friend is an accessible ear.
Tam olarak benim anlatmaya çalıştığım şey olmasa da yakın gibi geldi bana:)

Nefes...

Dün nihayet Nefes filmini izledim. bir arkadaşım dvd'sini getirdi, birlikte izledik. Yüreğim kaldırmaz diye tereddüt ediyordum izlemekten ama TV ortamı biraz da sohbet olunca daha kolay izledim diyebilirim.
Etkilendim mi? elbette... O ortamı TV de bile olsa görmek insanın tüylerini diken diken ediyor, o şartları görmek bile insanı sarsıyor ki yaşayanların halini, dahası ruh halini düşünmek bile zor. Bir de sinir savaşı durumu...
Allah tüm askerlerimize yardımcı olsun... Onlara yardım edebilecek başka kimse yok çünkü...
Nasıl bir nefrettir anlamıyorum... neyse, burası bunları tartışacak yer değil...

Hayaller...

Ben hiç hayal kurmam ya hani... yavaş yavaş bu halimi değiştirmeye başladım sanırım. Mesela şu anda ofiste, dışarıda yağan yağmuru seyrederken bembeyaz bir dağda, konforlu bir klübede ateşin yanında battaniyenin altında olduğumu, dağın, çamların beyazlığını içime çektiğimi hayal ettim. sonra dışarı çıkıp karı kokladığımı, havasını içime çektiğimi hayal ettim:)))
Hayal kısmı güzel de sonra kendini gerçeğin içinde bulma kısmını sevmediğimden hayal kuramıyorum işte. Hayalden uyanmak hep daha zor geliyor bana:))))
Dağa gitmek istiyorum...

1 Şubat 2010 Pazartesi

Gerçek dostlara:)

Ben aslında çok şanslı bir insanım. Çevremde sevmesini bilen ve sevgisini esirgemeyen o kadar çok arkadaşım, dostum, can yoldaşım var ki bazen ben bile bunun gerçek olduğuna inanamıyorum. "Böyle gidersen tüm arkadaşlarını kaybedersin" ithamlarına inat en beklenmedik anda, en beklenmedik yerden çıkıp "seni çok seviyorum" diyen dostlarıma...
Ben de hepinizi tek tek çok seviyorum... ve hayatımda olduğunuz, hayatımda kaldığınız ve bana varlığınızı hissettirdiğiniz için hepinize çok teşekkür ediyorum.
Kadehim olsa size kaldırırdım, ama eve gidince ilk işim şerefinize kadeh kaldırmak olacak:)
Hayat sizinle güzel:)

Zzzzmir...

Muhtemelen ben yılbaşı gecesi leyleği havada gördüm. Gerçi biletleri önceden aldığım düşünülürse bu teorem çuvallıyor ama. Neyse, sonuçta bu haftasonu da kısa bir izmir kaçamağı yaptım.
Bu seferki hedef özlem ve göbeği idi:))) Şaka maka derken hatun 21 haftayı devirmiş, göbek kendinden önde gitmeye başlamış bile. Paytak paytak yürümeye de başlamış, tam olmuş:))) Zaten havaalanında görüp de "penguen gibi" dediğimde ikimiz de koptuk resmen:)
Özlemin evi pek şirin. Hele bir teras yapmışlar, direk bayıldım. Bana da öyle bir ev lazım aslında. Şu bir ton eşyadan kurtulup da öyle bir eve geçsem sanırım ben de daha mutlu olacağim:)))
Neyse, İzmir macerası daha çok muhabbet, muhabbet, tıkınma, muhabbet, balık-şarap ve sapık pazar kahvaltısı şeklindeydi. totalde 26 saat kaldigim düşünülürse bu performans bile fena sayılmaz hani:)