Sayfalar

29 Kasım 2009 Pazar

Bir tatilin daha ardından...

Konseri saymazsak gayet sakin, bir nevi gastronomi tadında (hergünkü olayımız "bugün nerde ne yesek" tarzındaydı) geçen tatil son 2 günde tavan yaptı. Bu tatili ilk planlarken aklımda 2 olay vardı. Hayır konser bunlardan biri değil, o bonus. Bu 2 olaydan biri kayağa gitmek diğeri ise Lugano'da alışverişti. Kayak faslı Dilek'in hamileliği ve benim kilo alıp salopedime sığamamam sebebiyle rafa kalkmıştı zaten. O yüzden direk Lugano'ya kitlendim.
Lugano nedir emin olun kısa süre öncesine kadar ben de bilmiyordum. Kendisi İsviçre'de göl kenarında bir şehir. Önemi güzelliğinin ötesinde yakınlarında bulunan outlet'ten gelmekte. Bütün ünlü designer markaların outletleri mevcut bu güzide şehir/kasabada. Ben de dedim ki şu yaşıma geldim, artık benim de gardrobumda bulunsun bir çanta/ayakkabı.
Neyse meğer bu Lugano aslında o kadar da yakın bir yer değilmiş. Arabayla 4 saat kadar sürüyormuş. Git gel aynı gün yorar, alışverişe bir gün yetmez diyerek 2 günlük bir program yapıp cuma sabahı 9 sularında düştük yola. Daha yola çıkmamızla sapağı kaçırmamız bir oldu ve yol yarım saat kadar uzadı. Yine de dağları vs aşıp ve hatta bilmem kaç kilometrelik Mont Blanc tünelinden geçip, fransa ve italyayı aşıp Lugano'ya ulaştık. Komik olan İsviçre'de bir şehirden ötekine gitmek için 2 ayrı ülkeden geçmemiz ve bir de yola bir ton para ödememizdi. Neyse İtalya ve fransayı zengin ederek saat 13:30 sularında ulaştık Lugano'ya. Outlet çok büyük diil ama harbi bilimum marka var. Fiyatlar el yakan cinsten ama normal fiyatlarına göreyse gayet uygun. Kapanışa kadar (7 de kapanıyor) fıldır fıldır gezdik mağazalarda. Bilimum çanta ve ayakkabıyı mimledik. Bana kalsa ben alışverişimi yapar olayı orada noktalardım ama Dilek üzerine bir gece uyuyalım, düşünelim vs deyince kafamızda bir ton model ve fiyatla, bir de benim araya sıkıştırdığım bir kabanla ayrıldık binadan.
Akşam Lugano'da bir otel ayarlamıştık. Gidip eşyalarımızı bırakıp göl kenarında biraz yürüdükten sonra yemek yedik ve 10 gibi odamıza döndük ve çok geçmeden sızdık. Saat sanırım 1:30 falandı ben daha fazla dayanamayıp debelendiğim yerden kalktım. Baktım dilek de uyuyamamış. İkimiz de muhtemelen yatmadan kısa süre önce yediğimiz yemeğin etkisiyle geçirdiğimiz mide fesadı sebebiyle uyuyamamışız. Ben çantalarla dolu bir kabus bile gördüm!!! Neyse biraz oturup TV seyrettik ve tekrar uyku modu.
Sabah koğuş kalk 8:30 idi. Hızla kahvaltımızı yapıp Lugano'da şöyle bir turladıktan sonra rotamızı Como gölüne çevirdik.
Como gölü benim ne zamandır aklımda olan ama görme konusunda pek de umudum bulunmayan bir yerdi. Hatta cuma günü yola çıktığımızda bile yol üzerinde olduğunun bilincinde değildim. haritada görünce nasıl mutlu oldum anlatamam. O yüzden cts sabah Como'da benden mutlu kimse olamazdı sanırım. Tabi george amcam ben geliyorum diye muhtemelen daha çok sevinmiştir ama ona uğrayacak zamanımız olmadığı için yaşamış olduğu hayal kırıklığı mutluluğunu gölgelemiştir:PpP
Yine göl kenarında bir miktar turladıktan sonra fenikülerle bir tepeye çıktık. Ben hayatımdaki en keyifli ve huzurlu yerine dağ kenarında göl manzarası olduğuna iyice inandım. Bence dünyada bundan daha güzel bir konum olamaz. Hallstadtt'ta da aynı duyguları yaşamıştım, bir kez daha emin oldum. Gerçi yukarıda çok ağaç vs olduğundan manzaraya tam hakim olamadık ama yukarı inip çıkarkenki manzara bile yeterliydi denebilir.
Como'daki molamızı fazla uzatmadan rotayı tekrar Lugano'ya çevirdik. Bu sefer hedefe vardığımızda saat 12'yi biraz geçiyordu. Dilek "akşam 6'da yola çıkalım" dediğinde çok geç diye itiraz ettim ama nafile. İyi, biz başladık gene aynı mağazaları turlamaya. Görevliler artık bize tanış oldu. Bu arada outlettekilerin %80'i türk. allahım sanki herkes türkçe konuşuyor.
hahah asıl unuttuğum, ilk gün tam burberrysde çantalara bakarken biri "yok bence değil" falan dedi. Bir baktım Levent Bey!!! nasıl yani?? oldum. Dünya küçük! onlar da bayram diye Milana gelmiş, gelmişken de alışveriş olayına girmişler. tesadüfe bak diyerekten ayrıldık ordan.
Cts de bakındım tanıdık var mı diye ama sanırım bir tane yeterliydi ki başkasına rastlamadım. Neyse cts gene bütün gün aynı mağazalara aynı çanta ve ayakkabılara baktık durduk. Saat 4'ü geçmişti ki artık nihai kararlar verilip ilk alışveriş yapıldı. Sonra ikinci hedefe gittiğimizde bizi bir şok bekliyordu. Uyumlu olduğunu sandığımız ayakkabı ve çantadan birinin tokası beyaz diğeri sarı!!! dehşet içinde kaldık. Birden bütün plan altüst oldu, hızla tüm mağazalar yeniden turlandı vs ama yapacak bişey yok. Sonuçta pahalı bir çözüm bulunarak ben mecburen!!! bir ayakkabı daha aldım. İlk fırsatta iflasımı ilan edeceğim.
Saat 6'da hareket planları sarı tokalı ayakkabı!!! felaketi sebebiyle suya düştü ve biz gene 7de çıktık yola. Baktım depoda yarım depodan az benzin var. Dilek benzin alsak dedim, yok bu bizi eve götürür dedi. Ev dediği 365 km, aletin tahmini 210 km. O zaman italyadan değil fransadan alalım, italya karışık dedi. benzinin bizi eve götüreceği konusunda da ısrarlı. Biz yola çıktık, hakikaten de biraz gittikten sonra consumption düştü sanırım ki mesafe 270 km falan oldu. Dilek hala yok yeter, 0 km verip de ışık yandıktan sonra bile en az 50 gidiyor modunda. Ben huzursuz ama çok ısrar edemiyor.
Yarım saat kadar gittikten sonra bir yerden sola dönmemiz gerekiyordu ama döneceklerin yolunu çok geriden ayırdıkları için dönüşe giremedik. Yol birden 40-50 km ve yarım saat uzadı. Biz bir yandan yola bir yandan navigasyona küfrediyoruz. Neyse bir yerlerden çıkış bulduk, döndük dolandık, tekrar otobana ve dönmemiz gereken yola döndük. Yalnız ne olduysa o dönüşü kaçırdıktan sonra oldu ve o ana kadar 170 km vs veren benzin tükenme tahmini hızla inmeye başladı. Önce 100 ve sonra 60'a indi. Biz ne olduğunu anlamadan hızla inmeye devam etti ve daha 20-30 km gitmeden ışık yandı. Benzin ışığı yandığında alet 43 km menzil tahmini yapıyor ve biz bu arada dağ yoluna girdiğimiz için allahın bir tane benzincisi yok! Menzil hızla azaldıkça bizde ufak çaplı panik modu oluşuyor. Navigasyon süper alet, en yakın benzincileri gösteriyor ama hiçbiri yol üzeri değil. Baktık olacak gibi değil, saptık yoldan bulduk bir tane ama in cin top oynuyor. Saat gecenin 9'u falan. Yanımızdaki euro çok kısıtlı, çoğunu yola harcamışız ve bu salak mini benzinliklerde kredi kartı geçmiyor. Neyse sonuçta bir tanesinden elimizde son kalan 10 euro ile benzin alıp yola döndük. Bir yandan korkmuşuz bir yandan halimize gülüyoruz. Ben elime fırsat geçmişken dilek'i kızdırıyorum "ya bu benzin yeter eve kadar" vs diye. Neyse sonuçta tekrar çıktık otobana. 15 km kadar sonra bir benzinlik bulduk, arabaya benzin kendimize kahve vs alıp rahatladık.
Bu arada yol boyu (tek yönde) 21 tane tünel geçtik, gişelere (gidiş dönüş) 100 euro para verdik. Geçtiğimiz son tünel Mont Blanc'dı. Kendisi 11.6 km ile ve bilimum hız ve takip mesafesi kuralları ile diğer tüm tünellere bedeldi. bir de dağdan inerken bir viyadük geçtik ki, bırakın aşağıya bakmayı, önüne bakarken bile insan ürküyor.
Sonuçta geceyarısına doğru eve vardık. Maceranın ikinci adımı ise aldıklarımı bavula sığdırmaktı. 1-2 saat kadar onu ona sar, sarmala vs ile geçti ama başarı ile sonuçlandı.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Ordan burdan

Lyon macerasının yorgunluğunu atlatmam biraz zaman aldı. özellikle dün resmen süründüm diyebilirim. O yüzden çok zorlamadık. Bugünse dünden pek farklı değildi, tek fark sürünen ben değil dilek'ti...
Bu arada bilimum abidik gubidik alışverişimi yaptım. Artık peynirlerim ve all time favorite bacardi breezer'larım stoklanmış durumda. sırada ne var allah bilir:PpP

24 Kasım 2009 Salı

The truth is..

Evet gerçekten de bu seferki miles away idi. İstanbul'daki konserin son gün iptal olması neticesinde içimde kalan konser keyfini yaşamak için binlerce miles gittim.
Cenevre'ye geliş hikayemi zaten yazmıştım. Lyon macerasının da ondan pek eksik kalır bir yanı yoktu. Macera dedimse aslında benim tek başıma bilmediğim bir araba ile bilmediğim bir güzergahta 150 km tepip bilmediğim bir şehre gidecek olmamın heyecanından kaynaklanıyordu. Saat 2 sularında arabaya binip de GPS'e adresi girdiğimde hem heyecan hem stresten gebermek üzereydim. Neyse sonuçta yola çıktım, yol aslında pek güzel ama bol viraj ve viyadük falan (selim senin için düzelttim) var yolda. Bir yandan gidiyorum bir yandan da "lan bu yolun bir de dönüşü var ya" deyip duruyorum. Sonuçta ağır aksak da olsa GPS ablanın yardımı ile konser salonunu bulup 4 sularında arabayı park ettim. Baktım kapı önünde bilimum adam bekleme moduna girmiş bile. Bu saatte hiç işim olmaz diyerek atladım metroya şehir merkezi denen yere gittim. Bir saat kadar oralarda dolanıp durdum. Saat 5:30 sularında ise havanın kararmasını da fırsat bilip tekrar Tony Garnier'e doğru yola çıktım. Geldim ki kapılar çoktan açılmış, insanlar girmiş içeri. Neyse ben de girdim, hakikaten kocaman bir salon. içerisi de neredeyse boş. "aaaa aptal fransızlar yaaa" diye moral bozukluğu ile girip kendime bir yer edindim. Burda da ikiye ayırmışlar salonu. Bizdeki VIP ve sıradan insanlar:P Bu sefer sıradan insan kategorisinde olduğum için önde değil ama sıradan insanların en önünde konuşlandım. Konserin başlamasına kimbilir kaç saat var. Önce 1 saat kadar yere çöküp kitap okudum, 8'e doğru baktım salon kalabalıklaşıyor ve insanlar yerime göz dikmiş, ayaklanıp gardımı aldım.
Önümde 2 fransız var, cep tlf görüntülerinden anladığım kadarıyla biri başka konserlere de gitmiş. fransızca bilsem muhabbet imkanı var ama onlar da sanırım ingilizce bilmiyor, durum çok umutsuz. Bu arada 8 sularında bir ön grup çıktı ama çok bayıklardı. Söyledikleri şarkılar konusunda hiçbir fikrim yok zaten adamlar da baymış şekilde yarım saatten fazla sahnede kalıp indiler. Bu arada salonun yegane bahtsız bedevisi olaraktan bütün güvenlik görevlileri arasında en irisi bizim önümüze denk gelmez mi!!! Adam olmasa tüm sahne uzak olmakla birlikte sorunsuz bir şekilde önümde uzanıyor ama adam sağolsun sütun gibi dikiliyor! Ön grup gittikten sonra fransızlar sanırım adama biraz serzenişte bulundular ama sonuç olumlu değildi sanırım ki yerinden pek çekilmedi.
Saat 9'a doğru sahne ışıkları yandı ve hazırlıklar tamamlanmaya başladı. Tüm salon (ve ben) gayet sabırsız durumdayız. Bu resimde amcanın kenarda göründüğüne bakmayın, makinayı kenardan odakladığım için öyle görünüyor. neyse sonuçta saat 9'u 10-15 geçe gibi beklenen an geldi ve sahneye geldiler. Bu sırada salon da dolmuş, gayet keyifli bir hal almıştı. Gerçi seyirci biraz ruhsuzdu.
Neyse şarkılar birbiri ardına patladıkça keyifler tavan yaptı. Birara bir kadın bayıldı sanırım bizim bodyguard onu götürmeye gidince gecenin pozunu yakaladım: Döndüğünde ise sahneyi görmek için yaptığımız akrobasi hareketlerine daha fazla dayanamayıp kenara çekildi ve dünyalar benim oldu.
Beklediğim şarkı ortalara doğru geldi, kayda geç başladım ama muhteşemdi:

Konser boyunca bilimum foto ve video çektim. Dave 1-2 kere catwalk'a geldi, daha yakından görüp çekebildim. şarkılar, sahne, ışıklandırmalar... Rüya gibi bir konserdi yine. Bir de tanıdıklar ve daha canlı bir toplulukla izlemiş olsaydım...
Dönüş ise tam kabustu. Konser 23:10 gibi bitti, otoparka ulaşmam 23:30, arabayla otoparktan çıkmam 00:05!!! tabi yola çıkınca herşey bitmiyor. Binlerce kişinin döküldüğü yollardan geçip otobana çıkmam muhtemelen 00:45 Ondan sonra 150 km yolum var ama hem yorgunum hem de uykum var. Uyku sorununu dentyne ice ile çözdüm ama otobanın karanlık olması ve bir de üzerine yağmur başlaması o yolu uzattıkça uzattı. hele sabah geldiğim viyadükleri vs düşündükçe karanlıklar içinde nerede olduğumu bilmeden stres modunda ilerledim. Son 1 saat kadar önüme kocaman kamyon kılıklı bir araç aldım da allahtan onunla birlikte sakin sakin geldi. Eve varış? 2:30 falandı...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Kapı kovalamacası

Sabahki havaalanı maceram gözardı edilemeyecek kadar eğlenceli idi. Uçağın tarifeli saati 10:20, akşam ablamlarda kaldım ki sabah rahat rahat gideyim. Bana kalsa 9 gibi çıkarım evden, 9:15 de havaalanında olsam yeter. zaten online check-in de yapmışım. Ama bizimkiler sabah spora gitcekmiş, 9 olmadan bıraktılar beni havaalanına... alana bir girdim kiii ana baba günü. dün akşamdan istanbulu felç eden sise hac karmaşası da eklenince işler olmuş kaotik. Her yerde uzayıp giden kuyruklar. Neyse uzunca bir bekleyişten sonra check-in ve gümrükten geçtim ve vala... 40 dakika rötar. iyi bari biraz duty free gezeyim dedim. 10:30 gibi kapıya yöneldim. Bu arada başta 220 olan kapı 312 olarak değişmiş. İyi, 300 ile başlayan kapılara doğru gittim ki bir de ne göreyim, devasa kalabalıklı başka bir güvenlik!! board da birden last call vermez mi? öndekiler de kıllık yapınca ben kaldım mı biran ortada. lan uçağın kalkmasına 15 dakikadan az kaldı ben daha güvenlik sırasında. o sırada bir baktım, kenarda kuytuda kalmış başka bir güvenlik daha. amanın dedim atladım hemen. bizim kapıya da yakın, palas pandıras geçtim güvenlikten (bu arada botlarımı da çıkarttılar) kapıya bi gittim herkes oturuyo, ne bi görevli ne bi hareket. Hani last call'du??? bu arada çocuğun teki kalabalığa "kapı değişmiş, 212 imiş" dedi. ben de o zaman açıklama yapsınlar vs diyerek pek inanmadım. millet söyleniyor vs. 5-10 dakika sonra zırt tlfa bir sms. kapınız 212 olmuştur. haydaa! bu arada bir görevli gelip aynı şeyi söyledi. hadi bakalım, bir uçak dolusu insan düştük yola 212 nolu kapıya. asıl eğlence bizi orda bekliyor. 212deki kız dedi ki "yok öyle bişey, siz tekrar 312'ye" şaka olmalı şeklinde bağrışmalar başladı ortalıkta. biz onca insan sürü halinde yeniden indik aşağıya. bu sefer aynı güvenlikten bir daha geçicez. herkes asabiyet modunda... allahtan kısa olandan aldılar bizi tekrar salona. bir süre sonra da uçağa.
Uçak 1.5 saat kadar rötarla kalktı ama havaalanı koridorlarında 1 uçak dolusu insanla sürü gibi dolanmamız görülmeye değerdi sanırım... komik milletiz vesselam:)))

20 Kasım 2009 Cuma

Rüyamda gördüm:P

Dün tabi alkolün de etkisiyle yatakta debelen dur. Sonra saat 3 müydü neydi, aaa başlarım ama diyerek kalktım yataktan. Gittim bilgisayarımı açtım geçtim tv karşısına. o sırada baktım bir mail. pegasus gene uçak biletlerini 9.99 TL'ye indirmiş. Dedim selen al birkaç tane bilet, gitmezsen de ne farkeder. Gecenin o saatinde kendime 2 Ankara 1 İzmir bileti aldım. Ankara'nın 2 turu 39 küsür lira. ama izmir de ucuz bilet kalmamış, onu 21 küsüre aldım:PpP şaka gibi:P umarım bu haftaki gibi bir durum çıkmaz da rahatcana gider gelirim:)

19 Kasım 2009 Perşembe

Güzelim:)

Şimdi efenim, dün gece bizim ofis yemeği vardı. Aslında 3 ay önce kuruluşumuzun 2. yılını kutlayacaktık ama oydu buydu derken kaldıkça kaldı, sonuçta düne nasip oldu. Neyse, Maria'nın Bahçesinde yaptık kutlamamızı. Ben araba almışım, içmemek lazım ama şarap öyle güzel ki 1 kadeh oldu 2 kadeh. Demir eksikliği muhabbetine de kahve ve çayı es geçince gecenin sonunda benim gözler kapandı kapanacak. erken biter zannederken saat geceyarısını da vurunca ben sürünerek çıktım restorandan. Benim halime acıyanlar yolunu uzatma pahasına diğer arkadaşları eve bırakma modundalar. Ancak bendeniz bahtsız bedevi olduğu için yola çıktıktan yaklaşık birkaç dakika sonra polis kontrolüne yakalandım. 3 araba çıktık yola, öndeki geçti, arkadaki geçti ama ben durduruldum. Polis geldi yanıma, dedim yani sağolun. 3 araba çıktık, diğer ikisini yolladınız üstelik en yorgun bendim. Neyse dedi alkol var mı? dedim 1 kadeh şarap içtim. ne zaman? dedi. dedim birkaç saat oldu. Üfle dedi, üfledim. Dedi ne kadar içtin? dedim 1 kadeh (ısrarla 2.yi söylemiyorum). Kaçta? valla masaya 7:30 da oturduk. Dedi 60 çıktı! gözlerimi aça aça "aaa mümkün diil" dedim. "hadi geç" dedi:)))) ben de teşekkür ederim dedim ve uzadım hiç zorlamadan:))))
Bugün tüm gün eğitimdeydik. Akşam internations toplantısı vardı. Bu sefer Park Hyatt otel diye bir yerde. Hoş bir barı varmış. Neyse yorgunum derken 3 kadeh de orda devirip eve geldim. Uyku hat safhada...

18 Kasım 2009 Çarşamba

Geçmiş günler

Dün akşam dedim ki, hazır başlamışken şu günlüklere biraz daha okuyayım bakalım neler yapmışım. Bazen içim bayıldı bazen çok güldüm vs. Belirli dönemler haricinde -birilerine vurulup da sayıkladığım yani- on and off bisürü insandan bahsetmişim. bir türlü kimden hoşlanacağıma karar verememişim:)
Sonra ilk stajımı yazmışım detayla. OKurken yerlere yattım, hakikaten eğlenceli bir stajdı. Orda çalışan mühendislere taktığımız isimleri görünce hepten püskürdüm zaten.
Bir de Drazen öldüğünde çok ağlamışım. Hala üzülürüm falan ama hakikaten en az 1 hafta yas tutmuşum. ölümüyle yatıp ölümüyle kalkmışım, gazetelerden ölüm haberlerini kesip yapıştırmışım falan. Vay be dedim, yani adamı severdim, hala da severim, ama bu kadar çok sevdiğimi hatırlamıyordum. en çok da TR ve Hırvatistan aynı grupta oldukları için canlı izleme hayalim yıkılmış:)
Ama sıktı artık. şimdi tekrar rafa kaldırıyorum günlükleri:)

17 Kasım 2009 Salı

Evvel zaman olur ki...

Dün gece günlüklerime daldım. Özellikle hatırlamak istediğim bir dönem vardı, aradım buldum. Ne ilginç bişey, oturmuşum sayfalarca ince ince yazmışım. Aslında hala günlük tutuyorum. Ama blog sebebiyle günlüğüm çok arka planda kaldı. Günlük olaylar buraya, daha duygusal ve kişisel (aşk meşk gibi) olanlar günlüğe. e tabi bu aralar aşk hayatım falan olmadığından günlük aylardır tozlandığı yerde:)
Neyse ne diyordum, evet dün akşam çıkardım kutusundan başladım okumaya. Bayağı da düzenli yazmışım hani, günü gününe, olayına göre detaylarıyla. Okudukça bazı şeyleri anımsadım. Güldüm, buruldum, kızdım... gençmişiz işte... Bezenimle ne çok zaman geçirirmişiz o zamanlar, dipdibeydik zaten. habire birlikte bişeyler yapmışız. üniversiteli olmayı kıskandım birden. ne çok boş zamanımız varmış, habire biyerlere gitmişiz, bir dönem bolca kup yemişiz:) ev partileri, bahçe partileri gırla gitmiş.
Cep telefonu yok ya o zamanlar, telefon başında az kriz geçirmemişim. haha bir de evden arayıp aradığın kişi evde değilse not bırakma olayı... insanlara ulaşmak daha zor ama daha heyecanlıymış.
İyi ki tutmuşum şu günlükleri, unuttuğum detayları hatırlatıyor bazen bana. Geçen de biara Aydın'lı zamanlarımı okumuş ve son derece isabetli bir karar vermiş olduğumu düşünmüştüm:)))

16 Kasım 2009 Pazartesi

Ya göründüğün gibi ol...

Bugün dehşetle farkettim ki aslında insan olduğunu sandığı kişi olmayabiliyormuş. Aslında hiçbirimiz olduğumuzu sandığımız kişi değiliz, sadece uzaktan ahkam kesiyoruz, bol keseden atıyoruz, ama biran öyle bir olayla karşılaşıyoruz ki kendimizi aslında o dalga geçtiğimiz, küçümsediğimiz davranışları yaparken buluyoruz. Dehşet içinde ne yaptığımızı farkediyoruz ama kendimizi kontrol edemiyoruz. İşte güçlü karakter sanırım bu noktada devreye geliyor. Bu ilkel olduğunu iddia ettiğimiz davranış biçimine teslim mi olucaz yoksa içine düştüğümüz acizliği farkedip silkinip göründüğümüz kişi olmak için gayret mi edicez? Sanırım insanları ayıran işte bu farkındalık sonrasında ortaya çıkan durum.
kısacası hala umut olabilir:)

Dalya demişim

Gülmeyin ama 2 önceki okuma mimlemecesi postu ile dalya demiş, en çok yazmış olduğum 2007 yılı post sayısını geçmişim:) kendimi yeni bir rekora koşuyor gibi hissediyorum. "Ne alaka?" olduğunun farkındayım ama hoşuma gitti işte:)

Karabasan

Dün gece sabaha karşı karabasan bastı. Yorgun olduğum için erken yatmıştım, debelenip durdum gece. sabaha karşı yarı uyur yarı uyanık haldeyken bastırmaya başladığını hissettim. Hemen gözümü açtım ama ortada görünen bişey yok. Sanırım uyku sersemi karanlık bişeylerin üzerime eğildiğini görmeyi bekliyordum:) O panikle bacağımı sallayıp "git başımdan" dediğimi farkettim. yaptığım şeyin saçmalığının farkındayım ama insan uyku sersemi hareketlerinin manasını değerlendiremiyor tabi. Neyse, hareket etmeme rağmen baskı hissinin dağılması biraz zaman aldı. yüzsüzlük yapıp 7 ayetel kürsi okudum:) sonra tekrar kıvrıldım köşeme...

15 Kasım 2009 Pazar

uykuu, biraz uykuu

Allahım nasıl bir haftasonuydu anlayamadım. Cuma akşamı Asmalı'da başlayan gece 4 sularında bitip eve gelmem ve sabah selimi almak için erken uyanmam yanısıra dün akşam da 4 sularında biten ikinci bir beyoğlu vakası yaşayınca öğlen eve gelip sızmam sanırım gayet anlaşılır bir durum oldu.
aslında yazacak çok şey var: gittiğimiz balıkçıda avaz avaz söylediğimiz şarkılar, hopbidi anları, cts selimi derse sürüklemem, akşam cezayir sokağı, selimin çalınan cep telefonu vs. ama cok yorgunum. sonuçta benim için yorucu ama çok keyifli iken onun için kabus bir haftasonu oldu.

12 Kasım 2009 Perşembe

Okuma "Mim"lemecesi

Hülya beni "mim"lemiş, hemen görev edindim, işe koyuldum ben de. Ben eskiden çok okurdum (gerçi Hülya'nın tırnağı olamam ama şimdiye göre çok okurdum) ama son yıllarda bir illet geldi ki elime kitap alamaz olmuştum. Şimdi yeniden okuma moduma dönmeye başladım diyebilirim.
Soru 1: Okumakta oldugunuz son kitap ve konusu: En son Clive Cussler'in bir kitabını okuyorum. Adı The Chase. klasik clive amcam işte, macera romanı. Daha başlardayım, bir amca var soyguncu, bankaları soyup bankadaki herkesi öldürüyor, bir de onu yakalamakla görevli karizmatik detektif var. Şimdi buraya kadar gelebildim:)

Soru 2: En son aldiginiz kitap: En son Hülya'nın etkisinde kalarak 2 adet Murakami (adlarını anımsamıyorum şu anda postada) ve bir de Atatürk'ün Yanı Başında adlı kitap. Evde de var birkaç tane alınmış, okunmayı bekleyen:)

Soru 3: Bir turlu bitiremediginiz, bitirseniz de size illallah ettiren kitaplar: hahahha bu soruya en çok blogumu okusa Burak gülerdi sanırım. Evet bu sorunun cevabı: the wheel of time by Robert Jordan. Kitap 12 ciltten oluşunca bitirmek pek mümkün görünmüyor doğal olarak. hatta 10. kitabı bitirdiğimde kendisini yine burada sevgiyle!!! anmıştım. 11. kitabı elime almamla bırakmam bir olmuştu ve netekim amcam da kitabı bitiremeden vefat etti. Son kitap mı? karısı ve editörü yazıyormuş ama son kitap da 2 cilt olarak çıkacakmış. İllallah ki ne illallah!!!

Soru 4: Bir sonraki okumayi planladiginiz kitap: Valla dedim ya işte son aldıklarımdan herhangi birini okurum işte. Şu kovalamaca bi bitsin de:)
Soru 5: En sevdiginiz kitaplar: Hah, işte en sevdiğim soru:))) Bu sorunun en birinci cevabı: Pride and Prejudice - Aşk ve Gurur by Jane Austin:))) kitabı o kadar çok sevdim ki hem türkçesini hem ingilizcesini defalarca okuduğum yetmezmiş gibi bir de BBC dizisini defalarca izleyerek repliklerini ezberledim. Colin Firth aşkım nerden geliyor sanıyorsunuz:)))
Başka kitaplar sıralamak gerekiyorsa başta Yüzüklerin Efendisi olmak üzere bilimum bilim kurgu - fantazi romanları yer alır:)

11 Kasım 2009 Çarşamba

Oyunculuk atölyesi

İki senedir mezunlar derneğinden oyunculuk atölyesi adlı bir etkinlikle ilgili mail geliyor. tiyatro denemek isteyenlere yönelik, amatör bir aktivite. heveslendim, eğer şu TEGV saatleri ile ayarlayabilirsem burnumu bir sokayım şu işe diyorum. gerçi o da cts olduğu için simdiden birkaç hafta onu da ekmiş olucam ama...

Yine değişti!!!

Son 4-4,5 aydırki ihmallerimi sallamazsak dans derslerine başlayalı 1 yıl olmak üzere. ve bu bir yıl zarfında hocamızın değişip bizi alaşağı ettikleri yetmezmiş gibi şimdi de 3. defadır ders gün ve saatini değiştirdiler. Şimdi de dersler pazar akşam 7'de! sınıfta az adam kaldık ya, bizden kurtulamadıkları için kirli çamaşır gibi ordan oraya atıyorlar, kızdım valla. 4 aydır dersleri ihmal ediyor olmasaydım feci cazlardım ama bir nevi suçlu olduğumdan bişey diyemedim. Zaten Yalçın'ın ayrılması ile bir darbe yemiştik, bana sorarsanız ben ondan sonra ilerleyemedim zaten, sonra da bir öyle bir böyle. Hayır şimdiden 3 haftasonu istanbul dışında olacağım için 3 ders kaçtı bile! höf yani başka bişey demiyorum!

10 Kasım 2009 Salı

Photo shoots

Bugün işyerinde bir dergi için fotoğraf çekimi vardı. Ofisi ve bizi tanıtacak. Fotoğrafçı abim geldi, makinalar, flaşlar kuruldu vs. komikti halimiz. poz ver, gülümse bak vs. uzun sürmedi aslında ama zormuş hakkaten yaa... Bu arada fotoğraflar yalan söylemez, dönmüşüm gene domuzcuk moduma ühühühü...
İşte bizim ofis (bir kişi eksik) ve işte ben

8 Kasım 2009 Pazar

Nerde kalmıştık?

Bu haftasonu misafiri özgeydi. Cuma akşamı uçağının 1 saatten fazla rötar yapması biraz tadımızı kaçırdıysa da varışını müteakipö geceyarısı sularında kısa bir krispy kreme ve kahve molası neşemizi yerine getirdi.
Cumartesi sabah 9 sularında uyanıp kendimize geldikten sonra Aylin'le Villa Bosphorus'da kahvaltı için buluştuk. Benim ilk kez gittiğim bu mekan denize sıfır süper manzara bir yermiş. Bir de aylin'in hayrına bize torpilli, kaymaklı ballı bir kahvaltı getirdiler ki sonuna doğru kendimden geçmiş bir eda ile denizi seyretmekten başla birşey kalmamıştı. Kahvaltı çok keyifli olmakla beraber matematik dersim beni beklediği için 12'ye doğru kızlara veda edip beykoz'a gittim. Bu sefer çocukların bir kısmı çok sıkıldı ve ben onları toplamakta zorlandığım için biraz canım sıkıldı. Haftaya daha eğlenceli bişeyler bulmam lazım ki dersten kopanları da çekebileyim.
Neyse ders çıkışı kızlarla buluşmak için İstanbul Modern'e doğru yola çıktım. Tabi yola çıkmak ulaşmanın sadece başlangıcı... hele de trafik her zamanki gibiyse. yol uzayınca eziyetin yanısıra bir de direksiyonda telefonla konuşma cezası yiyince tam oldu. Neyse sonuçta hedefe ulaştım ve hep birlikte kapalı çarşıya doğru yola çıktık. Güya Özge'ye kapalı çarşıyı gezdircez ama aylin'e küpe almaya dalınca biraz geç kaldık. Bu da kapalı çarşı turunu 10 dakikaya indirgedi.
Yemek rezervasyonumuz saat 8:30 da Sunset'te. Normalde arabaların park edildiği istanbul moderne 5 km, hadi trafikle 15 dakika falan. Ama biz süper "genious" insanlar olarak önce 1 saat mesafedeki Kandilli'ye gidip üstümüzü değiştirip sonra tekrar restorana döndük. Ortam kokoş ya bizim de süslenmemiz lazım. Yine de bütün cinsliğimize rağmen talih bizden yanaydı ve zamanında ulaştık.
Mekan liste başına güreştiği kadar varmış. Süper manzara süper yemekler. Mutlu mesut yemek ve muhabbetle geceyi orda sonlandırdık.
Pazar günü için plan basit. Sabah kahvaltı La Pain Quotidien. Süper ekmek ve elmalı tart rüyası:)) Yediğim en güzel elmalı tart, hele yanında dondurma da olunca. Neyse uyanır uyanmaz görev gibi gidip mutluluğu perçinledikten sonra artık yorgunluktan bayılmış bir şekilde eve döndük ve tembelce film izledik. Sanırım haftasonundan bu kadar:)

5 Kasım 2009 Perşembe

Eski günleri özlerken

Dün heyecanla Flash Forward dizisini bekledim. Hem reklamları hoş görünüyordu hem de Hülya bıraktığı yorumda izlediklerini söylemişti. Az önce de bir heves yoruma cevap yazmak istedim damağımda lost muhabbetlerinin tadıyla. Aslında cevap yazmaktan da öte şöyle doyasıya geyiğe sarmak, kaynatmak istedim. Yorum olmaz mail atayım dedim, sup'u da katayım listeme, yok tatmin etmedi. İçim cız etti sonra. hep beraber toplanıp kaynattığımız, yan odalardan atıştığımız zamanlar geldi aklıma. Şimdi hepimiz bir yana öyle bir dağılmışız ki toplayabilene aşkolsun. İnsanın sevdiği, benimsediği kişilerin bir taş atımlık mesafede olması, onları hergün görmesi nasıl bir ayrıcalıkmış şimdi daha iyi anlıyorum. Masada başımı kaldırmak, yan odaya zıplamak, karşı koridora uzayıvermek veya 3-5 kat aşağı inmekmiş tüm yapmam gereken. Şimdi mesafeleri görmezden gelerek avutuyorum kendimi. bir de eski günlerin tadını anımsayarak...

4 Kasım 2009 Çarşamba

Nice zamandir

Ne zamandır Tanrı ile aram bozuk. İnancımla birlikte dua alışkanlıklarım vs hepsi yok olup gitti. Kızdığın bişeyden ne medet umabilirsin ki? ya da inanmadığın. duanın gücü inançtan gelir, o da olmazsa gerisi hikaye.
Herneyse, uzun bir aradan sonra biran içimden dua okumak geldi. Kendim için değil ama babam için. Yani ben artık bazı şeylere inanmıyorum diye onun mahrum kalmasına içim elvermedi. Dua kitabını açıp birkaç dua okudum. Kabul olur olmaz ben bilmem, zaten olsa da faydası kendime değil, olsun da istemem zaten. bana bir hayrı dokunmasın..
Bir rüyam var doğru olmasını tüm kalbimle dilediğim. şimdiye kadar dile getiremediğim. ben normalde rüya görmem ya da çok nadirdir ama buna sıkı sıkıya sarılmışım işte. babamdan hemen sonraydı. rüyamda ölüyorum ve beni çakıl taşlarından bir mezara gömüyorlar. Rüya bu işte, mezarda artık nefes alamayacağımı düşünüp içimi bir korku sararken roller coaster gibi bişeyden kaydığımı, kalbimin aynı şekilde hopladığını ama son olmadığını hissedip rahatladığımı ve o saniye uyandığımı hatırlıyorum. ve ne zaman babamı düşünsem bu rüyaya sarılıyorum. belki sonda değil de sonsuzluktadır diye.

anlamıyorum

Bazen önyargılarıma engel olamıyorum. Doğru olmadığını bilmeme rağmen aşamıyorum bu yargılarımı. Kafamda yanlışsa veya olmazsa olduramıyorum durum ne olursa olsun. Düğmeyi bir kere çevirdim mi bir daha düzeltemiyorum. Ama aslında tam tersi de mevcut sanki. Yani bir kere olumlu düşündüm mü sonra da olumsuza çeviremiyorum bu düşünceyi. Hoşgörü sınırlarımı zorluyorum. Bu benim kendi derdim ve kendimi ya da nedenini anlamakta zorlanıyorum.
Asıl anlayamadığım ise insanların ilişkilerindeki laçkalık. Bazen öyle saygısız ve öyle seviyesiz iletişimlere şahit oluyorum ki hani o sözler bırak eşe sevgiliye sokaktaki köpeğe bile söylenmez. Ben taraf olmadığım halde duymaktan rahatsız oluyorum. Sonra bir bakıyorum sanki o sözler hiç sarfedilmemiş, o hakaretler aşağılamalar hiç yapılmamış, herşey güllük gülistanlık gibi tavırlar. Anlamıyorum insanlardaki bu ikiyüzlülüğü. Hadi hakaret eden bir terbiyesiz, saygısız; maruz kalan da aynı ölçüde kendine saygısız ve gurursuz olabilir mi? Nedir bu insanlardaki "elimde bir bu var, kötü ama yine de bırakmayayım" mentalitesi. Ya da sana saygı duymadığı her halinden belli bir insanla devam etme hastalığı. İnsanın vücudu cürüyor, kesip alınıyor, evinde bişey bozuluyor, çürüyor, çöpe atılıyor. İnsan ruhu, benliği bu kadar ucuz ve değersiz mi de kendisini yoketmeye meyilli bir hastalığı kesip atamıyor. İnsan kendine karşı bu kadar acımasız veya bu kadar korkak mı ki buna bir dur diyemiyor?
anlamıyorum ve anlayabileceğimi de hiç sanmıyorum...

2 Kasım 2009 Pazartesi

Horatio Caine

Malum son zamanlarda bilimum polisiye diziye sarmis durumdayim. Ucuk kaciklar ama pek eglenceliler. Aslinda favorim NCIS ama CSI olunca da nazlanmiyorum. Yalniz bugun seyrederken Horatio amcama koptum resmen. Amcamda hep bir trip, bir yan bakis, boyle bekleyip vurucu bir cumle soyleme modlari... en cok da bir noktada dikilip bekleyip gunes gozluklerini takinca kopuyorum. Ne triptir ne adamdir anlamis degilim. Karizma diyicem ama o da degil... komik bisey...

Benim favorim NCIS ve Mark Harmon amcam. olgun ve yakisikli.. karizma odur:)

Kış kapıdan bakarken

Sesim çıkmayalı beri süper bir 5 gün geçirdim aslında. Hatta belki daha da fazla. Evden misafir/arkadaşım eksik olmayınca neşeme de diyecek yoktu:)
Önce dönüş yolunda Dilek ve Bora uğradı Salı günü. Onlar yolcu, bir gece kalıp gittiler. Sonra 29 ekim tatilinden istifade Burak geldi çarşamba, ve son dakika sürprizi ile Özlem-Saltuk-Kaan üçlüsü. Önce birbirlerinden çekinirler mi diye tedirgin oldum ama tanışık ve uyumlu oldukları için onları bilmem ama ben çok mutluydum.
arkadaş ziyaretinin farklı bir tadını yaşadım bu kez. Burak'ı aldıktan sonra markete sürükledim. Ne pişirsek planları ile alışveriş yaptık. Sonra eve gidip onları yerleştirip yemek pişirdik. En son ne zaman yemek yapmıştım hatırlamıyorum ama evde birileri olunca çok keyifli oluyormuş. Biz yemeği bitirdik, Özlemler geldi. Kaan veledi nasıl şeker, resmen içim gitti. Adam demo bebek: sakin, güzel, güleryüzlü. Hastalıktan yeni kalktığım için sevemedim oğlanı içimde kaldı ama bende bebek doğurma isteği uyandırmadı desem yalan olur.
Özlem ve saltuk'u ve dolayısıyla Kaan'ı bayram sabahı yolcu ettik. Akşama havai fişek gösterisi için sözleşip ben gözyaşları içinde işe uzarken Burak da tarihi yarımada gezmeye gitti. Akşam 6 gibi buluşup Üsküdar'a gittik. Havai fişekler beklediğim kadar güzeldi. 15 dakika boyunca bombaladılar gökyüzünü. Hele yukarıda ay ve yıldız görünce herkesden bir "oooo" sesi yükseldi. Çocuklar gibi mutlu, koca bir gülümseme ile seyrettim 15 dakika boyunca.
Akşam üsküdarda atıştırmıştık ama nohut pişirmeyi planladığımız için eve gelince kolları sıvadık. Yemek yapmak kolaymış aslında, hemen pişiverdi.
Cuma benim için mesai günü, ben işe giderken Burak gene kendi gezdi. Bu arada hava soğudukça soğuyor. Bir yandan yağmur ve rüzgar, titreyerek dolanıyorum etrafta.
Mesai bitimi eve döndüğümde Burak pilavı yapmış bile... ooo ziyafet diyerek yumulduk direk:) ayılıp bayıldığımız yemek de nohut. gülmeyin ben gerçekten çok severim:) Bu arada ben nohutu burak pilavı fazla pişirmiş. aslında gayet vasat durumdalar. ama körler sağırlar birbirini ağırlar modunda mmm mmmm diyerek yedik ikimiz de:))) Yemekten kendimize gelince 9 gibi caddeye gittik ama hava hala soğuk. Bir de şemsiye unutunca hzılanan yağmur panik etti biraz. neyse montları siper kapağı attık bir bara. Baktım balkon kapalı ve sigara içenler var. Hemen cazladım garsonlara:) Burak garibim benim bu tutumumdan muzdarip ama ses edemiyor. Dedim sen susarsan ben susarsam nasıl çıkıcaz karanlıklardan:)
Cumartesi gök delinmişti. Burak'ı evde bırakıp derse gittim. Benden başka sadece 3 öğrenci vardı, özel ders gibi soru çözdük bol bol. Ben sevmeye başladım bu işi. Açılardan sonra tam sayılar geldi şimdi de, düşe kalka gidiyoruz bakalım.
Ders sonrası eve geldim, yemek faslından sonra evden çıkmamız gene 7 filan oldu. Çılgın bir dolmuş şöförüne denk gelerekten o trafikte yaklaşık 35-40 dakikada taksime vardık. Soğuğa rağmen biraz beyoğlu turu atıp çiçek pasajında konakladık. rakı-meze-muhabbet ardından bir de nevizade de bira molası. Gittiğimiz yerde içenler vardı, ben gene sigara konusunda marıza çıkardım:))
Pazar dönüş günü. ama çocuk dönecek ya, yağmur kesildi!!! otobüsü 2de. servis 1 de. dedim ooo çok zaman, yeri bulursan ben seni bırakırım. daha önce kamil koç'a hiç gitmemiştim. Burak da bulurum dedi. Biz çıktık yola. Şuralarda bir yerlerde olması lazım dedi ama dolanıp durduk. Tabi ben direk gerildim. Klavuzu karga olanın... neyse yeri bulduk sonunda ama bende surat çarşamba pazarı. Bazen diyorum iyi katlanıyorlar bana:))) Zaten kamil koç'u da hiç sevmem. Yerleri mahşer alanı gibi. İnen binen belli değil, otobüsler hınca hınç. 5 dakikada bir biyerler bişey kalkıyor. Allahım dedim, varandan şaşan şaşı olsun. Burak'ın da burnundan getirdim, ne var bu salak şirketle niye giidyorsun vs:))) Yolda gerildim ya, herşey batıyor. Neyse 15 dakika rötarla da olsa otobüsü geldi de dırdırımdan kurtuldu çocukcağız.
Misafir gelip de gidince çok bozuluyorum. Güzel vakit geçirip de sonra tek başına eve girmek sinir bişey. Ben de o yüzden önce dans pratiğine gittim. 2 saat orda oyalanıp eve öyle döndüm. sonra? tv başında pinekleme...
Bu arada hava çok soğudu. Sonbaharı es geçip kışa geldik resmen!