Sayfalar

28 Şubat 2011 Pazartesi

özlemek... nefret etmek...

Özlemek, için için eksikliğini hissetmek, anımsadıkça içinin sızlaması... ama aynı zamanda o sızıyla öfkelenmek... ve nefret etmek... sızlattığı için ondan nefret etmek ama en çok da sevdiğin için ve özlediğin için kendine kızmak ve kendinden nefret etmek... seni üzdüğü için ondan ama en çok da seni üzmesine izin verdiğin için kendinden nefret etmek... bilinç altından hala özlemek, affetmek, affettiğin için kendinle kavga etmek, öfkelenmek... uyandığında rüya olduğunu görüp rahatlamak. kendine olan saygınla, aklınla, yüreğinle sürekli savaşmak... bu durumdan nefret etmek... savaştırdığı için ondan nefret etmek... unutamadığın için kendinden nefret etmek...
peki nedir bütün suçun? 
sevmek...

25 Şubat 2011 Cuma

Yok böyle bişey

Klasik müzikten çok anlamam ama çok sevdiğim, dinlerken kendimden geçtiğim bazı besteler vardır. Özellikle Çaykovski'nin bale suitlerine bayılırım. böyle sanki içime işler. işte onlardan birisi de bu keman konçertosu. filmde izlediğimde resmen tüylerim diken diken olmuştu. Kemanı çok sevmeyen ben bir anda fanatiği olma yoluna girmiştim.
Bugün resmen repeat'e taktım, huşu içinde dinledim durdum. ve işte:
özellikle dakika 2-5 arasına dikkat edelim:)))

23 Şubat 2011 Çarşamba

karman çorman

Karmaşık duygular içerisindeyim. hani neredeyse elim ayağım titreyecek. korku, heyecan, stres, umut... ne ararsan var. davurdağı salatası gibi her telden çalıyorum resmen...
bir yandan hazırlanması gereken belgeler, diğer yandan kılık kıyafet stresi, okula ilk başlayacak çocuk gibiyim. beni neyin beklediğini bilmiyorum, sınıf arkadaşlarımı tanımıyorum, dersleri görmemişim, doğru okula, doğru bölüme başladığımdan bile emin değilim.
allahım kafam karman çorman...

22 Şubat 2011 Salı

gelin hiç olmasın...

Ne zaman birinden hoşlansam ya da aşık olsam, işin heyecanı ile kontrolü kaybedip hayallere dalabiliyorum. birlikte ne kadar mutlu olurduk kimbilir vs ile başlıyorum ve birden evlenme ihtimali çıkıyor ortaya. işte o anda koca bir yumru gelip düğümleniyor boğazıma. iyi de kimden isteyecekler ki beni diye düşünüyorum. kimseyi yüreğim kabul etmiyor, o heyecan birden keder olarak çöküyor üstüme. anında evlenmekten vazgeçiyorum. istemesin kimse beni diyorum. olmasın düğün müğün... beni babam vermedikten sonra kimse vermesin, ondan istemedikten sonra kimseden istemesinler... onunla dans edemedikten sonra kimseyle dansetmeyeyim... gelinin babası olmadıktan sonra gelin hiç olmasın...
hemen kovalıyorum hayalleri, gerçekle kol kola devam ediyorum hayatıma...

21 Şubat 2011 Pazartesi

21 Mart

Bugün şirketle görüşmeye gittim. bir değişiklik olmazsa 21 Martta işbaşı yapıcam. eğer geç derlerse 14 Mart'a da çekebilirim ama önceki hafta zaten kayakta olacağımdan kendime gelmek için 1 hafta iyi olur gibime geliyor. Ufaktan buradaki işlerimi de temizlemem gerekiyor. gerçi 1-2 ay buraya destek olmam gerekecek gibi görünüyor ama no problem.
bu arada hazırlamam gereken bilimum dökuman var gene. sağlık raporu, adli sicil kağıdı vs. kolay gelsin bana ne diyim:)

Kayak kim ben kim...

Pazar günü kartalkaya planı vardı yine. cengaverlik yapıp cts akşamı taksime gidip gece 1 gibi anca yattım. sonra 4'de uyanmak çok hoş oldu tabi. ama yolda uyuyarak arayı kapama moduna geçtim hemen.
kayak kabusu sabah otele varınca başladı. aslında otele varmak yanlış cümle çünkü günübirlikçiler otele değil köşede terk edilmiş bir kabine gidiyor. kabine bir girdik, aman allahım iğne atsan yere düşmez. duyan gelmiş:(  kayak malzemesini alabilmek için kabus gibi bir sıra bekledik. nihayetinde kiralayıp gökyüzünü görebildiğimizde saat 9:30'u geçmişti.
Önce basit pistlerle başlayalım dedik. hava hafif kar yağışlı ve hafif sisli. telesiyejlerle çıktık yukarı. bu arada habire bişeylere gülüyoruz. gene her adımımız bir olay. 1-2 tur orda sakin sakin kaydık. ben hafif bir cesaret iniyorum ama zaten pist zor değil, ama yavaşlamakta zorlanıyorum bir yandan da. o yüzden çok hızlanmıyorum. sanırım 2. turdaydı, belki daha sonra da olabilir, ben kendime gelen güvenle düşen bir kızı yerden kaldırdım, sonra sakin sakin inerken boardlu bir çocuk birden bana doğru kaydı ve benim o anda gördüğüm yenage şey havaya kalkan board tahtası oldu. allahtan çocuk son anda kaldırmayı akıl etmiş çünkü boardun altı ile omzuma geçmesi bir oldu. tabi adam üzerime çıkınca ben aynen yere yapıştım. ufak bir yuvarlanma durumu oldu. inleyerekten kalktım yerden. allahtan kalıcı hasar yok. çocuk son dakika kaldırarak boardu kırık ihtimalini kaldırdı allahtan.
neyse indim ben aşağıya kaymaya devam ettik. sonra hadi dedik gezi pistine gidelim. ona da liftlerle çıkılıyor, aynı liftten 3 piste gidiliyor. biri kolay olan gezi pisti, diğer ikisi siyah pist. baktık, gezi pisti açık görünüyor, çıktık yukarıya. yukarıda pistin girişine bir girdik ki pist kapali. kalakaldık orda. mecburen siyah pist olan yılmaz demire girdik. aylin bir tereddüt ettim, dedim ki "yürü kızım yaa, ....'nın davası olmaz":)))) biz yavaş yavaş kaymaya başladık. siyah olan bölgeye gelmişiz, ben yavaş yavaş geniş S çizmeye çalışarak iniyorum. ebruya "burası çok zor diilmiş" bile dedim. derken o yokuş uzadıkça uzadı ve birden benim moral bozuldu. 2 kere dengemi kaybedip düştüm. hani kötü düşmedim ama nedense çok demoralize oldum. aylin yavaş yavaş indi, aşağıda beni bekliyor. ben kaldım mı orda. aşağıya baktıkça gözüm daha çok korktu. neyse bir şekilde inmeyi başardım, sonra yukarı bakıp "lan ben burayı nasıl indim" diye bir panikledim sormayın. sanki dizimin bağları çözüldü. sonra da bir daha toparlayamadım. moralim nasıl bozulmuşsa artık en basit yerlerde bile bir korkak, temkinli kaydım ki en sonunda kızlar isyan etti. çıktık bir kafeye bana şarap içirdiler biraz gevşeyeyim diye. yine de bana mısın demedi. saat 4 olmadan pes edip döndük otele.
bulgaristan öncesi çok moral bozucu oldu benim için ne yalan diyim. yorgunluktan mıdır yoksa psikolojik midir nedir bilmiyorum ama derin dalışı öncesi stresli moduma girmiş gibi hissediyorum kendimi. bu bulgaristan olayı beni harbi korkutuyor yaa:(((

18 Şubat 2011 Cuma

Teklif var, ısrar yok

Bilmem kaç aylık arayış, görüşme vs sonucunda müstakbel işverenimle prensipte anlaştık. Tekliflerini yaptılar, ben de ok dedim. şimdi imzaları atarak işi resmiyete bindirme kısmı kaldı. imzaları da atınca ne olduğunu bilahare söylerim.
adamlar işi biraz ağırdan aldığı için uzun sürüyor. haftaya dedikleri herşey en erken 2 haftaya oluyor. ama büyük bir şirket olduğu için normaldir diyorum. karar alma mekanizması yavaş işler böyle yerlerde...
heyecanlı mıyım? evet.
stresli miyim? evet.
korkuyor muyum? evet, hem de nasıl!
yeni bir iş, yeni ortam, yeni insanlar... öğrenme ve alışma süreci... anlama ve anlatma süreci...
heyecanlı olduğu kadar yorucu...
allahım herkes yeni, herşey yeni... hani 1 allahın kulunu tanımıyorum orada. merkez alacağım kimse yok.
yok yok, korkacak, çekinecek bişey yok... öcü değiller nihayetinde, ben de 40ına merdiven dayamış biri olarak, çocukça tepkiler yaratmayayım değil mi...

17 Şubat 2011 Perşembe

kaçsan kaçamazsın

etrafımda arkadaşlarımın anne ve babaları birer ikişer rahatsızlanmaya başladı. onları duydukça moralim bozuluyor. aslında gayet normal. biz olduk neredeyse 40, haliyle ebeveynler de yaşlanıyor. ama işte insan konduramıyor.
şimdi annesi hasta olan 2-3 arkadaşım var, onların üzüntülerini ve ellerinden birşey gelmemesini, ya da birşeyler yapmak için çırpınmalarını gördükçe içim kanıyor resmen. içinde oldukları çaresizliği ve kaçışı olmayan sonu gördükçe ben de onları koruyamayacak olmanın verdiği çaresizliği yaşıyorum. acım depreşiyor ama daha çok aynı acıyı sevdiklerimin de yaşayacak olmasına üzülüyorum. hiçbiri kendilerini bekleyen acının farkında değil, sadece tahmin ediyorlar ve o kadarı ile bile korkuyorlar. onu bile konduramıyorlar... belki bugün belki 30 yıl sonra... çaresizce o günün gelmesini bekliyorlar...
İnkar edersek gelmez mi o gün... gelmesine gelir ama inkar ettikçe ötelersin acıyı... işte ben inkarın ötesini görüyorum. görüyorum ve içim sızlıyor...

dolmuşta bari sus kardeşim....

İllet oluyorum şu dolmuşlarda cep telefonu ile özel hayatını konuşan insanlara. olay tabi sadece dolmuşla sınırlı değil ama otobüs çok kullanmadığım için bana dolmuştakiler batıyor genelde.
hiç çekinmeden kocası ne demiş, sevgilisi ne demiş, psikiyatristi ne demiş, şakır şakır anlatıyor insanlar. üstelik bütün dolmuş mecburen dinliyor. sabah salağın tekinin "gülseren"e sevgilisi ile "aşk tesadüfleri sever" filmine gittiğini, film çok duygusal olduğu için de ayrılma isteğini dile getiremediğini dinledik. aslında gereken ipuçlarını vermiş arkadaş ama oğlan ısrarla anlamıyor veya anlamazdan geliyormuş. halbuki kelimeleri kullanmadan kendiliğinden kopsun istiyormuş bizimki.
evet sabah bunları dinledim. tabi ben erken indim, diğer yolcular olayın devamını da dinlemiştir muhtemelen...

16 Şubat 2011 Çarşamba

vize çilesi

Bu sabah  şu salak bulgaristan vizesi için düştüm yollara. şansıma köprü açıktı, randevudan 40 dakika kadar önce vardım hedefe. ancak kapı bir kalabalık, insanların adını okuyup alıyorlar vs. dedim nasılsa daha 40 dakika var, dikilmektense gidip kahvaltı yapayım. gittim orda bir kara fırın vardı, oturdum çay içtim. 10 dakika kala tekrar gittim. bu sefer randevum vardı deyince beni de içeri aldılar. içeri dediğim ilk kapının ardında başka bir sıra! üstelik orası da açık alan gibi bişey. bu soğukta bizi orada 45 dakika kadar beklettiler. güya randevulu çalışıyor dangozlar ama randevu falan hak getire. o soğukta tir tir bekliyorsun. neyse nihayet girdik içeri, verdik belgeleri. haftaya sonuçlanacak bakalım menfi mi müspet mi...
red ederlerse gıdım üzülmem de o kadar belge hazırladım ona yanarım valla.
zaten şu salaklar bir şengene geçseler... hayatta vize alıp gitmem bir daha...
kıl adamlar.

sinirlendim gene

benim asla sonlanmayan bir görevim var, habire ablamlara gitmek. haftada bir gitmek farz, daha sık ise sünnet! hani kazara süreyi uzatmam felakete yol açıyor. aradan 2-3 gün geçtikten sonra "bize gelsene"ler başlıyor. işim var vs diye savsaklamalarım bir yere kadar işliyor. bazen işimin olması da çözüm getirmiyor. soru sonsuz bir döngü içinde tekrarlanıp duruyor. görevim çünkü o benim!
halbuki karşıya geçmek benim için bir eziyet. kalk, koştur koştur deniz otobüsü yakala, ordan seni alsınlar, sabahın köründe kalk, koştur koştur tekrar deniz otobüsüne. ya da erkenden git orada bekle... hayır onlara da eziyet, al bırak. ama yok, o eziyet mutlaka çekilmeli. hele de ben bekar olan kardeşim ya, mutlaka sürekli gidilmeli, kalınmalı... çünkü benim başkasına karşı sorumluluğum yok, benim düzenim yok!
böyle görev gibi gittiğim zaman sinir oluyorum resmen. 5 dakikada evime gitmek varken saatlerimi yolda geçiriyorum...
gerçi buna da şükür... mesela son 1 senedir falan şiddetli tepkilerimden sonra gitmek istemediğim zaman ısrar etme faslı sona erdi. eskiden bir de ısrar üstüne ısrar beni iyice deli ediyorlardı. şimdi gelmiycem dediğim zaman en azından o gün için ısrar etmiyorlar ama bir sonraki gün aynı senaryonun tekrarlanmasına engel teşkil etmiyor bu... hele de dedim ya ara açılmışsa.
mesela şimdi geçen haftasonu görüşemedik. 3 gündür tepemdeler, gel de gel. bugün eli mahkum gidiyoruz. bu soğukta hem de... nasıl üşeniyorum anlatamam...

15 Şubat 2011 Salı

Özgürlük...

az önce, ani bir kararla facebookda oynadığım 2 psikopat oyunu -farmville ve treasure isle- sildim ve blokladım. onlara harcadığım zaman ve emeği başka bişeye harcasam şimdiye profesör olmuştum resmen. hayatımı kararttılar resmen. neyse kurtuldum, mutluyum umutluyum:))))

14 Şubat 2011 Pazartesi

Komik şeyler

Sabah geldim masamda bir buket çiçek. allah allah. Ofis arkadaşım dedi ki "bir bey bırakıp gitti, acelesi varmış". allah allah, bana kim niye çiçek getirir? baktım çiçeğin üzerinde kart falan da yok. "ee nasıl biriydi?" böyle esmer, WW'e bindi gitti, karşıda çalışıyormuş, acelesi varmış. allah allah, esmer... neyse oturdum masaya, bir çiçeğe bakıyorum bir havaya. derken "iyi de seni nerden tanıdı da bıraktı?" dedim. bir dakika diyerek içeri gidince bende jeton düştü. daha fazla kıvıramadı garibim. meğer bizimkiler almış çiçeği. ne alak derken "haaa sevgililer günüüü" dedim. onlar da "sevgili çalışanımız" hediyesi dediler. güldüm sabah sabah. gizemli esmer, ww arabalı hayranım da ahe çıktı:)))))

13 Şubat 2011 Pazar

Şimdi detaylar

Cuma akşamı geldi Selim'cim. Akşam uzatmadan uyuduk.
Cumartesi günün planı önce büyükada ardından ekşisözlüğün yaşgünü partisi. koğuş kalk 8:40. 9 gibi evden çıkıp doğru bostancıdaki motor iskelesine. gidip adada kahvaltı yapalım, keyfini çıkaralım modundayız. tabi adaya varana kadar 10:30 olunca tırmaladık resmen.
sonra hayatımızın hatasını yapıp mado'ya oturduk. ya bu mado neden bu kadar bozdu? giderek daha dayanılmaz oluyorlar. önce sütlü tatlıları rezil oldu şimdi de börekleri. kahvaltı ise vasat altıydı. üstelik beğenmeyip gönderdiğimiz böreğin parasını da utanmadan almışlar. herneyse uzatmadan kahvaltımızı yiyip ayrıldık ordan. önce biraz dolandık etrafta sonra atladık bir faytona çıktık ada turuna. ada kararı verdiğimizde "aya yorgiye çıkmam" demiştim. o tepe öldürüyor beni. ancak oraya gelince de adaya kadar gelinip de çıkılmaz mı diyerek selim'i de sürükledim tepeye. tabi çıkmamız biraz zaman aldı, fazlasıyla da efor. ama çıktık, tepede çayımızı içip döndük. biraz daha oyalanıp dönüş yoluna geçtik.
kabataş motoru iptal olduğundan mecburen bostancıya gidip ordan dolmuş bindik. biran önce taksime varıp parti öncesi kokoreç yeme hayalindeyiz. taksime vardık ama nasıl açız. hedefe kitlenmiş bir şekilde şampiyona uçtuk resmen. daha doğrusu ben uçtum selim peşimden geldi:) neler yediğimizi söylemeye gerek yok ama kalktığımızda patlamak üzereydik. ardından daha sakin bir tempoyla hiltona yöneldik.
ekşisözlüğün yaşgünüsüymüş 15'i. cts partisine yazarlar davetli. ben de +1 kontenjanındayım. yanlış kapıdan girmişiz, convention centera gelirken baktık kimse yok, allah allah abartmışlar herhalde derken birden yanlış açıdan yaklaştığımızı farkettik. kapıda bir kuyruk var ki aman allahım. lannn ben bunu beklemem diye düşünürken yazarlara gönderilen şifrelere göre önden girme şansımız olduğunu öğrenip süzülüverdik içeri.
gece için söyleyebileceğim organizasyon güzel ama program zayıftı. adamlar her detayı düşünmüş. içeri girmekte zorlananlar hariç. fiat standından parmak güreşi yapıp araba şeklinde mouse kazandım:) ünlü'nün konseri vardı, resmen kaçtık. sonra bedük bekledik ama zaten yorgunuz bayağı zorlandık. derken bedük çıktı. selim çok keyifli ama bana çok hitap etmedi. belim de ağrımaya başlayınca 12 gibi pes ettim ben. ufak bir kızılkayalar yapıp eve geldik ama nasıl geldim, nasıl uyudum bilmiyorum.
pazar günü cts kahvaltısını affettirmek için beylerbeyine gittik. orda villa bosforus kahvaltısına ve manzarasına hastayım ben. keyifli keyifli kahvaltımızı yapıp "oh"larımızı çektik... taa ki....
taa ki ben etrafta sigara kokusu alana kadar. bir baktım her masa tüttürüyor. leeyyynn oldum hemen ve anında cazladım. garsonlara dedim ne iş. derken 1 masa hariç diğerleri söndürdü. o masa ısrarla devam etti. garson da uyarmıyor. 3. uyarımda garson gidip söyledi. önce söndürdüler, biraz sonra yeniden yaktılar. ben iyice sinirlendim. hem mekana hem adamlara. bu sefer adamların fotosunu çektim. adamlar dediğim 2 adam 4 kokoş kadın. fotolarını çektiğimi görünce bir huzursuz oldular. neyse bizim kalkma vakti geldi. hesabı aldık, gidip adamlara laf edecektim ama anlamazlar diye vazgeçtim. yine de giderken mekan yetkilisine bayağı bir laf ettim. çok severek geliyordum ama adamlara izin verdiniz, çok hayal kırıklığına uğradım vs. orası güya sigara içilen bölgeymiş ama kapalı alan, nasıl sigara içilebilir. dedim ki fotoğraflarını çektim, şikayet etsem sizin başınız ağrır, sırf burayı sevdiğim için bu seferlik etmiycem. neyse adam özür diledi vs çıktık.
tam ben arabaya bindim gidicem, masadaki adamlardan biri koşarak geldi. neden sorun çıkarmışım, huzur kaçırmışım falan. adam bir de üste çıkmaya çalışıyor. adama kapalı mekan dedim. anlamıyor hala. sonunda bana bir de "sabit fikirli" falan deyince "tamam kardeşim, size laf anlatamam" diyerek ayrıldım ordan.
ama adamın öyle titreyerek gelmesi kopardı beni. kendi saygısızlığı değil de beni suçluyor salak. ben de adamların huzurunu da kaçırmış olmanın verdiği keyifle noktaladım olayı.
bir de öğleden sonra sahilyolu hadisesi var ama onu anlatamıycam şimdi. yoruldum. ama sonuç olarak bir senelik deşarjımı oldum:))))
selim 4:30 gitti:( ben yorgun yığıldım. birazdan da sızıcam işte...

12 Şubat 2011 Cumartesi

Buyukada

Selimcim geldi bugun. Buyukada gezisindeyiz. O tepeyi de ciktim ya:))
Bu e-posta, Turkcell BlackBerry ile gönderilmiştir.

9 Şubat 2011 Çarşamba

maymun eve gelince.

3 gündür maymunum bende. iş çıkışı uçarak eve dönüyorum. pazartesi akşamı birlikte tv izledik ve 1 el maç yaptık, dün akşam birlikte meydana gidip yemek yiyip mağaza gezdik. tabi gezilen mağazalar genelde spor mağazası, bir de D&R.
zibidi dün evdeki bütün çikolataları lüpletmiş. eve bir gittim, koca bir milka, 1 ince damak, küçük paket hoşbeşi yediği yetmezmiş gibi nutellanın da dibinde sadece 2 kaşık bırakmış. bir vızıldadım başında görmeniz lazım. insan teyzesine ayırmaz mı vs diye. gerçi aslında tasam o kadar çikolatayı yiyip hasta olması ve dahası ablamın "oğlana kilo aldırmışsın" diye bana kızma potansiyeli. tabi bir de dengesiz beslenme. adam 3 gündür makarna, tost, lahmacun, çikolata vs formatında iğrenç besleniyor. 1 saat ütüledim kafasını. ablam da "kime çekmiş" dedi:))) babam da bana söylerdi "kızım evde var diye bitmesi gerekmiyor". ama orda durunca beni rahatsız ediyor derdim de anlamazlardı:))) al işte şimdi bir tane de benim başımda:P

7 Şubat 2011 Pazartesi

Uyudum

Koca haftasonu ne yaptın diye sorarsanız: uyudum.
Cuma akşamı ablamlarla Ege'yi "alaaddin on ice" a götürdük. eğlenceli olmakla beraber aslında 5-6 yaş grubunu hedefleyen bir gösteri imiş. en son gerzek gerzek "şükran, bolluk, bol kısmet" diye şarkı söylüyorduk. Halimiz çok acıklıydı, kendimize bakıp bakıp güldük.
Akşam eve gel, yat vs 1:30 falan oldu. Cumartesi kalkış 12:)))) ardından kendimi kitap okur hissettim ve akşam 7'ye kadar aralıksız okudum. bu arada kuaföre gittim ama orada da okudum.
7'de çıkıp beyoğluna gittim. ablamlar ve ergül'le melih'in "çello ve tango konserine" gittik. süperdi valla. çello'nun sesini zaten çok severim, bir de bandoneon ve piyano eşlik etti. bandoneon'un sesine hayran kaldım. hani yeni bir aşk edindim denebilir. resmen kendimden geçtim dinlerken. çok başarılıydı.
ardından nar pera'ya geçip saat 2 sularına kadar orada takıldık. Eve geliş 3 ancak kitabı bitiricem aşkıyla yatış 4.
pazar sabahı uyanış yine 12:) bu sefer hala kitap okuyasım olmasına rağmen gözleri dinlendirmek ayağına rotayı TV'ye çevirdim. sonra paso tv izledim. akşama doğru ablamlar geldi. onlarla "king's speech"i izledim. ben böyle hayran hayran colin'ciğimi izlerken enişte bayılmakla meşguldü. ben sevdim filmi. colin harbi süper oynamış. konu biraz sıkıcı gerçi ama ben hiç sıkılmadım.
sonra sanki tüm haftasonu o kadar saat uyuyan ben değilmişim gibi 11 dedi mi yattım!!! uyumaktan davul olmuş haldeyim şu anda:)))

4 Şubat 2011 Cuma

ölen mi kalan mı?

Etraf yıkılıyor. Defne Joy ölmüş. Duyunca ben de şaşırdım, genç olması, küçük bebeği olması açısından da üzüldüm. ama kıza karşı öyle aşırı bir sempatim olmadığı için çoğu insan kadar ahlanıp vahlanmadım ne yalan diyim. Onur'un ölümü beni çok daha fazla üzmüş/sarsmıştı mesela.
Ölüm haberini şöyle duydum "akşam kaldığı 1 arkadaşının evinde ölü bulundu". kız öldükten sonra nerde öldüğünün ne önemi var. ama öyle olmuyor işte. İlk aklıma gelen "allah kesin bu bir arkadaş geyiğinden ne tantanalar çıkar" oldu ama en azından kendi etrafımda buna meydan vermemek için kendime sakladım.
...
bugünse facebook ve twitter yıkılıyor. hıncal uluç'un yazmış olduğu bir yazı yüzünden. gene ne yumurtlamış diye baktım. yazıyı okurken belki de en baştan beri içimi buran şey su yüzüne çıktı.
Kızcağız ölmüş. kimin yanında, nerede öldüğü kimsenin üzerine vazife değil. ama ben de en çok eşine ve çocuğuna üzüldüm. neden mi? çünkü kayıplarının acısı yetmezmiş gibi bir de etraftan duyacakları saçma sapan yorumlarla uğraşmak zorunda kalacaklar. bilen bilmeyen rahat bırakmayacak ki acılarını doya doya yaşasınlar. sığınacak dal bulmak için baktıkları her yerde belki acıyan belki hor gören bakışlarla karşılaşacaklar.
kızcağız o gencecik yaşında ölmemiş olsa kimsenin ruhunun duymayacağı bir olay şimdi onu mezarında, geride kalanları ise her nefesinde rahatsız edecek, yeniden yeniden yaralayacak...
en basitine ise az önce şahit oldum. modern geçinen bir arkadaşım defne'nin eşi için "adam da midesizmiş, nasıl izin vermiş" dedi. hiç tanımadığı bir insan için bunu söyleyebildi... bir an ben de kendisinden tiksindim. tanımadığı, bilmediği insanlar için acısına saygı duymak yerine...
ne iğrenç insanlarız biz... kendi önyargılarımızla, kendi değer yargılarımızla insanları bir kalemde nasıl çizip silip atabiliyoruz. ve bunu nasıl fütursuzca ifşa edebiliyoruz...

SS modu devam

Dün mü önceki gün mü kendi kendime "allah allah sakinledim bu aralar sanırım, salaklık yapmıyorum" diye düşündüm. netekim bir süredir vukuatım olmamıştı.
Sonra dün öğlen kuaföre gittim. arabayı her zaman parkettiğim yolun karşısındaki sokağa diil de kuaförün otoparkına koydum. fön çekildi vs. çıktım kuaförden, yaklaşık yetmiş küsür saniye ışığın yeşile dönmesini bekledim. karşıya geçtim. sokakta birkaç metre ilerlemişken birden boş boş arabalara bakıp "salak selen" diyerek geri döndüm. tekrar yetmiş küsür saniye ışığın yeşile dönmesini bekledim. otoparka gidip arabayı alıp işe geldim...
me'sa is back:)))

Koç'um ben koç...

Ben koç burcuyum. hem de tipik. heyecanlı, sabırsız. hemen olsun istiyorum ne olacaksa. bişey mi alınacak, hemen alınsın, bir yere mi gidilecek, hemen gidilsin... beklemeye, sabretmeye tahammülüm yok... sevmiyorum. hemen olmazsa da tüm heyecanım kaçıyor, hevesim sönüveriyor.
gerçi o zaman daha iyi oluyor. bir serinkanlılık çöküyor üzerime, bir cool takılmaya başlıyorum. o yerinde duramayan insan gidiyor yerine "olsa da olur, olmasa da" moduna bürünmüş biri geliyor. sakin, kararlı. eğer gerçekten yapılması gereken birşeyse bir sabır çöküyor üzerime ben bile inanamıyorum. yapılacaklar listesine alıyorum o "şey"i ve uygun olacak zamanı bekliyorum. değilse boşveriyorum gitsin.
hemen olsaydı alacağım kadar tat alıyor muyum bilmem, çünkü işin heyecanı kaçmış oluyor. ama belki geç olunca da dah bir sağlam mı oluyor nedir...

2 Şubat 2011 Çarşamba

Bir eksiğim bu kalmıştı

Geçen hafta yarım kalan beynimle, düşünmeden bir tatil planına evet dedim ve hatta yine düşünmeden biletimi bile aldım. düşünmeden diyorum çünkü gerçekten külfet/nimet dengesi incelemesi vs yapmadım. sonuç, dönüşü olmayan bir yola girdik.
efenim plan martta 1 hafta bansko mudur nedir oraya gitmek. iyi tamam gidelim. biletler ucuz, otel pahalı değil ama otu püsürü derken maliyet giderek artıyor. en eziyeti ise vize. aptal bulgarlar sanki ülkelerinde gözümüz varmış gibi vize koymuş. evet, yeşile bile. belge olarak da annenizin nikahını getirin demişler. yok sgk belgesi, yok 2 nüsha (asıl olacak) seyahat sigortası, biyometrik resim her ne ise ondan, hesap cüzdanı, vize parası, uçak bileti, otel rezervasyonu, ayak kalıbı, diş filmi, akciğer sintigrafisi, iyi hal kağıdı:PpP... tamam son 4 kalemi ben uydurdum ama onları da isteseler şaşırmazdım. tüm bunları toplayıp bir de vize başvuru formu dolduracakmışız. tatile gidiyoz yaa hepi topu, vatandaşlık başvurusunda bulunmuyoruz yani.
valla şu vize eziyetini önden farketseydim hiç bulaşmazdım. zaten nedense böyle bir isteksiz isteksiz gidiyorum ama... neyse hadi bakalım...

E hadi ama...

Kendimi hoşlandığı çocuktan telefon bekleyen yeni yetme kızlar gibi hissediyorum. gözüm sürekli telefonda. ufak bir heyecan, ha aradı ha arayacak... ararsa ne söyleyecek...  bir yandan el altından kendimi sakinleştirmeye, düşünmemeye çalışıyorum diğer yandan aklım sürekli orada. saatler geçmek bilmiyor sanki. iş çok aslında, kaptır kendini işine, geçiversin zaman... yok. illa sayacam ben o dakikaları... kımıl kımıl yiyicem o beyni!

1 Şubat 2011 Salı

Polyanna

Dün akşam kendi kendime başıma gelen olumsuz şeylerin altında aslında olumlu noktalar olduğunu düşündüm. örneğin babamın ölümü. temiz bir ölümdü, yatalak olmadı, çekmedi vs. yani kötünün iyisi. aslında galiba şanslıyım ya da yukarıdaki beni gözetiyor vs gibi bir çıkarıma bile yaklaştım. derken jeton düştü. ulan salak adam ölmüş daha ne olsun. tam tersine gayet sağlıklı hala hayatta da olabilirdi... bunu farkedince yaptığım aslında polyannacılık olduğunu gördüm. o anda polyannanın ne kadar aptal olduğunu farkettim. salak. onun yaptığı da işte kendini avutmaktan başka bişey değil. daha kötüsü de olabilirdi. doğru olabilirdi, ama daha iyisi de olabilirdi.
ne salak bir karakter ve ruh haliyse işlemiş benliğimize. daha çocukluğumuzdan başlayarak yıkamış beynimizi. tamam olay mutsuz olmayı önlemek ama göz göre göre de gerizekalı olunmaz ki kardeşim... daha kötüsünü düşünüp kendini teselli etmek...
evet sıkıldım, hala kızgınım. daha kötüsünü düşünüp kendimi teselli etmek ve şükretmek istemiyorum. hiç olmamış olmalarını diliyorum...
hala kızgınım...