Sayfalar

27 Aralık 2012 Perşembe

5 yıl

az önce yatmaya hazırlanırken gözüm telefonun takvimine ilişti. sonra saate... baktım öylece. evet tam 5 yıl oldu. ankaradaki deprem... hep böyle anımsıyorum o geceyi. ankaradaki deprem evdeki depremin habercisi... ankaradaki deprem...
5 yıl... ne çabuk geçti zaman. acılara alıştık, yokluğunu öğrendik.
5 yıl... şaka gibi...
öyle güzel şeyler gelmişti ki aklıma bugün yazmak için, sonra hepsini unuttum. sadece güzel şeyler gelmiş olduğunu anımsıyorum. ama neydi unuttum.
5 yıl... dile kolay... dönüp bakınca göz açıp kapamış gibi... dün varsın, bugün yoksun...
...
huzur içinde yat babacım, ben iyiyim...
aklın bende kalmasın, ben iyiyim...
sadece seni çok özlüyorum... ama iyiyim...
huzur içinde yat bir taneciğim
canım babacım
ben iyiyim.

26 Aralık 2012 Çarşamba

kabus

Bu sabah gerçek bir kabusla uyandım uykumdan. yani bir kabus uyandırdı beni de denebilir. tabi bu şey bir nevi gürültüydü. önce ne olduğunu tam anlamadım. sonra ezan sesi olduğunu farkettim. ama adam o kadar kötü okuyordu ki ezan mı, sela mı yoksa biri ezan cümleleri ile çığlık çığlığa bağırıyor mu emin olamadım. o kadar kulak tırmalayıcı, o kadar rahatsız edici bir sesti ki anlatamam. adam "aaa"ları uzattıkça uzatıyor ve uzatırken nağme falan duygusundan uzak sadece bağırmış olmak için bağırıyordu resmen. anlamadım. ya müezzin sarhoştu, ya delinin biri minareyi ele geçirmişti. saate baktım 6:30. namaz vakitlerini de bilmem ki teyit edeyim gerçekten ezan mı... böyle şaşkınlıkla bitmesini bekledim.
bittikten sonra bile kulaklarımdan gitmedi adamın sesi. nasıl sarsılmışsam 1 saat uyuyamadım ardından.
yalnız bu yeni müezzin falansa işimiz yaş demektir. yeminle arar bulur diyanete şikayet ederim.
dinle azıcık alakam kaldı zaten, ondan bile soğutacak adam beni!

25 Aralık 2012 Salı

Sabah asabiyeti

Yaklaşık 1 ay kadar önce M&S'dan (ki çoğunuz kabe olarak bilir) çok sevimli bir etek aldım kendime. böyle grili lacivertli, ancak biraz mini.. yani tam benim vücuduma göre:PpP neyse bana ne yaa, çok sevimli ben bunu giyeceğim kriziyle aldım eteği. aynı krizin devamı olarak da 1 aydır kendime lacivert ayakkabı arıyorum. yok anasını satayım hiçbir yerde!!! en son 2 hafta önce Hande ile bir ayakkabıcıya gidip model seçip yaptırdık. hatta cumartesi gidip teslim aldım ayakkabıyı. bootie dedikleri tarzda, gayet şık birşey. arkadan fermuarlı, önde püskülü var falan. (cts ayakkabıyı alma maceralarımdan hiç bahsetmiyorum. sağolsunlar ayak ölçülerimi almalarına rağmen 1 numara büyük yapmışlar, palet formatındaydı. neyse)
bugün bir heves giydim eteği. allahım çok mini. 2-3 kere gidip geldim giysem mi giymesem mi diye, ancak o kadar azimliyim ki giymeye, her görüntüye rağmen yürü selen dedim kendime. sıra ayakkabı macerasına geldi. macera diyorum çünkü 15 dakika falan sürdü. önce sağ teki giydim. giyerken sorun yok pek. ayağı oturttuktan sonra fermuar sert ya, asıldım fermuara ve tataaam, elimde kaldı!! ben ucuna o bana bakıştık bir süre. olsun azimliyim, ittire kaktıra çektim yukarı. bu arada bir baktım parmağımın derisi yüzülmüş. la havle diyerek sol teke giriştim bu sefer. onun fermuarını daha dikkatli çekiyorum. ancak akibeti aynı. o da elimde kaldı. sol taraf daha zorlu olduğu için onu yukarı çekmeyi başaramadım bir türlü. bu arada terledim vs. en sonunda pes ettim. bu sefer fermuarları geri indirme cebelleşmesi başladı. o da kolay değilmiş. bir müddet de onunla cebelleştim. yarım çekilmiş haliyle ayakkabıyı çıkarmayı başardım.
sonra da gidip yeniden kıyafet değiştirme krizine girdim. dolap bana ben dolaba, öyle bakıştık bir süre ve en sonunda gerçek anlamda pes ettim ve elime geçen bir şeyi takıp çıktım sırtıma.
şu anda resmen harpten çıkmış gibi hissediyorum kendimi. yorulmuş olmasam asabi olabilirdim resmen. cumartesi ayakkabıyı götürüp adamların kafasına atmayı planlıyorum:)
höf!

20 Aralık 2012 Perşembe

Macera dolu İstanbul

Salı günü bir telefon geldi ismini şimdi zikretmeyeceğim bir şirketten. Bir pozisyon için görüşmek isterlermiş. Hay hay dedim ben de. ne zaman olsun? perşembe uygundur. ben size detayları maille göndericem dedi çocuk ve kapattık. aynı akşam 6'yı geçe mail geldi. 10:30'a randevu koymuşlar. tamam diye düşündüm ama mail geç geldiğinden adrese neyin bakmadım. mailden 45 dk kadar sonra tlf geldi, ok midir diye. tabi tabi sorun yok dedim. bir yandan da adamların profesyonelliğine hayran oldum.
neyse dün ofise geldim. gönderdikleri bilgilerden toplantı yerine bakıcam. maslak vs olsa gerek diye düşünüyorum. sabah kuaföre uğrar giderim rahat rahat vs. derken krokiyi açtım, ana baktım tem üzerinde nispeten uzak bir yer gibi. hmm olmadı ablamlarda kalır ordan giderim diye düşündüm. sonra krokiyi biraz daha inceleyince ablamlardan daha bile uzakta, tekirdağdan sonra:P olduğunu gördüm. olayın şoku ile planı revize edip akşamdan ablamlara gitmeye karar verdim ve netekim de oyle yaptım.
Bugün hava kar karışık yağışlı veriyor istanbul için. sabah da aynen öyle bir havaya uyandık. neyse ben 9:35-40 sularında çıktım ablamlardan, tıngır mıngır gidiyorum. şaka değil gerçekten tıngır mıngır gidiyorum çünkü hava kadar yollar da berbat! hele bir yerde feci tıkandı, 2 farklı noktada durup telefondan haritaya baktım vs derken 5 dk rötarlı olarak ulaştım şirkete. tabi arabayla ulaştım ama içeri girmek kısmı var asıl zor olan. ana girişe yanaştım arabayla, güvenlik görevlisi dedi ki "hanfendi misafir otoparkına lutfen" dedim "valla çok isterdim ama ayağımda topuklu var, gidersem gelemem, siz parkeder misiniz?" yüzsüzlük bazen çok işe yarıyor. çocuk aldı parketti arabayı. sonra binaya kadar olan bir 50 mt falan yol var. tuzladık dediler. ben de çok yüzsüzlük etmiyim diye milim milim yürürken baktım çocuk koştu geldi, girdim koluna, sefil sefil yürüdüm binaya:)
aynı çocuk dönüşte de bekliyordu beni kapıda. yine koluna girerek arabaya kadar gittim bu sefer:)
görüşmeler benim açımdan çok güzel geçti ama karşı taraf ne düşünür bilmem. adamların yaklaşımı ve profesyonelliğine aşık oldum. umarım olumlu sonuçlanır.
ay bir de işin dönüş kısmı var, arabanın tekeri hafif kabak olunca tırsa tırsa 2 saatte döndüm o yolu. 2 saat bence gene müthiş bir süre. bugün istanbulda ortalama seyahat süresi 3-4 saatten açar kontağı.
böyleyken böyle işte.


18 Aralık 2012 Salı

sevindi gariban

Sevindirik oldum ben:))))
ne zamandır bilgisayarım can çekişiyor. artık 5 yaşını doldurdu. gerçi içindeki vistadan nefret edip kaçak 7 yükletmesem ve o da yakalanıp ağırlaştırmasa gayet iyi çalışacak ve işimi görecek ama öyle olmuyor işte. kanırta kanırta bir hal oldu son 1-2 aydır. hayır oyunlarımı rahat oynayamıyorum:P
bir süredir laptop avındayım. ordan burdan ama sürekli internetten bakıyorum. illa lenovo diye tutturdum. alıştım bir kere 10 yıldan fazladır. neyse geçen ay güzel bir tane bulmuştum ucuza ama ben karar veresiye kaçtı. sonra amazonda dehşet ucuza buldum bir tane. ancak amerikadan gelecek birini bulamadım bu sefer de... aynı bilgisayara burda 2 katı para vermek de kanıma dokunuyor ne yalan söyliyim.
ancak pazar günü alet beni o kadar bunalttı ki "eeeeh!" diyerek ilk bulduğum bilgisayara atladım ve aldım. az önce geçti elime. bi sevdim ki kendisini daha ilk görüşte:)))
bu arada içinde windows8 yüklü... kaçak olayından dilim yandığı için programlı gelsin istedim özellikle. gelince bir heves açtım tabi aleti. ama o ne? karşımda garip bir sistem duruyor. start diye bişey yapmışlar ama bildiğin start olayı değil böyle köşelerden açıyon falan... çözmek için biraz uğraşmam gerekecek sanırım.
asıl komik yanını şimdi söyliycem. aletle biraz oynadıktan sonra kapatmaya karar verdim ama o ne? nerden kapanıyor lan bu alet? start tuşu olmadığı için ordan kapatamıyorum. haydaa oraya baktım yok, buraya baktım ı-ıh... en iyisi mi internetten araştırayım dedim. evet benim gibi zorluk çeken başkaları da olmuş. daha "how to turn off computer" yazarkenden "with windows8 diye kendiliğinde çıktı arama çubuğunda. meğer settings'e girmek gerekiyormuş. yuh yani, settingsden bilgisayar mı kapatılır...
neyse böyleyken böyle işte. ben şimdi gidip akşam yeni oyuncağımla oyniyim. çok heyecanlıyım. ehe!:)

12 Aralık 2012 Çarşamba

Tembelovski

Hayatımıza giren herkesin bir görevi vardır, bazıları görevini tamamlayıp çıkarlar...
İlk kez Çamay'dan duymuştum bu lafı. O zaman çok anlam verememiş hatta "aa ama benimkiler hep kalıcı olur" diye düşünmüştüm.
geçenlerde yeniden geldi bu söz aklıma... ne kadar haklı olduğunu o zaman anladım. genel anlamda yani. hayatımıza giren herkesin iyi yada kötü bir amacı bir görevi var. bazıları her daim etrafımızdayken bazıları dönemsel girip çıkıyorlar. bazıları zor zamanlarımızda yanımızda oluyorlar bazıları keyifli anlarımızda... O an o insanlar hiç gitmeyecek sanıyoruz yada biz hiç uzaklaşmıycaz. ama öyle olmuyor işte. Hayat devam ederken rüzgara akıntıya kapılıyoruz, hepimiz farklı bir yana dağılıyoruz işte.. diğer bir deyişle görevimizi tamamlayıp bir sonraki göreve doğru yelken açıyoruz.
allahım ne genel ne üstü kapalı yazdım di mi... ne yazacağımı benim de bilmememden kaynaklanıyor bu muhtemelen...
birkaç gün önce benim için çok anlamı olan bir dost geldi aklıma. ne zamandır düşünmemişim onu. görevini tamamlayınca usulca sıyrılmış hayatımdan. öyle usul usul yapmış ki bunu, yokluğunu daha az hissetmişim her adımında ve kabul etmişim gidişini.
eğer okuyorsan bir şekil, kadehimi sana kaldırıyorum tembelovski... her daim minnetle ve gülümseyerek anımsayacağım seni...

7 Aralık 2012 Cuma

Çareler tükenmez

Dün akşam uzun bir zamandır uğramadığım kuaförüme uğrayıp, lisedeki orman kaş hocamıza benzeyen kaşlarımı yeniden kadınsal formata döndürmek ve ellerime ayaklarıma hasret kaldıkları ilgiyi vermek istedim. hatta bu iş için biraz da erken fırladım işten. gittiğimde benimle ilgilenecek olan kızın biraz işi olduğundan hadi bari bir de fön çektireyim bu arada dedim. saçlar yıkandı, kurutmaya geçildi, iyi güzel. hatta kızın işi de bitti ve fakat tam o anda elektrikler kesilmesin mi? ben öyle ıslak saçla ve orman kaşla kaldım mı ortada.. sonra dedim ki, saçı boşverin ama bana kaş lazım. açtım telefonun fener ışığını, tuttum yüzüme "hadi bakalım" dedim. ciddi ciddi fener ışığında aldı kaşlarımı... tabi bir yandan o parlak ışık gözüme gözüme giriyo, ama güzellik uğruna katlanacaksın bacım dedim... biçimi yamuk olursa artık napalım diye gülerekten tamamladık işlemi. baktım elektriğin geleceği yok, atkıma sarınıp ıslak saçla döndüm eve. allahtan evde elektrik var da kurutabildim yani...

26 Kasım 2012 Pazartesi

Ankara kaçamağı

Cumartesi günü günübirlik bir Ankara kaçamağı yaptım. Amaç pisinin babyshower'ına katılmak. Muhtemelen uzun bir süre kendisini göremeyeceğim için kaçırılmaz bir fırsat:)
Bir önceki geceden Ankara soğuk uyarısı aldığımdan sıkı giyinme olayını biraz abartmış, lahana formatında gitmişim. ama iyi oldu üşümedim.
Önce sevgili kölem selim beni karşılayıp Muti'ye götürdü. ama yolda kafes'de durmayı ihmal etmedik. Tabi Kafes'e girince benim gözüm döndü. Kıtlıktan çıkmış gibi "ondan da bundan da" yapınca koca tepsiyle oturduk masaya. allahım o ne güzel muffindı öyle. resmen parmaklarımı yedim. Neyse töhmelemeye 1 kala durmayı başardım. Ardından Muti... tabi garibanımın en yoğun gününü denk getirmem ayrı bir mesele oldu. bir yandan bavul hazırlayacak diğer yandan eve gelen giden vs... kızcağız beni neresine gördü emin değilim.
sonra da saat 2 gibi baby shower. Kapıdan içeri bir girdim, herkes şıkır şıkır. Özge danası bana haber vermediği için ben kotlu!!! evi bir süslemişler, çenem düştü resmen. ilk gelen misafir ben olduğum için diğerlerini karşılama şansım da oldu, yalnız her gelenle benim moral biraz daha yerde. çünkü herkes şıkır şıkır gelmiş, bir ben evin beslemesi modunda. özge'yi bir kaşık suda boğsam yeridir. hayır haberim olsa Max Mara kıyafetimle altına jimmy choo'larımı giyip giderdim:PPP
neyse yavaş yavaş diğer misafirler geldi ve oyun faslına geçildi. İşin ucunda hediyeler olunca oyunlar da ayrı bir şamata geçti. ne oynadık inanın pek anımsamıyorum ama en çok eğlendiğim celebrity babies ve bebek malzemesi oldu. celebrity babies de özge bebe fotosu gösterdi biz de adını ve ana-babasını bilicez. tabi benim olayla hiç alakam yok. ben de başladım soytarmaya. yok özcan deniz - can, hayrinüsa gül - kadriye... bir yandan gülmekten yerlere yatıyorum bir yandan da yazdıklarımı güneş'e gösteriyorum. tabi güneş de koptu ve o da salllamaya başladı. bu arada özge kopya çekiyoruz diye sinir krizine girdi girecek. tabi nerden bilsin biz zırvalıyoruz:)))))
bebek malzemelerinde de alfabenin her harfiyle başlayan bir şey yazacaksın. önce bildiklerimi ciddi ciddi yazdım sonra başladım yine boşluk doldurmaya: N-naftalin, J-jeton, ve en yaratıcısı Ö: ömzük!!! Özge önce direk yazılanları sayınca "allah yutturduk" dedim ama sonra detaya inince o da koptu garibim:))
Akşama o kadar çok yemiş ve gülmüştüm ki resmen yorgunluktan bayılacaktım:) ama çok eğlendim valla:)
akşam nasıl eve geldim, kendimi yatağa attım bilemiyorum:)))

13 Kasım 2012 Salı

Provalar

2 haftadır hergün akademiye gidip bitirme oyunumuzun provalarını yapıyoruz. geçen perşembe açılış kareografisini çalıştık. 3 saat boyunca yerde ve dizlerimizin üzerinde süründük resmen. sonuç? dizlerim mor ve yara içinde:( şikayet ediyor muyum? hayır!
çok ilginç bir tecrübe. mesela dün bir yandan zigzaglar çizerek koşarken diğer yandan replik tekrar ediyorduk. (replik tekrar ediyoruz dediğime bakmayın. benim 3 satırım var hepi topu:) ayıp olmasın dediler:Pp) heyecanlıyken, yorgunken, nabzın hızlı atarken, kafan başka işle meşgulken aynı vurguyu vererek konuşmaya çalıştık.
Bambaşka bir dünya bu yaa, gerçekten şimdiye kadar yaşadıklarımdan çok farklı. teknik, disiplin, adanmışlık... bir de kendimi bırakabilsem:))

Bu arada geçtiğimiz haftasonu da yeni kursum başladı. İki kurs birbirinden çok farklı ama farkları görmek de tecrübe... burada bir de sanat tarihi, ses ve nefes eğitimi gibi dersler göreceğiz. şan dersini iple çekiyorum. zaten hocaya bayıldım. bu kadar mı sevimli sempatik bişey olur yani. gerçi benim gibi umutsuz bir vaka ile çok uğraşması gerekecek muhtemelen ama uğraşmaya gocunmayacak bir imaj bıraktı bende.
sanat tarihi hocasına da vurucu sorumu sorup kadını felce uğrattım. "mona lisa'yı bu kadar değerli kılan ne allah aşkına?" bunun üzerine bir ders ayırmaya söz verdi o da... öğrenicem bakalım neymiş bu kadar şaheser yapan onu:P

10 Kasım...

Bu yıl denk geldi 29 Ekim'de Ankara'daydım ve gönlümce 29 ekim'i kutlayabildim. Ancak 10 Kasım törenleri için aynı şey mümkün olamadı. Bizimkiler Ankara'ya gittiler Anıtkabir'e, kursum başladığı için gidemedim. Kadıköy Belediyesi insan zinciri oluşturdu, önceki gece ablamlarda kaldığım için gidemedim. ikisi de içimde o kadar kaldı ki...
Derken cts sabah ablamla şehre inerken (beni taksime bırakacak) 8:30 sularında dolmabahçe'nin önünden geçiyorduk ve kalabalığı gördüm. Biran gözlerim ışıldadı. (kaza kurşunu olduğumu öğrendiğim andan birkaç dakika sonrası). Hemen arabadan inip kalabalığa karıştım. 9:05'de saygı duruşunda bulundum, istiklal marşına eşlik ettim, Atatürk maskemi taktım:)
aslında kalabalık saraya girmiş ama ben meydan tarafında olduğumdan onu göremedim dolayısıyla ben de giremedim. çok isterdim atamın son nefesini verdiği odaya da gitmek ama farketmemişim. Neyse gene de bir törene katılmış olduğum için mutlu oldum...
demek ki gerçekten isteyince bişeyleri, evren sana yol gösteriyormuş...

Kaza kurşunu...

yazacak ne çok şey birikmiş... hepsini bir seferde anlatmak istemediğimden başlıklara bölmeye karar verdim. bu da ilki...
Cumartesi sabahı yani 10 Kasım sabahı ablamla şehre inerken (cehennemin dibinde yaşadıkları için bana şehre inmek şeklinde geliyor olay) muhabbet bir şekilde hayattaki en büyük travmalara geldi. ölüm, boşanma, aldatılma, taşınma... bir de kardeş doğumu varmış listede. ancak ablam bir kardeşi olmasını çok istediği için "seni kıskanmadım" dedi. ben de "zaten sen istedin diye doğmuşum sanırım" deyince ağzından "aslında sen kaza kurşunuymuşsun"u kaçırdı. 
Biran varlığımı sorguladım. Nerdeyse 40 yaşındayım (bunu da başka yerde söylemem bak) ve ben kaza kurşunu olduğumu öğrenince biran yıkıldım... tamam uzun sürmedi ama yine de bir gidip geldim karışık duygularda...
sonra devamını anlattı minnoş. annem daha hamile olduğunu öğrenmeden bir rüya görmüş. rüyasında hamile imiş ve bir kızı oluyormuş. Bunu babama söylemiş. bu arada bir dip not geçmek gerek: annemle bende kan uyuşmazlığı var. dolayısıyla ikinci çocuk riskli. hele o yıllarda.. dolayısıyla bizimkiler 2. çocuk yapmaya korkuyorlarmış ve istememişler. annemin bu rüyası üzerine babam "sen kız olacak diye istemiyorsun bu çocuğu. ben kızım olsa da istiyorum" deyince sonlandırmadan devam etmişler...
bu detayı duyunca da bu sefer "aslan babam" diye daldım olaya... "sonra bir de neden babamı daha çok seviyorsun diyorsun:)"
Babamın bir golü de ben doğduğumda gelmiş mesela. Halam kız olduğumu duyunca "neydem, kız!" demiş de babam halamı terslemiş:))))
sonuçta bir miktar sarsılsam da nerdeyse 40 yıldır burada olduğuma göre üzerinde durmak saçma olur sanırım... hayır bir de ortada hesap soracak kimse yok:PpP

30 Ekim 2012 Salı

bayram x 2

Bir bayramı daha geride bıraktık. aslında 2 bayram bıraktık. biri kurban bayramı diğeri cumhuriyet bayramı.
ne zamandır gidemiyordum bu sefer sürenin uzunluğunu da fırsat bilip koştum ankara'ya. gerçi çoğunluk şehir dışında ama kalan sağlar benimdir diyerekten gittim valla. iyi ki de gitmişim. o kadar keyifli geçti ki 5 gün anlamadım ne zaman gittim de ne zaman dönüş vakti geldi:(
bu sefer ankaraya varınca içimi bir sevgi kapladı. özlemişim lan şehri resmen. seviyorum ben ankarayı. hala seviyorum. içindekiler daha güzel yapıyor ama şehiri de seviyorum.
Çarşamba gider gitmez soluğu serkanda aldım. beyazlarımdan arındıktan sonra doğru kuzenlere. gece ablamlar da geldiler. perşembe onlarla dolandık biraz, paso aile muhabbeti yani. gayet keyifli idi. cuma da akşama kadar kuzenlerde takıldım sonra dido'ya. akşam orda kaldım, sohbet muhabbet süper. bir nevi de aydınlanma yaşadım sayelerinde, bilahare bahsederim. ama beni içinde bulunduğum karanlık dünyadan çıkaracaklar gibi görünüyor. neyse cts gecesi istikamet ise burak ve derya. onlarla da sohbet muhabbet. pazar öglen perihan hanım, akşama kadar da anilar vs...
bir baktım pts olmuş, kurban bayramı bitmiş. derken sabah 11 suları biber gazı yemeye eski meclisin önüne gittik ama biz varasıya gazı ve suyu sıkmışlardı, bana bişey kalmadı. onun yerine usluca yürümek düştü meclisten anıtkabire. allahım o ne kalabalıktı. tek başıma olmama rağmen kendimi hiiç yalnız hissetmedim. elimde bayrak salladım durdum.
anıtkabir de artık yürüyüş bittiği ve dikilme faslı başladığı ve ben yalnız olduğum için fazla oyalanmadım. bahçeliye uzadım. derken pisimle buluştuk ancak ben yorgunluktan ölmek üzereyim. 7 gibi ondan ayrılıp eve geldim, bi duş alıp kendime geldikten sonra kısa bir ziyaret için özlem ve saltuk'a uğradım.
gece saat 1 otobüsü ile de istanbula döndüm.
5 günü bu kadar kısa özetledim diye böyle yalap şaplak geçti sanmayın, sadece uzun uzun yazacak takaatim yok şu anda:)))
ama çok güzel geçti be yav...

23 Ekim 2012 Salı

Karar zamanı

Yeni bir kurs buldum gibi. kasım ortasında başlayacaklarmış. cts pazar günleri 10:30 - 16:30 arası.
başka bir okula gitme konusunda kendimi biraz huzursuz hissediyorum ama sonuçta eğer buradaki kurs bitecekse yapacak bişey yok değil mi?... keşke akademi de devam edebilsem.
yeni bir oyun başlatıyorlar. vardiya oyuncuları olarak. altan hocadan provalara katılmak için izin aldım ama provalar hafta içi mesai saatinde:( ulan tam da işe başlayacak zamanı buldum ha:(
yaaa ühühühüühühüh...
piyango aldım az önce. bana çok para çıksın ki geçim derdi olmadan şu işe devam edebileyim:)
öğrencilik ne güzelmiş yaa, ekmek elden su gölden yaşıyorsun, anan baban bakıyor sana, sen istediğini yapıyorsun... aaah ah!

22 Ekim 2012 Pazartesi

şimdi nolcek?

Az önce sonuçlar açıklandı. 61 ortalama ile bitirmişim. sınıfın en yüksek notu. ama diğer sınıflarda 2 tane 75 varmış...
aslında bu civarlarda bir not bekliyordum. 64-65 olsa diyordum, 61 olmuş... ilk duyduğumda sevindim ama aslında daha iyi olmalı... daha iyi olması için ne yapmalıyım şimdi bu bulmam gerekiyor. acaba şu craft'a yazılmayarak hata mı yaptım:(
neyse bulucam bişeyler devam etmek için. ilerletmem lazım bu olayı. bir yol gösterici bulmam lazım:)
şu oyun provalarında hocaları biraz sıkıştırayım bakayım ne yapabilirim:)

akşam olsana!!!

Hay Allahım yaa, yeminle heyecandan kafayı yiycem.
Cuma günü kursumuzun bitirme sınavı vardı. Aslına bakarsanız bizimki sertifika programı olmadığı için sınav falan olmayacaktık ama biz halimizi görelim diye cazlayınca peki dediler ve bizi de sınava aldılar. 2 hafta boyunca tirat ve şiir çalıştım gergin bir biçimde. tabi bu arada evdekileri ne derece baydığım konusuna hiç değinmiyorum. Gariplerim akşamları oturup benim ultra tiratlarımı ve şiirimi dinlediler:))
neyse cuma geldi çattı, gittik erkenden okula. bir heyecan bir heyecan sormayın. hatta sınava girmeden önce gidip likör falan aldık kendimize. isim sırasına göre girilecekmiş, ben 5. girdim. benden önce fatih girdi, ben kapıda beklerken garip bir sakinlik çöktü üzerime. dedim selen hadi bakalım.
girdim sınıftan içeri. hoşgeldin beş gittin. hangisiyle başlayacaksın dediler. dedim fidelia. başladım oynamaya. birara baktım resmen ellerim titriyor. hani gerçek anlamda titriyor ancak heyecan gösteren tek yer ellerim. gözardı etmeye çalışıp devam ettim. bir yerde repliğimi karıştırdım ama devam selen dedim, durmak yok.
ilk tiradı yarım kestiler ama herkesinkini kesiyorlarmış. sonra şiire geçtim. arda'dan aldığım tüyo eşliğinde arada seyircinin yüzüne de baktım. seyirci dediğim de vahide hoca ve diğerleri. ama o anda onlar benim için vahide hoca ve diğerleri değildi. onlar kimse değildi, kimliklerinden sıyrılmış beden olarak gördüm onları. neyse şiirimi okudum, ardından serbest tiradımı yaptım. şiiri ve son tiradı kesmediler. onları koşturarak bitirdim.
birçok yorum yaptılar. normalde sesin güçlü, neden daha alçak konuşuyorsun dedi vahide hoca. dedim o kadar çok espri konusu oluyor ki baskılamaya çalışıyorum. sonra dadıyı seçmekle aslında hata ettim, yaşlı kadın falan dedim. yok sen yaparsın sende o enerji var dedi ersin hoca. diksiyon hocası "hem, annem ve lazım" kelimelerini yanlış söylediğimi söyledi. farkındayım ama heyecandan işte:)
neden koştun dediler dedim yine heyecandan.
sonra vahide hoca bana birkaç yorum yaptı, ağzı açık baktım kadına. sen gerçekten istiyor musun dedi. istediğini ben görüyorum ama sen istiyor musun. dedim istiyorum ama yeteneğim var mı bilmiyorum. önce istemek dedi o da. bu konuda biraz konuştuk. sonra bana "sen aslında çekingen bir yapıya sahipsin ve enerjinle bunu kapatmaya çalışıyorsun" dedi. ben orda kalakaldım. kadın beni hepi topu 3-5 dakika gördü ve bir cümlede özetledi. düşüp bayılacağıdım resmen:)
neden kısa programa geldin diye sordu, o denk geldi dedim. aslında diğerine de tekrar gelsem mi diye sordum ama pek tavsiye etmediler dedim. araştırıyorum ben yeni kursları, soğutmak istemiyorum dedim. hatta sizin belki ileri derece bir kurs açacağınızı söylediler, ona alırsanız ona da gelmek istiyorum dedim. bütün workshoplara geleceğim dedim. dedim de dedim. ne çok dedim yaaa:P
 neyse sonuç olarak sende o enerji, ışık var dediler. bir de kimsenin istediğin şeyleri yapmana engel olmasına izin verme vs dediler. vahide hoca'ya bunları sizden duydum ya çok mutlu oldum diyerek hoplaya zıplaya çıktım sınıftan.
tabi ben öyle kendi kendime çok sevindirik çıktım ama belki de tamamen yanlış yorumladım söylediklerini. yada kızı gaza getirelim yazık morali bozulmasın demiş de olabilirler:)
henüz notlar açıklanmadı. bugün öğleden sonra açıklanacakmış. 50 baraj notu. bakalım geçebilecek miyim:)
heyecandan patlayacağım. haftasonu kolay geçti ama şu gün geçemiyor bir türlü... akşam olsana be!!!

16 Ekim 2012 Salı

Zurna zırt diyecek

Bu cuma sınavım var. 2 haftadır onunla yatıp kalkıyorum. Bir tane zorunlu tirat, bir tane serbest tirat ve bir de şiir dramatize edecekmişiz sınavda. hadi zorunlu olanı onlar veriyor da serbest olanları nerden bulayım krizini bir şekilde atlattıktan sonra tirat ve şiirle yatıp kalkmaya başladım 2 haftadır.
zorunlu tirat ariel dorfman'ın "dullar" oyunundan fidelia. allahım zorunlu değil de zor olsun diye seçmişler sanırım. ezberleyene kadar resmen anam ağladı. tabi ezber işin kolay kısmı. asıl zor olan onu oynamak:( henüz beceremedim, karar veremedim nasıl yapacağıma:(
sonra geldi serbest tirat sancısı... o mu bu mu derken romeo ve juliet'teki "dadı" da karar kıldım. önce oyunu oku, sancılar içinde tiradı ezberle. dün akşam onu da yaptım sanırım. yani en azından ezber kısmı. dramatizasyon hala nanay.
ve bir de şiir seçimi... benim gibi şiir özürlü bir insan.. ulan şair bile bilmem ne şiiri derken... (aslında önce sessiz gemiyi okumak istemiştim ama altan hoca burun kıvırınca...) internet sağolsun araştırırken can yücel'in "bağlanmayacaksın"ını buldum. bir anda "buldum":) haftasonu onu da ezberledim.
ezberler tamam da asıl işin zor kısmı hala beni bekliyor.
cuma günü dananın kuyruğu kopacak... kurul önünde - ki kurulda vahide gördüm de olacak -  performanslarımızı sergiliycez... dilim tutulmazsa iyidir...
2 haftadır ödevi olup da yetiştiremeyen öğrenci modunda kıvranıyorum yeminle... hayat memat meselesiymiş gibime geliyor. bir de uzun dönem öğrencilerin notlarını görünce listede (40lar gırla gidiyor) iyice moralim bozuldu.
görücez bakalım bu cuma anyayı konyayı... alıcam boyumun ölçüsünü...
ve işte sanki evren benim bu durumuma aşina gibi bu haftaki yalan dünya'da nurhayat oyunculuk dersi alıyordu... kendimi gördüm sanki ekranda:)

bir de bu var:)

bitti:(

Bu yazıyı geçen hafta yazmaya başlamışım ama kalmış. yine de post edeyim:)

Bitti...
3 aydır sonsuz keyif aldığım, bitmesini istemediğim, benim için amaç, araç, heves, eğlence, tutku, merak, çaba  olan kursum dün akşam sona erdi. Haftaya bitirme sınavımız olduğu için henüz kendimi sudan çıkmış balık gibi hissetmiyorum ama o gün de yakındır.
neler öğrenmedim ki ben bu kurs esnasında. aslında neler öğrendiğimi ben de bilmiyorum. kağıt üzerine dökebileceğim bişey değildi belki de, bir bakış açısı, empati kurma, hayal etme, doğaçlama.. ben asla yapamam dediğim birçok şeyi istesem yapabiliyormuşum aslında. istesem ve çalışsam...
Karmakarışık duygular içerisindeyim. devam etmem gerektiğini biliyorum. unutmamak soğumak için. ama doğru yoldan gitmek istiyorum. okuldan kopmak istemiyorum falan filan.

23 Eylül 2012 Pazar

İçimde kalmasın

Ay yazmazsam içimde kalacak.
Hani benim Feriha takıntım vardı ya, Feriha dizisi ve Çağatay Ulusoy'un kendisi. evet işte o takıntımdan nihayet kurtuldum. Bu iş için de dizinin yapımcısı Fatih Aksoy'a teşekkürü bir borç bilirim.
Neden derseniz, şimdi bu şaşkaloz önce dizi bitcek dedi, sonra sezon sonu çıkıp "ne bitmesi ben böyle bişey demedim" diye diziyi uzatmaya karar verdi. e bu arada başroldeki feriha'dan tutun da anası, abisi handesi dahil bisürü oyuncu başka dizilerle anlaşmıştı. sonuç olarak onlar diziye veda edecekti ama çağatay'ın hayran kitlesi vardı ve ordan çok ekmek yenirdi. bu mantıkla yola çıkarak dizinin sonunu çok abuk değiştirdiler, bilimum oyuncuyu öldürdüler, dizinin adını "Adını Feriha Koydum - Emir'in Yolu" yapıp yeni yayın dönemine koydular. Bir de tüm bu saçmalıklar yetmezmiş gibi Çağatay'a asker traşı yapıp o sevimli çocuğu tipsizleştirdiler. yine de hadi bakalım ilk bölümü izleyeyim, severim kendisini dedim ama yok valla, çekilecek hali kalmamış dizinin. emir psikopata bağlamış, kalan tipler birbirinden itici... ben birinci bölümden sonra veda ettim. veda etmeyi bırakın fragmanlarına bile bakmaz oldum (bazı dizileri fragmanları ile takip ediyorum da). yine de 2 haftadır reytinglerde en yüksek de çıkıyordu da inanamıyordum. nihayet bu hafta darbeyi yemiş ve 4. sıraya düşmüş. sanki bana bir kazık atmışlar da ağızlarının payını almışlar gibi bir sevindim anlatamam:)))
Çağatay'a yazık olacak ama o embesil yapımcılara müstehaktır valla. biraz burunları sürtülür inşallah, seyirciyi salak yerine koymanın dersini alırlar...
ahahah şimdi ben böyle dedim ya, haftaya kesin tavan yapar.
ama ne olursa olsun, ben kurtuldum ya:DDD

22 Eylül 2012 Cumartesi

Bitmesiiiiinnn...

Kursun son 2 haftasına girdik. o kadar üzülüyorum ki anlatamam:(
uzun zamandır bu kadar çok keyif aldığım başka birşey olmamıştı. Resmen dersleri iple çekiyorum. ama işte bitiyor. şimdi de dersler bitince ne yapıcaz derdi sarmış durumda. hocaları sıkıştırmaya başladık. atölye falan varmış. onlara gelebilirsiniz dediler...
bu arada bir hocamız var. uğur hoca. kendisi tatlı sertlerden. hani hem seversin hem korkarsın ya, neyse işte. bol bol kitap okuyun falan demişti. okuduklarımızın listesini gönderiyoruz haftada bir (optional). perşembe gecesi 2. listemi gönderdim. aferinnn yazmış. bir mutlu oldum anlatamam. çok güldüm kendime sonradan. ama bir de sevindim ki sormayın:)
bu arada gerçekten psikopat gibi okumaya başladım. özellikle tiyatro oyunları. mesela hayatımda ilk kez shakespeare okudum desem!!! üstelik ben shakespeare'i hep ağır ağdalı şeyler yazıyor sanırdım. meğer ne kadar keyifli, esprili, zeki imiş oyunları. şok içindeyim resmen. tabi benim yaptığım sadece okumak. inceleyince kimbilir içinden daha neler çıkıyordur.
bir de gürhan hocamız var... sanırım hepimizin gözdesi. dersleri çok keyifli geçiyor. aslında tüm dersler çok keyifli geçiyor ama bu derslerde biraz da uygulama yaptığımızdan sanırım... yok ya haksızlık etmiyim şimdi. hepsi güzel... ama en güzeli bu:PPP
ne diyordum, son dersinde kısa bir piyes çalıştık. parça parça okuduk. duygu geçişleri vs üzerinde yoğunlaştık. ders hiç bitmesin istedim.
sonra pınar hocanın dersine ise doğaçlama yapıyoruz, en son çamaşır astım:DDD daha sabah astığım için de becerdiğimi söylediler. ama daha doğal olmam gerekiyormuş:) "bak ben çamaşır asıyorum" olayını pek gözlerine sokmuşum:)
şimdi böyle yazınca çok anlamsız geliyor di mi? anlatması zor yaşaması o kadar keyifli ki... 3 saat ders nasıl geçiyor, nasıl bitiyor anlamıyorum resmen.
gerçi dün canımı çook sıkan bir olay oldu. okulda birileri cüzdanımdan 100 tl yürütmüş. muhtemelen sınıftakilerden biri. o kadar canım sıkıldı ki anlatamam. insan yüzyüze baktığı birilerinden böyle bir davranış görünce gerçekten hayal kırıklığına uğruyor.
çok canım sıkıldı çok.

15 Eylül 2012 Cumartesi

allah iyiliğimi versin e mi!!!

sabah sabah kendime çok güldüm.
şimdi ben yıllardır devasa yatakta tek başıma yatmanın şımarıklığını yaşıyorum. bu sebeple gece boyu yatağın içinde fır dönüyor, şekilden şekile giriyor ve hatta bazen çapraz falan bile yatıyorum. yıllardır da böyle uyuyorum napayım.
bugün de diğerlerinden farklı değildi. tek farkı saat 9 gibi uyandığımda uyanmak istemedim ve gözüme bir göz bandı takıp uyumaya devam ettim. (kısa bir süre öncesine kadar bu zımbırtılar beni rahatsız ederdi ama valla işe yarıyor.) neyse ben böyle yatakta dolana dolana uyurken telefon çaldı ve ben gözümdeki zımbırtının da etkisiyle yataktaki konumumu şaşırıp telefona ulaşmak için yatakta dönünce kendimi yerde buldum!!!! meğer kenarına kadar gelmişim debelenirken. e tabi telefon da çalınca can havliyle dönünce olanlar oldu. bir yandan güldüm, diğer yandan telefonu açmaya çalıştım vs.
İşin komik yanı telefonda hiç bozuntuya vermeden güzel güzel konuştum. kapadım telefonu. sonra olay o kadar komiğime gitti ki arkadaşı geri arayıp "ya ben sana demin demedim ama şimdi çok güldüm, ben telefonu açıcam diye yataktan düştüm" dedim. karşıdaki dumur tabi:)))
bu arada geçen bir tecrübem daha oldu. tabi yatakta tek başına yatmaya alışık ben, ablamlar bize gelmişti, ege benim yatakta uyudu. gece sen çocuğu unut, dön ve bir kafa at çocuğa:)))) neye uğradığını şaşırdı garibim. tabi ben de.. ama düğün ertesi bol alkollü bir durum olduğundan çok üzerinde duramayıp sızdım hemen. allahtan ertesi gün ege olayı hatırlamadı:DDD

8 Eylül 2012 Cumartesi

Bir düğün bir hikaye...

Bir düğün:
Dün akşam kuzenimin oğlunun düğünü vardı. evet durumun vahametinin farkındayım. bırak kuzenleri kuzenlerimin çocukları evleniyor artıkın.
Bu durumun farkında olarak gittim düğüne, hatta arada "lan damadın annesinin kuzeniyim, damatla toplasan 2 saat falan konuşmuşluğum var, yazık çocuğa" diye düşünmedim desem yalan olur. yine de kuzendir dedik ve gittik.
dip not: düğün Esma Sultan'da, muhteşem mekan.
Gittik düğüne, önden kokteyl vardı ama geç kaldığımız için onun sonuna yetiştik anca. sonra ufaktan uzun zamandır görmediğim kuzenleri vs gördüm. sarmaş dolaş hasret gidermeyi müteakip gözüme çocukluğumdan anımsadığım, çook sevdiğim ve yıllaaardır görmediğim bir sima ilişti. Bende isim ve yüz eşleşmesi zaman alır ama Rahime ablayı anında tanıdım. Ablama sordum onlar değil mi diye, onayladı. bu arada rahime abla da bana dikkatle baktı ama tanıyamadı. sonra gidip yanlarına hatırlatınca pek bir sarmaş dolaş olduk. şansıma ben onlarla aynı masadaydım. gece boyunca sevgi kelebeği modundaydık.
tabi bizimki ve yan masa akraba masası gibi bişeydi. yaş ortalaması 24lük çıtır kızımıza rağmen 50 civarındaydı sanırım. özellikle gecenin ilerleyen saatlerinde gelin ve damadın genç arkadaşları oynamaya başlayıp da pisti domine edince artık yaşlı akrabalar sınıfına doğru ilerlemekte olduğum gerçeği ile yüzyüze geldim. arada piste çıkıp farkı kapamaya çalıştıysam da pistte de tanıdığım ve karşımda dans edenler yine yaşını almış akrabalar olunca çabalarım şamar gibi suratıma suratıma indi.
geceye dair tek umut verici olay after party de 3'e kadar kalıp hoplayıp zıplamaya devam etmemiz oldu. bu sayede postu biraz düzelttik diycem ama 65lik kuzenim de bizimle aynı saatlerde ayrıldığı için durumu varın siz düşünün!!!
Bu arada after party de gayet güzeldi. kapıda ışıklı gözlükten şapkaya tutun bilimum aksesuar dağıttılar. geceye özel esprili t-shirtler giydi herkes. bir de artık ayakları patlayan kızlar (ben dahil) ayakkabıları çıkarıp yalınayak dansetmeye başlayınca gece daha renkli bir hal aldı. hayır çok iğrenç değiliz, yerde beyaz halı kaplıydı:)))
Bir hikaye:
Düğün sırasında ilginç bişey oldu. ben normalde çocukluğumu hiç hatırlamam. ama bir anda gözümün önünde bir sahne canlandı. Bülent abi ile Rahime ablamın nişanı evlerinin terasında olmuştu. bir an onu anımsadım ve rahime ablaya söyledim. ben 8 yaşındaymışım o zaman.
sonra o da bana bir hikaye anlattı. onlar pazartesi günü ankarada evlenmişler. dolayısıyla annemler beni nikaha götürmemiş. ama ben o kadar ağlamışım ki gelin görücem diye annem bana gelini eve getireceğine söz vermiş. nikah dönüşü rica etmiş ve bize gelmişler. zaten annemi ve babamı ayrı severlerdi, kıramamışlar. rahime abla kapıyı açtığında yüzündeki ifadeyi görmen lazımdı dedi. gelin geldi diye o kadar sevinmişim ki... annem de bak sana söz verdim, getirdim demiş. sonra ben yanına oturmuşum gelinin, eteğini falan sevmişim. ben olayı hiç anımsamıyorum ama bunu dinleyince çok duygulandım.
özellikle de annesini hiç hatırlamayan, anne mevhumunu unutmuş birinin kendisinin de onu seven, söz verdiği için zoru başaran, onu düşünen bir annesi olduğunu duyması idi beni duygulandıran... benim de beni çok seven bir annem varmış...

6 Eylül 2012 Perşembe

Demokraside çareler tükenmez

Son zamanlarda gayet avam bir alışkanlık geliştirdim. İşin komik yanı bundan büyük de zevk alıyorum: Balkona çamaşır asmak. Neden bilmiyorum ama hoşuma gidiyor. Tabi çamaşırların hızlı kuruyor olması da cabası. 
tabi işin incelikleri var. nevresim havlu vs gibi büyük ve dışarıdan görünmesinde sakınca olmayan nesneler en dışa, daha ufak tshirt vs içe doğru. Kuralım ise iç çamaşırları asla dışarı asmamak. avamız dedik de o kadar da değil.
İşte bugün de aynı gazla yıkadığım çamaşırların arasına karışmış bir don utanmadan astığım nevresimin arasında kalmış. Nevresimi asarken birden bişey düştü. Bir baktım benim don ağaca takılmış bana ööyle bakıyor. hayır bir de öyle bir düşmüş ki nerden bakarsan bak don olduğu belli.
bütün gün kara kara düşündüm, lan nasıl alıcam bunu diye. 2 mtlik ucu kancalı bir sopa bulsam tam süper olacak da bu tanıma uyan sopa nereden bulunur. Apartman görevlisine sorsam, ağaçtan don alıcam demek de olmaz... çamaşır alıcam desem adam geliyim ben alayım dese ne yapıcam vs.
akşam derse giderken bahçede gördüğüm tırmığa da yan gözle baktım. acaba işe yarar mı diye ama bilemedim.
sonra gece gelip yaptığım maymunluğu selim'e anlatırken "evde süpürge yok mu?" dedi. onun bu sorusuyla bende şimşekler çaktı. Koştum elektrikli süpürgeyi kaptım. borusu dona ulaştı, çalıştırınca da hoop çekiverdi:)))) 
don sağ ben selamet kapattık olayı:)))

3 Eylül 2012 Pazartesi

Suits

Aşık oldum ben... Kendisinin rol adı Harvey Specter... Muhteşem bir tip, süper karakter. Hani izlerken dibim düşüyor denir ya, aynen öyle. resmen dibim düşüyor... ben harvey istirem...

Hangi dizi derseniz dizinin adı Suits. Olaylar bir avukatlık firmasında geçiyor. Dava vs kısmı da heyecanlı ama son derece eğlenceli, esprili bir dizi. İzlerken çok keyif alıyorum ama maalesef 2. sezon da bitti ve yeni sezon teee Ocakta.:(

Tatilin dibine vurmaca...

aylardır tembel modundayım ama tam tatil sayılmaz ya... okulun tatil olmasını da fırsat bilip Bodrum'a Dileklerin yanına gittim. Önce biraz tedirgin gittim ama süper keyifli bir hafta oldu.
Dileklerin yazlığı Hebil koyunda. gittiğim en güzel denizlerden biri diyebilirim. muhteşem bir mavi. hafif serin, süper bir deniz. ağaç altı şezlongla da birleşince son derece keyifli bir sahil modu oldu. Üzerine bir de Ela faktörü binince... yeme de yanında yat.
Ela zibidisi ilk 3 gün beni görünce ağız büküp ağladı. Ama öyle komik ki, etrafta anası varsa kucağıma geliyor, sonra birden yabancı biri olduğumu idrak ediyor, suratıma bakıp dudak büzmeye başlıyor. anında annesine atıveriyorum, hoop gülüyor:))) öyle sevimli ki... 3. günden sonra kucağımda ağlamamaya başladı. bi komik bi şeker... paso onla oynadık. ama olay tabi ağlayınca annesine verme modu olduğu için en keyifli bebek sevme olayı:)
salı gece bodrum tatilinden döndükten sonra çarşamba ablamların 30 ağustos tatilini birleştirip bozcaadaya gideceğini öğrendim. anında onlara yazıldım. geçen sefer bozcaada'ya günübirlik gittiğimden aklım kalmıştı. bu kez 3 gece konakladık. yolda yine gelibolu, çanakkale şehitliği derken keyifli bir yolculuk oldu. sezonun son denizine de orada girdim. yalnız yok böyle soğuk bir deniz. resmen uyuştum. buna rağmen ısrarla girdik denize. dona dona yüzdüm resmen. bıçak gibi keskin derler ya, aynen öyleydi işte. dışarıda manyak bir rüzgar olmasına rağmen ıslakken bile sudakinden daha az üşüyorsun...
keyifli 3 günün ardından kabus dönüş yolunda oldu. 2.5 saat feribot kuyruğunda bekledik. yol uzadı da uzadı. resmen yola çıkmamızla eve varmamız arasında 12 saat geçmişti. Bayılacaktık resmen...
ama iyi eğlendim be.... üstüste 2 keyifli tatil:)

2 Ağustos 2012 Perşembe

Beni de kaldırdılar ya...

Bugünkü dersimiz oldukça ilginçti. önce bir saate yakın resmen spor yaptık. yürüyerek başladık, ardından parmak ucunda yürüdük sonra parmak ucunda koştuk, sonra parmak ucunda çömelip kalktık. resmen terin yere damladığını gördüm bu esnada. ardından yer hareketleri başladı. dik otur, esne, yat kalk vs. harbi harbi spor yaptık.
Ardından hoca hepimizi kaldırdı ayağa, bir kişi yerde kaldı. o yatay pozisyondayken hepimiz onu bir noktadan başka bir noktaya taşıdık. 8 kişi idik sanırım. sonra herkesi birer birer taşıdık. en son ben kaldım, bütün itirazlarıma rağmen hoca beni de yatırttı ve pıt diye kaldırdılar resmen. inanamadım!!! hayatımda ilk defa böyle bir noktadan havalanıp başka bir noktaya kondum!
dersin ikinci kısmı pek eğlenceli idi. karşılıklı iki sandalye koyduk. birinde bir kişi oturup aklına ne gelirse abuk subuk hareketler yapıyor. diğer sandalyedeki de bir yandan onun yaptığı hareketlerin aynısını yaparken diğer yandan da kendisine sorulan sayısal ve sözel soruları cevaplıyor. bu oyunun amacı eş zamanlı farklı uyaranlara rağmen koordinasyonu sağlamak. görüntü çok eğlenceli, çok komikti. övünmek gibi olmasın tek kelime ile harikalar yarattım:))) koordinasyonumun gıdım teklemediğini söylememe gerek yoktu sanırsam:))
son oyunumuz ise çember olup kişi başı birer kelime söyleyerek anlamlı cümleler kurmaya çalışmak. ne acaip şeyler çıktığını söylememe gerek yok sanırsam:) hele de ikinci turda kelimelerin alfabetik sırayla gitmesi zorunluluğu eklendiğinde:))))

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Tezatın böylesi...

Okulda Uğur hoca "sadece aptallar 8 saat uyur" isimli kitabı okumamızı istedi. Verdiği mesajdan çok betimlemeleri incelememiz açısından. Ben de pazar günü ders çıkışında hemen aldım kitabı ve okumaya başladım.
Burada değineceğim betimlemeler değil içeriği. Kitap Da Vinci, Newton vs gibi ünlü bilim adamlarının nasıl günde 3-4 saat uyuyarak çalıştığını, aslında bir insanın günde 4 saat uyumasının yeterli olduğunu ancak kendimizi en az 8 saate programlayarak nasıl hayatımızın büyük bir kısmını boşa geçirdiğimizi falan anlatıyor. İşte ben pazar bu kitabı okumaya başladım, pazardan beridir de günde en az 10ar saat uyuyorum:))))) gelin matematiğini siz yapın:)

31 Temmuz 2012 Salı

Ben bir böceğim...

Ben bir böceğim, ben bir kalasım, yontulmamış bir odunum falan filan...
Şu anda aynen böyle hissediyorum.
Nedenine gelince:
Pazar günü oyunculuk akademisi başladı. İlk ders değişikti. vücudunu tanı, diaframdan nefes alabiliyor musun bakalım, sen bir ahtapotsun konulu farklı ama keyifli bir ders yaptık. ardından da ödevlerimiz oldu, kitap neyin okuyoruz şimdi.
bugünkü dersimiz ise Altan Gördüm ile oyunculuk dersi idi. konumuz ise yolda yürürken yanda birşey dikkatini çekiyor ve buna bir oyun katıp canlandırıyorsun. herkes kafasına göre bişeyler görüp canlandırdı, bir ben beceremedim. Olmadı olamadı... bakamadım yada hissedemedim ki hissettireyim. sonuç olarak kendimi bir odun modunda hissettim. biraz moral bozucu ama du bakalım bu daha bir ilkti.
1.5 saatin sonunda ara verdik ve işte o arada Vahide Gördüm geldi okula. Kadını görünce heyecanlandığımı belli etmemek için biraz cebelleşmem gerekti. Televizyonda göründüğünden çok daha güzel bir kadın bir kere. Utanmasam dönüp dönüp bakacaktım yüzüne. sonra şansımıza dersimize de geldi ve oyunculuk üzerine konuştuk 1.5 saat boyunca. kadını izlerken ve dinlerken kendimi sorgulamaktan başka bişey yapamadım resmen. Benim burada ne işim var, ben kimim ki modunda küçüldükçe küçüldüm, böcek gibi hissettim kendimi. Hele konuşmanın ilerleyen kısmında sınıfta mühendis olan olduğunu duyunca "oyunculuğa tenezzül ettiğiniz için gurur duydum" dediği anda neye uğradığımı şaşırdım.
Şu anda karışık duygular içerisindeyim. Hem Altan Gördüm'e hem Vahide Gördüm'e olan sempatim ve hayranlığım bir kat daha arttı. AG göründüğünün tersine daha sempatik, daha canayakın, VG'ün farklı bir havası var, biraz ciddi, mesafeli gibi ama aynı derecede de mütevazi ve içten.
Sonunda yetenek çıkar yada çıkmaz, benden bir bok olur yada olmaz ama bu insanları tanımak ve dünyalarına kısa bir süre için bile olsa misafir olmak benim için çok heyecan verici bişey olacak.
Bu fotoğraf da Altan hocanın kamerasından Vahide Hocayı pür dikkat dinlerken:)))
Bu arada sınıfımızın adı Suna Pekuysal:)

12 Temmuz 2012 Perşembe

yumru yumru

Hani bazı şarkılar vardır ya dinlerken insanın boğazına bir yumru oturur, düğümlenir kalırsın... işte tam öyle bir şarkı... şarkı çok güzel ama resmen dinlemeye gücüm yetmiyor...

Kaçan heves modu

Dün sabah ki heyecanımın başına birşeyler geleceğini adım gibi biliyordum. hatta bunun neden olacağını da biliyordum. ve aynen tahmin ettiğim gibi oldu.
sonucunun ne olacağını bile bile bir arkadaşıma bu girişimimden bahsettim. sonuç hiç de şaşırtıcı olmadı. olumsuz birşey söylemek istemiyorum benim iyiliğimi düşündüğü için yaptığını biliyorum ama canımı sıkıp ruh halimi yerin dibine geçirmekten başka bir işe yaramadığını da belirtmem lazım. dünkü iyimser canlı selen gitti yerine asık yüzlü durgun selen geldi..
höf pöf...

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Heyecan modu

Bir süredir merak ettiğim, ilgimi çeken, ancak şimdiye kadar aklimin ucundan denemek geçmeyen, yapmak isteyip istemediğimi bile düşünmediğim bir girişimde bulundum birkaç gün önce.
Bir süredir evde oturmanın verdiği boşlukla bolcana dizi neyin izler olmuş ve gerek çekim gerek oyunculuk konuları dikkatimi çekmeye başlamıştı malum. Önce kamera arkası olayına takıldım, hala da takığım. Nasıl oluyor da oluyor, bir sahneyi kaç kere kaç açıdan çekiyorlar, fonda duran şu beyaz zırzavat hangi amaçla kullanılıyor, kaç kamera vardır ki acaba gibi sorular dolanıp duruyor. Ha bir de montaj. O konuda hiçbir fikrim ipucum yok, nasıl nerden öğrenirim çok da emin değilim, hatta emin olmayı bırak umudum bile yok.
Ama umudum olan başka bir konu var. O da bu oyuncuların nasıl rol yaptıkları. Duyguları mimikleri yüzlerine nasıl yansıttıkları. Yeteneksiz manken bozuntularından bahsetmiyorum. Gerçekten bu işi yapabilenlerden bahsediyorum.
İşte ben bu soru işaretlerini sıralarken gözüme bir ilan çarptı. Twitterdan akademi 35buçuk'u takip ediyordum (vahide gördüm, altan gördümgilin okulu). Hızlandırılmış oyunculuk akademisi başlıyormuş. Bir süre ilan bana baktı ben ilana. Günlerce sayfasına girip girip baktım. Sonra bir gün cesaretimi toplayıp aradım. Ne lazımdı kardeş diye. "gelip ön görüşme yapıyorsunuz" dediler. Orda "eneeem" dedim. Hani bastır parayı git formatında bişey değilmiş. Gerçi bu ön görüşme formalite de olabilir ama gene de bir fren mekanizması oldu benim için.
Bu veriden sonra gene birkaç gün ilan bana ben ilana bakmaya devam ettim. Kendime sordum durdum denesem mi diye. Denemeye karar versem dahi bende umut var mıdır diye... Hatta facebook'ta üstü kapalı anket bile yaptım. Tek isteğim ufak bir gazdı. Sonra geçen cts tüm cesaretimi toplayıp randevu aldım pts için.
Pazartesi geldiğinde hiç beklemediğim kadar heyecanlanmıştım. Sanki iş mülakatına gidiyorum. Hayır aslında iş mülakatlarında bile bu kadar heyecan yapmıyorum. Bildiğin tıp tıp modu. Kendi kendime "ulan yaş kemale ermiş, senin neyine" diyorum ama bir yandan da her şeyi geçtim temelini, mantığını anlıycam ya, onun azmi ve merakı var.
Neyse yüzümde heyecanımı bastıran bir ifade ile girdim binaya. Bir yandan da karşılayan insanların bakışlarında "oha lan bu yaşta burda ne işin var" bakışı yakalamaya çalışıyorum. Çünkü muhtemelen gelenlerin çoğu tiyatro öğrencisi falan diye tahmin ediyorum. Neyse bana bir form uzattılar doldurayım diye.
İsim soyad, doğum tarihi, eğitim düzeyi ve tataaam "mezun olunan okul" gülerek yazdım. Odtü end müh. Ne işim var kızım senin burda??? Sonraki sorular: kursa gelme amacınız? Hmmm lan ne yazıcam şimdi buraya? Merak desem "hadi yallah" diyecekler "temelini anlamak" gibi bişey karaladım sanirsam. Asıl vurucu soru ondan sonraymış. Hedefiniz? Hassss... Temelini anlamak dedik ya... Ama o hedef sayılmıyor olacak ki yenisini sormuşlar, neyse oraya da benzer bişeyler karaladım.
Ben tam formu doldurduktan sonra içeri Altan Gördüm girmez mi! Lan lan oldum bir anda. O anda öğrendim ki ön görüşmeyi Altan Gördümle yapacakmışım. Biran panik yaptım. Kendimi adamla dalga geçiyormuşum gibi gördüm. Düşünsenize ben acaba falan derken işin duayenlerinden biri seni ciddiye alıp görüşüyor. Utandım, heyecanlandım, görüşmeye kadar geçen ve bana çoook uzun gelen o 3-5 dakika içinde ben duygudan duyguya koştum, kendimi sakinleştirmeye çalıştım vs.
Bu arada bu heyacan yetmezmiş gibi bir de oradaki görevli hatun kişi bana kursla ilgili bilgi veriyor. Gayet yoğun, bol emek isteyen, ağır bir program. Zaten ürkek olan ben "selen kaç lan burdan, senin neyine" ruh hali ile savaşmaktayım. Allahım şimdi bir de görüşmede rezil olucam. Alırlarsa ya beceremezsem paniğindeyken buyrun görüşmeye dediler.
Geçtik içeriye Altan abimle. Ben harbi heyecanlı. Önce soyadımla ilgilendi. Ardından odtü ve ankara muhabbeti yaptık. Ben biraz rahatladım ama daha önce hiçbir ilgim eğilimim olmadığını söylerken biraz heyecan yaptım yine. Bu işte çalışmanın yanısıra yetenek de lazım dediğinde "aha tuttuk" dedim. Valla dedim hiçbir fikrim yok:))) içimden bunu siz söyleyeceksiniz dedim ama dışta tıs yok:)
Bu arada adam anlattıkça ben biraz daha heveslendim. Gözlem, odak, ilgi vs... o anlattı benim gözlerim parladı. Az evvel içeride oluşan kuşkular yerini hevese bıraktı.
Bana "ahanda şimdi sıçtık" dedirten şey ise "hadi kalk bakalım senle bişey canlandıralım" lafı oldu. Ben biran panikledim tabi. Heyecanlandım falan. Neyse kalktık ayağa bir mizansen anlattı bana, hadi bakalım dön arkanı ve yap dedi. Ne yaptım gerçekten hiçbir fikrim yok ama ya bende o ışığı gördüğünden:P yada ne bileyim başka bir sebepten olumlu karar verdi.
Ben de sanki sınav kazanmışım gibi sevindim. Sonra okulu gezdik. Haftaya veya sonraki hafta sınıf tamamlanınca haber verecekler ve başlıycaz.
Bu arada iş miş durumu olursa bakalım ne yapıcam. Aman gerçi bunca ay olmamış bir halt, 2 ay daha idare ediveririm:)))
Ya işte böyle, öyle görünüyor ki önümüzdeki 2 ayı tamamen farklı bir dünyada geçiricem. Belli mi olur, belki bende cevher vardır, bu işi çok severim ve devam ederim:)))

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Bir tatil daha bitti...

bizim gençlerle yine bir club med haftası yaptık. giderken tereddütlerim yoktu desem yalan olur ama yine süper eğlendim. bu kadar kafa insan bir araya nasıl gelir...
valla anlatmaya kalksam anlatılmaz... yine yattık, yüzdük, yedik, içtik, tepindik ve geldik. tepinme kısmını açmak gerekirse olayın gerçekten dibine vurduk. hava da nasıl sıcak, durduğun yerde duş alıyorsun ama biz inatla hoplayıp zıplıyoruz. hele bir gece var ki... bir platform üzerinde dans ederken platformu kırabilir miyiz diye organize zıplarken bulduk kendimizi. onca çabaya kıramadık o ayrı.. ama olay bu boyuttaydı yani:)
bitsin istemedim aslına bakarsanız... öyle geri geri geldi ayaklarım... yada geri geri gitti deniyordu sanırım. hiç istemedim eve dönmeyi... kabus zaten uçakta başladı. ağlayan çığlık atan bebeler canımıza okudu resmen. ciyak ciyak viyak viyak... çocuksuz tatilden sonra damardan girdi resmen. bence cocuk free uçuşlar da yapılmalı hehehe

17 Haziran 2012 Pazar

sevmiyorum...

Sevmiyorum işte babalar gününü var mı?
Anneler gününü görmemeyi başaralı yıllar oldu ama babalar günü hala koyuyor ne yalan diyim...
zorla mı....
babası olanlar babalarına sevgisini bas bas bağırıyor, çocuğu olanlar tadını çıkarıyor...
bize de böyle buruk, baba kucağı, baba şefkati, güven duygusu hasreti kalıyor...
babadan gelen güven duygusu... öyle özledim ki yanındayken bana birşey olmazmış, kimse, hiçbirşey bana dokunamazmış hissini... öyle özledim ki yamacına gidip şımarmayı, şımartılmayı... öyle özledim ki çocukca isteklerimin, şımarıklıklarımın doyurulmasını...
öyle özledim ki babamın kucağını... o kocaman kucağını...

31 Mayıs 2012 Perşembe

sınav mınav

sonunda dilek'in de iteklemelerine dayanamayıp pmp için gün aldım. 21 haziranda dananın kuyruğu kopuyor anlayacağınız. kaç aydır kendimi olaydan tamamen soyutladığım için de ne gittiğim kursun bir etkisi var üzerimde ne de daha önce okuduklarımdan bir gıdım hatırlıyorum. sil baştan yapıcaz mecburen...
yapmasına yapıcaz da, bugün saat 11 den beri masaya oturmamak için evde atmadığım takla kalmadı. koca günü yedim. nasıl yetiştireceksem:(

dilemma dediğin böyle olur:)

bugün büyük bir ikilem içerisindeyim. akşam ne izleyeceğime bir türlü karar veremedim. bir tarafta 2 yıldır özenle takip ettiğim fatmagül, diğer yanda miss turkey yarışması... miss turkey mi, ne alaka? dediğinizi duyar gibi oldum nedense... hayır canım, kendileri zerre kadar ilgimi çektiğinden değil ama jüri üyesi olarak çağatay olunca akan sular duruyor napayım:))))
evet maalesef benim takıntı tam gaz devam ediyor:) ne bir eksik ne bir fazla:)))
hmm türkün aklı ya sıçarken ya da kaçarken gelirmiş. benim de aklım birden blog yazarken yerine geldi. ben iyisi mi yarışmayı kaydedeyim, sonra izlerken ilgimi çekmeyen kısımları hızlı hızlı sararım hahhaha:)))

18 Mayıs 2012 Cuma

İtirafımdır...

Bu bir itiraf yazısıdır. Ne alaka diyecek olursanız;
bir bağımlılığın, saplantın, takıntın varsa bundan kurtulmanın / arınmanın yolu önce kabullenmekten sonra da itiraf etmekten geçer. yani en azından ben öyle düşünüyorum. ben de son birkaç aydır sahip olduğum bir saplantıyı dile getirerek kendimle yüzleşmeye ve kurtulmaya çalışacağım.
bunun ne kadar zor birşey olduğunu tahmin edersiniz. hele de takıntınız konusunda bir nevi suçluluk yada utanç duyuyorsanız. hahahha evet lafı dolandırmamdan bunu da anlamış olacağınızı umuyorum.
tamam artık itiraf ediyorum. ben bir "adını feriha koydum" ve "çağatay ulusoy" fanatiği / sapığı vs işte ne derseniz deyin ondan oldum. itiraf ediyorum diziyi izlemeye ikinci sezonun ortasında başlamama rağmen geriye dönüp bütün bölümleri izledim, indirdim, defalarca tekrar izledim ve her yeni bölüme de aynı şeyi yapmaya devam ediyorum. artık replikleri ezbere biliyorum diyebilirim.
dizi çok salak bir dizi, çocuk da pek çıtır olduğu için de bu takıntımı dile getirmekten utanıyorum. ama dedim ya kurtulmak için artık itiraf etmem gerekiyor.
ha niye böyle oldu derseniz sebebinden çok emin olmamakla birlikte tahminim şu yönde. birincisi hayatımda olmayan aşkı dizi sayesinde yaşıyorum. ikinci ve muhtemelen en önemli etkense geçen seneki bölümlerde sebil sübyan formatında olan "emir" yani "çağatay ulusoy" adlı şahsın ikinci sezonla birlikte evrim geçirerek dudak uçuklatan bir şekle bürünmesi. yani en azından bana öyle geliyor. çocuk resmen bir yıl içerisinde 5-10 yaş olgunlaştı. gerçi hala sebil sübyan, daha 22 yaşında, yani kassam kendisini doğurabilirmişim. ama bu çocuğun süper yakışıklı olduğunu düşünmeme engel olmuyor. ha bir de geçen süre zarfında oyunculuğunu da çok geliştirmiş, özellikle bakış ve mimikler tam öl formatında... tabi oynadığı karakterin etkisi yadsınamaz..
evet son yazdığım 3-5 cümleden de anladığınız üzere ciddi ciddi kafayı sıyırmış bulunuyorum. bu durumun komikliğinin farkındayım. hele de hayran kitlesinin 10-20 yaş arası olduğu düşünülürse gerçek anlamda yaş ortalamasını artırmaktayım. hayranım demek istemiyorum çünkü herif sadece çok yakışıklı. hani ekstradan hayran olunacak bir özelliği olduğunu sanmıyorum. bir de komik bir tip. efendi görünümlü bişey de (tüm katıldığı program ve röportajları da izlediğimden biliyorum) ama daha çok genç. bunun 15 sene sonraki hali feci can yakar... neyse.
böyle işte. itiraf ettim rahatladım. artık kendimle dalga geçmeye başlayabilirim.
ha bu arada bu afk saplantısı bende başka bir ilgiyi ateşlemiş bulunuyor. o da çekim olayı. eskiden dizileri/filmleri seyrederken arka planını hiç düşünmez, geldiği gibi seyrederdim. şimdi birkaç kamera arkası vs izledikten sonra aslında bu çekimlerde nasıl büyük bir emek olduğunu görmeye başladım. bu da giderek ilgimi çekmeye başladı. aynı sahnenin defalarca farklı açılardan çekiliyor olması, tekrar tekrar çekilmesi... montajı... ve en büyük takıntım ise devamlılık unsuru. yaraların, lekelerin, eşyaların yerlerinin vs vs devamlılığı. eskiden hiç farketmediğim şeyleri şimdi görmeye başladım. bir yandan batıyor diğer yandan daha da ilgimi çekiyor... bu işe girmek için naapmak lazım acaba...
ha bir de oyunculuk olayı... bu aynı sahnenin defalarca çekilmesi vs gördükçe... valla insanları takdir etmeye başladım. ben kesin gülerim lan oynayamam yani... bence çok komik... hele bir bölümde bir sahne vardı. emir ferihaya ömrüm boyunca seni sevcem falan diyor ama tam karşıdan çekmişler. yani bu cümleleri kameraya ve kameramana bakarken söylüyor. ben kesin kopardım yani orda... kameraya ilanı aşk:PPP
böyle işte.. bunu yazcam diye yemeği yakmadığımı umuyorum.
öpenz...

22 Nisan 2012 Pazar

Bayrak salladım ama gören yok!

Mert, sana aynı mailin yahoo formatını aldım diye yorum bıraktım ama bakmadın sanırım.
ses ver bakiim. yazasım var:)

Ben gelmeyeli blog değişmiş???

Vay be, harbiden uzun zaman olmuş:P
baksanıza blog formatı bile değişmiş, tanıyamadım resmen...
Neyse, yazasım geldi bugün, yazayım biraz.
bugün nihayet bir yılın sonunda bir basket maçına gitmeyi başardım. Ligin bitmesine 2 maç kala, Efes-FB maçını yakaladım. Facebook çağrıma eski bir arkadaşım cevap verince atladık gittik.
Maç çok zevksizdi. Maç boyunca Efes geride gitti. Şut yüzdesi kaçtı bilmiyorum ama çok düşüktü. zaten skorlar da düşüktü. hatta birara fark 10 sayıya çıktı. Sonra biraz toparlandılar, 3-5 sayıda tuttular farkı. sonra ne oldu anlamadım, maçın son 2 dakikasında Efes öne geçmeyi başardı ve maçı aldık.
Kabus maç en azından mutlu bitti:)
akşam da futbolda FB GS'yi yendi. Pek eğlendim.
Günün diğer güzel yanı ise en azından 2 yıldır görmediğim bir arkadaşımla sanki daha geçen hafta ayrılmışız tadında muhabbet etmiş olmamız:))))
daha ne olsun:)

28 Mart 2012 Çarşamba

Doğumgünü sürprizi!!!

Dün gene 2 gibi yattım. Bir şekilde uyumayı başardım ancak saat 5:23 falandı alarmın sesine fırladım yataktan. ne olduğunu idrak edip panele koşmam birkaç saniyemi aldı muhtemelen ama bana uzun geldi. tabi bir de korktum. sonra cebim çaldı. koştum açtım telefonu. pronetten arıyorlar. dedi 3 nolu merkez. bu arada ben de baktım listeden ama uyku sersemi hangisi olduğunu tam idrak edemedim. neyse gittim pencereye baktım gayet de sıkı sıkı kapalı. daha bir tırstım. bir yandan da adamla konuşuyorum. polis gönderelim mi dedi, gerek yok dedim. neyse aşağıya falan baktım. bişey yok. kapattık telefonu. sonra ben gidip listeden tekrar kontrol ettim. salondaki diğer pencereye gittim ki meğer bağırtan oymuş. benim şaşkın kadın tam kapamamış camı. kapattım yattım ama hala adrenalin dolaşıyor damarlarımda... tekrar uyumam biraz zaman aldı ne yalan diyim...

27 Mart 2012 Salı

Nerde kalmıştık?

Yok o kadar yazasım yok aslında ama çok uzun zamandır yazmadığım için bir "ceee" diyeyim dedim.
neler yapıyorum derseniz pinek modundayım paso. 7 sezon bones bitirdim bu arada. başka da bişey yapmadım. haftasonları dışarı çıkıp cozutuyorum. haftaiçi pinek modu.
1-2 iş görüşmesine gittim ama fos çıktı. o konuda moral biraz bozuk.
bu aralar bilimum terslik üstüste gelmeye başladı. geçen hafta eve bir geldim buzdolabının motoru susmuş. 1 hafta sürdü tamir edilip gelmesi. motoruna bir miktar sıkışmış...
ha bir de güzel bir haber.
pazar günü dilek doğum yaptı. sonu güzel ama süreç kabus gibiydi. anesteziye tepki verdiği için sona doğru kestiler epidurali. kızcağız bağıra bağıra doğurdu resmen. ben hayatımda böyle çaresizlik bu kadar acı görmemiştim. travma yaşadım resmen. gece rüyama falan girdi. neyse velet yarım saat içinde doğdu da eziyet uzun sürmedi. çocuktan tırsıyorum ama doğum olayından ilk kez tırstım ne yalan diyim.
böyle işte...
aslında bir kendime geleyim de yazmaya başlayım yine yaa.. arada çok kaçan oluyor aslına bakarsanız...
sanırım hayata bakış açımı kaybettim bu aralar... işin eğlenceli yanını görmeyince yazasım gelmiyor işte...

27 Şubat 2012 Pazartesi

Bones

Kendileri yeni takıntım olurlar. Arada denk geldikçe izlerdim TV de ama şimdi sardım. En baştan başladım. İzlerken çok eğleniyorum. Normal criminal dizilerinden farklı olarak araya espriler, komik olaylar vs katıyorlar. Bu da diziyi daha eğlenceli hale getiriyor. sadece cinayet çözülmüyor yani.
Öyle işte:)))

Haftasonu gibi haftasonu

Deliye hergün bayram olduğundan uzunca bir zamandır haftasonlarımı haftasonu gibi yaşayamıyordum. yani diğer günlerden farkı olmayan uyuz iki gün oluyordu. ama bu haftasonu kendini farklı kıldı.
Öyle çok özel bişey yapmadım ama keyif aldım. önce cuma akşamı dileklerde tiyatroya gittik. Tom, Dick ve Harry isimli bir oyun. Eğlenceli idi, bazı yerlerinde bayağı güldüm. Akşam eve gelince de kaydettiğimiz Feriha'yı izledim. O harbi kötü bir bölümdü.
Cumartesi kahvaltı vs sonrası Dilek beni kadıköye bıraktı ve orda Anna ile buluştum. Onunla yemek, kahve sohbet vs yaptık, saat 7 gibi eve geldim ve gece yatana kadar Bones izledim.
Pazar sabah Ergül ve korhan bana kahvaltıya geldi. Keyifli bir kahvaltı sonrası havanın da güzel olmasını fırsat bilip Caddeye çıktık. Caddede yürüdük, temiz hava aldık ardından Godiva cafe açılmış, orda oturup kahve ve fondü takıldık. Allahım cennet bir dükkan orası. İçeri girdim lavaboya gitmek için, çikolatalar arasında kendimi kaybedecektim resmen... neyse orada muhabbet vs ardından yine dolanaraktan eve döndük. eve gelmem yine 6:30 suları. sonra saat 1'e kadar bones izlemişim, bir baktım 9 bölüm! yuh selen dedim kendime ve yattım.
Bu arada oscarlar da vardı ama izlemeye üşendim. kaydettim. yani umarım kaydetmişimdir. birara izlerim.

23 Şubat 2012 Perşembe

Yüzümdeki gülümseme

Aklıma geldikçe yüzümde bir gülümseme oluşuyor her seferinde... uzun zamandır bu kadar içten hissetmediğim bir mutluluk... canım arkadaşım evleniyor. yıllardır dost dediğimde aklıma gelen birkaç isimden biri... her zaman orada olduğunu bildiğim, kardeş gibi sevdiğim, zaman zaman kızdığım ve bunu hiç çekinmeden yüzüne söyleyebilecek ve hatta kafasına kakacak kadar kendimi rahat hissettiğim, seven ama sevdiğini belli etmekte zorlanan ama yine de orada olduğunu hissettiren... yıllardır hak ettiği mutluluğu neden bulamadığını anlayamadığım sevgili arkadaşım nihayet aradığını buldu. hem de çok tatlı bir kızda:))))
kanki olarak en korktuğum şeylerden biriydi onu sevmeyeceğim biriyle görmek. zaman zaman olmadı da değil hani. ama bu sefer şans bana da güldü ne yalan diyim:) sevdiğim, kanımın kaynadığı, tatlı huylu, eğlenceli bir gelin nasip etti bana da:)
gülümsemen daim olsun canım arkadaşım:))
darısı diğerinin başına:)))
ps: allahtan blogumu okumuyor. yoksa buraya yazdığımı hele bir de foto koyduğumu duysa beni vurur:)))

8 Şubat 2012 Çarşamba

Haydi Efes'im...

Heyecanla Efes maç izliyorum uzun aradan sonra... maça gitmek istedim aslında ama hava sapıttı. şimdi evden izliyorum. bir heyecan bir heyecan...
şimdi orda olmak vardı anasını satıyım:)

kafayı yemiş insan örneği

Amerika'ya gitmeden Adını Feriha Koydum isimli diziye takılmıştım. 1.5 sene izlemedikten sonra öylesine 1-2 bölüme bakan ben yapacak iş olmamasından gayrı olduğunu umduğum bir sebeple diziye sarmaya başladım. ben başladığımda dizi zaten otuz küsürüncü bölümüne gelmişti. bir yandan güncel bölümleri izlerken bir yandan en baştan izlemeye başladım. gitmeden 19 bölüm falan bitirdim sanırım. orada da arada 3-5 bölüm kapadım. yalnız hemen bir dip not koyayım, her bölüm yaklaşık 2 saat. varın siz durumu hesaplayın.
sonra amerikadan döndükten sonra kalan bölümleri de izlemeye çalışırken "la ben bunu en iyisi indireyim" diyip bütün bölümleri en baştan download etmeye başladım. tabi her bölüm elimin altında olunca bu sefer açıp açıp aklıma esen bölümleri veya sahneleri tekrar tekrar izlemeye başladım. öyle ki artık bazı sahnelerde replikleri tekrar edecek konuma geldim. hatta bazen gece yattığımda beynimde feriha müzikleri ve sahneleri dönmeye başladı yani o kadar!
sonuç: o kadar overdose feriha almışım ki şimdi görmek bile istemiyorum. resmen bögk geldi. tabi yeni bölümleri izlerim ama daha medeni mantıklı bir insan olarak.
moral of the story: abi kurtulmak istediğiniz bir takıntınız varsa overdose yapın. harbi işe yarıyor:)

17 Ocak 2012 Salı

rose bowl...

beklenen gün 2 ocak pazartesi... rose bowl... amerikan futbolu hiçbir zaman ilgimi çekmedi. ama kendisinin öneminin olması ve rose bowl'un da benim için ikinci bir kutsal bir mekan olması sebebiyle bir heves gittim oyuna / stada. gerçekten süper bir stad. kocaman... görmemiş olsam konser için tıklım tıklım dolmuş olduğunu hayal etmek zor... ama maç için de stadda 91bin kişi olunca nasıl bir görüntü olduğunu hayal edebildim. daha doğrusu gördüm diyebilirim.
irene'in okulunun rengi kırmızı... maskotları da badgers denen kokarca kılıklı bir hayvan... hah zargandan baktım şimdi. porsukmuş. neyse biz kırmızıları giyip "go badgers" diye bağırarak girdik stada. yalnız bir sıkıntı var, biletleri rakip takım (oregon) mezunu biri vasıtası ile aldıkları için karşı takımın tribünündeyiz. allahtan adamlar bizim manyaklar gibi diil, medeni bir şekilde izleyebiliyorsun maçı.
oyunun kurallarını anlamam için birinci çeyreğin bitmesi gerekti ama sonrasında ruhunu kaptım. şansıma da son derece çekişmeli çok keyifli bir oyun oldu. janet oregon'un çok daha güçlü bir takım olduğunu ve wisconsin'i ezeceğini söylemişti ama wisconsin bayağı mücadeleci çıktı. sonuçta yine oregon kazandı ama wisconsin maçı hiç elden bırakmadı. hatta sonlardaki şansızlıkları olmasa maçı alabilirlerdi bile.
maçtan sonra eve geldiğimde bu sefer de stanford'un tostitos fiesta bowl isimli çerez kupası maçını izledim. yine şansıma o da bol skorlu, çok hareketli bir maç oldu.
sonuç olarak 2 maçın sayesinde amerikan futbolundan zevk aldım. gerci benim izlediğim maçlar 42-35, 41-38 gibi skorlarlar bitti (nadir olan bir olaymış). sonra başka bir maç 21-3 mü neydi... daha düşükleri de çok oluyormuş. çok sıkıcı...:)

devam...

en son yeni yıla mammoth da evde uyuyarak girdiğimi yazmışım. bu arada ev dediğim şeyden biraz bahsetmek isterim. kendisi garajın da olduğu giriş katının üzerine 4 kattan oluşmakta. ilk katta (bir nevi ara kat aslında) kayak malzemelerinin olduğu bir oda, banyo vs var. sonra ilk ana kata geliyorsunuz. kocaman bir oturma alanı ve mutfak. 2 adet yatak odası, banyo, çamaşır ve kurutma makinalarının (çoğul konuştuğuma dikkatinizi çekerim) bir bölüm ve bir balkon. mm yalnız oraya balkon demek biraz haksızlık olur sanırım çünkü içinde jakuzisi var... dağ manzarasına karşı...
bir üst katta yine oturma alanı, daha kapsamlı bir mutfak, 2 yatak odası daha, bir banyo. bir de hiç geçmediğim bir bölme vardı orda ne var bilmiyorum. bu katın balkonunda ise barbekü mevcut.
asıl en üst kat en şahanesi. kendisi sadece bir yatak odasından oluşuyor ama oda ve eklentilerinin toplamı benim evin yarısından fazladır. geniş bir oda, yatak yere kadar dağ manzaralı pencereye dönük, arka tarafında başka bir jakuzi, içeride giyinme odası ve banyosu. bu banyoda da buhar banyosu özelliği var.
yani adamlar dağ evi adı altında 5 yıldızlı tesis yapmış anlayacağınız!
neyse pazar öğleden sonra rüya eve veda edip yola çıktık. akşam eve dönerken Janet'a esti ve rotayı pasadena'ya çevirdik. ertesi gün meşhur rose parade ve ardından rose bowl var. rose bowl'da da irene'in okulu wisconsin oynuyor ve biz de maça gidicez ama önden parade'i izleme şansımız olmayacak. dolayısıyla gece gidip birkaç tane eseri yakından görme şansımız oldu. adamlar gerçekten muhteşem şeyler yapmışlar. daha sonra 1-2 resim koyarım...

16 Ocak 2012 Pazartesi

Corona Del Mar'dan parçalar...

İş hayatımın sona ermesinin ardından uzuuun bir tatile çıktım. 4 haftadır amerikadayım, 1 hafta daha kalıcam. ilk plan 3.5 hafta üzerindendi ama burdakilerin de ısrarıyla 2 hafta daha uzattım.
neler yaptığıma gelince:
aslına bakarsanız zaman nasıl geçti ben de anlamadım. gelişim tam bir komediydi. hayır uçuşta bir sorun olmadı ancak uçaktan sonra kabus başladı. alandaki en uzun ve en yavaş ilerleyen pasaport sırasına girmeyi başardığımından 1.5 saatte ancak geçtim kontrolden. en sonunda kriz geçirmek üzereydim. tek avuntum ilk yarım saat süresince kerem gönlüm'ün de sırada olmuş olmasıydı. muhtemelen aynı uçaktaydı. ailesiyle tatile falan geldi sanırsam. netekim o da sakat zaten oynamıyor.
neyse o uzuuun bekleyişin ardından dışarı çıkıp da Janet'i "nihayet çıkabildim" diye aradığımda "nerdesin ki?" oldu. meğer beni ertesi gün gelicem sanıyormuş. pek güldüm. burdayım ben diye. onun da görüşmeleri varmış, çareyi taksiye atlayıp eve gitmekte buldum. 50 mil, taksi kaç para tuttu söylemek istemiyorum:(
burası aynı, hiç değişmemiş. huzur ortamı olmaya devam. evime geri dönmüş gibi hissettim kendimi. yani herşey tanıdık. cuma cts takıldık öyle, sonra cts akşamı Janet ve kardeşi Rick'in christmas partisi vardı. ona gittik. gayet eğlendim. noel baba kucağına bile oturdum ne yalan diyim. geceye asıl damgasını vuran ise "dancing heads" isimli oyundu. bir kabinde kafa boşlukları var. şarkı seçiyorsun. önceden kaydedilmiş danseden karakterler var. senin o boşluğa yerleştirdiğin kafayı kaydedilmiş bedenlere ekliyor alet. süper komik bir sonuç çıkıyor. gece boyunca gidip gidip farklı kombinasyonlarda kayıt yaptık sonra oturup onları izledik. herkes yerlerde tabi.
pazar günü pisi geldi. perşembeye kadar onunla ipini koparmış serseriler gibi gezdik, yedik içtik. hava şansımıza süperdi. gerçi hava burda olduğum tüm süre boyunca süperdi. bahar gibi 20 derece civarında... mont bile fazla geliyor çoğu zaman.
noel ertesi stand-up padeling diye bişey yaptım. surf tahtasının üzerinde ayakta durup kürekle hareket ediyorsun. Janet'in yeğenleri de geldi. ben çok korkarak çıktım aletin üzerine. dengede durucam diye çok kasıldım. ağır ağır bay'de dolanırken birden ne olduğunu anlamadım ve cumburlop suya. allahın okyanusuna allahım 26 aralığında düşmek nasıl bir duygu bilir misiniz? soğuk! hem de çok soğuk! ama hava gayet güneşli. yani tekrar surfun üzerine çıktıktan sonra çok da üşümüyorsun. ben de artık düştükten sonra stresi üzerimden atıp daha çok eğlendim. önce tekrar ayağa kalkmaya korkup diz üstü dolandım bir süre. sonra tekrar kalktım Janet'in yardımıyla. sonra gençleri yakaladık. amaç janet'ın yeğeni tommy'i suya düşürmek. ancak çocuk sağlam sörfçü. ben güya usulca yaklaştım çünkü birtek benden şüphelenmez ama ben kim onu düşürmek kim. hatta daha komiği onlar ileride Brett ile tepişirken ve ben onlardan rahat 10 mt ötede tek başıma takılırken cumburlop suya düşen ben oldum. hepimiz koptuk tabi. işin komik yanı tüm bu süreç Janet'ın kamerasında yerini aldı. o kadar komik ki anlatamam. seyredip seyredip gülüyoruz. american home videos için biçilmiş kaftan. dahası janet tanıdık tanımadık herkese seyrettirdi. tüm aile ve arkadaşlar!!!! artık utanma duygumu bir kenara bırakıp eğlendim ben de... gerçekten komik ötesi. eğer kesip küçültmeyi başarırsam buraya da koyabilirim.
haa yalnız 2. düşüşten sonra punduna getirip Tommy'i de suya düşürdüm. yazık çocuk bana yardıma geldi ama ben sinsice onun sörfünü çevirdim:))) işin tek kötü yanı sonrasında feci üşüdüm. eve geldiğimizde titreme modundaydım. kendimi nasıl duşa attım bilmiyorum.
bir sonraki olayımız Mammoth dağı idi. Rick'in orda dağda evi varmış ve normalde metre boyu kar olurmuş. bir gittik ki kar mar hak getire. dağda pistlerde biraz kar var o kadar. bu işe pek üzüldüğümü söyleyemeyeceğim çünkü kayan insanlara acıklı gözlerle bakan ben bir de heryer kar olmuş olsa ve çok insan kayıyor olsa muhtemelen çok acı çekerdim. evet tamamen benim hatam, dizimi güçlendirsem kayıyor olurdum ama... eşeklik baki işte...
bu arada yeni yıla da mammoth da girdik. ne mi yapıyordum? uyuyordum desem!!! gerçekten:) akşam yemek yedik, başım çok ağrıyordu. 9'da havai fişek gösterisi vardı. Elaine ile onu izledik. (neden 9 sorusuna bulabildiğim tek cevap doğu yakasında yeni yıla o saatte giriyor oldukları:)) sonra eve geldik. benim başım geçmeyince biraz uzanayım dedim. uyandığımda saat 00:32 idi! well, happy new year diyerek uykuya geri döndüm ben de:)))

14 Ocak 2012 Cumartesi

Gözümden yaş geldi

Yaşıyorum. inşallah bir ara yazıcam. ama bu arada uzun zaman aradan sonra ilk kez beyaz izledim. gözümden yaş geldi desem!!!
özellikle 7:30 - 11:30 arasını mutlaka izleyin derim:)))