Sayfalar

31 Ocak 2011 Pazartesi

toplantı, kayak mayak...

Geçen haftanın kabusu güzel bitti. Ertesi gün adamlar arayıp hem de en üst düzeyden randevu verdiler. Benim moral yükseldi. Cuma günü de o toplantı senin bu toplantı benim gezip durduk. sabah 7'de çıktım evden, akşam 7de girdim içeri. 
Cumartesi Burak ve Derya burdaydı. Yapıştım peşlerine. önce pera müzesine gittik. frida ile diego'nun sergisine. 5. kattan başladık. en üst 2 kat çarlık rusyasına ait tablolar. ben sanattan anlayan bir insan olmadığım için bakıp 10 dakikada gezebilecekken müzeyi resime ilgili insanlarla dolaşınca resim başına 5-10 dakika harcadık. 3. kattaki fridaya ulaştığımızda ben baygınlık geçirmek üzereydim. zaten kendilerine de söyledim. başka hiçbir güç beni getiremezdi diye. sonra fridaları da gezdik, bir alt katta osman hamdi beyin kaplumbağa terbiyecisi ile selamlaştık ve çıktık. 
Sonra bir kahve molası ardından acıkaraktan Sur Ocakbaşı... Sonumuz olan durak burası oldu. kendimizden geçerek yediğimiz yemeğin ardından hazmetmek için çok çaba harcadık. Üzerine sıcak şarap ve çay içtik. akşam 9 sularında çökmüş şekilde dağıldık.
Pazar benim kayak günümdü. Sabah 4'de kalkıp yola çıktım gene. kartalkaya 4 saat. gittik, hava çok soğuk, hafif sis var. biz piste çıktıktan sonra sis dağılır gibi yaptı ama kar yağıyor inceden. hava kötü diye çok az insan gelmiş, o bakımdan kalabalık değil süper ama sis ve kardan göz gözü görmüyor. son turumda resmen chocolate'tan gelen müzik sesini takip ederek yön buldum.
bu haftanın başarısı çok dik bir tepeyle başlayan bir parkura girmem oldu. düştüm tabiki ama olsun. bir ilerleme sonuç olarak. bir de yağan karın etkisiyle pist bolkar moduna geçtiğinden bolcana düştüm. hele bir tanesinde öyle bir hızlandım ki sonunda kontrolümü kaybedip takla attım. allahtan bir tarafım kırılmadı/kanamadı. gene de keyifli şey kaymak.
şu anda? boynum tutuk, nerdeyse tüm kol kaslarım ağrıyor ve kendimi çok yorgun hissediyorum. ama yine de mutluyum sanki:))))

26 Ocak 2011 Çarşamba

Gerildim yav

Allahım ne kabus bir gün:(
önce altyapı: bu hafta yurtdışından gelen birileri var. onların TR'deki toplantılarını biz organize ediyoruz ve katılım sağlıyoruz. ancak bu hafta patron yurtdışında. dolayısıyla iş bana kaldı. adamlarla toplantılara gidicem.
2. ayarlamaya çalıştığımız toplantılar gayet üst düzey. güya bir şirket aracı olacaktı. hem kendileri ile hem de bağlı kuruluşları ile görüştürecektik. hatta talebi gecen hafta ilk onlara ilettim. ancak bu sabah arayıp kendilerinin görüşemeyeceğini, bağlı oldukları şirketle görüşme için de aracılık etmelerinin uygun olmayacağını ilettiler. bu sabah!!! yani durup durup bu sabah "valla bize güvenmeyin" dediler...
sabah beri panik halde randevu almaya çalışıyorum. işin kötü yani randevu almaya çalıştığımız adam da bu cuma görev devrediyormuş!!! o kadar yoğun ki daha talebimizi görüp de "bilmem kim ilgilensin" bile diyemedi. saat oldu 4.
bu arada  ben de bana alternatif olarak verilen ismi - adamın yerine geçecek olan - arasam mı diye tereddüt modundaydım ki zaman azaldıkça gerildim. sanırım patron yok ya, kendimi daha bir sorumlu hissediyorum ve bu görüşmeyi ayarlamak zorundayım gibime geliyor.
neyse az once 2 numarayı aradım. adam açtı telefonu. anam oldum. asistanı değil. kendimi tanıttım ama eminim adama bir şey ifade etmemiştir. sonra sempatiklik olsun diye "tebrik ederim, görevi devralıyormuşsunuz" dedim. meğer görevi devralan o değilmiş. başka biriymiş. allahım orda başımdan aşağı kaynar sular indi. adamla doğru düzgün konuşamadım bile. daha da komiği "iyi de bu adam görevi devralmıyorsa bunun görevi ne ola ki???" gibi sorular dönüp durdu kafamda... adama o zaman kimle görüşelim diyecektim ki "sizi sonra arayayım mı?" dedi.
böyle işte. 15 dakikadır kendime gelmeye çalışıyorum. IMF günlerim geldi gözümün önüne... allahım nasıl bir şeydir bu yaaaa:(((
al işte mülakatlarda sorulan "başınıza gelen kriz durumu" sorusuna mükemmel örnek:) ne yaparsınız? ne yapıcam mümkün olan en büyük hasarı veririm:PpP

25 Ocak 2011 Salı

Kafam denk...

Dün akşam nedendir bilmem bir türlü uyuyamadım. 11 gibi yatağa gittim, 1 saat kadar kitap okudum, sonra uyumaya yeltendim. dön allah dön... beynimin içinde şarkılar dönüp duruyor, bir türlü sessize alamıyorum. bir o yana bir bu yana... koyun atlatmayı bile denedim ama çiftlikte 20 koyun kalmış, öteye gidemedim. bir ara saat 3 küsür idi, hayır uyuycam inadıyla kalkmıyorum da yataktan. kalkıp su falan içtim, tekrar yattım, sonra bir dalmışım. 5 sularında bir daha açtım gözlerimi ama uzun sürmedi. sonra bir baktım alarm çalıyor.
e tabi akşamın acısı şimdi çıkıyor. kafam nasıl denk. uyumak istiyorum ki ööle bööle diil...

24 Ocak 2011 Pazartesi

İnsanın adı çıkmaya görsün...

Bir süredir sosyal hayatıma bir "es" verdim. ancak bunu kimseye anlatamıyorum. nedense insanların gözünde hala fıttır fıttır gezen, son derece sosyal bir insan imajım var. bir süredir sakin yaşadığımı, öyle eskisi gibi gezmediğimi anlatamıyorum. aslında anlatmak zorunda da değilim, eskiden olsa "ya neden anlatamıyorum" diye üzülürdüm ama artık inanıp inanmadıkları da umurumda değil. ben sadece canımın istediği gibi yaşamayı tercih ettim ve onun dışındakilere kulağımı kapamış durumdayım. canım isterse bişeyler yapıyorum, istemezse yapmıyorum.
gerçi benim sakin hayatım birçok insan için hala aktif görünebilir ama dedim ya... whatever:)))))
öyle keyif alıyorum ki... akşam eve gidip ayaklarımı uzatıp tv karşısına kurulmaktan. elimde laptop, oyalanmaktan, yatmadan önce kitap okumaktan... bir müddet kendimle başbaşa kalmak hoşuma gidiyor sanırım. miskin modu diyorum ben buna:))))

Önce kitap

Son zamanlarda kendimi TV ve oyunların yanısıra kitap okumaya da verdim. Önce gündemin çok gerisinde kalmış olduğum elif şafak'ın aşk'ını okudum. ayılıp bayıldığımı söyleyemem ama güzel bir romandı. okuması güzel, bence zamana çok uygun mesajlarla dolu. akla mantığa hitap eden keyifli bir roman oldu benim için.
Ardından kitapçılarda görüp de elimin bir türlü gitmediği türk işi bir cinayet romanını deneyeyim dedim. osman aysu'nun cinayet sancısı isimli romanını okudum. hani bu bir başlangıç olsun, biraz da türk yazarlara ağırlık vereyim. ama sonuç hiç öyle beklediğim gibi çıkmadı.
önce kitabın ilk 30-40 sayfasında tekrar tekrar aynı şeyleri okumaktan kusucam sandım. bitirme kararı almış olmasam orada bırakıverirdim.
yazar dönüp dolaşıp aynı şeyleri anlatmış. en sonunda "tamam anladım, kızın kardeşi intihar etmiş, o da sorumlularından intikam alacak, sadede gel" diyorsunuz ama hayır, yazar belki emin olamamışsınızdır diye aynı şeyleri tekrar tekrar anlatıyor. sonra işin içine duygusallık ve cinsellik katmaya çalışıyor ama orda kızın kendi ile çelişmesini defalarca okuyorsunuz. sonra sevgilisi olan adamın kızdaki çelişkiye ilişkin yorumlarını defalarca okuyorsunuz. her duygu ve düşünceyi anlamamış olma ihtimaline karşı tekrar tekrar okuyorsunuz. kız uyumadan önce yatağında dönerken ve uyandıktan sonra yüzünü yıkarken aynen benim burda yaptığım gibi tekrar tekrar okuyorsunuz. ta ki içiniz bayılana kadar...
ha bir de bağlantılar okudukça çözülsün gibi bir kurgu yapmış amcam ama asıl kilit adamı ben daha romanın başında tahmin etmiştim. yani hiç de yaratıcı değildi. sanırım bu tür roman / dizi vs izleyince artık kolay yem yutmuyorsun. ya da yazarlar bir yerden sonra yaratıcı olucam diye kendilerini çok kasıp yakayı ele veriyor ya da kendilerini tekrar ediyor.
neyse dün romanı bitirdim. bir daha türk işi cinayet romanı mı? asla... ya da osman aysu romanı asla... belki başka iyi bir yazar keşfedersem olabilir.
ıyyyy... aklıma geldikçe ürperiyorum resmen...

18 Ocak 2011 Salı

ben bile izledim

Dün akşam yarıma kadar top chef: just dessert izledim. beni bilen bilir, hayatta ilgilenmem böyle şeylerle. ama yılbaşında ankaraya gittiğimde pisi ilk 3-4 bölümünü izlettirip sardırmıştı. Aslında sarma nedenim birinci olan çocuğun türk olmasının yanısıra çok da sevimli olması. izlerken resmen bayıldım çocuğa. süper olumlu, sempatik bir tip. bayılmamın altında yatan diğer bir sebeple çocuğun dave'in gençliğini andırması. çocuk dediysem 30 yaşında. ama dedim ya bir şeker, bir şirin.
her bölümde farklı tatlılar yapıyorlar, hepsi bişeyler uyduruyor falan. yaptıkları tatlıların ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. ben böyle mal mal ekrana bakıyorum. sadece yiğit'i izliyorum. tabi aslında birinci olduğunu bilmesem kalbim dayanmaz sanırım çünkü finale 2-3 bölüm kala bizimki bir tökezledi, sonucu bilmesem elendi diye ağıt tutabilirdim:)))
bir de iğrenç gıcık bir herif vardı. allahım al bir kaşık suda boğ. yiğit finalde onu da eleyerek kazandı. bir sevindim gururlandım sormayın:) sanki ben kazandım.
ama harbi çok tatlı bişeydi:)))

17 Ocak 2011 Pazartesi

Vücudumuzu tanıyalım

evet mesela ben şu anda vücudumda nerede nasıl bir kas var gayet iyi biliyorum. farkındayım yani. hepsini tek tek hissediyorum. Her biri ayrı ayrı ağrımakta çünkü. çünkü ben dün kaymaya gittim.
Öyle korka korka gittim ki... geçen seneki yegane denemem kabus bir sonuç bırakmıştı üzerimde. hava berbattı, ben yanlış piste girmiştim vs derken o kadar çok düşmüş ve o kadar hırpalanmıştım ki kendime olan güvenim yok olmuştu. Bu sene bir de daha da kilo alınca... ve kayak da bir nevi denge sporu olunca... harbi korktum ne yalan diyim. gidip bir ton para verip kıyafet de aldımdı kendime.. dedim ki bir de kayamazsam sıçtık yani, bunca para boşa gidecek vs.
yine de gözümü kapadım çıktım piste. şansımıza hava çok güzeldi. rüzgar yok, sis yok. önce eğitim pistinde 5 tur attım, baktım düşmeden kayabiliyorum. kendimi nazlıya kaydırdım. nazlı biraz uzun geldi ne yalan diyim. hamlamışım ya, bir de düşmeyeyim diye kasıp durdum sanırım kendimi. bacaklar nasıl ağrıyor anlatamam. ama düşmeden tamamladım ilk 2 turu. sonra 3. turda düştüm tabi. ama öyle kötü değil. kayaklar fırladı tabi ayağımdan. sanırım 15 dakika falan uğraştım giymek için. kafayı yedim resmen. sonunda bir board'cudan yardım istedim. meğer benim kayağın kilidi kapalıymış. e doğal takamamam. "salaaaak selen" diyerek taktım kayağı, kaydım gene. niyetim öğlene kadar nazlıda takılıp sonra cesaret edebilirsem arkadaki sarı piste gitmek. ancak daha öğlen olmadan ebrular gel aşağıya deyince indim ben de. ama sarı piste cesaret edemeyip gene uzun mavilerde gezdim. yalnız rota uzadıkça benim yorgunluk tavan yaptı. tükendim denir ya, resmen tükendim valla. ama bizimkilerin gazı ile bazı yerlerde gene kendime göre hızlandım, S çizdim vs. hakikaten kendimi aştım. ama bu arada çoook yoruldum.
öğleden sonra sis bastırmaya başladı. ben bir korktum sormayın. zaten çok da yorulmuştum. 1 nazlı sonrası dinlendim, baktım olacak gibi değil, yukarı çıkıp yine arka yoldan döndüm otele. soyundum, dökündüm. tükenmişim, yığıldım resmen...
ama çok mutluyum ne yalan diyim. hem çok keyif aldım, hem kendime güvenim yerine geldi, hem de kar gördüm, kar:)))
yine gidecek ben:))))

13 Ocak 2011 Perşembe

o da koç burcu

Kendisini çok hatırlamamakla birlikte annemin matrak bir insan olduğunu hatırlıyorum. benim gibi soytarı değildi ama şakaları vs ile ortama neşe katardı. zaten 1 nisan doğumlu bir insandan başka ne beklenebilir ki:)))
hayal meyal hatırladığım şeylerden biri ben daha çok küçükken bir yılbaşı gecesi ablama pamuklarla sakal yapıp, sırtına bir bohça içine yastık doldurup noel baba formatında komşulara göndermesiydi. apartman kapılara dökülmüş, millet yerlere yatmıştı. hayal meyal apartman toplantılarının da neşe kaynağı olduğunu anımsıyorum. tabi biz o zamanlar lojmanda otururduk, herkes herkesi tanır, bilir vs...
nerden geldi aklıma bu şimdi? az önce içeride çay koyarken annemin arada çaydanlık elinde içeri dalıp çaycı ağzıyla "çayçeen" dediğini anımsadım:)))

Bunu yazmam biliyorum bir hata ama...

Dün akşam bizimkilerin suyunu değiştiriyorum. Kuddusi elimde, Hüsam akvaryumda. hüsam'ı öperim genelde, normal azgın olmasına rağmen pek uslu durur. Kuddusi de her daim korkar, siner kabuğuna. dün işte elimde, ısırır gibi yapıyor bu. ay yok ısırmaz benim kuddusi'm usludur o diyerek öpme girişiminde bulundum. Isırıyormuş!!!!! resmen ısırdı serseri, kanattı dudağımı:( acıyo valla. demek ki neymiş, her gördüğün kaplumbağayı öpmeye kalkmayacaksın...
hayır kurbağa sanmadım:)))))

12 Ocak 2011 Çarşamba

İncilere devam

Bundan böyle her inci için ayrı bir post açmak yerine bir tanesine (buna) eklemeye karar verdim. çünkü bu gidişle çok fazla post olacak.
yeni marifetimi bildiriyorum:
bu hafta internations toplantısı varmış. 13'ünde... züzü önce gidicem dedi, ben de gitsem mi diyerek bir arkadaşı ayarttım. ama bir yandan da gidip gitmeme konusunda kararsızım. neyse bugün gitmeye kesin karar verdim. bugün kayıt olmak için siteye girdim. kaydı oldum, ek misafir için nereye yazıyorduk onu ararken yazışmalara bir göz attım. her yerde bir "wednesday" lafıdır geçip duruyor. allah allah demek bugün başka bir aktivite daha mı varmış vs derken içime kurt düştü, bir de baktım ki benim yarın sandığım olay bugünmüş!!! yattı bizim aktivite.. hayır o değil, kayıt yaptırmadan "aman kapıdan girerim" diye yarın gidip de conrad'da sap sap kalsak ne gülerdim:)))
şimdi bu olay iptal olduğuna göre muhtemelen yarın akşam ege'nin show'una giderim:)

edepsiz hüsam

Sabah hüsam zibidisi elimi ısırmaya kalktı. hani yapmadığı şey değil aslında ama...
dün akşam eve geç geldiğim için bunlara yem vermemiştim. sabah baktım nasıl becermişlerse filtreyi yerinden çıkarmışlar, alet akvaryumun dibinde yatıyor. yem vermeden filtreyi yerine takayım dedim. daha benim elimi filtreye uzatmamla hüsamın elime atlaması bir oldu. serseri, becerebilse direk elimi yiyecek. allahtan pirana değil!!! bir de yem verince o zavallı kuddusi'yi öyle bir kenara itekleyişi var ki... salak heyecanla ne yaptığını bilmiyor ama sanırsın bilinçli yapıyor... öbür garibim de debelenip duruyor.

selen'den incilere devam

sabah evden çıkmaya yakın pisim aradı. Bir yandan konuşurken diğer yandan ayakkabılarımı vs giydim. çantamı aldım, alarmı kurdum, çıktım. tam kapıyı kitliycem "amaaan tlf aldım mı?" diyerek tekrar kapıyı açtım. bu arada alarmın kurulması 15-20 sn falan sürüyor sanırım. o süre zarfında kapıyı kapadın kapadın yoksa ne olacağını ben de bilmiyorum. neyse kapıyı açıp içeri girdim, alarm son sinyallerini veriyor. baktım tlf vestiyerin üzerinde değil. "ya üf nerede bıraktım" diye söylenecekken hala pisiyle konuşmaya devam ettiğimi, dolayısıyla telefonun aslında elimde olduğunu farkettim!!!!!!!!!!
daha ne diyeyim...

11 Ocak 2011 Salı

Doe, a deer, a female deer...

Nerden çıktı bilmiyorum ama dilek'le muhabbet ederken veya bora şarkı söylerken neşeli günlere takıldık. neydi şarkının sözleri... la'ya kadar gelmişler ama la yok. hemen google'ladık. hem türkçesini hem ingilizcesini bulduk, dinledik, birlikte söyledik vs... ama bilemezdim bunun sonunun olmayacağını. tüm haftasonu bora durmadan söyledi, bozuk plak gibi tekrarladı durdu... onun söylemediği zamanlarda da benim beynimin içinde döndü durdu. hala sessiz sessiz dönüyor beynimde. doe, a deer, a female deer... susturamıyorum. sus nolur sus:(((
merak edenlere:)


Türkçesini merak edenlere:
Do, bir külah dondurma
Re, masmavi bir dere
Mi, denizde bir gemi
Fa, gemide bir tayfa
Sol, papatyalı bir yol
La, güneşten bir damla
Si, Ayşe'nin kedisi
sonra yine baştan do, oh oh oh

10 Ocak 2011 Pazartesi

başlıksız

Yine yoğun, yine hareketli bir haftasonu...
sanırım depresif modumdan çıkmak üzereyim. ya da dip yapar gibi oldum. neyse ne, sonuçta hareketli bir haftasonu geçirdim.
Cuma akşamı bir arkadaşla palladium'da buluşup bişeyler yedik ve turist filmine gittik. Film bence eğlenceli idi. johny depp amcam biraz sarsak bir adam rolündeydi, ama ben sevdim. yalnız filmin sonunu başından tahmin ettim, eğlencesi kaçtı benim için:P sanırım bu tip filmleri çok izlemeye başladım ehehhee...
bu arada palladium'da halim çok komikti. benim botun topuğunun bilmem nesi düşmüş işte. hani çivisi kalır ya bir tek ortada. aynen o durumda. dolayısıyla her adımda çınlıyor. ben bu olaydan nefret ederim ama yapacak bişey yok. yürürken sürekli kendimle alay ettim. çın, çın, çın...
sonra gece eve geldiğimde nasıl yorgunum, hani daha yatak odasını gördüğüm anda uyuyabilirim, o derece. fakat bir baktım benim zavallı hayvanların suyu bir bulanık, göz gözü görmüyor. kıyamadım, o saatte sıvadım kolları, sularını değiştirdim vs.
cumartesi dilekler geliyor. otobüsleri 12:15'de ataşehir de olacak. çıktım evden tam 12 sularında Varan'ın dudullu'daki yerine geldim ki dilek aradı biz geldik diye. ben de şimdi geldim dedim ama benim geldiğim yerde Varan maran yok. anaaa, lan varan nerde oldum. meğer kamil koç'un oraya biyerlere taşınmış. hadi kalk koç'a git. orda da değil, geride kalmış. dolana dolana buldum yerini. bir yandan da "allahtan yolcu etmeye değil, karşılamaya geldim" diye seviniyorum. hele düşünsenize, ben gidiyor olsam kesin bulamamış ve yolda kalmıştım:(
Cumartesi gününü kapalı çarşıda dolaşarak geçirdik. ben çok seviyorum orayı, inanılmaz bir havası var. mağazalara girdik çıktık, çok eğlenceli idi.
pazar sabah caddebostanda kahvaltı, ardından onların 1-2 işi vardı, ben caddede dolandım. sonra birlikte bu sefer capitol'e gittik. ben çınlayan ayakkabımı mağazaya verdim, oturduk, muhabbet vs yine eve gelmemiz akşamın 8:30'u.
bu sabah kabusumuz ise bambaşka. uçak 10:20'de, biz 7:18 de teker döndürdük. murphy de bizimle gelmiş, köprü kıpkırmızı göründüğünden ayağından girdim ama ayak daha kalabalıkmış. köprüye geldiğimizde saat 8:10 falandı. ordan sonrası açık mı? tabi ki hayır!!! uçak kaçtı vs diyerek 9:25 itibariyle alandaydık. allahtan yetişmişler. benim dönüş 10:05. kısacası 2 saat 45 dakika araba kullandım ve sonuçta 1 km öteye geri döndüm... lan bu kadar sürede bolu'ya gider insan be!!!

7 Ocak 2011 Cuma

Yok ben kesin "şaka"yım...

Öğlen kendime kayak kıyafeti almaya gittim. kar özledim dedimdi ya, malum bu salak şehirde kar yok. mecburen dağa gidicez. gidicez de ne giyicez vs. mevcutlara da sığamayınca dooğru yeni masraflara.
neyse gittim mağazaya, dedim ben 2 sene önce sizden bir takım aldımdı, artık içine giremiyorum, yenisini almaya geldim. koca mağazada bana uygun 3 pantolon anca var, montlar desen keza öyle. neyse giy çıkar giy çıkar derken birilerinde karar kıldık, ben başkasının ödediği kartla aldım çıktım mağazadan. ofise geldim. bu arada bir pantalonun büyük bedeni gelirse diye de tlf numarası bıraktım. neyse demin mağazadan bayan aradı. "selen hanım ceketinizi unutmuşsunuz" dedi. benden tepki
- aa hiç bakmadım, poşetin içinde değil miydi?
- yok kendi ceketiniz...
ben bu arada hala "lan ceketi başka poşete mi koymuştuk ki, ne dikkatsizim" falan diye düşünüyorum. hatta neredeyse kalkıp poşete bakıcam. bu arada bilge hanım devam ediyor:
- hani size çıkarttırmıştık montu denemeniz için...
- aa benim kendi ceketim!!!!
üzerimdeki ceketi tamamen unut... aklıma bile gelmiyor ben hala takılmışım monta... hayır kadın aramasa sittin sene aklıma da gelmez ha ceket...

Bizim murphy aynı zamanda salakmış da:))))

Dün akşam ablamlara gittim. tabi eve varmamız 9'a geliyordu, o saatten sonra yemekti, fatmagül'dü derken baktık 11'i geçmiş. E bari uyuyalım dedik. gerçi bana kalsa pozisyonumu hiç bozasım yok. ne zaman ablamlara gitsem en büyük zevkim kucağına yatıp sırt kaşıtmak:))) kıyamam o da gıkını çıkarmadan kaşıyor valla. durunca falan dürtüyorum hemen "durma" diye:)))) çok yüzsüzüm çok.
neyse akşam zevkli de sabahı kabus bu ziyaretlerin. netekim bu sabah da erkenden hortlayıp düştük yola. ben 7:45 otobüsü ile geçtim karşıya. 8:15 itibariyle ofis kapısındayım. kapıdayım ama içeri giremedim. salak ben dün palto değiştirince ofisin anahtarını palto cebinde ofisde bırakmışım. ben kapıya kapı bana baktık bir müddet. daha çok erken olduğundan ofise gelen de yok... allahtan araba ofisdeydi. salak murphy diye söylene söylene arabaya gittim. bir yandan eve gidip uyusam mı diye düşündüm ama gitsem gelemem geri. arabaya kıvrıldım uyuklamaya başladım ben de:)))) 20 dakika falan sonra baktım gençlerden biri gelmiş, girdim ofise.
ama yaa, olacak iş midir!!!

6 Ocak 2011 Perşembe

Ayaklı murphy

Sabah 7:15 itibariyle yataktan kalktım. bir panik hazırlanıp düştüm yola. Hedef toplantı öncesi kabeden paltoyu almak. 8:00 itibariyle kapıdan girdiğimde benden önce gelenler olmuştu. Yuh dedim, insanlar kafayı yemiş (hayır ben normalim:PpP) neyse indim aşağıya, ayırttığım parçaları alıp kasaya yöneldim. Kasadaki abla paltoyu okuttu ve "indirime girmemiş" dedi. Ben böööle bakakaldım kadına. "şaka yapıyorsunuz di mi?" diyerekten, bir yandan canlı murphy modunda kendime gülüyorum falan. dedim yani bekledim o kadar, olana bak. neyse yapcak bişey yok diyerekten aldım paltoyu. kasiyer çok şeker. siz böyle pozitif yaklaştınız ya, iyi bişey olacak şimdi size dedi, dedim görüşmem var, bakalım. neyse ödedim çıktım. hala kendi kendime gülüyorum (evet gülüyorum, napayım ağlayınca değişen bişey yok). yine de mağazadan çıkmadan paltoların oraya gittim ki benimki de indirime girmiş. allah allah diyerek birilerine sordum. sistem hatası imiş. haydii, tekrar in aşağıya, müşteri hizmetlerinden iade geri al vs işlemleri. neyse indirimi yansıttılar, ben de sırıtarak giyip çıktım paltoyu.
görüşme? ne? hı? kim???
case verdiler 1 tane. sunum hazırladım. ancak bir miktar kimlik bunalımı yaşadığım için bilemiyorum tabi. orda bürünmem gereken rolü tam benimseyemedim sanırım. mülakatçı ile sunucu arasında gidip geldim.
aman whatever:)

5 Ocak 2011 Çarşamba

portecho

cuma akşamı babylon'da portecho varmış. normalde ben bu konsere mutlaka giderdim. hatta birilerini de ayartırdım. ama şimdi uyuz ben olduğum için bir yandan gitmem gerektiğini düşünürken diğer yandan üşeniyor, bir yandan kendimi gitmek için ittirirken diğer yandan "lan sus sesini çıkarma, otur evinde, başka yere de gitme" diyorum...

kabe...

Dün mesaj geldi. yarın kabede indirim varmış. yarın benim görüşmem var. domuz moduna geçtiğim için güzel paltolarıma sığamıyorum. kabede beğendiğim bir palto vardı, alsam mı almasam mı diye düşünürken indirim haberi hızır gibi yetişti. şimdi sabah erkenden gidip paltoyu alıp görüşmeye öyle gidicem.
bir de elbise beğenmiştim ama onu bulamadım. yarın diğer şubelere bakarım artıkın:)))

Kar

Nihayet burnumda tüten şeyin ne olduğunu anladım: kar. buram buram kar özlüyorum. bembeyaz, soğuk... karın o sessiz huzurunu özlüyorum. kayağı özlüyorum. o beyaz huzurun içinde karda atılan adımların hışırtısı. sanırım şu dünyada duymayı en çok sevdiğim sesler: 1. karda atılan adımın hışırtısı, 2. su altında alınan soluğun sesi. ikisi de mutlak sessizlik içinde duyulabilen, algı düzeyini bir yandan keskinleştirirken bir yandan felç eden ortamlar...
ne biçim şehir bu yaaa! doğru düzgün kar bile yağmıyor... ben avrupaya alplere yerleşicem hoca. 2 yıldır adamlar kardan felç oldu, bize ise habire yağmur!!!

4 Ocak 2011 Salı

Züzü'den inciler

az önce züzü ile msn'den konuşuyoruz. şubat ayında cirque de soleil'in bir gösterisine gidicez. onu soracaktım. güya komik olcam ya "sirk dö soleyle gidiyor musun?" dedim. karşıdan gelen cevap: "s.k de söyleyelim ne ya?" gülmekten cevap veremedim bir müddet.
sonra da paylaşma ihtiyacı hissettim ama nereye yazsam ayıp, içimde kalacağına bloga koyayım, nasılsa biz bizeyiz dedim, buraya koydum.

aloo sesim geliyor mu?

Sabah uyandığımızda önümüzde her zaman 2 seçenek vardır. güne olumlu başlamak veya olumsuz başlamak. ben bir süredir güne olumsuz başlıyorum. içimden mutlu olmak gelmiyor, günü tamamen "günü geçirmek" adına yaşıyorum. birileri bir yerlere çağırırsa gidiyorum, yoksa iş çıkışı eve gelip oturuyorum. canım ne yemek isterse yiyor, ne isterse izliyorum. genelde oyun oynuyorum. hiçbir şeyi sorgulamıyor, sadece zaman geçiriyorum.
e hayata günü geçirme mentalitesi ile yaklaşınca insan ister istemez hayata bakışını da kaybediyor. normalde keyifli gelen, komik gelen şeyleri görmezden geliyor, algısı düşüyor. bir umarsızlık sarıyor dünyayı. yani bana   öyle oldu işte. dolayısıyla da blogu da savsakladım. yazasım gelmiyor çünkü aklıma yazacak bişey gelmiyor. çünkü artık algılamıyorum, sadece zaman geçiriyorum. bakmak ve görmek arasındaki fark gibi bir şey sanırım bu.
ben bu durumun az çok neden kaynaklandığını biliyorum. ancak içimden düzeltmek de gelmiyor. şimdilik bu modumdam memnunum. ancak farkındalığım arttıkça kendime gelesim de artmaya başlayabilir bilemiyorum.
aslında sönük geçen son zamanların kısa bir özetini verecek olursam: nedense bu ay hemen her haftasonu ankara'ya gittim. biri iş içindi, diğerleri ziyaret amaçlı. arkadaşları görmek iyi geliyor ne yalan diyim ama koşturmaca içinde geçmesi bayağı yoruyor. o yüzden son ziyareti basit tuttum.
yılbaşında evde oturup tv izleme modundaydım ama kızların ısrarı ve evde oturmanın daha da depresif olacağına inancım sebebiyle son dakika kararı ile ankaraya gittim yine. bu sefer cumadan gidip önce genel müdürlüğe uğradım. herkesleri görmek iyi geldi. özlemişim.
yeni yıla özge'de girdik. gidip quick china'dan yemeğimizi sipariş ettik, keyifle tıkınıp şaraplarımızı yudumladık. sonra tv moduna geçtik. uyuz uyuz koltuklara yayılıp top chefs izledik. saat 12'ye gelirken yerel kanallara dönüp yeni yıla hep birlikte girdik. bekleyecek birşey kalmayınca da 1 olmadan uyuduk.
cumartesi aynı sakinlikte geçti. ben bir arkadaşın evine kahvaltıya gittim. orda da ev hali modundaydık. ardından kızlarla sinema. ve yine eve dönüp pinekleme. nasıl iyi geldi anlatamam.
pazar daha hareketli idi bu sefer. sabah bilge ile kahvaltı, ardından buraklar da geldi, kahve. ardından babama gittim. babama yalnız, sanki annem gezmeye gitmiş. neyse işte, 2 haftadır ziyaretlerim biraz ağır geçiyor. senesi diye mi bilmem, geçen sefer çok ağlamıştım. bu sefer de çok koydu. ne bileyim çok içime veriyor yoklukları. çok manasız geliyor herşey. her neyse, ardından pisi ile kahve içtik ve ben dönüş yoluna düştüm. bir müddet uzak dururum artık yollardan da ankara'dan da... onlar gelsin buraya:)
susan miller ablam 2011 için çok olumlu şeyler söylemiş koçlara. hayatın tersine dönmesini ve şu güzel şeylerin gelmesini bekliycem ben de... işimiz burçlara kaldı, hale bak:))))