Sayfalar

30 Eylül 2010 Perşembe

Akıllı davranabilmek

Hep diyorum, başıma ne geliyorsa aceleciliğimden ve fevri davranışlarımdan geliyor. Hani şöyle sakin olup geri bir adım atıp durup düşünebilsem belki çok daha yararıma çözümler üreticem ama yok, ben o anda yüzleşmeliyim. Hiç böyle tartıp biçeyim, olayları çıkarıma göre şekillendireyim yapamıyorum. O anda neyse o. Nasıl hissediyorsam anında belirtiyorum. Sonucunda genelde ben zarar görüyorum ya da zararlı çıkıyorum. Peki bundan ders alıyor muyum? belki de... yaka yıka yapmayı da öğrenirim belki:)

Hayretler içerisindeyim

Şu son 24 saat içinde kendim dahil dünya ve insanlar hakkında öğrendiklerim beni hayretler içinde bıraktı resmen. bööle ağzı açık kalmış durumdayım. hem kendi salaklığıma, hem dünyanın üçkağıdına.. hayretlerle karışık bakıyorum.
Öncelikle 1 yıldır sana platonik aşığım ben diyen ex-sevgilim gerizekalısının bu lafı ettikten 10 gün sonra başka bir kıza yazmaya başladığını öğrendim. güya bana durumu gittiği cehennemin dibinden dönünce anlatacakmış. bu bilgiyi de içimdeki garip his neticesinde (bizim orda hunch da diyorlar) yaptığım ajanlıkla elde ettim, yaptığım şey gurur duyulacak bişey olmamakla birlikte sonucunda elde edilen bilgiler neticesinde pek bir gurur duydum kendimle. sonra aynı gerizekalının aslında anlattığı kişi olmadığını, hayatıyla ilgili okuduğu okul, çalıştığı iş gibi bazı detaylarda süslemeler yaptığını öğrendim. gözümdeki imajı zaten yerle bir olmuştu da bu bilgiler bana fazla geldi ve kendi imajım da yerle bir olmaya başlamıştı ki en azından bu gerçeği gün yüzüne çıkardığım için kendime olan saygımı da kurtarmış oldum.
ben mi çok safıım, millet mi fazla kuurt, anlayamadım gitti. bu nasıl bir dünyadır, bu nasıl bir insan müsveddesidir...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Haftanın sözü:)

Cumartesi kızlarla kahve keyfindeyiz. Çene tufanında sıra benim yeni boyanan saçlarım. Kızıl-kırmızı rengi biraz canlı, hani az daha kırmızı olsa çok iddialı olacak. Günün esprisi banyo yaparken kuvette kestiğim kurbanlar ve boyanan havlular. Tabi kızıl çabuk aktığı için sık boyatmak gerekecek. Tam bu muhabbet dönerken mutlu bombayı patlattı: "şimdi saçını ne sıklıkla yıkaman gerek?" özlem ve ben: "?????!!!!! ahahahahhaahhaha, kirlendikçe" garibim banyodaki kurbanlara nasıl konsantre olduysa ne sıklıkla boyatıcan yerine yıkayacan dedi:)))
mutişkom, sağlığına hayatım:) mucks!

O son kadayıfı yemeyecektim!

Evet, bir Ankara rüzgarı daha fırtına gibi geçti. Gene yedim, içtim, dedikodu yaptım ve kimselere doyamadan döndüm istanbula.
Cuma akşamı eve ulaşmam gece 1:15'i buldu.  Pelin'le yaptığımız kısa geyiğin ardından 2 gibi sızdım sanırım. sabah koğuş kalk güya 9-9:30 ama kalkılamadı tabi. E güne rötarlı başlayınca bütün planlar kaydı.
Önce Serkan'a koştum. Serkaaan, beni yeniden kızıl yap diye. Serkan sağolsun yine hünerini gösterip güzel kırmızı-kızıl bir saç yaptı bana. Pelin'e de biraz kahkül kesti. Ardından Banu ile buluşup hızlı bir kahve ve gündem yakalama operasyonu. Bir sonraki durak Özge ile quick china. allahım 2 kişi bir şişe şarap eşliğinde 4 kişilik yemek yedik resmen! Gelişmeler konusunda birbirimizi güncelleyip dedikodularımızı yaptık. Restorandan ayrıldığımızda pek mutlu ancak çatlamak üzereydik. Özge beni Muti, esin ve özlemle buluşmak üzere mineseraya bıraktı. Midem o kadar doluydu ki hazım için 2 kova çay içmem gerekti. Bu kızlarla muhabettimiz daha çok çocuklar ve okulları üzerineydi:) Allahım mama saati kaka saati yerine seninki hangi okula gidecek vs muhabbetine bırakmış. Yaşlanıyor muyuz nedir:( Sonra Özlem geldi. minik kurbağa çok hastalanmış, ama toparlanmaya başlamış. Çocuk faslını kapadıktan sonra dedikodu faslına geçtik. Çok keyifliydi:)
Cumartesinin son durağı Paşaoğulları. 2 yıldır hasret kaldığım yüzlere bir yenisi eklenmişti malum. Sen nasıl güzel bir bebeksin öyle. yeminle içime sokasım geldi oğlanı ama kendisi sadece uzaktan gülücükler atmayı tercih etti. Oğlanlar uykuya gidince biz büyükler güncelleme moduna geçtik. Ben o kadar dolu mideye rağmen dayanamayıp Hülyanın süper kek ve tartından yedim. patla selen!
Gece 1 gibi eve gittiğimde Pelin halimi görüp "ben bu filmi daha önce görmüştüm" diye dalga geçti! ben daha da genişleyen midemle kıvrılıp uyumaya çalıştım:)
Pazar sabahı güne üst komşunun bağırışları ile 8:30 sularında başladık. Anam dedim, benim saykocan gitti ama bunlarınki de pek farklı değilmiş. Habire kavga sesleri vs. Ancak yorgunluk ağır bastığı için tüm gürültüye rağmen 11'e kadar yataktan çıkamadım.
Uyandım ki midem hala dolu! Öğlen Recep'e gidilecek! Kuzen akşam kadayıf yapmış, nasıl de güzel görünüyor! Dayanamadım kahvaltı öncesi 1 dilim kadayıfı lüplettim. kahvaltıyı biraz geçiştirmeye çalıştım ama üzerine 1 koca dilim daha kadayıf götürdüm resmen. Evden çıktığımda yine patlayacak gibiydim.
Pazar programı nispeten daha sakin. Çamay'la kahve, selim ve burakla recep ardından eve dönüş. mideler dolu olunca kahve faslını uzattık biraz. Ancak ben hala acıkmamışım. Burak dalga geçiyor "o son dilim kadayıfı yemeyecektin" diye.
recep'e gittiğimizde üçümüz de aç değildik... ta ki içeri girip de yemek kokusunu alana kadar. sonra nasıl oldu anlamadım kaburga da tava da silinip süpürülmüş, irmik helvasına ek gelen baklavadan iz kalmamış, 2. tur irmik helvası istişare ediliyordu:) masadan kalkabilmek için vince ihtiyaç duyduk resmen. debelenerek kalktık, vedalaşma kısmı çok sıkıcı. selim'le orda ayrıldık, burak'ın vazifesi henüz bitmemişti. Terminal öncesi beni kabristana götürdü, dualarımızı ettikten sonra terminal. Ben orda bir tur soda içerken kendisi spora gitme planları yapıyordu.
yol boyu yediklerimi hazmetmeye çalıştım. kıvran dur. sanki ne zorum varsa...
o son kadayıfı yemeyecektim:)))
....
bu arada bütün haftasonu yediğim yemeklerin etrafında dönen muhabbetler, giderilmeye çalışılan özlemler de bana kalsın:)

24 Eylül 2010 Cuma

Wrong

Bazı şarkılar vardır, duyduğunuz anda sizi kendinizden geçirir. İşte bu şarkıda benim için bunlardan biri. Tarif edilmez bir haz alıyorum bu şarkıyı dinlerken. ve gözümün önüne hep aynı an geliyor:
Önceki kış kartalkayada kaymaya çalışıyorum. O kadar çok debelenmişim ki, düşe kalka yorulmuşum artık. Kendime bu parkuru düşmeden bitirme hedefi koymuşum ancak başlangıçta zorlanıyorum. Derken hoparlörlerden aşağıdaki tınılar yayılmaya başlamış. Bir an yatışıyorum, mest bir şekilde şarkıyı dinliyorum, ve içime doldurduğu o tanımlanması güç duyguyla düşmeden kayışımı tamamlıyorum:)
o günden beridir ne zaman wrong çalsa kendimi o tepede hissediyorum:)

Depeche Mode - Wrong

Ondan bundan

Bir pinek moduna girdim gene. erkenden yatağa gir, sabah uyanama, uykulara doyama. sanırım gene kaçıyorum bişeylerden anlayacağınız. 2 gündür 10.30 dedi mi yatağa doğru süzülüyorum. uyuyabiliyor muyum? hayır, ama debeleniyorum.
Dün akşam fatmagül'ün suçu ne'yi izledim. ben onun filmini de izlemiştim zamanında, çok beğenmiştim. o yüzden diziyi de izlemeye karar verdim. gerçi malum diziyi sündürüp olayı tamamen bambaşka bir hale getirecekleri kesin. o ana kadar izler sonrasında bırakırım.
bu arada diziyi izlerken birşeyi farkettim. dizide bir yenge var, içten pazarlıklı, çıkarcı, kıskanç, yılan gibi bişey. adı mukaddes. hah dedim, bizim mukaddes gelmiş, bu kadar mı cuk oturur bir isim bir karaktere. al birini vur ötekine:) allah başka mukaddes çıkarmasın karşıma, tez elden temizlensin dünya:)
Akşam ankara yolundayım. Önce şu soğan kabuğu olan saçlarımı bir adam edeyim, ardından aylardır görmediğim dostlari görücem. gene kimselere doyamadan dönücem istanbula ama napalım, elden bu gelir:)

22 Eylül 2010 Çarşamba

Milletimin gözünü seveyim

Tamam, çıkarcıyız, pisiz, cahiliz, yobazız falan filan ama iş bitiriciyiz yaa! milletimin, pratikliğinin, kafasının çalışmasının gözünü seveyim. 5 gündür 1 raporu email ile ingiltereye göndermeye çalışıyorum. Önce serverları blokladı. 2 gün sonra serverlarında takıldığını öğrendik. sonra gmail hesabı istedim hatun kişiden. aklınıza gelebilecek her mailden (yahoo, gmail, iş) gmail hesabına gönderdim. bu maillere ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. sonra bizim uyarımızla serverlarındaki problemi çözme girişiminde bulundular (bizden gelen mailleri spam görmemesi). sonra mail ellerine ulaştı ama bu kez de açamadılar (bkz winzip). dosyayı açamadığı için orjinalini istedi (12 MB). dedim sizin server bu büyüklükteki dosyayı alır mı? sen gönder dedi. aramızdaki son yazışmalar:

"Dear X,
My server doesn’t allow files larger than 10MB, therefore I have just sent the report from my gmail account (...@gmail.com). Please let me know if you receive it.
Best regards
selen"
gelen cevap
"Selen-
 Have you sent it from your gmail account to this account?  If not, please do.  And can you let me know your gmail account address- I will forward to our IT team to release the emails to me.
 X"
bendeki tepki "salak mı bu????"
cevap:
"X,
 Thats what I was trying to say. I have sent it from my gmail account which is ...@gmail.com
Best regards
selen"
bu arada bu istedikleri rapor güya acildi ve benim cts işe gelmeme sebep oldu!!!

21 Eylül 2010 Salı

İşbaşı:)

Ablamın hastanesi bugün resmen açıldı. Çiçekisi çok güzel:)))

Of pof!

benden kesinlikle iş kadını felan olmaz hocam. Şimdi bizim ofise ve eve temizliğe gelen bir bayan var. Dürüst vs olmakla birlikte çok yalap şalap iş yapıyor kendisi. benim koca ev ütü dahil 4 saatte falan bitiyor mesela. Temizliğinden memnun olmamakla birlikte güvenilir diye devam ediyorduk.
Benim yakarmalarım sonucunda ablamın kadınının bir akrabası geldi geçen denemeye. kız da aslında süper anasının gözü ama ilk temizliği diğerine göre gayet göz dolduran cinsten. Ben de bizimkinden vazgeçmeye karar verdim bu durumda. E tabi şimdi bunu nasıl söyleyeceksin. bulduğum yalana bak "ablam tam zamanlı biriyle anlaşmış, bir gün de bana gelecek" bunu söylerken bile bir ezilip büzüldüm sormayın. kusura bakma falan bile dedim yani:( neyse allah pişman etmesin...

Hotel California gerçeği

Yaş gelmiş 36,5'a. hotel california şarkısını ise kendimi bildim bileli bilirim. ama şarkının aslında korku filmi gibi olduğunu bu bayramda öğrendim! meğer ben bunca sene bu şarkıyı boşuna romantik sanırmışım. hatta benim gibi yüzlerce salak boşuna sevgilisine armağan edermiş (hayır ben asla etmedim, etmem de, ama millet ediyor, onlar daha salak). Çamay olmasa muhtemelen bir asır daha uyurdum ben, sözlerini bilmeden, dinlemeye zahmet etmeden geçerdi zaman. gerçi içimi bayan bir şarkı olduğu için dinlemeyi de keseli çok olmuştu ama valla demin sözlerine baktım da, tüylerim ürperdi!!!
hahah ben bir de "its raining man" şarkısının da "its raining bad" olduğunu sanırdım! o da birkaç sene öncesine kadar yani çok uzak diil.
allahım öleyim ben:P

Gıcık

Dün akşam o kabus filmden sonra eve gelip yattım. Uykum da var hani ama bir türlü uykuya dalamıyorum çünkü boğazımda bir gıcık, hafif bir kaşıntı! lan hasta mı oluyorum yoksa:( kalkıp su içtim vs, yok bana mısın demedi. bu arada yatakta debelenmeye devam. en son bir hışım kalktım yataktan, evde ne kadar vitamin, aspirin, teraflu kılıklı ilaç varsa hepsinden içip yeniden yattım. sızmışım. sabah zor kalktım resmen. boğazım daha iyi gibi aslında ama yine de bugün de ıhlamur vs takılsam fena olmayacak sanırım:)

Ay görmez olaydım!

Dün akşam koca bir haftayı evde geçirmiş olmanın depresyonu ile kendimi sinemaya attım. Film: the american. Şöyle clooney abimi izliycem, içim açılacak. Özlem'i de ayarttım, buluştuk sinemada. önce birer bira içtik, ardından filme girdik.
İşte clooney abi bir kiralik katilmiş. bunu isveçte bir dağ evinde kıstırıyorlar, bu da hem onları hem de olayı gören sevgilisini öldürüyor. derken adına çalıştığı adamın yanına italyaya gidiyor. orada küçük bir kasabada inzivaya çekiliyor. bütün film bu inziva modunda geçiyor. allahım ne bir hareket, ne bir duygu... resmen içim kıyıldı. İnce mesajlar vermeye çalışmışlar, abimin sırtında kelebek dövmesi var ama dövme bence çok kötüydü! ilk yarı bittiğinde yanımda özlem olmasa çıkar giderdim. işin daha da kötüsü clooney de bir zayıflamış, çökmüş falan. allahım sıradandan kötü bir hale gelmiş. çok kötü bir filmdi allahım!
Güzel olan yegane şey corbijn amcanın çekimleriydi. ama yani o da konuya bir bütünlük katamamış, sanat filmi ile ne üdüğü belli olmayan bir film arasında sıkışıp kalmış!
ay çok kötüydü!
keşke evde otursaymışım:)

20 Eylül 2010 Pazartesi

Sıkıcı benlik

Allah allah neden artık yazamıyorum diye şöyle bir düşündün de, yazacak bişey olmadığını farkettim. Demek ki neymiş, son 1 haftada hayatım sıkıcı bir formata geçiş yapmış. İnanmıycaksınız ama geçen hafta hergün evdeydim. Buna haftasonu da dahil. Hatta cts gündüz mesai, gece ev modundaydım. Cuma akşamı da gece işten geç çıktım, yani yine evdeydim. sanırım duvarlarımla samimi bir moda geçmiş bulunuyorum. Pazar günü öğlen çıktım evden anca. hatta 2 gibi falan. ablamlara gittim. güya onlarla bişey yapıcaz. hani hava güzel, deniz kenarına inelim, çay içelim derken saat 8 olmuş biz hala alışveriş merkezlerinde salak salak eksik tamamlıyoruz. sonuç? çayı gene evde içtik. Bu hafta da kaçamazsam sıyırmam içten bile değil!
akşam sinemaya mı gitsem...

18 Eylül 2010 Cumartesi

fizik - kimya...

Geçen zamanı insanın kafasına dank ettiren bazı anlar vardır. Ufacık bir kelime veya davranış sizi hayretler içinde bırakabilir. Karşınızdakine farklı bir gözle bakabilirsiniz.
Dün Ege benim gözümde birden bire büyüdü.
-Teyze, sen bilfen çamlıca'ya yakınsın diil mi?
- evet canım noldu?
- bana fizik ve kimya kitaplarını alır mısın?
- .... a - alırım... (içimden "lan sen ne zaman bu kadar büyüdün, fizik-kimya okumaya başladın??? oha, sen artık çocuk değil misin yani? hani toplama çıkarma, çarpım tablosu falan? hayat bilgisi, ülkemizin komşuları????)
- ödevim var da, pazartesine yapmam lazım.
- ta-tamam. (hala dumur)
....
ya işte böyle. benim maymun birden bire delikanlılığa ilk adımını attı gözümde... salak kriterin bu mu demeyin, her insan beyni farklı çalışıyor malum:)))
sabah da kimya ödevini yaptım dediğinde donup kaldım yine. aklıma ilk proje ödevi geldi. nerdeeen nereye... vay vay vay... bu velet üniversiteye başladığında da ben nalları dikerim herhalde...

17 Eylül 2010 Cuma

"Baş ağrısı" da olmasa:)

Kadınları tilt eden sorular vardır. Cevabını utanmadan verebilmen için biraz büyümen ve belli bir olgunluğa erişmen gerekir. Yine de bazen doğru cevabı veremez, kıvırırsın.

Birincisi: neden denize girmiyorsun?
e be höh yani kardeşim, kaç yaşındasın sen? denize/havuza girmeyen dişinin vardır bir sebebi. Büyümüşlerse regl hadisesini bildikleri veya açık açık söylemiş olduğundan dolayı sormayabilirler. Ama gençken öyle mi? Zaten 10 günlüğüne kampa gitmişsin, lök diye gelmiş ortasına oturmuş kör olasına illet. Bir önceki gün haydi huydu diye tramplenden atlayıp deve güreşi yapan sen, birden şortunla bütünleşik yaşamaya başlamış, denize haşin gözlerle bakıyorsundur. Bu yetmezmiş gibi çarpıcı soru gelir "hadi, neden girmiyorsun?" kıvırırsın bişeyler, ay canım istemiyo, üşüdüm, bilmem ne. ısrar üstüne ısrar!!! e yuh yani kardeşim... o yaşlarda söylemekten de utanırsın hani. sanki kötü bişey yapıyorsun. ya da bizim zamanımızda öyleydi. biyolojik illet işte! bu kabustan kaçmanın bir yolu da fazla ortalarda görünmemeye çalışmaktır. Bu sefer gene meraklanırlar:) Sen ıkınır sıkınırsın. etraftaki kız arkadaşların anlamsız kaş gözlerinden ya durum anlaşılır ya da ordan kaçmak durumunda kalırsın.
O yüzden teee o zamanlardan ahdetmiştim, oğlum, yeğenim vs. erkek bebelere denize girmeyen kızlara neden diye ısrar etmemesi gerektiğini öğretmeye.

İkinci soru: neden suratın asık?
- ağrım var:(
- neren ağrıyo?
-... başım!
allahdan baş ağrısı da bir illet de sen 2 büklüm olmuş regl ağrısından kıvranırken "başım" diye yutturabiliyorsun:) o biraz daha zararsız modu, kıvırmak daha kolay. ama insan regl ağrısı ve asabiyeti içerisindeyken batabiliyor:)
evet tahmin ettiğiniz üzere regl ağrısından kıvranıyorum ve yukarıdaki diyalogu aynen yaşadım:)

Sessizlik

İyiye mi alamet kötüye mi bilemedim. ama baktım 2 gündür sesim soluğum çıkmamış. Gerçi çıksa da yazmaya değer bişey olmadığı için boş konuşmadan öte gitmezdi herhal.
TEGV başlıyor yarın. Sabah 11'de toplantı var. Bu aynı zamanda cts sabah uykularımın da sonu geldi demektir. cts mesaisi:(
bu arada saçlarım kabus gibi oldu. O kızıl aktı, altından böyle sarımsı, soğan kabuğumsu garip bir renk çıktı. Dibi başka ucu başka renk, rengarenk de denebilir kendisine. İnsan içine çıkmaya çekiniyorum resmen:) haftaya gideyim de serkan'cım boyasın, bir insan olayım yeniden:)

15 Eylül 2010 Çarşamba

???

şaşkın şebelek modundayım. hayatımda olumlu ve olumsuz yönlerde ilginç gelişmeler olmaya başladı. ya da aslında hayatımda gelişmeler var ama olumlu ya da olumsuz oldukları henüz belli değil. zamanla anlayacağım hangisi hangisi. henüz gelişmeleri burdan duyurmak için erken, hele bir sabitleşsin, onları da yazarım.

14 Eylül 2010 Salı

Gitme diyememek...

hani dilinizin ucuna kadar gelir, "gitme" demek istersiniz ama ağzınızdan çıkamaz ya o kelime.. sevgili olması gerekmez karşınızdakinin... hayatınızda önemli bir yer kaplayan herhangi biri... duygularınızla mantığınızın arasında gidip gelirsiniz. gitmesini istemezsiniz ama bunun sadece bencilce bir istek olduğunu da bilirsiniz. Karşınızdakinin hayatını şekillendirme yetisini veya hakkını veya sorumluluğunu almak istemezsiniz. Ya sizin sözünüzle hareket edip mutsuz olursa? bunun sorumluluğunu taşımaya hazır mısınız? Bazen kararı etkilemeyeceğini bildiğinizde mızırdanırsınız belki... ya da cümle aralarına serpiştirirsiniz ama kesin yargı belirtmeye gidemez ya diliniz... senin hayatın bu, senin karar vermen lazım dersiniz kararın kalmak olduğunu umarak. ama diyemezsiniz... ya da özleyeceğinizi bile bile desteklersiniz ya... bir yandan üzülür, bir yandan mantıklı olanı desteklersiniz...
birden onsuz ne yapacağınızı düşünürsünüz. boşluğunu nasıl dolduracağınızı... yine bencilce bir düşüncedir bu... sadece kendini düşünen. daha gitmeden özlersiniz... söyleyemezsiniz... mesafelerin kısalmasına sığınırsınız.
veda bile edemezsiniz ya hani... gitme diyemeyen diliniz veda etmeye de yanaşmaz işte. nasılsa görüşücezlere sığınırsınız. güçlü durur karşınızdakini teselli edersiniz asıl avutulanın kendiniz olduğunu fark etmeyerek.
gözünüzden yaş damlasa da gitme diyemezsiniz. gülümsersiniz.
gitme diyemezsiniz...

13 Eylül 2010 Pazartesi

tatilin faturası - 2

Tatil iyi hoş da faturası eve döndükten sonra çıkmaya başlıyor. benim gibi pek hesabını bilmez isen "oha lan, ... lirayı ne zaman harcadım ben" yorumundan bahsetmiyorum. Ona ek olarak gelen çamaşır, ütü, onların yerleştirilmesi gibi ıvır zıvır angaryadan bahsediyorum. Ne var, çamaşırı makine yıkıyor olabilir ama onları renk ve türlerine göre ayırmak, yıkandıktan sonra düzgünce asmak da önemli bir iş! Ne? ütümü zaten kendim yapmıyor muyum? iyi de ütülenmesi gereken şeyleri kadının geliş tarihine göre organize etmek, kıyafetleri ona göre ayarlamak, ütülenecek herşeyi belirli düzenle yıkamak (askılığın kapasitesine bağlı olarak) da başlı başına bir iş aslında. 
sonra bir de seni bomboş olarak bekleyen buzdolabı var. nasıl olsa tatile gidicem diye geçiştirdiğin alışveriş olayını daha fazla sallayamaz hale geliyorsun. Yani eve geldiğinde yiyecek bişeyler bulmak istiyorsan:) pişirme faslından bahsetmiyorum, o aşamaya henüz gelemedim. onun yerine eve geldiğinde atıştırabileceğin ıvır zıvır alışverişi:)))
bu arada tatilde neyi farkettim biliyor musunuz? hani şu aşırı kilo alan, bir zaman sonra yerinden hiç kalkmadan yaşayan insanlar var ya, işte onları anladım. insan yiyip yatmaya alıştıkça canı hiç kalkmak istemiyor. e kalkmadıkça da bu kısır döngü devam ediyor:) kendimde feci bir meyil farkettim, aman allah korusun!!!

12 Eylül 2010 Pazar

5 gunluk tatilin faturasi

5 gunluk tatil de goz acip kapayincaya kadar gecti. Neler mi yaptim? Hicbirsey! 5 gun boyunca yedim, ictim, yattim ve yuzdum. Ha bir de kitap okudum. O minderden kalkip digerine devrildim, o koydan cikip digerinden atladim. Surunen hayatim teknede duzene girdi resmen. 12 dedin mi yat, 8 oldu mu kalk! Kahvaltiyi yap dogru suya, ic guzelles, ye mayis. Yuz yuz serinle:)
Sonra fethiye: yine ayni sekilde. Sabahtan bir sezlonga yayil, sadece yemek ve yuzmek icin kalk. Bir o yana devril bir bu yana.
Tatilin faturasi? +2 kilo ve akmaktan sariya calmis saclar!!!

11 Eylül 2010 Cumartesi

Tatil

Tatil tam gaz devam. 3 gunluk mavi turu tamamladiktan sonra bugun gemiciler koyunda tembellige devam:))) denizin mavisi, gokyuzunun yildizlari;)))

7 Eylül 2010 Salı

Protesto

Evet, burdan açık ve net olarak başta Bilge ve Hülya arkadaşlarım olmak üzere siteyi düzenli takip etmelerine rağmen izlemeyenleri protesto ediyorum. ama en çok o ikisini ediyorum. nedenini onlar bilir:))))))

Dün akşam da buradaydım:)


Evet biliyorum. ben de yoruldum artık. Kaç akşamdır üst üste, bünyem harbi zorlanıyor. Allahtan yarın kısa bir tatile çıkıyorum da dinlenme fırsatım olacak.
Ama dün akşamki olay da kaçacak cinsten değildi. Önce resmen ayak sürüyerek gençlik senelerimin ve eskittiğim cd'lerin kasetlerin hatırına çıktım yola. Bono'nun politik demeçlerine ve yıllardır gelmeyişine duyduğum tepki vardı işin içinde. Yol da öyle zahmetliydi ki... 5de ofisden çıktım. 6'da yenibosnadaydım. Kemalle buluşup bişeyler yedik. Sonra stada gitmek üzere servis sırasına girdik. Servise bindiğimizde saat 19:30, indiğimizde 20:55 idi. Stada bir geldik ki müzik sesleri geliyor. U2 çıktı diye ufak bir panik havası estirdik ama ön grupmuş allahtan. Derken bekleyiş başladı. Sahne gerçekten süper görünüyordu. Geç gitmemize rağmen bayağı bir öne ilerlemeyi başardık.
Grup saat 10 gibi çıktı sahneye... ilk tınılar yükselmeye başladı, ben o anda dünyadan koptum. kendimi "lan gene pintilik yaptım, sahne önünde olmak vardı yaaa" diye söylenirken buldum. Seyirciyle iç içe muhteşem bir şov, enfes şarkılar, ses düzeni süper. Yürekten bildiğim şarkılarda zıplarken buldum kendimi, diğerlerinde sözlerini uydururken. En son ne zaman dinledim hatırlamıyordum ama neden dinlemediği sordum kendime... Bu müzik dinlenmez mi??? dinlenmeyi bırak, hissedilir, yaşanır...
Beklenen politik konuşmalar da geldi, yuhalama da oldu, alkış da... Zülfü livaneli de çıktı sahneye, yiğidim aslanım söyledi tüm stad... Seyirci biraz uyuzdu, çok coşmadı. Bono'nun komutlarını anlamadı. zorla arada el kaldırdı, 2 el çırpıp bıraktı. Daha ihtişamlı olabilirdi aslında...
Derken veda ettiler. Nasıl yaa? bitti mi derken ilk BİS geldi ve işte o şarkı başladı:
we're one but we're not the same...
one...
derken where the streets have no name...
sonra ikinci bis... ve işte with or without you...
I can't live... with or without you...
konser gerçekten bittiğinde sabaha kadar dinleyebilirmişim gibi gelmişti. Mutlu ve yorgun ayrıldık ordan.
...
Ayrıldık dediğime bakmayın... dönüşüm tam bir felaketti. araç kiralamış bir arkadaşa yamandım ama yön bulma özürlü ben insanlarla buluşamayıp hem bir kazan yol teptim hem de onları beklettim. Buluştuğumuzda saat 1:30, eve geldiğimde ise 3 idi!!!
Sabah toplantı için 7 gibi kalkmak da gerekince... yorgunluktan nalları dikmeme az kaldı...

6 Eylül 2010 Pazartesi

Allah sevdiği kuluna...

Sanırım yukarıdan bir ses bana "gerizekalı, ben aslında seni seviyorum ama sen bunu ısrarla görmüyorsun" diye bağırıyor, da ben ısrarla duymuyorum ya da duymazdan geliyorum:))))
Dün akşam Ege ile basket maçına gittik Sinan Erdem spor salonunda. Hafif yağmur yağıyordu, apar topar indik arabadan, koştuk salona. Bu arada bir baktım cüzdan yok. Ablamları aradım hemen, cüzdanı unutmuşum arabada diye. Önce tamam dönüyoruz dediler ama sonra tekrar aradılar ki cüzdan arabada diil. Haydaa, elimde bindiğime eminim, acaba inerken mi düştü. Caddede zibil gibi araba var, biz 3. şeritten inmişiz nerdeyse, bakıyorum görünürde cüzdan müzdan yok. bu arada yağmur devam ediyor. Ben daha yeni çıkmışım güya kuaförden ama saçlar olmuş paçozun önde gideni:( Derken bir görevli gördüm. durumu anlattım, bulunursa nere götürürler deyu sordum. dedi güvenlik bulursa bilmem nereye bırakır ama güvenlik hep içeride, burada pek kimse yok. ben böhü şeklinde umudumu oracıkta bırakıp dönerken birden caddenin ortasında çamurdan rengi kararmış zavallı cüzdanımı gördüm. "ahanda orda" diye atlamışım. da, caddenin resmen ortası. benim görevli gitti, ilerideki trafik polisine söyledi, adam trafiği durdurdu da ben de cüzdanıma kavuştum:))) gerçi cüzdan artık işlevini yitirmiş durumda ama en azından kimlikler, kartlar...
...
Ardından salona girdik. Bayağı büyük güzel bir salon yapmışlar. Önce kırmızı giymedik diye hayıflandım ama herşeyin bir çözümü mevcut. Hemen gidip kendimize kırmızı TR t-shirtleri aldık. Ardından gidip yüzlerimizi boyattık ve maça hazır hale geldik.
Maça gelince: türkiyem gene süperdi. Sinan kendini aştı. diğerlerine zaten lafım yok. Fransaya karşı bariz üstün durumdaydık. Yalnız istanbul seyircisi çok vasat. Yani aynı maç ve aynı sayıda seyirci ankarada olsa salon inlerdi. bunlar tenis maçı izler gibi izliyor resmen. Salonda bir "kırmızı-beyaz" bile yapılamadı! diğer maçlarda allah kolaylık versin takımıma...
seviyorum ben bu sporu yaaa:)))

3 Eylül 2010 Cuma

bir uyanabilsem neler yazıcam...

Kişinin kendini bilmesi gibisi var mı şu dünyada... e artık 36 yaşına gelince insan, ister istemez tanımaya başlıyor kendini. mesela beni ele alalım. bişey yapmak ister de başkasının hatırına vazgeçmek durumunda kalırsam ters teperim. hele de bu aile kişisiyse tepkim daha sert olur.
dün akşam da benzer bir durum oldu. Bizim bir arkadaşın doğumgünü. olay 8.30 da başlıyor, ben maslakta ablamın yanına gitmişim, işim 4.30 gibi bitmiş. 4 saat nerde oyalanayım ya, of zaten canım da gitmek istemiyor diyerekten ablamı da alıp onlara gittim. derken günah çıkarmak için bir arkadaşı aradım "ben gelmem herhal" diye, meğersem öncesinde yemek yenecekmiş. hadii oldum ama iş işten geçmişti. akşamın ilerleyen saatlerinde telefonlar gelmeye başladı. "hadi gel, bak herkes burda" (allahım seviliyorum:PpP) her telefonla benim içim gitmeye başladı. bu arada ablam da "ya ne gerek var, oturalım işte" deyince fitil ateşlendi. saat 10'a doğru bir heveslendim, bizimkiler yine gitme falan deyince kaldım ama sinirlenmeye de başladım. aynı haftada 3. kez onlardayım, hala otur diyorlar diye. tabi ben o asabiyetle çattım kaşları oturdum. sonra sinirlendim yatmaya gittim. bir yandan da içim içimi yiyor. resmen makyajı temizledim, pijamalarımı giyip yattım. 10 dakika yatakta debelendikten sonra "aaaa! eğer şimdi gitmezsem aklım orada kalacak ve ben de bizimkilere köpürüp durucam, iyisi mi gideyim de gazabımdan kurtulsunlar" diyerek kalkıp giyindim ve fırladım evden. tabi önceki surat ve tepkimden dolayı sesleri çıkmadı gariplerimin.
vaziyet böyleyken benim mekana varmam gecenin 11:30'u. assolist modunda giriş yaptım resmen. oh be, harbi kalabalık. ne zamandır görmediğim bir sürü arkadaş. bi mutlu oldum ki sormayın. saçlarımla da acaip sükse yaptım. 2 gündür süper şımarığım. yarı muhabbet yarı dans derken dağılmamız 1'i geçti. eve gelip zıbarmam 2.
sabah? vicdan azabıyla uyandım. lan bizimkilere fazla sert çıktım diye. şimdi ben onlara yalakalanırım, gazabımdan iyidir:)))

2 Eylül 2010 Perşembe

maç ve 101

Dün akşam yeni bir kalp krizi daha geçireyazdım. Bu maçlar kesin benim sonum olacak. gerçi bir yandan iyi oluyor, kafam dağılıyor. ama diğer yandan heyecan yapıyorum, stres oluyorum resmen. 
dün akşam biraz rötarlı geldim eve. Açtım ki gerideyiz. Lan noluyo oldum. Allahtan toparladılar 3. periodda. Portoriko da bir ramos var, allah sizi inandırsın ayağından bakmaya başlasan tepesine ulaşman 1 hafta alır, kapılara sığmaz. Çık çık bitmiyor. Bizim uzunlar bile güdük kaldı adamın yanında. Önceki gün Yunanın zencisi vardı dün de bu! sulak ortamda yetişmişler herhal.
Neyse, bizimkiler bi kendine geldi, böyle 16 sayı fark falan yaptı. oh dedim yırttık. Sen misin rahatlayan. bir baktım adamlar 12 sayı atmış biz sadece 2. maç bitmeye 50 sn var, 8 sayı öndeyiz, löp löp 2 tane 3'lük attılar. orda bayılmışım:P yok şaka, bayılmadım ama bayılmış kadar oldum. o 50 sn nasıl geçti bilemedim. 50 gün çalmıştır ömrümden. allahtan son gülen biz olduk da gevşedim peşinden:)
ardından tam yatacaktım fox'da 101 diye bir yarışma programına denk geldim. yarışmacılara sıradan sorular soruyorlar. 1 tanesi yanlış cevapların. hepsi bir cevap seciyor. yanlış olanı söylemiyorlar. sonra hepsini yükseeek bir noktaya çıkarıp bağlıyorlar, yanlış cevap vereni aşağıya atıyorlar. işin eğlence kısmı yarışmanın kendisinde değil de atılma noktasında. bungee jumping, kaykayla uçma vs. en çok mancınıkla havuza fırlattıkları adım hoşuma gitti. düşünsene, allaaah ucuyorsun sonra çofff:))) gayet heyecanlı aktiviteler. tabi sadece elenen bu yöntemle şutlanıyor. soruyu bilemeyene kalp krizi:P 
sunucu da pek komikti. Meğer Bay J imiş. Yarışmacılar da eğlenceli tipler çıkınca bayağı güldüm. saat 1'di hala devam ediyordu, uykum ağır bastı, yattım:) ama aklım da diğerlerinde kaldı:)

1 Eylül 2010 Çarşamba

Türkler uçuyor...

Garip bir ruh hali ve boşluktayım bu aralar. hayatı görev gibi yaşamaya başladım, eğlenceli kısmını göremez oldum. o yüzden yazmam azaldı. O yüzden saçım değişti. malum kadınlar ya evlenince ya depresyona girince böyle köklü değişiklik yaparmış. ben evlenmediğime göre:)
Bu rölantide imdadıma FIBA 2010 yetişti. Yetişti dediğime bakmayın o kadar bilet aldım, birine bile gitmedim. Sadece birkaç maçı tv den izledim. dün akşam da yine oturdum karşısına, izlemekle izlememek arasında gidip gelirken sonunda kaptırdım kendimi, çığlık çığlığa izledim. birara kalpten gidicem sandım:)
güzel oynadılar, süper savunma yaptılar, ersan coştu, kerem ve ender süperdi... darısı elemelere, finallere:)