My Public Diary
Hepsi ben... Ben, bana, beni, benim, bende, benden
22 Ağustos 2024 Perşembe
kokteyl gecesi
20 Ağustos 2024 Salı
Yeniden merhaba
7 yıldır yazmamışım... adresini bile unutmuştum blogun neredeyse. şimdi başka birininkine bakarken dur lan bulayım ben şunu oldum. tabi öyle kolay da olmadı. ne mail adresi kalmış aklımda ne şifre.
7 yıl... ohoooo neler değişmedi ki hayatımda. belki de birçok şey aynı kaldı. hala aynı işteyim, şehirde yer değiştirdim. artık anadolu yakası çocuğuyum.
koskoca bir pandemi atlattı dünya mesela. aylarca evlerde tıkılı kaldık. maskelerle çıktık sokağa. birbirimizden korktuk vebalı gibi. ay ben aşı olmaya amerikaya gittim mesela. başkasından duysam dötümle gülerdim ama yaptım 😂😂😂
kediler 1 idi 2 oldu. Lokum şapşalı kendini kakaladı bana.
ben evrildim, büyüdüm, yaşlandım. daha seçici bir insan oldum sanırım. kendimi tanımaya, anlamaya daha çok zaman ayırdım. olgunlaştım. ama akıl yaşım hala yerinde sayıyor olabilir. hala sulugözlüyüm bir de...
sanırım eski neşem kalmadı artık. ya yaş almayla alakalı ya da ne bileyim neşelenecek şeyler azaldı.
dünya tatlısı bir sevgilim oldu bu sene. birçok şeyi ilk kez onunla yaşıyorum mesela. gerçekten ilişki nedir, güvenmek nedir ondan öğrenmeye çalışıyorum.
ah çok da üzüldüm ve içim yandı aynı zamanda.... bir arkadaşım intihar etti bu sene. kendimi sorguladım. arkadaş diyorum kendime ama ne kadar arkadaştım onu sorguladım. dertlerini bilmeden arkadaş olabilir mi insan? yada ihtiyacı olduğunda orda değilsen nasıl bir arkadaşsın sen... kendimi sorguladım:( kendi derdimize düşüp, koşturmaca içinde neleri ihmal ediyoruz onu sorguladım...
emekli de oldum bu sırada. devletten yani. şirkette çalışmaya devam. ama bildiğin yaşlılık aylığı alan bir insan oldum.
gelecek kaygısı duyar oldum yaş aldıkça.. hastalık, emeklilik, yaşlılık vs.... sonra diyorum neden neşem kaçtı. buyur işte neden kalsın ki:)))
ameliyatla verdiğim kilonun 15ini geri aldım sonra. iyi halt ettim:)
falan filan işte..
9 Ekim 2017 Pazartesi
Şans mı şanssızlık mı?
tek şükrettiğim şey acı çekmeden, çektirmeden usulca göçüp gitmiş olmaları. annem için tam böyle diyemeyeceğim, onunla ilgili son anılarım yeterince nefes alamadığı için attığı çığlıklardı ama en azından babam uykusunda sessizce yumdu gözünü bu dünyaya.
neden bunları yazıyorum şimdi diyecek olursanız çok sevdiğim bir arkadaşımın annesi alzheimer hastası ve kızcağızın yaşadığı zorluk ve acıyı görünce bizimkiler erken gitmiş bile olsa acısız öldükleri için şükrediyorum. belki bu da bir nevi kendini avutma/kandırma ama son zamanlarda tutunduğum en büyük duygu bu. ikisinin de aklı yerindeydi, muhtaç olmadılar, muhtaç etmediler. elden ayaktan kesilmeden ayrıldılar aramızdan... bu sebeple yaşadığım acı içerisinde tutunacak bir dal buluyorum kendime.
öyle işte...
herkese temiz ölüm nasip olsun. acı çekmeden, muhtaç olmadan, elden ayaktan kesilmeden ve aklını yitirmeden...
7 Haziran 2017 Çarşamba
tahtalı köyün kapısında...
gidiyordum ya la...
nasıl mı oldu?
bundan 3 hafta önce bir salı akşamı (16 mayıs) spor yaparken ters bir hareket yapıp boynumu sakatladım. daha doğrusu ense köküme bir acı saplantı. hani damar damar üstüne bindi derler ya, onun gibi birşey. "ayy boynum" dedim ama çok da üzerinde durmadık. sonra o gün ders çıkışı eve dönerken yolda görüntüm bulandı. hatta bir arkadaşa mesaj yazıyordum "ya göremiyorum, resmen görüntüm gitti" vs yazdım. hatta bunu yazarken bile yazdığımı doğru düzgün göremiyordum. yolu bile zor görüp geldim eve. eve gelesiye bulanıklık dağılmıştı ben de allah allah diyip üzerinde durmadım.
ertesi sabah iş için budapeşteye gidip 4 gün orada kaldım. 2 gün iş, 2 gün gezme. 4 gün boyunca ağrıyan ense kökümü tuta tuta gezdim. habire ağrıkesici aldım tabi. dönüşte uçak havalandığında son 2 gün eşlik eden bilgenin kucağına başımı koyup "biraz boynumu ovar mısın?"dedim. ben saf, o benden saf. neyse çok bastırmadan ovdu kızcağız. ancak bir an geldi ki benim yüzüm uyuşmaya ve his kaybı oluşmaya başladı. sanki biri dolgu yapmak için dişime iğne yaptı. ardından dişlerde bir zonklama. ikimiz de ufak çaplı panik ama uçaktayız ve yapabileceğimiz hiçbir şey yok. bunun üzerine sadece bekledik ve yarım saate his gelip ağrı dindi.
uçak iner inmez ablamı aradım ve durumu anlattım. bize gel dedi ama ben inadım ya, eve gittim. pazar evdeyim hatta spora gidip ağırlık falan bile çalıştım. ertesi gün karşıda toplantım olduğu için gece ergül'e gittim. gece gene başım çok ağrıdı. bunun üzerine toplantı çıkışı ablama hastaneye uğradım. bir mr çeksinler de bana fizik tedavi mi ne veriyorlarsa versinler, şu ağrıdan kurtulayım diye düşünüyorum. tabi evdeki hesap çarşıya uymadı.filmi çektiler ardından bir film daha çektiler sonra "seni yatırıyoruz" dediler. ben böyle salak gibi kaldım. nasıl yani??? öyle yani dediler. vertebral arter diseksiyonu varmış bende. o ne ola ki dedim. meğer beyin kökünü besleyen ana arterlerden birinin duvarını yırtmışım. bildiğin damarı yırtmışım. e nasıl yani yırtılsa kanardı diye geçiyor içimden ama tam öyle olmuyormuş o iş. kağıt gibi değilmiş damarlar. neyse o gün apar topar yatırdılar beni. ablamın suratı allak bullak. belli etmemeye çalışıyor ama çok gergin. filmi hocalarına gösteriyor, telefonda konsültasyon yapıyorlar sürekli. biri ısrarla anjiyo diyor. ben nedense anjiyodan haz etmedim. niye ne gerek var modundayım. ertesi sabah oldu. yani ayın 23ü. yeniden daha detaylı bir mr çekildi. bu sefer dediler ki anjiyo şart. haydaaa... hoca 4 gibi gelecek. peki. 16:30 da beni anjiyoya aldılar. 6 gibi uyandım sanırım. dediler anevrızma var müdahale etmek gerek. "e girmişken yapsaydınız". olmazmış. benimle konuşmadan ve onay almadan müdahale edemezlermiş. hoca geldi. durumu ve riskleri anlattı. ben boş boş adamın suratına baktım. bana yüzdeler veriyor. hoş rakamlar değil. hatırı sayılır miktarda felç kalma ihtimali falan var işin içinde. alternatif daha kötü ama. dedim ki "ben murphy ile kankayım". hoca dedi ki benim murphy ile işim olmaz. eğer operasyonu kabul ediyorsan bu akşam da yapabiliriz yarın da. yarın ben yokum ama diğer hoca yapabilir. ok dedik. sonra hoca karar vermek üzere simayla beni yalnız bırakıp çıktı. dedik bu akşam yapılsın, ne olacaksa olsun. tek koşulum var, ters birşeyler olurda felç melç kalırsam masada bırakın.
neyse 20:30 gibi tekrar indirdiler beni aşağıya. bu sefer ameliyata. yine anjiyo (teknolojiyi seviyorum). yalnız anevrizma öyle bir yerdeki damarı tıkamaları gerekecek. coil embolization diyorlar. bildiğin arteri tıkayacaklar. allahtan diğer arter daha güçlüymüş ama işte tüm damarları beslemezse kötü. neyse uyuttular beni. 2 saat sonra uyandığımda bütün uzuvlar çalışıyor. nörolojik muayene tamam. felç olmamışım:) tabi murphy yine müdahale etmiş. bir baktım kolumda 4 delik. damarı açamamışlar. sondayı takmak için yarım saat uğraşmışlar. bu arada makine bozulmuş, açıp yeniden kapamışlar vs. hoca diyor ki senin murphy'i hatırladım o sırada. kızın hakkı varmış dedim:) neyse ki sadece ıvır zıvıra müdahale etmiş de asıl önemli kısımdan uzak durmuş murphy. ha işin asıl önemli kısmı iki anjiyo arası anevrizma büyümüş. yani biz o akşam değil de ertesi güne bile bıraksak beyin kanaması geçirme ihtimalim yüksek. verilmiş sadakam varmış.
operasyon sonrası 2 gün yoğun bakım. çok eğlenceli bir süreç değil kendisi ne yalan diyim. her tarafından kablolar çıkıyor. orana burana alet bağlı sürekli monitorize durumdasın. habire kan alıyorlar. kan vermekten vücudumda kan kalmadı en sonunda isyan ettim vermiyorum lan diye:)
iki günün sonunda normal odama döndüm. 4 gün daha orada kaldım. toplamda bir hafta yattım hastanede. tıp okuyan veya azıcık ilgisi olan herkese göre verilmiş sadakam varmış. ben hala işin tam idrakinde değilim. cehalet erdemdir. bazen böyle bir vuruyor "lan ben ölümden döndüm" diyorum ama hani risk gerçekleşmedi ve öncesinde müdahale edildi ya, daha basitmiş gibi geliyor bana. en son hoca fırça kaydı. "işin ciddiyetini anlaman için kafanda dikiş ile acı içinde kıvranman mı gerekiyordu" diye.
şimdi genel olarak iyiyim ancak bir endişe hali hakim. sürekli başımı dinliyorum. ağrı ne durumda. ağrıyacak mı, geçecek mi vs. cts gecesi evde ilk yalnız kalma teşebbüsümde ağrım oldu. gecenin birinde ablamı aradım yine acile taşındık. o zaman sinirim çok bozuldu işte benim hayatım bundan sonra hep böyle diken üzerinde mi geçecek diye.
hala kafamda küçük bir anevrizma var. şu anda kendi kendine dolup pıhtılaşmasını bekliyoruz. son mr da ebadı sabitti. 2 haftaya kapanırsa ne ala yoksa yeniden bir operasyon ihtimali gündemde. bu sefer işlem daha zor olacak çünkü tıkalı kısmın ucunda olduğundan diğer damardan dolanıp gelmeleri gerekecek. umarım ona gerek kalmaz da rahat bir yaz geçiririm.
13 Aralık 2016 Salı
özet
- istanbul'a gelsenize gezeriz... gelince haber verin ben de geleyim:))))
tabi şehre bu kadar uzak oturmak moralimi bozsa da işe kısa sürede gelmek, hele de mesai çok erken başlarken iyi oluyor. bu sorunu da "şehirde otursam hergün trafik çekecektim, bu sebeple gel diyene hayır demem" diye kendimi teselli ederek çözdüm. gerçekten de mümkün olduğunca üşenmeden iniyorum şehre.
ha bir de 1 aydır evin su sistemi ile cebelleşiyorum. geçen ay 250 tl sıcak + soğuk su faturası ödeyince "noluyo lan! çamaşırhane işletsem bu kadar tutmaz" diyerek isyan ettim. 1 aydır yok o parçaydı yok bu parçaydı, onu bekle bunu bekle hala sorun çözülemedi. en son 2 hafta önce kalorifer iptal oldu. sinir krizi geçirmek üzereyken onu düzelttiler bu sefer sıcak su gitti. iki haftadır yalanarak temizleniyorum:))))
ha bir de ponçik belası var başımda. kendisi ile uğraşıp duruyorum. en son şifonyerin üzerine zıplamayı da başardı şapşal. artık kontrol edilemez oldu sıpa:(
basıldım ya la:)
ayline anlattım. bir parti de onunla güldük. hala gülüyorum aklıma geldikçe.
demekki neymiş, tuvalet kapısını kitledikten sonra bir de kontrol etmek gerekiyormuş:)))
13 Temmuz 2016 Çarşamba
hayal kurmak üzerine...
26 Nisan 2016 Salı
elindekinin kıymetini bir kez daha anlamak...
ara ara bahsediyordum. hani şu inadına aşk sebebiyle twitter aleminde tanıştığım hanımlar grubundan. işte bunların bir grubu vardı, beni de aralarına aldılar sağolsunlar. öncesinde de "burada alınma gücenme yok" falan dediler. iyi dedim ben de, herhangi bir rezerv koymadan sohbet ediyorum. keyifli grup, geyiğin dibine vuruyoruz. 7 benzemez. yalnız hakikaten 7 benzemez. tabi ortak tek nokta İA yalnız o da bitti, can ve açelya ayrıldı. bizim ortak nokta zayıflamaya başladı. bir yandan "lan benim bu tiplerin arasında ne işim var" diyorum diğer yandan İA aşkımı anlayan başka kimse yok... bu tereddütle en başlarda biraz daha çekinik davranan ben sonrasında kızlar benim nasıl biri olduğumu anlasın diye görüşlerimi açık etmeye başladım.
ilk sinir olduğum konu grubun kendini birşey sanması idi. sanki sosyal medya fenomenleriyiz. bu durumu ufak ufak sorgulamaya başladım. şuna yürürüz bunu mahvederiz vs muhabbetlerine abartmayın canım etkimizi (kendimi de dahil ederek) hepi topu 7 kişiyiz kendi çapında falan yazdım. bir de ünlü geyiği var tabi. herkes bir ünlü olmak peşinde. mayısda buluşma planı vardı, sete gideriz denildi. sürü gibi sete mi gideceğiz dedim. bozuldular, sen gelme o zaman dediler. ama hakikaten ya, sürü gibi sete mi gidilir, ergen gibi (dip not: evet ben de bir gün mutlaka sete gitmek istiyorum çünkü nasıl çekim yapıldığını görmek istiyorum. kamera arkasını ve önünü görmek/izlemek istiyorum o ayrı)
neyse, bir diğer ayrılık konusu siyasi görüş. tayyip hayranı olduklarını anlayınca konu açılınca ortamdan kaçmaya başladım çünkü susmam çok zor.
ve asıl zurnanın zırt dediği: din konusu: aramızda son derece bağnaz bir tip olduğunu sonradan fark etmem iyi mi oldu kötü mü bilmiyorum ama herşeyi asarım keserim mentalitesinde yaşayan bir tanesi benim kandilde şarap içmemi kendisine saygısızlık olarak algılamış: mal:)
sonuç olarak ilk maddedekine benzer bir konuda ben laf sokunca başka bir arkadaş bana özelden sakinleştirici mesaj atıcam derken ortaya attı mesajı. içeriği "grubun zeka seviyesi bu kadar, üzülme sen" gibi birşeydi. bana bir süredir gıcık olan tayfa bunu fırsat bilip grubu dağıttı. daha doğrusu sonradan öğrendiğim üzere beni atmak için bahane olarak kullandı. bir anda kendimi grubun tu kakası olarak buldum. meğer benim dobralığım zorlarına gidiyormuş bir süredir. bu durumu da bahane olarak kullanmışlar.
önce durum çok ağırıma gitti. herkes bir sebepten bana kırılmış. birden kendimi insanlardan özür dilerken buldum. işin komik yanı onlara salak diyen de ben değildim. sonra oturup düşününce çoğunun aslında kırılacak şey olmadığını farkettim. tamam sivri dilli bir insanım, dobrayım, bazen patavatsız da davranıyorum. ama buradaki durumun tamamen bana bilenmeleri neticesinde aşırı alıngan davranmalarından oluşan bir durum olduğuna karar verince rahatladım bir miktar.
şimdi o yobaz salak dışındakilerle iletişimim devam ediyor ama artık aralarında değilim. aslında bu yaptıkları da bana biraz ikiyüzlü geliyor. onların tekrar grup kurduğunu bildiğimi bilmiyorlar, sanki ortada öyle bir durum yokmuş gibi davranıyorlar, ben de bozuntuya vermiyorum. zaten dizi de biteli çok oldu, benim üzüntü ve hasret kontrol edilebilir seviyelere indi. dolayısıyla artık eskisi kadar konu ile de ilgilenmiyorum. yani eski bene dönmeye başladım.
ha bu arada kendi aileme ve arkadaşlarıma olan sevgim de bin kat daha arttı. benzer dobralıkları, hatta daha fazlasını ve asabiyeti kendi arkadaşlarıma da yapıyorum ama onların gıkı çıkmıyor. beni tanıyıp sevdikleri için böyle tepki vermiyorlar, kestirip atmıyorlar. gerçi bu olaydan sonra "lan benim arkadaşlarıma yazık değil mi, ben onları da kesin üzüyorum"u farkedip daha bir üzüldüm. allahtan hepsi daha olgun daha bilinçli insanlar. hepsini o kadar çok seviyorum ki:))))
bir de hatalarını gören ve ders alan bir insan olarak, bundan sonra çevreme daha özenli davranmaya karar verdim. en azından çaba göstereceğim:)
mucks!
-25 kilo
ben de işte sonucu fark etmeye başladım. işte şimdilik durum bu:
etraftakiler de artık üzerime olmadığı için kenara yığmaya başladığım kıyafetlerin bir parçası. görüntüden çıkarmayı akıl edememişim. yalnız dolaplarım resmen boşalmaya başladı. sabahları kıyafet deneyip "bu da çok bollaşmış, giyilmez artık" yığınına atmak bir yandan çok zevkli diğer yandan da yakında giyecek kıyafetim kalmayacak paniğine sebep oluyor. allahtan 7-8 yıl önce de benzer kiloya inmiştim ve o zamandan sakladığım 2-3 parça kıyafetim varmış. geçen onları buldum dolapta, resmen gömü bulmuş gibi sevindim:)
bir 15 daha verirsem değmeyin keyfime:)
24 Mart 2016 Perşembe
mutlu mutsuz ortaya karışık...
bu arada ortamda birkaç tane de komik tip vardı, onların dedikodusunu sonra yaparım ama harbi komik adamdı. hatta açelya bir filmden bahsetti, sonra izledim filmi ve kızın haklı olduğunu gördüm. bu arada izlediğim yegane komik fransız filmi idi diyebilirim. adı: salaklar sofrası.