Sayfalar

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Ölmek istiyorum

hani bazen öyle bir hata yaparsın ki bütün olumluyu yokeder ya, işte öyle bir hata yaptım bugün. Yetişsin diye nerdeyse canımı dişime taktığım, bana sinir krizleri geçirten raporda öyle bir hata yapmışım ki bütün o çabalarım değer kaybetti ve birden resmen imaj sıfırlanmasına dönüştü:( Çok gizemli oldu ama işin özeti şu. Taslak raporda yapılan düzeltmeleri unutup eski taslağı baz alıp yeni raporu ona göre yapmışım. Tabi hatalarla dolu eski taslağı tekrar gönderince karşı tarafa kıyamet koptu. Düzeltmeler öyle elzem değildi, bir kısmı typo ve insert ama onları bile yapmamış olunca adamların karşısında feci imaj sarstık. Zaten kredibilitemiz zayıftı şimdi hiiiç kalmadı sanırım. ben olsam ben de çok kızardım valla:(
Hay ben böyle işin... resmen oturup ağlıycam var ya...:(

Çığlık

Şu anda aslında içimden çığlıklar atarak beynimi duvarlara çarpıyorum ama gören yok. Şu aptal dosyalardan o kadar bunaldım ki anlatamam. Hayır işin "yapma" kısmı değil beni bunaltan. 3 dakikalık bir işlem için programın dosyayı açmasını kapamasını runlamasını vs beklemek. ve zırt pırt kitlenerek yaptığın hesaplamaların gümlemesi ve aynı çileyi tekrar tekrar çekmek.
Bugün öğlen 12den beri ofisteyim. yani 12 saattir. ne yaptın diye soracak olursanız henüz koca bir hiç Ya da tam hiç değil de yapmam gerekenin 1/3'ü. Az kaldı çığlıklar atıp kendimi yola atıcam. ya da ne bileyim resmen ağlayacam... saykocandan beter olup çıkıcam resmen...
ya sabır!

30 Mayıs 2010 Pazar

Dünyaları uyudum yine

Cuma akşamı nasıl bunalmışsam artık 8 olmadan çıktım işten, eve giderken de yaramazlık yapıp bilimum abur cubur aldım. Eve gidip zıkkımlandım ve yapacak bişey bulamadığımdan 10 falandı yattım. Evet, kendimi uykuya verdim bu aralar. 10da yatar mı bir insan? hele ki her gün en aşağı 8-9 saat uyumuşsa. Yattım valla, geberene kadar da uyudum. Tabi sabah uyandığımda bana yastık ağrısı sinyalleri gelmeye başlamıştı. Yastık ağrısı koydum bu baş ağrısının adını ben. kafanın yastıkta gereğinden fazla kalması sebebiyle oluşan ağrı işte. Neyse, o sinyalleri kayle almayarak TEGV'de aldım soluğu. Hem son ders olması hem de çok az öğrenci gelmesi sebebiyle oyun oynadık bahçede. Ben yırtılan pantalonumu bahane ederek öğleden sonraki şenliği pas geçtim. Gidip kendime yeni pantalon alıp 3 gibi eve döndüm.
Akşam Burkay'da örovizyon izliycez. En son lisede falan izlemiştim sanırım. Ama olay eğlence olsun. Yalnız akşama daha çok var, biraz kestirsem diyerek sanki gece yeterinden fazla uyumamışım gibi 2 saat daha uyudum. Ardından duş kuaför ve derken 6-6:30 gibi gitmeyi planlayan ben 9'a doğru anca vardım. Bir gittim ki ev cümbüş yeri gibi. Bayağı bir talibi varmış meğersem. Yemekler yenildi, içildi vs. Son derece bayık, %80'i slow parçalardan oluşan 25 şarkı dinlendi. Yakışıklı çıtırlar çıkınca iç çekildi ama şarkıları duyunca genel olarak lanet edildi. Sonunda heyecanla puanlama kısmı izlendi.
Her ülke notunu verirken tahmin vs... yurt dışındaki türkler iyi çalışmış, bu sene 2. olduk. Ben manganın şarkısını seviyordum, netekim hakkıydı bence. Birinci olan da almanya idi, çok şeker bir parça.
Bugün yine ofisdeyim.
Bitsin artık bu çileee....

28 Mayıs 2010 Cuma

sıcak ve yemek

Sıcak... bir de üzerine öğlen yemeğinde kurufasulye yenirse... yanında da turşu... uyku bastırması çok normal değil mi? zaten zor açık tuttuğum göz kapaklarıma sanki ağırlık bağlamışlar gibi... kaşıkladığım her fasulye tanesi birer birer asılıyor kirpiklerime... kafayı koyduğum anda uyuyabilirim.
tatilde olmaz için ideal zaman. ya sahilde cimlere yayılıp uyumaca ya da klimalı odada yatağına...
sloth moduna geçtim ben yine:)

uyu uyu nereye kadar???

Garip bir ruh halindeyim son 1 haftadır. İş yoğunluğunun yanısıra bahar bunalımı da başladı sanırım. Süper pasifize olmuş durumdayım. İş zaten yoğun olduğu için geç çıkıyorum, sonra direk eve git, bilgisayarda oyun oyna ve 11 gibi zıbar yat. Buna rağmen sabah uyanmakta zorluk çek. saat 9da sürünerek kalk yataktan. üstelik başının ağrıyacağını bile bile uyumaya devam et ama zorla değil, harbi uykuya dalma şeklinde. 1 haftadır sabah uyanamadığım için kuaföre bile gidemiyorum. maymun gibi dolanıyorum ortalıkta. sıcak da bir yandan bayıyor. 2 akşamdır çıkıp sahil kenarına ineyim, biraz yürüyeyim diye hayal ediyorum. evden sahile olan 10 dakikalık yol gözümde büyüyor, çıkmıyorum. bu kadar yani.
sonra dün tv de greys anatominin sezon finaline denk geldim. ağla ağla, bana ne oluyorsa.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Üstüm açık kalınca

Dün akşam saçma sapan bir film izledim, ardından yarım yamalak closer ve saat 11 gibi yattım. Ben yattığım sırada saykocan uluyordu gene, ben de yere vurdum, bana da küfretti ama sonra sustu. Bütün bu faktörlerin etkisiyle sanırım (muhtemelen sabah) saçma sapan bir rüya gördüm. Bizim konutkentteki evin farklı bir formatı bir evdeyiz. saykocanla aynı evde yaşıyoruz, bir şekilde akraba olmuşuz. Ben çatı katındayım o orta katta, benim altımdaki odada kalıyor. bir müddet karşılaşmıyoruz ama sonra ben bir akşam geç yatarken gıcırtı yapıyorum, sinirlenip yukarı fırlıyor. Ben panik kapıyı kitlemeye çalışıyorum ama kapı eski tipmiş, oturmuyor bile. ben de taktik değiştirip sempati yapıyorum "merhabaa" falan diye. İlk kez orda görüyorum, suyuna gitmeye çalışıyorum falan. kazasız kapanıyor olay. sonra eve misafir vs geliyor. Alt katta benim kitaplıklarım varmış, onları alıp odasına çıkarıyor "arkadaşım gelicek, ben bunlarda oturucam" diye. Ben sinirleniyorum bütün kitaplarım dvdlerim orda vs diye. Ama korkudan tepki de veremiyorum. Anası babası (ama benim de bir şekilde bişeyim, işin içinde annem de var sanırım) ile konuşup "olmaz böyle" falan diyorum. Manyak mı bu, kitaplığa nasıl oturulur falan diyorum. (bir yandan da mantık işlemeye devam ediyor hani- yani rüyanın yegane mantıklı kısmı burası). Sonra olay çözümlenmeden uyanmışım.
Uyanmışım dediğim kısmı açıyorum. Akşam 11'de yattım, saati önce 8'e sonra 8:40'a kurdum. Yataktan 9:13de kalktım. muhtemelen rüyayı da bu arada gördüm:)

Enginarla barıştım

Ben enginar sevmem. Aslında sevmem yanlış bir kelime. Ben enginar sevip sevmediğimi pek umursamadan yemem. Diğer yemediğim sebze ise kereviz - benim değimimle keriz. Kerevizin de sapına bayılırım ama kendini yemem. Böyle cinsim işte.
Herneyse dün komşu'da enginar çorbası vardı, bizimkilerin tezahuratına dayanamayıp içtim ve beğendim. İlginç.. Sonra akşam eve gittim. Evde de Dilek'in talebi üzerine Sevim teyzenin yapmış olduğu enginarın kalanı vardı. (süper ev sahibi olduğumu söylemiştim - direk kendin pişir ben de yiyeyim modu) Onun da bir tadına bakayım dedim. Sonra bir baktım koca enginar bitmiş!!! e iyi de bu sebzenin kendi tadı yok ki, ben patates ve bezelye yedim vs modunda kandırdım kendimi.
Bu öğlen Komşu'da enginar dolması var. Acaba denesem mi?:)

26 Mayıs 2010 Çarşamba

El ayak çekilince

gene boynu bükük bir başına kalıveriyormuş insan. Her ne kadar paso iş yerinde olduğum için evde kendileri ile zaman geçirememiş olsam da dileklerin kısa ziyareti pek keyifli geldiydi bana. akşam eve gidince azıcık da olsa 2 muhabbet, günün özeti vs bünyeye iyi geliyormuş. Şimdi gene herkes yuvasına döndü, ben ise yuvamda bir başıma kaldım. 1 hafta boyunca yanına uğramadığım kırmızı koltuğum ve açmadığım televizyon yine beni tamamlayan nesneler olacak.
...
kayahanın şarkısı geldi aklıma:
el ayak çekilince
sohbetler tükenince
dostlar eve gidince
bu geceler işkence
...

24 Mayıs 2010 Pazartesi

çığlık

İçimde garip bir his, bir sıkıntı var. bir kasvet dolaşıyor sanki, böyle hıçkırarak böğürerek ağlamak istiyormuşum gibi. ya da ciğerlerim yettiğince çığlık atmak... Ama diğer yandan bunu gerektirecek somut bir durum da yok, anlayabilmiş değilim. Acaba yaşadığım stresin etkisi mi? neyse, bu da geçer herhal...

Gergin modu

Kendimi bitirme projesi teslim ederkenki gibi hissediyorum. Bitime saniyeler var ve hala bişeyler eklemeye çalışıyoruz. Haftasonu mesailerimi yapmamış olsam muhtemelen şu anda nal toplardık ama sabah gerginliğini engellemedi maalesef. Önümüzde daha 3 rapor var, imdat:(

23 Mayıs 2010 Pazar

Mayıs kırıklığı

Mayıs ayına tam gaz başlamıştım. Moral yerinde, aktivite seviyesi normal, blog yazısı hızla artıyor:) Blog yazısına özellikle değindim çünkü her ay yazdığım post sayısı artınca garip bir keyif alıyorum. Hatta kendi kendime 'bakalım bu ay diğerlerini geçebilecek miyim' gibilerinden bir yarış bile yapıyorum. Ama sırf sayıyı geçmek için post koymuyorum, yani hile yok. Neyse işte şimdiki rekor 39 ile nisana ait, bu ay öyle bir başladım ki nisanı geçecekmişim gibi geliyordu ama iş yoğunluğu öyle bir fren koydu ki ne yazı ne başka bişey:)
Neyse, ben yine ofisdeyim. Lolocum evde veya dışarıda ailesiyle. Bugün doğumgünü ayağına sabah hep beraber villa bosphorus'a kahvaltıya gittik. Bayılıyorum ben oraya, gayet sade ama doyurucu, tam türk usulü kahvaltı veriyorlar - kaymaklı ballı, sucuklu yumurtalı, beyaz peynirli, domatesli:))) Deniz de gerçek anlamda ayaklarının altında olunca son derece keyifli bir kahvaltı oluyor. Netekim biz de öyle yaptık. Gittik hep birlikte, bir yandan çaylarımızı yudumladık diğer yandan muhabbet ettik. Dilek'lerin başka arkadaşları da geldi, gayet cümbüş bir kahvaltı oldu. Ardından ben dedim "ben müsadenizle ofise:(". beni ofise bıraktılar, onlar nereye gittiler bilmiyorum. Bilmek istediğimden de çok emin değilim zaten. Bir yandan dışarıda güneş parıldıyor, diğer yandan bostancı'da flugtag gibi eğlenceler var...
Dün akşam da 9'a doğru gittim eve. Güya yanıma da dokumanlarımı aldım ki evde de çalışayım. Ama sohbet keyifli, bir baktım 11 olmuş, ben kucağımda ekrana bakıyorum ekran bana. Bari dedim 2 satır yazayım da ayıp olmasın, netekim aynen öyle yaptım. 2 satır bişey yazdım, kapattım.
Lolocum salı gidiyormuş. Geldiklerinden doğru dürüst bişey anlamadım ki:((( ama gene evde birilerinin olmasına alıştım bir nebze. akşam neşeyle yatağa gitmek, sabah kalkınca birilerine günaydın diyebilmek güzel bir duygu...
Neyse ben raporuma döneyim... daha bitmesine çoook var...

22 Mayıs 2010 Cumartesi

derin nefes alalım...

Evet yaşıyorum...
Yani buna yaşamak denirse...
Son 2 hafta boyunca işten hep geç çıktım. En erken 8-8:30 arası diyebilirim. a ama pardon salı gününün günahını almayayım, bölüm yemeği vardı, 7 olmadan çıkmıştım.
Çarşamba 19 Mayıstı, ofise 1-2 saat uğradım. Daha kalıp çalışacaktım ama bir arkadaşım geldiği için onu karşılamaya gittim. Günün kalan kısmı onlarla birlikteydim. Perşembe arkadaşımın ufak bir operasyonu vardı, bütün gün hastanede idik. Hastane olayı pek zevksiz, sanırım sevmiyorum kendilerini.
Perşembe günü de işte olmamanın cezasını şimdi çekiyorum. Dün 11'e doğru çıktım, bugün 3te yeniden geldim. 3'e kadar beklememin sebebi de sabahtan TEGV olması.
İşin kötü yanı ben işte çalışıyorum, arkadaşım yazık evde yatıyor. Allahtan annesi de geldi de, dedim siz kafanıza göre takılın, kendi evinizmiş gibi davranın, ben uyumadan uyumaya gelirim:)
Hakikaten çok sefil bir durum. Kızcağız ayda yılda bir evime geliyor ben yokum:( Neyse, napalım. bu da geçer.
Bu arada şu anda halim çok komik. Masada 2 adet bilgisayar, birinde hesaplama yaparken diğerinde yazım yapıyorum. Dosyalar çok büyük olduğu için hesaplama harici bir işlem yaparsam çakılıyor. O save ederken veya hesaplarken diğer bilgisayarda yazmaya devam ediyorum ben de.
Şu anda kaytarıyorum sanmayın, dosyayı ortak alana yüklemeye çalışıyorum. Dedim ya, 10 dakikadan fazla sürdü olay, diğer dosyayı da açamayacağımdan bari 2 satır çiziktireyim dedim:)
Bu arada yarın lolocuğumun doğumgünü. Sabah kahvaltıya gidelim bari diye kasıyorum biraz da. İşi bugün ne kadar kolaylarsam yarın o kadar zaman kazanmış olurum.
Allahtan hesaplamalar bitmek üzere. yazım işini evde de yapabilirim diye umuyorum.
Şu hafta bir bitse.. kendimi resmen üniv son sınıfta bitirme projesi teslim eder gibi hissediyorum:)
ahanda dosya taşındı... iş başına:)

21 Mayıs 2010 Cuma

Nefes alıyorum

evet nefes alıyorum en azından... kalanını sonra yazarım...
hayat çok zor:P

18 Mayıs 2010 Salı

Sobe!

Bilge, gördüm çık!:))))

hazineden bakan, çabuk kimliğini açıkla!!!

ya bu çok zevkli yaaa:)

lahana turşusu

Geçtiğimiz 2 gün birisi mir'isi yeni adresimi bulmakta süper azimli davranmış, araştırmacı ruhunu çok takdir ettim ama attığı taklalara da bir o kadar güldüm. ilk zorladığı linkler çalışmayınca gece yatıp üzerinde düşünmesi, ertesi gün "evraka!!!" nidaları ile yeni bir rota keşfedip sayfama ulaşması beni harbi onore etti:)
daha önce de demiştim şimdi de diyorum. bu ne perhiz bu ne lahana turşusu:)))

Hay google kadar!!!

ya bu google ne menem bişey yaaa... tam isimle bağlantımı kopardım diye sevinirken allem etmiş kallem etmiş bağlantıyı yakalamış. gerçi bağlantı ismimle değil nickimle... artık korkumdan eski nickimin geçtiği hiçbir yazı yazamıycam. link verdiği yazıyı da düzelttim ama google'ın bu düzeltmeyi algılaması kaç zaman alır ya da hiç alır mı bilmiyorum böhü!

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Dün

aaa dünü yazmamışım yaa.. yok öyle çok özel bişey olduğundan değil de, gene de boş oturmadımdı yani.
En son ofisten yazmışım ama dün başım o kadar çok ağrıdı ki ekrana bön bçön bakar buldum kendimi. Elde ettiğim sonuçlar da içime sinmeyince başlarım analizine dedim çıktım ofisten. Burak'la Deniz Moda tarihi iskelesinde imişler. Bari dedim onların yanına gideyim. Tabi ben dışarı bir çıktım, burası cehennem gibi. Her yer sarı lacivert. Trafik felç. Taksi ya da dolmuşa binmeye kalksam ömrüm içinde biter, dedim selen yürü sen bence. Kenardan kıyıdan kalabalığa fazla girmeden gitmeye çalıştım ama stadın önü tam bir kaos. Neyse çok acı çekmeden çıktım ordan, kıyıdan kıyıdan gidiyorum. Bu arada itiraf ediyorum bunca zamandır ilk kez yürüyorum dere kenarında. Aaaa burda park varmış, aaa şurdan kıyıdan yürüsem nereye çıkar vs derken sahil kenarındaki yürüyüş yolunu keşfettim mesela. Kendisi muhtemelen asırlardır orda da, ben yeni keşfettim. Gerci caddebostan sahili kadar bakımlı değil ama alternatif parkur işte. Neyse ben öyle şaşkın bir şekilde yürüyerek vardım iskeleye. Bizimkiler mest olmuş resmen, mayışmış oturuyorlar. Ben de biraz oturdum onlarla, 5 gibi kalktık. Konsere gidecekler ya, geçelim karşıya dediler. Başladık yürümeye. Benim bir yandan gözüm yiyeceklerde, acıkmaya başladım ne yesem ki akşam vs diye düşünürken mısırcının önünden geçtik ve hepimiz birden "yemeeek" olduk. E hadi bişeyler yiyelim diyerek yanyalıya uzandık. Süre kısıtlı, adamlar da ağırdan alınca neremize yedik yemekleri pek emin değilim ama pek güzeldi yemekler yav...
Sonra bizimkileri yolcu ettim. Baktım yollar pek tıkalı, aldım kahvemi elime, yürüyerek döndüm kümesime:)
Akşam evde biraz TV, biraz netten glee seyrettim. ama başım o kadar çok ağrıyordu ki erkenden yatmak durumunda kaldım. Başımı yastığa koyup dinlendirdim bir süre.. sonra sanırım ağrı dinmiş ki uyumuşum:)

çok yaratıcı milletiz vesselam

Dün akşam şaşkın fenerbahçe trabzonla berabere kalmasına rağmen önce şaşırıp şampiyon oldum diye sevinmiş sonra acı gerçekle yüzyüze gelmiş ya... allahım olay hakikaten başlı başına bir komedi, traji komik bir durum vs. ama bizim insanlarımızın yaratıcılığı yine had safhada. bugün face'de dolaşan sloganları görüp de gülmemek elde değil.
örnekler veriyorum:
- Dün gece hiç tanımadığım bir fenerliye sırf 2 dakika sevinsin diye usulca sokulup bursa berabare kalmış dedim..
- Sazan yaz, 1907 ye gönder, konfeti atıp sahaya insinler
bunlar sevimli olanlar, feci dalga geçenler de var, onları yazmıycam. bursanın şampiyon olduğuna sevinsem bile ne de olsa ben de fenerliyim.
ben nasıl fenerliyim yaaaa!!!

16 Mayıs 2010 Pazar

Sıcak...
ofisteyim... çalışasım yok... ofise girince daha bir uyku bastırdı üzerime... gözlerimi kapasam uyuyuvericem sanki... koltuga mi kıvrılsam 3-5 dakika...
sabah uyandığımda daha iyiydim halbuki.
cuma akşam işten çıkınca kazan gibi olan kafama iyi gelsin diye sahile sürdüm arabayı. yürüdüm biraz deniz kenarında. Ne kadar şenlikliymiş meğer akşamları... yüzlerce insan, yaşlısı genci, dolanıyorlar. kimi rakısını almış kimi birasını. onlar çimlerde sahillerde yudumlarken bisikletliler geçiyor aralarından. mutlu oldum, huzur buldum resmen.
Dünse yine dopdolu bir gün oldu. Sabahtan TEGV... 1 ay aradan sonra, özlemişim veletleri. sınıfın yarısı yoktu yine ama keyifliydi yine.
Sonra dün ilk RPG tecrübemi yaşadım. Çok eğlenceliymiş yav... gerci ben klasik herşeye maydonoz olup DM'i deli ettim, biraz şu heyecanımı ve herşeye atlamamı bastırmayı öğrenmem gerek.. fazla baskın karakterim ele geçiriyor bazen kontrolümü:)))
Oyuna gelince biz hepimiz scion'duk. Yani mitolojik tanrıların insandan olma çocukları. Hepimizin özel güçleri var ve ortaya çıkan yeni bir tanrı bozuntusunu bulmamız gerekiyor. Ben fransız ajanı bir hatun oldum. yok intelligence yok manipulation.. oyunda bir hamle yapmak istediğinizde zar atıyorsunuz ve zarlar başarılı olup olmadığınızı belirliyor. ateş ettim, ama vuramadın vs. ha bir de oyunda da manipulation yapmak istediğim zaman çuvalladım. 5 zar atip beşinde de küçük mü atar insan yaaa!!! olamaz böyle bişey:P
Oyun sonrası Asmalı zamanıydı. Özlem'le beceriksiz bir organizasyon sonrası Taksim'de buluşup Narpera'ya gittik. Burkay'ın müdavim merkezi. Ben de çok sevdim. Önce yemek sonra hopbidi. Burkay'ın arkadaşlarından birisinin doğumgünüydü. Ben de çocukla 2 hafta önce tanışmışım zaten. Gelen 20 kişi arasında 3 kişi falan tanıyorum. Ama insanların sanki hepsi özenle seçilmiş gibi birbirinden sıcak, birbirinden samimi... Hiç yabancı hissetmedim kendimi:)
O yorgunluğa rağmen 2'yi geçiyordu ayrıldığımda. Eve gelmem ve yatmam 3.30... yatmak değil de kalkmak zor olan. Kalktım gerçi de evden çıkamadım bir türlü. Şimdi de ofisteyim, güya çalışıcam:)

14 Mayıs 2010 Cuma

Aktüeryadan nefret ettiğimi söylemiş miydim??

Ağlarım boşa giden emeklerime ağlarım, yanarım pörtleyen gözlerime yanarım!!! Aptal aktüeryal analizler için şu excel başında harcadığım saatleri ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Üstelik de tam bitti derken bir hata, bir eksik hooop sil baştan. Yok neymiş adam hayatta kalsaymış şöyle olurmuş, ölseymiş böyle olurmuş, ölene kadar ne ödermiş, ölünce ne alırmış!!! yetti gari. tam bitti dedim, valla da bitti dedim, maaş öderken adamları öldürmediğimi, prim alırken ise eksik aldığımı farkettim. hepsinin 7 düvel akrabası ile samimiyeti ilerletip tekrar oturdum başına...
save etmek bir dert, runlamak ayrı bir dert... bir de duyarlılıkları var baştan yapılması gereken... hay senin gibi mortalitenin...

13 Mayıs 2010 Perşembe

Çok heyecanlı

Şu sayfanın solunda kafasını uzatıveren kırmızı etiketi koyduğumdan beri, eğer sitede benden başkası varsa bir heyecan kaplıyor içimi. Acaba şu anda başka kim bakıyor bloguma diye düşünüp heyecanlanıyorum.
allahtan artiz falan olmamışım ha! düşünsenize kafayı yerdim muhtemelen, ayh beni kim izliyor, ayh beni neden izlemiyorlar vs:PpP

Bu ne menem bir posttur???

Bugün nasıl eve gidip şarabımı açıp güzel bir film izleyesim var anlatamam. Şöyle keyifle koltuğa kıvrılıp şarabımı açıp keyifli bir film izlemek istiyorum... ya da acaba çıkıp sahil kenarında mı yürüsem... ama kafam o kadar yoğun ki ne o ne de bu yapılası gelmiyor şu anda. şöyle beynimin bir düğmesi olsa, arada bassam boşalsa, deşarj olsa:)
...
ya bizim ofisin karşısında bir kahve var. hergün bisürü amca geliyor. mesela bir tane çakma cüneyt arkın var. uzaktan bakınca insanın gidip imza isteyesi geliyor. neyse bu amcalar sabahtan akşama kadar okey oynayıp çay içiyorlar, habire şakır şukur taş sesleri vs. işkence gibi resmen, insanın canını çektiriyor adiler. hele yazın 1-2 masayı da dışarı çıkarıyorlar...  bigün "eeaaah yeter be!" diyeceğim ve kendimi koşarak aralarına atacağım. yakındır, bekliyorum:)
...
üç gündür dilime takılmış bir tekerleme var, ama yarısını hatırlıyorum diğer yarısı yok. kafayı sıyırcam. şöyle diyordu: bahar geldi çiçek açtı, ... ormana kaçtı. ama o .. ne işte onu bir türlü hatırlayamadım. selen ormana kaçtı diye söylemeye çalışıyorum ama olmuyor olamıyor...
bahar geldi çiçek açtı...

Patron dediğin

Bu aralar işler feci, hani yumurta kapıyı geçmiş, münasip yerlerimize dayanmış, şahsi kapılarımızı zorlamakta. Patron da stres katsayısı artmakla birlikte bizi bunaltmamaya çalışıyor. Dün akşam yemeğe giderken bir parfümden konuşuyorduk. Allahım çok güzel koku, ben de alıcam bi ara kendime dedim. Yazık dedi ki "raporlar bitince ben sana alayım". Hani her halukarda o raporların yetişmesi lazım zaten, başka alternatifi yok ama teklif hoşuma gitti. "Oluuur" diye atladım ben de:))) Çok şeker yaa, zaten yapmam gereken işi yapmam için rüşvet bile teklif etti:))))

Çeçe sineği kadar...

Yok yok, bu sabahları sürünerek yataktan kalkmamın, uykuya doyamamamın, yoğun iş temposu sebebiyle işe gitmek istemememin baharla ilgisi yok. Tamamen çeçe sineğinin suçu! dönem dönem ısırır bu sinek beni, kendimi alamam uykulardan yataklardan. gene ısırmış olmalı zibidi... yoksa dışarıda hava güzelmiş, iş çokmuş, peeeh!
ah o sineği bir elime geçirirseeem...
ps: sineğin fotoğrafını koyacaktım ama çok çirkinmiş beee!

11 Mayıs 2010 Salı

Erik dedim de...

Master'dayken en çok özlemini çektiğim şeylerden biriydi erik. Bir diğeri de ay çekirdeği. Canım babacım ziyarete gelirken ondan çekirdek istemiştim de gümrükte el koymasınlar diye kolonya kutusuna sarmış paketlemişti getirirken. "Güzel kızım benden çekirdek istemiş, kaptırır mıyım" demişti...
Aaah kader, ben sana ne diyim, seni kimlere şikayet edeyim:(

Kütür kütür erik zamanı

Mayıs ayı demek erik ayı demek. Kütür kütür can erik, papaz erik. Erikler yumuşayıncaya, dişler kamaşıncaya kadar erik yeme zamanı.
Erik gördüm mü dayanamam ben, mıknatıs gibi çeker beni kendine, hele de kütür kütür ve iri ise... Almadan geçemem yanından, bir heves başlarım kemirmeye. Hatta ev ya da ofis uzaktaysa yıkamayı beklemeden siler atarım 1-2 tane ağzıma. sonra bir oturuşta yiyebilirim hepsini de bitsin istemem:)
Ama can erik de laleler gibi, çok kısıtlı bir süre kucaklıyor bizi, daha tadına varamadan, doyamadan yitip gidiyor aramızdan, taa bir sonraki bahara kadar.
Erik sevgimi teşvikteyken keşfettim ben. Ayla Hanım'cığım öğlen arasında erik ve çilek alırdı, öğleden sonra yıkar tüketirdik onları. O zamandan beridir her erik zamanı hem Ayla Hanımcığımı anarım eriklerimi şapırdatırken hem de keyifli anıları.

Deli deliyi görünce...

Bu sabah saat 6'da saykocanın bağırtıları ile uyandım yine. Alt kattaki kıza sinirlenmiş olacak ki paso yere bişeyler fırlattı ve sanırım arada ağladı bile. Eski ben olsam empati yapar adamın o haline üzülürdüm ama sanırım ben de artık kötü bir insan oldum ve en ufak bir üzüntü duymadım. Hatta içten içe sevindim bile diyebilirim. sen benim hayatımı karartıyorsun, oh olsun sana... Baktım bana rahat yok yüklendim yastığımı yorganımı salona taşındım yine. Üşenmedim çek-yatı da açtım, orada uyumaya devam ettim. Sabah gene sürünerek kalktım yataktan:)

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Dönmek istemedim.

Dopdolu bir 3 gün geçirdim yine... Kısa da olsa ankara kaçamakları bana çok iyi geliyor. Yoğun ama bir o kadar da keyifli geçiyor.
Cuma sabah Ankara'ya vardığımd hava yazdan çalınmış gibiydi. İstanbul'un serinliğinden sonra son derece iyi geldi. 1'deki randevuma kadar olan 1.5 saati Tunalı'daki starbucksda önümde laptop, elimde kahvem ile geçirdim. Sonra düğün hazırlıklarına başlamak üzere yola koyuldum.
Saçım başım yapıldıktan sonra soluğu Hazine'de aldım. Arkadaşları görmek öyle keyifliydi ki... Fazla kişiye yakalanmamaya çalışarak maksimum ziyareti sığdırdım 1.5 saate. Sonra Özge ile çıkıp onun hazırlıklarını tamamladık, üstümüzü giyinip ordu evine gittik.
Düğün pek eğlenceli idi, 2 köçek olarak müzik bitene kadar oynadık. Hatta öyle bir an geldi ki koca salonda oynayan bir tek biz vardık. Tüm ağlamalarıma karşın Özge sağolsun "en iyi arkadaşımın düğününde oynamıycam da ne zaman oynıycam" diye beni de oturtmadı. Netice olarak arabaya giderken ayakkabılarımı elime almak zorunda kaldım:))))
Cts güne big chef's de kahvaltı ritüeli ile başladık. Ardından 1 saatlik Defne molası ve arkadaş ziyaretleri. Bu sefer değişiklik olarak Kızılay ve etrafında takıldım cts günü. Aslında kaleye gezmeye gitmek istiyordum ama ayakkabılarım oralarda dolanmaya müsait olmayınca programı bira ve tavla moduna çevirdik:)
Pazar daha sakindi. Sabah kabristan ziyareti, ardından kafesde hasret gidermece... Pazar gününün nostaljisi kuğulu park'tı. Ankara'nın göbeğinde küçük bir huzur kaçamağı. Anneler günü diye canlı müzik de vardı ortamda.. Öyle huzurlu birkaç saat geçirdim ki orda...
Dönüşte kapanan havadan mı yoksa 3 günlük kaçamağın etkisinden mi kendimi boğuluyormuş gibi hissediyordum. Hiç dönmek istemedim bu sefer. Evim bile gözümde tütmedi. Daha görecek ne çok arkadaş vardı... Çok zor ayrıldım bu kez...

6 Mayıs 2010 Perşembe

Tıkanınca:)

bıdı bıdı bıdı, bla bla bla...

ps: canım yazmak istedi ama aklıma yazacak bişey gelmedi!!!

Rüyalar alemi

Ben hiç rüya görmem... Yani hatırlamam. her insan mutlaka bisürü rüya görürmüş uyurken. Ben artık nasıl uyuyorsam uyandığımda aklımda hiçbirşey kalmamış oluyor...du... sanırım şu salak saykocan'ın etkisi ile uyku düzenim ve kalitem p.. olduğundan her sabah daha abuk bir rüya ile uyanıyorum. Son zamanlarda gördüğüm rüyaların paterni ve gidişatına bakılırsa rüyalarımı hatırlamamam kendi hayrımaymış:) İnsan bir tane bile mi mutlu rüya görmez yaa, hep sıkıntı hep karmaşa:P (gerçi derinden gelen bağırtı ve küfürler eşliğinde nasıl güzel rüya görebilirim ki...) Neyse allahtan balık hafızalıyım da uyandıktan 5 dakika sonra rüyayı unutuyorum:))) sadece rüya görmüş olduğum verisi kalıyor aklımda:) buna da şükür.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Hıdırellez

Böyle inançlarım yoktur gerçi ama denize düşen yılana sarılırmış misali aman ne zarar gelecek hem de eğlenceli diyerek sıvadım kolları. Önce bir arkadaşı arayıp neler yapmak gerek onu öğrendim. İsteklerimi bir kağıda çizecekmişim. Benim gibi kabiliyetsiz bir insan için bu müstakbel koca adayını cin ali, arzulanan evi baraka formatında çizmek demektir. Neyse önemli olan niyettir dedim başladım çerden çöpten şekiller karalamaya.
2. adım bu istek listesini ve biraz bozuk parayı bir gül dibine gömmek. O da sorun değil. Bahçede gül var, usulca indim aşağıya gittim gömdüm hem niyetimi hem paraları. Yarın sabah kalkınca işe gitmeden o paraları geri alacakmışım, ve hatta bulursam biraz karınca yuvası kumu ile bir beze sarıp yanımda taşıyacakmışım!!! Bereket getirirmiş. Lan ben nereden bulayım karınca yuvası toprağı.. ben sadece paraları geri bulursam onları taşıyayım yanımda:)
Son adımda dibine paraları gömdüğüm gül ağacından bir gülün yapraklarını yolup suya koymak, sabah yüzümü o suyla yıkamakmış. Gül de öyle güzeldi ki içim gitti resmen koparırken yapraklarını.
Koşarak kaçtım geri eve. Şimdi geriye ritüelin yarınki kısmı kaldı. Gül suyu ile yüz yıkama ve para ve karınca avına çıkma:)))

Mir free

Mission accomplished:)
Dün farkettim ki 3 aydan fazla zamanımı aldı ama beni kovalayan hayaletten kurtulmayı başarmışım. Her zaman beni kovalayan hayalet anılar azalmış, ya da anılar kaybolmasa da etkisini kaybetmiş. Artık içim acımıyor aklıma gelince, hatta geçen kendimi omuz silkerken buldum. Biran durdum ve gülümsedim:)
Zaman gerçekten herşeyin ilacı:)

4 Mayıs 2010 Salı

İmdaaaaattttt!!!!

Çok iş vaaaarrrr ama canım çalışmak istemiyooor:(
Peki kim yapacak bunca işi????

Doğru insanı seçebilmek

Kafamda dönüp dolaşan düşünceler var ama bir türlü toparlayamıyorum. Duygularımın net olup da kelimelere dökemediğim zamanlardan biri işte...
Son zamanlarda yaşadığım tecrübelerden yola çıkaraktan insanın beraber olacağı veya daha genel anlamda değer vereceği insanları çok özenle seçmesi gerektiğini öğrendim. Uygulamaya dökebilirim diyemiyorum ama en azından önemini kavradım diyorum. Çünkü sizin el üstünde tuttuğunuz, karşısında kul olduğunuz kişi size değersiz bir nesneymişiniz gibi davranırsa siz de kendi gözünüzde değerinizi kaybedebiliyorsunuz. Bu kadar değerli biri benim değersiz olduğumu düşünüyorsa, bana bu şekilde davranıyorsa demek ben bu kadarını hakediyorum veya bende gerçekten bir sorun var diyebiliyorsunuz. Kendinize ne kadar güvenirseniz güvenin -ki çoğumuzun en büyük sorunu da güvensizlik- insanın kafasında bir acaba yaratıyor. Karşındaki kendinden, doğrunun kendisi olduğundan o kadar emin ki tereddüte yer bırakmıyor. Ama bak sen de hatalısın demeyi başarsan bile, hayır, o hata değil, o "o"dur ve "o" doğrudur. Karşında kesin doğru var ya, o zaman kendini sorgulamaya başlıyor insan. Hatayı ben yaptım ya, nerde yaptım, nerde yetersiz kaldım. Çünkü "o" böyle söylüyor...
Aslında hatanın karşıda olduğunu, karşındakinin karakterinde bir sorun olduğunu, seni haketmediğini, tüm sevgini ve ilgini sömürdüğünü, suistimal ettiğini anlaman bazen çok uzun zaman alıyor. Kendine güvenini öyle bir sarsıyor ki kendini değersiz sanıyorsun. Hatta sen bunu anlamadan önce biri sana ilgi gösterir de değer verirse şaşırıp "bana neden böyle davranıyor, benden ne çıkarı var" psikolojisine girebiliyorsun.
Belki de kendi değerini bilmediğin veya hiçe saydığın veya yanlış seçimler yapacak kadar salak olduğun için gerçekten de hak ediyor olabilirsin. belki de tanrının kendi değerini bilmeyenlere bir cezalandırma yöntemidir bu, bilemiyorum...
öyle ya da böyle, son derece yıpratıcı bir süreç... ne kadar çabalasam da izlerini silmekte zorlandığım, ama en sonunda farkına varıp silkinmeye başladığım bir süreç...
hepimiz için tek temennim kendi değerimizin farkında olmamız ve kimsenin bundan şüphe etmemize neden olmasına izin vermememiz.
Kıymet bilen kıymetli insanlarla karşılaşmak dileğiyle...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Saykocandan al haberi...

Dün benim manyak yine gece mesaisindeydi. Sabah 4 müydü neydi hönkürmeye başladı. Bu sefer konu net: alt kattakiler. Yetermiş, daha fazla çekemezmiş, 15 gün daha niye sabretsinmiş! bende birden gözler açıldı: ben "ne? 15 gün mü? 15 gün sonra ne olacak? yoksam defolup gidecek misin?" sorularını aklımdan peşpeşe sıralarken saykocan bağırmaya ve eline geçen ağır nesneleri yere atmaya devam ediyordu. Hıyarto bağırtıyı kesmedi bir türlü. Tam o yavaşladı, benim uyku kaçtı. Bir müddet sonra sakinledi sustu derken ezan okundu ve sil baştan! Bu seferki konu sanırım eve yemek getiren çocuğa bahşiş vermekle ilgiliydi. Niye bahşiş versinmiş, ne biçim börekmiş. bok yiyormuş vs. Bu sefer çareyi salona kaçmakta buldum. Salonda tekrar uyumak için debelenirken kalkıp polis çağırdığımı zannettim ama bu da geçen sefer işe gitmek için yataktan kalkmam gibi sadece bilinçaltından gelen bir hareketmiş. Gerçekte ben koltukta debeleniyormuşum.
Defolup gittiği gün evde bayram havası esecek:))) amin!

Asabiyet katkayısı

son 1 haftadır asabiyet katsayım yükseldi gene. Günaydın diyenlere "sensin günaydın, terbiyesiz" demek için inanılmaz bir istek duyuyorum içimde. Bu asabilik ev ve iş ortamına da yansıyor ister istemez. Tıslayan bir nesneye dönüştüm resmen, cevaplar daha kısa ve sert... tersleyemezsem bile iğneleyip duruyorum herkesi. Kısa süreli görüşmelerde bastırabiliyorum ama belirli bir saati geçince su yüzüne çıkıveriyor vicdansız! Düzelene kadar bir süre kendimi tecrit edesim var. Ya da şu aptal yatıştırıcı çaylardan mı içsem. ne deniyordu onlara? hani bebelere içirirler ya, hem gazını alsın hem sakinleştirsin diye:)) gazım da yok işin kötü tarafı:PpP ama bana tankerle gerekir korkarım...

Pathfinder workshop

Pazar öğleden sonramı Kadıköy'de bir kitapçının (Khalkedon) alt katında bir workshop'da geçirdim. Konu RPG. yani role playing games. beni tanıyanlar bilir, science fiction - fantasy romanlarına karşı bir zaafım vardır. Aslında o zaafım masallaradır ve benim için en masalsı şey bu tür romanlardır. Büyük bir keyifle okur, gerçekliğini sorgulamam. adı üzerinde bilim kurgu - fantazi:)
Bir de bu tür hikayelerin canlandırıldığı oyunlar var işte. Ben yıllardır varlığından haberdar olmakla birlikte hiç oynamamış, oynanmasına denk bile gelememiştim. Geçenlerde nasıl oldu bilmiyorum ama bir şekilde face'de wizards of istanbul diye bir gruba denk geldim. Büyük bir mutlulukla aktivitelerini takip etmeye başladım. Her ay toplanıp RPG oynuyorlar ama ben bir türlü denk getiremedim. Ta ki bu workshopa kadar.
Workshop'in konusu patfinder dünyası, hikaye yaratma vs üzerine. Yani bir nevi bu dünyalara ve oyunlara giriş imkanı sağlayacak bir araç benim için. Kimseyi tanımamama karşın daha kayıt olur olmaz webmaster'in alakası beni gitmek için daha bir şevklendirdi. Biraz ürkek vardım mekana. Ben gittiğimde 3-4 kişi anca gelmişti. Hafif çekingen yaklaştım yanlarına, sıcaklıklarına inanamadım, hiç yabancı kalmadım. 1 gibi toplandık masaların başına. Önce 6 kişiydik ama sonra 15 kişi kadar olduk. Bambaşka tipler, tanımadığım kişilikler ama ortak bir nokta var sizi bağdaştıran. Birisi elf dediğinde neden bahsettiğini az çok anlıyorsun, veya paralel evren dediğinde bön bön bakmıyorsun. Uzun zamandır ilk defa ilk kez girdiğim bir ortama yabancı hissetmedim kendimi. Ne konuşacağımı bilmez değildim:) Ya da ben elf nedir diye anlatmaya çalışırken bana boş ve anlamsız şeyler anlatıyormuşum gibi bakan yoktu... Aynı zevki alıyordu herkes. Bu duyguyu bir de dmtürkiye ile yaşamıştım ben. DM aşkımı anlayan ve paylaşan insanları bulunca kendimi uzaylı gibi hissetmekten kurtulmuştum:) Güzel bir duygu kendini bir bütünün bir parçası olarak hissetmek, aynı heyecanı paylaşmak.
2 hafta sonra ilk RPG oyunumu oynayacağım. Şimdiden heyecanla bekliyorum bakalım nasıl olacak:)

İmaj herşeymiş...

Geçenlerde bir arkadaşımla ilişkiler ve kişilikler üzerine konuşurken "blogunu okuyan kişi senden ürkebilir, seni tanımayan için hızına ulaşmak zor" dedi. Bu görüşü başka birine aktardım ve benzer bir yorum aldım. Demek ki hata bende...
Sıkıcı bir insan olmamayı seçmek, hayatımdaki eğlenceli şeyleri ön plana çıkarmak ve belki biraz da süslemek gösteriş budalası bir imaj oluşturuyormuş demek ki... Evde tek başıma oturup TV karşısında kucağımda laptopla psikopatça oynadığım spider soliter dolu geceleri anlatmıyor olmam veya anlatmayı tercih etmemem benim hatammış. Aynı şekilde evde yalnız başıma oturmak yerine arkadaşlarımla zaman geçirmeye çalışmam, yalnız kalmaktan kaçıp kendimi oyalayacak bişeyler yaratmam da aslında "gezentilik örneğiymiş".
Aslında en büyük hatam nerde biliyor musunuz? Bunları yapmak değil, yaparken "elalem ne düşünür" mentalitesinden uzak samimi bir şekilde paylaşmam. Kendimi sınırsız, kalıpsız, fütursuz paylaşmam...
Ama şu yaşta bile öğreniyorum ki aslında imaj herşeymiş...
....
Sinir oluyorum. "kızım sen de ne çok geziyorsun!" sana ne! sen de gez! ben geziyorsam sana girip çıkan bişey mi oluyor? senin zamanınla mı geziyorum, senin paranla mı? Sana da böyle bir imkan tanınsa bakalım sen de arkadaşlarınla hoş sohbeti mi tercih edeceksin yoksa TV karşısında aptal yaprak dökümünü izlemeyi mi? cevabın yaprak dökümüyse zaten uza ufaktan, seni tanımak bile zaman kaybıymış!
...
Karmaşık duygular içindeyim. Kızgınlık ve şaşkınlık arasında gidip geliyorum... doğrusu ne bilmiyorum... doğruyu mu yapmak istiyorum onu da bilmiyorum... sonucu ne olursa olsun kendim olmak mı doğru olan yoksa kendimi genel beklentiler doğrultusunda törpülemek mi???