Sayfalar

31 Aralık 2009 Perşembe

Sabah sabah

kendime çok güldüm. Önce dün koştur koştur gidip aldığım ofis hediyelerini evde bırakıp geldim. (Ofise hediye aldım dediğime bakmayın, daha çok kendime çalıştım:DDD). Farkedince kendime iyi bir söylendim. Sonra kahve yaptım, bu arada tlf elimde. Hüseyin geç kalmıştı onu aradım. İçeri geldim. Biraz zaman sonra bir mail geldi herhalde ki derinden mesaj sesini duydum. Bakındım tlf yok. Mutfağa gittim, diil, öbür odada yok vs. Allah allah daha demin elimdeydi. Çanta, mont cepleri falan ı-ıh... Sonra çaldırdım telefonu, odamdaki dosya vs dolabından çıktı??? Yani hangi arada derede o dolabı açtım da koydum, ve neden oraya koydum?:))) (bunları yazarken dolabı neden açtığımı hatırladım ama hala telefonun neden orda olduğu meçhul!).
Dur daha bitmedi, sonra kendime kahve almaya mutfağa gittim. Bir yandan da dolabı açıp kahvaltı için peynir çıkardım. Sonra elimdeki kahve makinasının haznesini buzdolabına koymaya çalıştım!!! Elimdekini sığdıracak yer olmadığını görünce ayıktım ve bastım kahkahayı:))))
Geçen de pilava yağ, yemeğe tuz koymayı unutmuştum. Hani tuz ekersin de yağsız pilav...
allahım kesin alzheimer olacak benim sonum!!! aksam yemeklere tuz yerine şeker falan atmam inşallah:)

29 Aralık 2009 Salı

2009'un son demleri

2009 da bitiyor. Gene neredeyse boşa geçmiş bir yıl. Mutluluklar da var ama yıla damgasını vuran başlangıcı ve bitimindeki üzüntüler. Aynı şeyleri tekrar yaşamamak adına radikal kararlar almaya çalışıyorum şu anda.. ama göründüğü kadar kolay değil aslında. Karar alma kararı bile zor ki karar almak ve uygulamak... hele bir de korkak ve salaksan:) bak salak olduğumu bile kabul ettim resmen... olay gereken cesareti bulmakta demekki:)
bana ters aslında ama 2010'dan umutlu olasım geliyor. Sonra diyorum ne farkı olacak bu yıldan ya da bir öncekinden... hele de benim kafa değişmedikçe... somut bişey arıyorum yardımcı olacak ama onu da göremedim.
Pozitif düşünmeyi denesem... ne zaman pozitif olsam ya abartıp hayallere kapılıyorum sonra yüzüstü çakılıyorum, ya da kısa sürede sonuç alamayıp mutsuz olup yine umutsuzluğa dönüyorum... evet yine herşey benim heyecanımdan, aceleciliğimden, sabırsızlığımdan...
neyse bu sene yeni bir girişimde bulunalım. radikal kararlı veya değil, 2010'dan umutlu olalım, güzel şeyler bekleyelim, yaşasın olumlu düşünce gücü:))

28 Aralık 2009 Pazartesi

Gerginlik

Sabah işle ilgili bir gerildim, resmen mideme ağrı girdi. Hazırladığımız bir rapor vardı, 1-2 gözden kaçırdığım nokta olmuş. Sonucu çok değiştirmese de rakamlar revize edilecek ve varsayımlarda tutarsızlık olmuş. Resmen başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Hem hata yaptığım için hem de altına imza atanların sorumluluğu işte. resmen mideme vurdu. İlk defa böyle bişey yaşıyorum. Şimdi bir yandan yaptığım hatayı düzeltmeye çalışıyorum bir yandan mide ağrısından kıvranıyorum:((
Akşam da apartman toplantısı var. Bakalım benim ve alt katın ev sahibi gelecek mi? keşke adamın telefonunu silmeseymişim. Bazen çok salakça hareket edebiliyorum... Höfff... al sana çifte dert...

27 Aralık 2009 Pazar

Bir sene daha...

Bir sene daha geçti babacım senle ayrılalı beri... Seninle paylaşamadığım bir koca sene daha. Ne üzüntüler azaldı sensiz ne mutluluklar tam oldu, hala içim buruk, hala bişeyler eksik...
Kafamda dönüp duran ses sustu artık babacım. Her soluk aldığımda, her adım attığımda hançer gibi saplanan "babam öldü" yankıları sustu artık beynimde...
Ses sustu babacım ama yokluğun hala kocaman, hala bişeyler eksik, sen eksik...
Bayramlardan, yokluğunu hatırlatan herşeyden daha bir nefret eder oldum babacım, kaçmaya başladım hepsinden. En çok da yokluğundan kaçtım babacım. Adını anmaya, konunu açmaya korkar oldum. Anıların yumruk olup oturdu boğazıma, yutkunamadım, gözyaşlarım sel oldu, durduramadım, kaçtım...
Senden kaçtım, hasretinden kaçtım babacım bu sene. utandım kaçmaktan ama engel olamadım. Sensizliğe dayanamadıkça senden daha çok kaçtım.
Kaçarsam karşıma çıkmazsın sandım... yanıldıkça daha derine daha uzağa kaçtım, kaçıyorum...

25 Aralık 2009 Cuma

Yılbaşı

Yılbaşı depresyonuna girmek üzeyim. Ya da son dakika müdahalesi olmasa girecektim muhtemelen. Kaç gündür zaten ruh halim çok olumsuz ve kendimi kötü hissediyorum. Yılın bu dönemi ister istemez olumsuz etkiliyor beni. Üzerine bir de yılbaşı binince... Yılbaşı da bayram gibi işte, mutlaka bir kutlama özel bişey yapılacak ya... mutlaka o akşam güzel geçmek zorunda ya.. lüzumsuz bir baskı oluyor insanın üzerinde işte.. Ben de sağıma baktım ailesiyle, soluma baktım eşiyle sevgilisiyle, arkadaşlarıyla... daha bir depreştim işte. Böyle zamanlarda yalnızım krizi daha bir bastırıyor nedense.
Neyse ben de sonunda korkunun ecele faydası yok, benim gibi yersiz yurtsuz 3-5-10 kişiyi evde toplayayım bari de biz de kendi keyfimize bakalım dedim. bi cesaretlensem sayıyı da artırırım ama... du bakalım:)

23 Aralık 2009 Çarşamba

Hemen!!!

Farkettim ki hayatımda bişey olacağı zaman hemen olsun istiyorum. Ne olduğu hiç önemli değil, hemen olsun. Acıktım mı, hemen yemek yiyeyim; beğendim mi, hemen alayım; istedim mi, hemen elde edeyim:) zaman kaybetmeye, beklemeye aslında sabretmeye hiç tahammülüm yok. Hemen olsun hemen, şimdi... Belki de yaşadığım hayal kırıklıklarının çokluğu ve derecesi de bundan kaynaklanıyor... belki çok düşünmeden atladığım, hemen olsun istediğim için... hemen, şimdi:))) burcumdan mıdır nedir:)))

21 Aralık 2009 Pazartesi

Bir de..

Bir de teknede ya da bir ormanda geceleyin yatıp yapay ışıklardan uzak, yıldızla dolu gökyüzünü izlemeyi özledim... dogayı, doğayla başbaşa olmayı özledim...

Kar özlemi...

"Kar"ı özledim... Lapa lapa yağan, herşeyi örten, insana huzur veren bembeyaz "kar"ı. Pencereden bakıp beyaz bir örtü görmeyi, kokusunu içime çekmeyi, karın yağışını elimde sıcak bir kahveyle izlemeyi özledim. En çok da gecenin sessizliğinde ayaklarımın altında ezilen karın sesini duymayı özledim.
"Kar"ı özledim. sokak lambasının ışığından lapa lapa yansımasını, yeryüzünü örtmesini, yürürken üzerinde iz bırakmayı özledim.
Ağaçların kar altında agırlaşan dallarını, kar altında kalmış ormanın nefesimi kesen görüntüsünü, bana verdiği huzuru ve mutluluğu, ağaçların altından geçerken karların tepeme dökülmesini, mutlulukla çığlık atmayı özledim.
Karların ortasında çocuklar gibi debelenmeyi, yıllara meydan okurcasına kartopu oynamayı, kardan adam yapmayı, burnuna havuc takmayı özledim.
Karı özledim... yağ artık...

20 Aralık 2009 Pazar

Evvel zaman içinde

Günlüklere dalıp da yüzeye çıkardığım anılar, derinliği unutulan dostlukları hatırlattı bana. İşte dün gençliğimde büyük yer kaplayan ama yıllardır görmediğim bir dostla, Elif'le buluştum ben. Tahmin edeceğiniz gibi 10 senedir değil 10 gündür görüşmemiş modundaydık ikimizde. Önce anılardan bahsettik, lojmandan, arkadaşlardan. minik komik itiraflarda bulunduk birbirimize yıllar sonra:) birkaç saate geçen 10-15 seneyi sığdırmaya çalıştık. kaybedilenlerin acısını paylaştık. Ne zaman akşam oldu, saatler nereye kaçtı anlamadık. Anımsadık, anlattık, güldük:)
Güzel bişey arkadaşlık, dostluk... Hele böyle beklemediği bir anda tekrar gülümsediğinde:)

17 Aralık 2009 Perşembe

Sakin modu

Son zamanlarda bol bol yazmaya başlamıştım, duruldum nispeten. Belki yoruldum ben de koşturmaktan, sonra onları aktarmaktan. Bir yandan da... neyse bir yandanı sonraya bırakalım.
Haftasonunu anlatmışım zaten. Ondan beridir de öyle ahım şahım bir olay yoktu. İş yoğun, nispeten geç çıkıyorum akşamları. Pts 11 gibi çıktım, salı derse gitmek için 7:40 sularında. Uzun zamandır ilk defa bu dersin sonunda hep birlikte kahve içmeye gittik. Gecenin 11'inde ne kadar akıllıca bir eylemdi bilmem tabi ama grubun kaynaşması adına bence güzel bir hareketti.
Dün internations toplantısı vardı Ulus 29'da. Bu seferki toplantının ek özelliği hem yılbaşı hem de gelirin biyerlere bağışlanacak olmasıydı. Katılım oldukça yüksekti aslında ama ben stratejik bir hata yaptığım için Ebru, ben ve Gökhan biz bize takılıp geceyi muhabbet ederek geçirdik. Olay networkingden öte birlikte bara gitmişiz tadında geçti:) Çekilişte ise Gökhan bir yemek kazanırken Ebru ve ben avcumuzu yaladık. Birara Gökhan'ın elinde kazanan numarayı alıp yemeğe Ebru'yla gitmeye niyetlendim ama sonra kıyamadık:)
Bugünse bir süredir üzerinde çalıştığım raporun sonucunu anlatmaya gidecektim. Sabah biraz gerilmiştim ama gayet gereksizmiş, pıtır pıtır anlattım geldim.
Yorgun hissediyorum kendimi... bıraksalar günlerce patates çuvalı gibi kıpırdamadan yerimde kalırmışım gibime geliyor:)

14 Aralık 2009 Pazartesi

Fotolar

Doğumgününüden iki foto daha geldi, koymasam çatlarım:))))

13 Aralık 2009 Pazar

haftasonu

Hep aynı başlıkları atıyorum ama yaratıcılığım da bir yere kadar napayım:PpP
Cuma akşamı Raşel'in doğumgünü partisi vardı. Öğlen gibi tadım yok diyerek yan çizmeye çalıştım ama gelen tepkilerden gitmeye karar verdim. Akşam eve geldikten sonra hazırlanıp sürünerek gittim Beyoğlu'na. Parti oldukça kalabalıktı, ben sadece 5-6 kişiyi tanıyordum. Biz de kendi aramızda eğlendik. Raşel 50. yaşgünü olduğu için bayağı titizlenmiş, gece boyu maskeler, ziller tefler dolandı ortalıkta. Bu arada mekanın fotocusu aşağıdaki fotoyu çekmiş, bayıldım resmen: sırf bu foto için bile gitmeye değermiş:P
Cumartesi gündem yoğun diye geceden erken ayrıldım. 2 gibi eve varmıştım. Güya saati kurup yattım. Cts sabah 9:15 kalkış, 11'de yeşilköy international'da randevum var, 12:30 da ise Beykoz'da dersim. Yetişmek imkansız görünse de ben iyimserim:) Neyse sabah böyle keyifli keyifli uyandım saate bir baktım 11:04!!!! Nasıl yaa diye dehşet içinde saati kurarken "weekdays" opsiyonunda bıraktığımı farkedip dehşete düştüm. alelacele hastaneyi aradım, pek memnun olmadılar ama yapacak bişey yok tabi. randevu haftaya ertelendi, aynı macerayı haftaya yaşayacağım.
Derste 3 öğrenci vardı, katılımdaki düşüşü hava soğukluğuna vermek istemekle birlikte çocuklar sıkılıyor maalesef:) ben çocuk eğlendirmek konusunda özürlü bir insanım:(
Ders sonrası hava soğuk ve yağmurlu olduğu için kendimi eve zor attım. Akşam da Ufuk ablanın gelmesi şerefine ablamlara gittim.
Bugün güne Florya'da başlayıp evde noktaladım. Bir de tabi arada ofise uğrayıp bazı işleri tamamladım. Şimdi evdeyim, aşağıdaki gene coşmuş durumda, birilerine sayıp duruyor... Ben artık espriye vurdum işi, eğleniyorum:)
Yoğun bir hafta bekler beni...

10 Aralık 2009 Perşembe

Yav bi içim sıkıldı dedim, hem burdan hem face'den çok tepki geldi, ben de kıştladım sıkıntıyı:)))) Amaaan dedim ben de, sıkıldığına değer mi şu hayat, boşver, önüne bak:)
İki gündür bizim komşu da sakin, bağırıp çağırmıyor. Dün eve gidince ev sahibini arayıp durumu anlattım. Adam sağolsun ilgileneceğini söyledi, biraz daha rahatladım.
Bu arada bizim apartmanın eğlencesi bolmuş aslında. Benim delinin altında da özürlü bir kızcağız var, o da bağırır ama sesi bana az geliyor, zararsızdır. Sonra bir teyze var sokaktaki tüm kedileri besleyen. Görseniz bizim apartmanın civarındaki kediler yakında koyun formatına gelecekler. Meğer bu teyzemin evinde de 16 kadar kedisi varmış!!! Apartmanın o tarafındakiler de kedilerin ciyaklamasına uyuyamazmış:))) Eğlenceli apartmanız vesselam:)

9 Aralık 2009 Çarşamba

Nedendir...

İçimde bir huzursuzluk var bugün neden bilmiyorum. Sanki kötü bişeyler olacakmış gibime geliyor... Şu salak adam çok huzurumu kaçırdı, eski huzursuz günler geldi aklıma, belki onun etkisi, bilmiyorum... Eskiden de eve giderken 'bakalım bugün ne maraza çıkacak' diye stres olur, resmen ayaklarım geri geri giderdi. Şimdi de benzer bir psikolojiye büründüm... Gerçi dün akşam sakindi, ses çıkmadı. Ama heran çıktı çıkacak psikolojisi bile insanı yormaya yetiyor sanırım.
Üzerine işler de biraz yoğun ve stresli. Kaçış noktası bulamadım sanırım kendime:) Neyse bu da geçer, olumlu yönden bakmak lazım. Ya da hayatımdaki olumlu duyguları ön plana çıkarmak lazım:) Think pozitive:)

7 Aralık 2009 Pazartesi

Ev alma, komşu al

Dün akşam eve dönerken baktım alt kattan yaşlıca bir teyze çıkıyor. dedim burada mı oturuyorsunuz. evet dedi. ben de çok rahatsız olduğumu falan söyledim. Bütün gece bağırıyor, küfrediyor, huzurum uykum kalmadı falan dedim. Kadın benden dertli. Kendi oğluymuş, baba da kanser hastanede yatıyormuş. Birkaç gün idare edin, baba çıkınca toplar dedi. iyi de kesin çözüm değil. Adamın ruhsal bozukluğu varmış. Herkesi kendine tehdit görüyor, bağırıp korkutmaya çalışıyor dedi. Kadını seni öldürücem diye tehdit ediyormuş sürekli. Geçen geceki olay 'beni zehirlemeye çalışıyorsunuz' davasından çıkmış sanırım.
Hastaneye yatırmak istemişler ama sistem öyle işliyor ki kendi rızası olmadan almıyorlar dedi. Kadın benden çaresiz gibi. Şahitlik edin nolur belki işe yarar vs. konuşması geçti. Sürekli bağırıp çağırıyor, küfrediyor, korkuyorum deyince kadın da "kapınızı falan açmayın" kızım dedi. Benim huzur iyice kaçtı ne yalan diyim. Eve gidip alarmı falan iyice kontrol ettim.
Dün gece dikkat ettim hakikaten kendi kendine konuşuyor. Sürekli karşılıklı diyalog halinde. Gece de aldığım tıpayı kullandım. O da sürekli insanı rahatsız ediyor, arada çıkardım, bağırınca geri taktım falan.
Huzur muzur kalmadı resmen. Eve giderken içimi korku sarıyor. Eskiden mukaddes varken eve giderken bu sefer nasıl bir maraza çıkacak diye gerilirdim, nerdeyse o hallere döndüm. üstelik bu sefer yalnızım da... neyse look strong. as always...

6 Aralık 2009 Pazar

Komşu hakkında yeni bilgiler

Dün gece komşu cümbüşü yine devam etti. Bu seferki sinir bozucu değil uyanık tutan cinsten. Gecenin 2si gibi adam önce Beşiktaş'a küfretmeye başladı. Sonra hızını alamadı cimboma giydirdi. haaa, demekki fenerli... bütün beşiktaşlı ve cimbomluları öldürmek istedi. sanırım yanında bir adam vardı, tanıdığı birkaç beşiktaşlıyı hatırlatmış olmalı ki öldürme havuzunu tanımadıkları ile sınırladı. bu arada bağırtı ve küfür hat safhada... ara ara sakinledi, fenere yenildi diye söylendi falan. sonra sabah da bir dergi mi arıyordu neydi.. sanırım bu adam gece hiç uyumuyor... sakat da bir tipe benziyor. korkuyorum valla...

Ayca'nin doğumgünü

Bu haftaki ziyaretçim Ayça idi. 2 ay öncesinden başlayarak ancak bu haftasonunu -ama büyük bir şans eseri doğumgünü haftasonunu - ayarlayabildik. Neyse sonuçta zoru başarıp cuma akşamı kavuştuk.
İlk hedef Ikea. Almak istediği 1-2 şey varmış, benim zaten canıma minnet. Gidip 1-2 saat dolandık, bişeyler yedik. Sonrasında uzun zamandır yapmadığım aktivite salsa gecesi planları. Ancak biz geç kalınca ve yolda da Barış arayınca, hadi gelmişken onu da göreyim diye rotayı Beyoğlu'na çevirdik. Tabi önce bir 5 dakka Otantik'e uğradık. Çok boş geldi ve çıktık. Kızın kursağında kaldı dans gecesi:(
Neyse sonuçta Beyoğlu'na gitti. Barış'ın gelişi uzayınca biz ilk gördüğümüz bira ilanlı yere dalıp bişeyler içtik. O arada yorgunluğu ağır basan Barış'ı istiklal eziyetinden azad edip kendimiz biraz dolanıp eve döndük.
Cumartesi programı biraz daha doluydu. Kalkıp kahvaltıya Beylerbeyi'ne gittik. Geçen Özge geldiğinde Aylin götürmüştü bizi oraya. Ben o zamandan beridir kahvaltısına hastayım, her geleni sürüklüyorum resmen:) Bu olaydan Ayça da nasibini aldı. Ardından İstinye Park'a gidip dolaştık. Ben güya alışveriş sezonunu kapamıştım ama sezon bana kapanmamış:))) İstinye çıkışında Nişantaşı'nda biraz dolaşalım dedik ancak Karmen beni yüzüstü bıraktı. Uydu bağlantısını kaybetmesi ile ben ufak bir panik yaşadım. Ben panikleyince Ayça gerildi falan. Neyse biz bir şekilde Nişantaşı'na gelmeyi başardık. 1-1.5 saat de orda dolandıktan sonra Asmalı'daki House Cafe'de akşam yemeğimizi yemeğe gittik. Günü biraz yoğun yaşadığımızdan sanırım ikimiz de yorgunluktan bayılmak üzereyiz. Güya yemek sonrası alemlere akacaz ama ikimizin de hali yok. Hadi dedik eve dönelim:) Yemekten sonra gayet bindik arabamıza, geldik evimize. DVD'ye coupling attık. 2. bölüm sonunda ikimiz de uyuklarken ve saat daha geceyarısı bile olmamışken yataklara doğru uzadık:)
Bugün henüz meçhul. Adaya gidelim demiştik ama hava yağışlı. Bakalım ne yapıcaz...

4 Aralık 2009 Cuma

Yapmak vs yıkmak

sevgi emek ister... Bir insanı sevmek, gerçekten tanımak için hem emek hem zaman gerekir. Bazen gözünün önündekini göremezsin, ya da görmek istemezsin. Engeller vardır görüşünü bozan. Sonra artık engeller bile silikleşir, daha fazla görülmez olamaz. Bunca zaman görmek istemediklerin bir bir dikkatini çekmeye başlar. Şaşkınlık içinde kalırsın. Sonra dehşete düşersin, belki korkarsın. Korkuların içinde bir ışık yanıverir, sımsıcak, içini ısıtan, aydınlatan. Korkuyu umursamazsın. Tam buldum evet derken, tüm engellere rağmen mutlu olmayı isterken, bir panik havasına girersin. Ne yapacağını veya ne düşüneceğini bilemezsin. Heyecanın çelişkilerinle kamçılanır, benliğine yansır, tepkiler karışır, istemeden saçmalar, çelişkili davranışlar sergilersin. Sen ne kadar istesen de işte o anda başlamıştır yıkım. Dalgaların kayayı aşındırması gibi, yavaş yavaş aşınmaya başlamıştır yıllar yıllar süren birikim. Hissedersin, paniklersin ama bilemezsin ne yapman gerektiğini. yaptığın herşey süreci hızlandırır sanki. Umutsuzluk kartopu gibidir. Minik başlar, inanılmaz bir hızla büyür, çığ olur. O ilk umutsuzlukla adım atmaya çalışırsın ama çekinirsin, sonra... sonra oluşturduğun çığın altında kalır sen de çekilirsin kabuğuna. Ne kadar istesen de korkarsın, çekinirsin. Sen de teslim olursun, dalgalara bırakırsın kendini... Dalgalar artık seni de çarpar kayaya, aşınıp giderken bakakalırsın kayanın silüetine...

3 Aralık 2009 Perşembe

Ne kötü bir geceydi...

Dün, çok kötü bir gece geçirdim. Aslında akşamı biraz garip ama keyifliydi. Sohbet, alkol, bir nebze mutluluk vs. Geceyi uzatmak adına 2:30a kadar tv bile izledim resmen. Ne olduysa ondan sonra oldu zaten. Yattım yatağıma, tam uykuya dalmak üzereyim, bağrışmalar duymaya başladım. Önce ne olduğunu anlamadım. Sanırım alt katta gerçekleşiyordu olay. Pencereden ışık görmeye bile çalıştım ama göremedim. Gecenin 3'ünde nasıl bir bağırış, yakarış... İç paralayıcı bir modda başladı ve sürekli devam etti. O kadar sinirim bozuldu ki önce biraz oturup bekledim. ama yorgunluktan oturamadım bile. sesler oturma odasına daha az geliyordu, orda yattım bir süre. sabah 6ya doğru bu sefer oraya taşındı. bu sefer tekrar odama kaçtım. 1-2 saat anca uyudum sanırım. sesler gene başladığında ben de sersem moddaydım. Ne uyuyabildim, ne dinlenebildim. Üstelik sinirlerim de feci bozuldu. Çok iç parçalayıcı idi bağrışlar, kendimi gerçekten kötü hissettim. Sesler devam ederken kaçtım resmen evden. Bu gece de devam ederse ne yaparım allah bilir...

29 Kasım 2009 Pazar

Bir tatilin daha ardından...

Konseri saymazsak gayet sakin, bir nevi gastronomi tadında (hergünkü olayımız "bugün nerde ne yesek" tarzındaydı) geçen tatil son 2 günde tavan yaptı. Bu tatili ilk planlarken aklımda 2 olay vardı. Hayır konser bunlardan biri değil, o bonus. Bu 2 olaydan biri kayağa gitmek diğeri ise Lugano'da alışverişti. Kayak faslı Dilek'in hamileliği ve benim kilo alıp salopedime sığamamam sebebiyle rafa kalkmıştı zaten. O yüzden direk Lugano'ya kitlendim.
Lugano nedir emin olun kısa süre öncesine kadar ben de bilmiyordum. Kendisi İsviçre'de göl kenarında bir şehir. Önemi güzelliğinin ötesinde yakınlarında bulunan outlet'ten gelmekte. Bütün ünlü designer markaların outletleri mevcut bu güzide şehir/kasabada. Ben de dedim ki şu yaşıma geldim, artık benim de gardrobumda bulunsun bir çanta/ayakkabı.
Neyse meğer bu Lugano aslında o kadar da yakın bir yer değilmiş. Arabayla 4 saat kadar sürüyormuş. Git gel aynı gün yorar, alışverişe bir gün yetmez diyerek 2 günlük bir program yapıp cuma sabahı 9 sularında düştük yola. Daha yola çıkmamızla sapağı kaçırmamız bir oldu ve yol yarım saat kadar uzadı. Yine de dağları vs aşıp ve hatta bilmem kaç kilometrelik Mont Blanc tünelinden geçip, fransa ve italyayı aşıp Lugano'ya ulaştık. Komik olan İsviçre'de bir şehirden ötekine gitmek için 2 ayrı ülkeden geçmemiz ve bir de yola bir ton para ödememizdi. Neyse İtalya ve fransayı zengin ederek saat 13:30 sularında ulaştık Lugano'ya. Outlet çok büyük diil ama harbi bilimum marka var. Fiyatlar el yakan cinsten ama normal fiyatlarına göreyse gayet uygun. Kapanışa kadar (7 de kapanıyor) fıldır fıldır gezdik mağazalarda. Bilimum çanta ve ayakkabıyı mimledik. Bana kalsa ben alışverişimi yapar olayı orada noktalardım ama Dilek üzerine bir gece uyuyalım, düşünelim vs deyince kafamızda bir ton model ve fiyatla, bir de benim araya sıkıştırdığım bir kabanla ayrıldık binadan.
Akşam Lugano'da bir otel ayarlamıştık. Gidip eşyalarımızı bırakıp göl kenarında biraz yürüdükten sonra yemek yedik ve 10 gibi odamıza döndük ve çok geçmeden sızdık. Saat sanırım 1:30 falandı ben daha fazla dayanamayıp debelendiğim yerden kalktım. Baktım dilek de uyuyamamış. İkimiz de muhtemelen yatmadan kısa süre önce yediğimiz yemeğin etkisiyle geçirdiğimiz mide fesadı sebebiyle uyuyamamışız. Ben çantalarla dolu bir kabus bile gördüm!!! Neyse biraz oturup TV seyrettik ve tekrar uyku modu.
Sabah koğuş kalk 8:30 idi. Hızla kahvaltımızı yapıp Lugano'da şöyle bir turladıktan sonra rotamızı Como gölüne çevirdik.
Como gölü benim ne zamandır aklımda olan ama görme konusunda pek de umudum bulunmayan bir yerdi. Hatta cuma günü yola çıktığımızda bile yol üzerinde olduğunun bilincinde değildim. haritada görünce nasıl mutlu oldum anlatamam. O yüzden cts sabah Como'da benden mutlu kimse olamazdı sanırım. Tabi george amcam ben geliyorum diye muhtemelen daha çok sevinmiştir ama ona uğrayacak zamanımız olmadığı için yaşamış olduğu hayal kırıklığı mutluluğunu gölgelemiştir:PpP
Yine göl kenarında bir miktar turladıktan sonra fenikülerle bir tepeye çıktık. Ben hayatımdaki en keyifli ve huzurlu yerine dağ kenarında göl manzarası olduğuna iyice inandım. Bence dünyada bundan daha güzel bir konum olamaz. Hallstadtt'ta da aynı duyguları yaşamıştım, bir kez daha emin oldum. Gerçi yukarıda çok ağaç vs olduğundan manzaraya tam hakim olamadık ama yukarı inip çıkarkenki manzara bile yeterliydi denebilir.
Como'daki molamızı fazla uzatmadan rotayı tekrar Lugano'ya çevirdik. Bu sefer hedefe vardığımızda saat 12'yi biraz geçiyordu. Dilek "akşam 6'da yola çıkalım" dediğinde çok geç diye itiraz ettim ama nafile. İyi, biz başladık gene aynı mağazaları turlamaya. Görevliler artık bize tanış oldu. Bu arada outlettekilerin %80'i türk. allahım sanki herkes türkçe konuşuyor.
hahah asıl unuttuğum, ilk gün tam burberrysde çantalara bakarken biri "yok bence değil" falan dedi. Bir baktım Levent Bey!!! nasıl yani?? oldum. Dünya küçük! onlar da bayram diye Milana gelmiş, gelmişken de alışveriş olayına girmişler. tesadüfe bak diyerekten ayrıldık ordan.
Cts de bakındım tanıdık var mı diye ama sanırım bir tane yeterliydi ki başkasına rastlamadım. Neyse cts gene bütün gün aynı mağazalara aynı çanta ve ayakkabılara baktık durduk. Saat 4'ü geçmişti ki artık nihai kararlar verilip ilk alışveriş yapıldı. Sonra ikinci hedefe gittiğimizde bizi bir şok bekliyordu. Uyumlu olduğunu sandığımız ayakkabı ve çantadan birinin tokası beyaz diğeri sarı!!! dehşet içinde kaldık. Birden bütün plan altüst oldu, hızla tüm mağazalar yeniden turlandı vs ama yapacak bişey yok. Sonuçta pahalı bir çözüm bulunarak ben mecburen!!! bir ayakkabı daha aldım. İlk fırsatta iflasımı ilan edeceğim.
Saat 6'da hareket planları sarı tokalı ayakkabı!!! felaketi sebebiyle suya düştü ve biz gene 7de çıktık yola. Baktım depoda yarım depodan az benzin var. Dilek benzin alsak dedim, yok bu bizi eve götürür dedi. Ev dediği 365 km, aletin tahmini 210 km. O zaman italyadan değil fransadan alalım, italya karışık dedi. benzinin bizi eve götüreceği konusunda da ısrarlı. Biz yola çıktık, hakikaten de biraz gittikten sonra consumption düştü sanırım ki mesafe 270 km falan oldu. Dilek hala yok yeter, 0 km verip de ışık yandıktan sonra bile en az 50 gidiyor modunda. Ben huzursuz ama çok ısrar edemiyor.
Yarım saat kadar gittikten sonra bir yerden sola dönmemiz gerekiyordu ama döneceklerin yolunu çok geriden ayırdıkları için dönüşe giremedik. Yol birden 40-50 km ve yarım saat uzadı. Biz bir yandan yola bir yandan navigasyona küfrediyoruz. Neyse bir yerlerden çıkış bulduk, döndük dolandık, tekrar otobana ve dönmemiz gereken yola döndük. Yalnız ne olduysa o dönüşü kaçırdıktan sonra oldu ve o ana kadar 170 km vs veren benzin tükenme tahmini hızla inmeye başladı. Önce 100 ve sonra 60'a indi. Biz ne olduğunu anlamadan hızla inmeye devam etti ve daha 20-30 km gitmeden ışık yandı. Benzin ışığı yandığında alet 43 km menzil tahmini yapıyor ve biz bu arada dağ yoluna girdiğimiz için allahın bir tane benzincisi yok! Menzil hızla azaldıkça bizde ufak çaplı panik modu oluşuyor. Navigasyon süper alet, en yakın benzincileri gösteriyor ama hiçbiri yol üzeri değil. Baktık olacak gibi değil, saptık yoldan bulduk bir tane ama in cin top oynuyor. Saat gecenin 9'u falan. Yanımızdaki euro çok kısıtlı, çoğunu yola harcamışız ve bu salak mini benzinliklerde kredi kartı geçmiyor. Neyse sonuçta bir tanesinden elimizde son kalan 10 euro ile benzin alıp yola döndük. Bir yandan korkmuşuz bir yandan halimize gülüyoruz. Ben elime fırsat geçmişken dilek'i kızdırıyorum "ya bu benzin yeter eve kadar" vs diye. Neyse sonuçta tekrar çıktık otobana. 15 km kadar sonra bir benzinlik bulduk, arabaya benzin kendimize kahve vs alıp rahatladık.
Bu arada yol boyu (tek yönde) 21 tane tünel geçtik, gişelere (gidiş dönüş) 100 euro para verdik. Geçtiğimiz son tünel Mont Blanc'dı. Kendisi 11.6 km ile ve bilimum hız ve takip mesafesi kuralları ile diğer tüm tünellere bedeldi. bir de dağdan inerken bir viyadük geçtik ki, bırakın aşağıya bakmayı, önüne bakarken bile insan ürküyor.
Sonuçta geceyarısına doğru eve vardık. Maceranın ikinci adımı ise aldıklarımı bavula sığdırmaktı. 1-2 saat kadar onu ona sar, sarmala vs ile geçti ama başarı ile sonuçlandı.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Ordan burdan

Lyon macerasının yorgunluğunu atlatmam biraz zaman aldı. özellikle dün resmen süründüm diyebilirim. O yüzden çok zorlamadık. Bugünse dünden pek farklı değildi, tek fark sürünen ben değil dilek'ti...
Bu arada bilimum abidik gubidik alışverişimi yaptım. Artık peynirlerim ve all time favorite bacardi breezer'larım stoklanmış durumda. sırada ne var allah bilir:PpP

24 Kasım 2009 Salı

The truth is..

Evet gerçekten de bu seferki miles away idi. İstanbul'daki konserin son gün iptal olması neticesinde içimde kalan konser keyfini yaşamak için binlerce miles gittim.
Cenevre'ye geliş hikayemi zaten yazmıştım. Lyon macerasının da ondan pek eksik kalır bir yanı yoktu. Macera dedimse aslında benim tek başıma bilmediğim bir araba ile bilmediğim bir güzergahta 150 km tepip bilmediğim bir şehre gidecek olmamın heyecanından kaynaklanıyordu. Saat 2 sularında arabaya binip de GPS'e adresi girdiğimde hem heyecan hem stresten gebermek üzereydim. Neyse sonuçta yola çıktım, yol aslında pek güzel ama bol viraj ve viyadük falan (selim senin için düzelttim) var yolda. Bir yandan gidiyorum bir yandan da "lan bu yolun bir de dönüşü var ya" deyip duruyorum. Sonuçta ağır aksak da olsa GPS ablanın yardımı ile konser salonunu bulup 4 sularında arabayı park ettim. Baktım kapı önünde bilimum adam bekleme moduna girmiş bile. Bu saatte hiç işim olmaz diyerek atladım metroya şehir merkezi denen yere gittim. Bir saat kadar oralarda dolanıp durdum. Saat 5:30 sularında ise havanın kararmasını da fırsat bilip tekrar Tony Garnier'e doğru yola çıktım. Geldim ki kapılar çoktan açılmış, insanlar girmiş içeri. Neyse ben de girdim, hakikaten kocaman bir salon. içerisi de neredeyse boş. "aaaa aptal fransızlar yaaa" diye moral bozukluğu ile girip kendime bir yer edindim. Burda da ikiye ayırmışlar salonu. Bizdeki VIP ve sıradan insanlar:P Bu sefer sıradan insan kategorisinde olduğum için önde değil ama sıradan insanların en önünde konuşlandım. Konserin başlamasına kimbilir kaç saat var. Önce 1 saat kadar yere çöküp kitap okudum, 8'e doğru baktım salon kalabalıklaşıyor ve insanlar yerime göz dikmiş, ayaklanıp gardımı aldım.
Önümde 2 fransız var, cep tlf görüntülerinden anladığım kadarıyla biri başka konserlere de gitmiş. fransızca bilsem muhabbet imkanı var ama onlar da sanırım ingilizce bilmiyor, durum çok umutsuz. Bu arada 8 sularında bir ön grup çıktı ama çok bayıklardı. Söyledikleri şarkılar konusunda hiçbir fikrim yok zaten adamlar da baymış şekilde yarım saatten fazla sahnede kalıp indiler. Bu arada salonun yegane bahtsız bedevisi olaraktan bütün güvenlik görevlileri arasında en irisi bizim önümüze denk gelmez mi!!! Adam olmasa tüm sahne uzak olmakla birlikte sorunsuz bir şekilde önümde uzanıyor ama adam sağolsun sütun gibi dikiliyor! Ön grup gittikten sonra fransızlar sanırım adama biraz serzenişte bulundular ama sonuç olumlu değildi sanırım ki yerinden pek çekilmedi.
Saat 9'a doğru sahne ışıkları yandı ve hazırlıklar tamamlanmaya başladı. Tüm salon (ve ben) gayet sabırsız durumdayız. Bu resimde amcanın kenarda göründüğüne bakmayın, makinayı kenardan odakladığım için öyle görünüyor. neyse sonuçta saat 9'u 10-15 geçe gibi beklenen an geldi ve sahneye geldiler. Bu sırada salon da dolmuş, gayet keyifli bir hal almıştı. Gerçi seyirci biraz ruhsuzdu.
Neyse şarkılar birbiri ardına patladıkça keyifler tavan yaptı. Birara bir kadın bayıldı sanırım bizim bodyguard onu götürmeye gidince gecenin pozunu yakaladım: Döndüğünde ise sahneyi görmek için yaptığımız akrobasi hareketlerine daha fazla dayanamayıp kenara çekildi ve dünyalar benim oldu.
Beklediğim şarkı ortalara doğru geldi, kayda geç başladım ama muhteşemdi:

Konser boyunca bilimum foto ve video çektim. Dave 1-2 kere catwalk'a geldi, daha yakından görüp çekebildim. şarkılar, sahne, ışıklandırmalar... Rüya gibi bir konserdi yine. Bir de tanıdıklar ve daha canlı bir toplulukla izlemiş olsaydım...
Dönüş ise tam kabustu. Konser 23:10 gibi bitti, otoparka ulaşmam 23:30, arabayla otoparktan çıkmam 00:05!!! tabi yola çıkınca herşey bitmiyor. Binlerce kişinin döküldüğü yollardan geçip otobana çıkmam muhtemelen 00:45 Ondan sonra 150 km yolum var ama hem yorgunum hem de uykum var. Uyku sorununu dentyne ice ile çözdüm ama otobanın karanlık olması ve bir de üzerine yağmur başlaması o yolu uzattıkça uzattı. hele sabah geldiğim viyadükleri vs düşündükçe karanlıklar içinde nerede olduğumu bilmeden stres modunda ilerledim. Son 1 saat kadar önüme kocaman kamyon kılıklı bir araç aldım da allahtan onunla birlikte sakin sakin geldi. Eve varış? 2:30 falandı...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Kapı kovalamacası

Sabahki havaalanı maceram gözardı edilemeyecek kadar eğlenceli idi. Uçağın tarifeli saati 10:20, akşam ablamlarda kaldım ki sabah rahat rahat gideyim. Bana kalsa 9 gibi çıkarım evden, 9:15 de havaalanında olsam yeter. zaten online check-in de yapmışım. Ama bizimkiler sabah spora gitcekmiş, 9 olmadan bıraktılar beni havaalanına... alana bir girdim kiii ana baba günü. dün akşamdan istanbulu felç eden sise hac karmaşası da eklenince işler olmuş kaotik. Her yerde uzayıp giden kuyruklar. Neyse uzunca bir bekleyişten sonra check-in ve gümrükten geçtim ve vala... 40 dakika rötar. iyi bari biraz duty free gezeyim dedim. 10:30 gibi kapıya yöneldim. Bu arada başta 220 olan kapı 312 olarak değişmiş. İyi, 300 ile başlayan kapılara doğru gittim ki bir de ne göreyim, devasa kalabalıklı başka bir güvenlik!! board da birden last call vermez mi? öndekiler de kıllık yapınca ben kaldım mı biran ortada. lan uçağın kalkmasına 15 dakikadan az kaldı ben daha güvenlik sırasında. o sırada bir baktım, kenarda kuytuda kalmış başka bir güvenlik daha. amanın dedim atladım hemen. bizim kapıya da yakın, palas pandıras geçtim güvenlikten (bu arada botlarımı da çıkarttılar) kapıya bi gittim herkes oturuyo, ne bi görevli ne bi hareket. Hani last call'du??? bu arada çocuğun teki kalabalığa "kapı değişmiş, 212 imiş" dedi. ben de o zaman açıklama yapsınlar vs diyerek pek inanmadım. millet söyleniyor vs. 5-10 dakika sonra zırt tlfa bir sms. kapınız 212 olmuştur. haydaa! bu arada bir görevli gelip aynı şeyi söyledi. hadi bakalım, bir uçak dolusu insan düştük yola 212 nolu kapıya. asıl eğlence bizi orda bekliyor. 212deki kız dedi ki "yok öyle bişey, siz tekrar 312'ye" şaka olmalı şeklinde bağrışmalar başladı ortalıkta. biz onca insan sürü halinde yeniden indik aşağıya. bu sefer aynı güvenlikten bir daha geçicez. herkes asabiyet modunda... allahtan kısa olandan aldılar bizi tekrar salona. bir süre sonra da uçağa.
Uçak 1.5 saat kadar rötarla kalktı ama havaalanı koridorlarında 1 uçak dolusu insanla sürü gibi dolanmamız görülmeye değerdi sanırım... komik milletiz vesselam:)))

20 Kasım 2009 Cuma

Rüyamda gördüm:P

Dün tabi alkolün de etkisiyle yatakta debelen dur. Sonra saat 3 müydü neydi, aaa başlarım ama diyerek kalktım yataktan. Gittim bilgisayarımı açtım geçtim tv karşısına. o sırada baktım bir mail. pegasus gene uçak biletlerini 9.99 TL'ye indirmiş. Dedim selen al birkaç tane bilet, gitmezsen de ne farkeder. Gecenin o saatinde kendime 2 Ankara 1 İzmir bileti aldım. Ankara'nın 2 turu 39 küsür lira. ama izmir de ucuz bilet kalmamış, onu 21 küsüre aldım:PpP şaka gibi:P umarım bu haftaki gibi bir durum çıkmaz da rahatcana gider gelirim:)

19 Kasım 2009 Perşembe

Güzelim:)

Şimdi efenim, dün gece bizim ofis yemeği vardı. Aslında 3 ay önce kuruluşumuzun 2. yılını kutlayacaktık ama oydu buydu derken kaldıkça kaldı, sonuçta düne nasip oldu. Neyse, Maria'nın Bahçesinde yaptık kutlamamızı. Ben araba almışım, içmemek lazım ama şarap öyle güzel ki 1 kadeh oldu 2 kadeh. Demir eksikliği muhabbetine de kahve ve çayı es geçince gecenin sonunda benim gözler kapandı kapanacak. erken biter zannederken saat geceyarısını da vurunca ben sürünerek çıktım restorandan. Benim halime acıyanlar yolunu uzatma pahasına diğer arkadaşları eve bırakma modundalar. Ancak bendeniz bahtsız bedevi olduğu için yola çıktıktan yaklaşık birkaç dakika sonra polis kontrolüne yakalandım. 3 araba çıktık yola, öndeki geçti, arkadaki geçti ama ben durduruldum. Polis geldi yanıma, dedim yani sağolun. 3 araba çıktık, diğer ikisini yolladınız üstelik en yorgun bendim. Neyse dedi alkol var mı? dedim 1 kadeh şarap içtim. ne zaman? dedi. dedim birkaç saat oldu. Üfle dedi, üfledim. Dedi ne kadar içtin? dedim 1 kadeh (ısrarla 2.yi söylemiyorum). Kaçta? valla masaya 7:30 da oturduk. Dedi 60 çıktı! gözlerimi aça aça "aaa mümkün diil" dedim. "hadi geç" dedi:)))) ben de teşekkür ederim dedim ve uzadım hiç zorlamadan:))))
Bugün tüm gün eğitimdeydik. Akşam internations toplantısı vardı. Bu sefer Park Hyatt otel diye bir yerde. Hoş bir barı varmış. Neyse yorgunum derken 3 kadeh de orda devirip eve geldim. Uyku hat safhada...

18 Kasım 2009 Çarşamba

Geçmiş günler

Dün akşam dedim ki, hazır başlamışken şu günlüklere biraz daha okuyayım bakalım neler yapmışım. Bazen içim bayıldı bazen çok güldüm vs. Belirli dönemler haricinde -birilerine vurulup da sayıkladığım yani- on and off bisürü insandan bahsetmişim. bir türlü kimden hoşlanacağıma karar verememişim:)
Sonra ilk stajımı yazmışım detayla. OKurken yerlere yattım, hakikaten eğlenceli bir stajdı. Orda çalışan mühendislere taktığımız isimleri görünce hepten püskürdüm zaten.
Bir de Drazen öldüğünde çok ağlamışım. Hala üzülürüm falan ama hakikaten en az 1 hafta yas tutmuşum. ölümüyle yatıp ölümüyle kalkmışım, gazetelerden ölüm haberlerini kesip yapıştırmışım falan. Vay be dedim, yani adamı severdim, hala da severim, ama bu kadar çok sevdiğimi hatırlamıyordum. en çok da TR ve Hırvatistan aynı grupta oldukları için canlı izleme hayalim yıkılmış:)
Ama sıktı artık. şimdi tekrar rafa kaldırıyorum günlükleri:)

17 Kasım 2009 Salı

Evvel zaman olur ki...

Dün gece günlüklerime daldım. Özellikle hatırlamak istediğim bir dönem vardı, aradım buldum. Ne ilginç bişey, oturmuşum sayfalarca ince ince yazmışım. Aslında hala günlük tutuyorum. Ama blog sebebiyle günlüğüm çok arka planda kaldı. Günlük olaylar buraya, daha duygusal ve kişisel (aşk meşk gibi) olanlar günlüğe. e tabi bu aralar aşk hayatım falan olmadığından günlük aylardır tozlandığı yerde:)
Neyse ne diyordum, evet dün akşam çıkardım kutusundan başladım okumaya. Bayağı da düzenli yazmışım hani, günü gününe, olayına göre detaylarıyla. Okudukça bazı şeyleri anımsadım. Güldüm, buruldum, kızdım... gençmişiz işte... Bezenimle ne çok zaman geçirirmişiz o zamanlar, dipdibeydik zaten. habire birlikte bişeyler yapmışız. üniversiteli olmayı kıskandım birden. ne çok boş zamanımız varmış, habire biyerlere gitmişiz, bir dönem bolca kup yemişiz:) ev partileri, bahçe partileri gırla gitmiş.
Cep telefonu yok ya o zamanlar, telefon başında az kriz geçirmemişim. haha bir de evden arayıp aradığın kişi evde değilse not bırakma olayı... insanlara ulaşmak daha zor ama daha heyecanlıymış.
İyi ki tutmuşum şu günlükleri, unuttuğum detayları hatırlatıyor bazen bana. Geçen de biara Aydın'lı zamanlarımı okumuş ve son derece isabetli bir karar vermiş olduğumu düşünmüştüm:)))

16 Kasım 2009 Pazartesi

Ya göründüğün gibi ol...

Bugün dehşetle farkettim ki aslında insan olduğunu sandığı kişi olmayabiliyormuş. Aslında hiçbirimiz olduğumuzu sandığımız kişi değiliz, sadece uzaktan ahkam kesiyoruz, bol keseden atıyoruz, ama biran öyle bir olayla karşılaşıyoruz ki kendimizi aslında o dalga geçtiğimiz, küçümsediğimiz davranışları yaparken buluyoruz. Dehşet içinde ne yaptığımızı farkediyoruz ama kendimizi kontrol edemiyoruz. İşte güçlü karakter sanırım bu noktada devreye geliyor. Bu ilkel olduğunu iddia ettiğimiz davranış biçimine teslim mi olucaz yoksa içine düştüğümüz acizliği farkedip silkinip göründüğümüz kişi olmak için gayret mi edicez? Sanırım insanları ayıran işte bu farkındalık sonrasında ortaya çıkan durum.
kısacası hala umut olabilir:)

Dalya demişim

Gülmeyin ama 2 önceki okuma mimlemecesi postu ile dalya demiş, en çok yazmış olduğum 2007 yılı post sayısını geçmişim:) kendimi yeni bir rekora koşuyor gibi hissediyorum. "Ne alaka?" olduğunun farkındayım ama hoşuma gitti işte:)

Karabasan

Dün gece sabaha karşı karabasan bastı. Yorgun olduğum için erken yatmıştım, debelenip durdum gece. sabaha karşı yarı uyur yarı uyanık haldeyken bastırmaya başladığını hissettim. Hemen gözümü açtım ama ortada görünen bişey yok. Sanırım uyku sersemi karanlık bişeylerin üzerime eğildiğini görmeyi bekliyordum:) O panikle bacağımı sallayıp "git başımdan" dediğimi farkettim. yaptığım şeyin saçmalığının farkındayım ama insan uyku sersemi hareketlerinin manasını değerlendiremiyor tabi. Neyse, hareket etmeme rağmen baskı hissinin dağılması biraz zaman aldı. yüzsüzlük yapıp 7 ayetel kürsi okudum:) sonra tekrar kıvrıldım köşeme...

15 Kasım 2009 Pazar

uykuu, biraz uykuu

Allahım nasıl bir haftasonuydu anlayamadım. Cuma akşamı Asmalı'da başlayan gece 4 sularında bitip eve gelmem ve sabah selimi almak için erken uyanmam yanısıra dün akşam da 4 sularında biten ikinci bir beyoğlu vakası yaşayınca öğlen eve gelip sızmam sanırım gayet anlaşılır bir durum oldu.
aslında yazacak çok şey var: gittiğimiz balıkçıda avaz avaz söylediğimiz şarkılar, hopbidi anları, cts selimi derse sürüklemem, akşam cezayir sokağı, selimin çalınan cep telefonu vs. ama cok yorgunum. sonuçta benim için yorucu ama çok keyifli iken onun için kabus bir haftasonu oldu.

12 Kasım 2009 Perşembe

Okuma "Mim"lemecesi

Hülya beni "mim"lemiş, hemen görev edindim, işe koyuldum ben de. Ben eskiden çok okurdum (gerçi Hülya'nın tırnağı olamam ama şimdiye göre çok okurdum) ama son yıllarda bir illet geldi ki elime kitap alamaz olmuştum. Şimdi yeniden okuma moduma dönmeye başladım diyebilirim.
Soru 1: Okumakta oldugunuz son kitap ve konusu: En son Clive Cussler'in bir kitabını okuyorum. Adı The Chase. klasik clive amcam işte, macera romanı. Daha başlardayım, bir amca var soyguncu, bankaları soyup bankadaki herkesi öldürüyor, bir de onu yakalamakla görevli karizmatik detektif var. Şimdi buraya kadar gelebildim:)

Soru 2: En son aldiginiz kitap: En son Hülya'nın etkisinde kalarak 2 adet Murakami (adlarını anımsamıyorum şu anda postada) ve bir de Atatürk'ün Yanı Başında adlı kitap. Evde de var birkaç tane alınmış, okunmayı bekleyen:)

Soru 3: Bir turlu bitiremediginiz, bitirseniz de size illallah ettiren kitaplar: hahahha bu soruya en çok blogumu okusa Burak gülerdi sanırım. Evet bu sorunun cevabı: the wheel of time by Robert Jordan. Kitap 12 ciltten oluşunca bitirmek pek mümkün görünmüyor doğal olarak. hatta 10. kitabı bitirdiğimde kendisini yine burada sevgiyle!!! anmıştım. 11. kitabı elime almamla bırakmam bir olmuştu ve netekim amcam da kitabı bitiremeden vefat etti. Son kitap mı? karısı ve editörü yazıyormuş ama son kitap da 2 cilt olarak çıkacakmış. İllallah ki ne illallah!!!

Soru 4: Bir sonraki okumayi planladiginiz kitap: Valla dedim ya işte son aldıklarımdan herhangi birini okurum işte. Şu kovalamaca bi bitsin de:)
Soru 5: En sevdiginiz kitaplar: Hah, işte en sevdiğim soru:))) Bu sorunun en birinci cevabı: Pride and Prejudice - Aşk ve Gurur by Jane Austin:))) kitabı o kadar çok sevdim ki hem türkçesini hem ingilizcesini defalarca okuduğum yetmezmiş gibi bir de BBC dizisini defalarca izleyerek repliklerini ezberledim. Colin Firth aşkım nerden geliyor sanıyorsunuz:)))
Başka kitaplar sıralamak gerekiyorsa başta Yüzüklerin Efendisi olmak üzere bilimum bilim kurgu - fantazi romanları yer alır:)

11 Kasım 2009 Çarşamba

Oyunculuk atölyesi

İki senedir mezunlar derneğinden oyunculuk atölyesi adlı bir etkinlikle ilgili mail geliyor. tiyatro denemek isteyenlere yönelik, amatör bir aktivite. heveslendim, eğer şu TEGV saatleri ile ayarlayabilirsem burnumu bir sokayım şu işe diyorum. gerçi o da cts olduğu için simdiden birkaç hafta onu da ekmiş olucam ama...

Yine değişti!!!

Son 4-4,5 aydırki ihmallerimi sallamazsak dans derslerine başlayalı 1 yıl olmak üzere. ve bu bir yıl zarfında hocamızın değişip bizi alaşağı ettikleri yetmezmiş gibi şimdi de 3. defadır ders gün ve saatini değiştirdiler. Şimdi de dersler pazar akşam 7'de! sınıfta az adam kaldık ya, bizden kurtulamadıkları için kirli çamaşır gibi ordan oraya atıyorlar, kızdım valla. 4 aydır dersleri ihmal ediyor olmasaydım feci cazlardım ama bir nevi suçlu olduğumdan bişey diyemedim. Zaten Yalçın'ın ayrılması ile bir darbe yemiştik, bana sorarsanız ben ondan sonra ilerleyemedim zaten, sonra da bir öyle bir böyle. Hayır şimdiden 3 haftasonu istanbul dışında olacağım için 3 ders kaçtı bile! höf yani başka bişey demiyorum!

10 Kasım 2009 Salı

Photo shoots

Bugün işyerinde bir dergi için fotoğraf çekimi vardı. Ofisi ve bizi tanıtacak. Fotoğrafçı abim geldi, makinalar, flaşlar kuruldu vs. komikti halimiz. poz ver, gülümse bak vs. uzun sürmedi aslında ama zormuş hakkaten yaa... Bu arada fotoğraflar yalan söylemez, dönmüşüm gene domuzcuk moduma ühühühü...
İşte bizim ofis (bir kişi eksik) ve işte ben

8 Kasım 2009 Pazar

Nerde kalmıştık?

Bu haftasonu misafiri özgeydi. Cuma akşamı uçağının 1 saatten fazla rötar yapması biraz tadımızı kaçırdıysa da varışını müteakipö geceyarısı sularında kısa bir krispy kreme ve kahve molası neşemizi yerine getirdi.
Cumartesi sabah 9 sularında uyanıp kendimize geldikten sonra Aylin'le Villa Bosphorus'da kahvaltı için buluştuk. Benim ilk kez gittiğim bu mekan denize sıfır süper manzara bir yermiş. Bir de aylin'in hayrına bize torpilli, kaymaklı ballı bir kahvaltı getirdiler ki sonuna doğru kendimden geçmiş bir eda ile denizi seyretmekten başla birşey kalmamıştı. Kahvaltı çok keyifli olmakla beraber matematik dersim beni beklediği için 12'ye doğru kızlara veda edip beykoz'a gittim. Bu sefer çocukların bir kısmı çok sıkıldı ve ben onları toplamakta zorlandığım için biraz canım sıkıldı. Haftaya daha eğlenceli bişeyler bulmam lazım ki dersten kopanları da çekebileyim.
Neyse ders çıkışı kızlarla buluşmak için İstanbul Modern'e doğru yola çıktım. Tabi yola çıkmak ulaşmanın sadece başlangıcı... hele de trafik her zamanki gibiyse. yol uzayınca eziyetin yanısıra bir de direksiyonda telefonla konuşma cezası yiyince tam oldu. Neyse sonuçta hedefe ulaştım ve hep birlikte kapalı çarşıya doğru yola çıktık. Güya Özge'ye kapalı çarşıyı gezdircez ama aylin'e küpe almaya dalınca biraz geç kaldık. Bu da kapalı çarşı turunu 10 dakikaya indirgedi.
Yemek rezervasyonumuz saat 8:30 da Sunset'te. Normalde arabaların park edildiği istanbul moderne 5 km, hadi trafikle 15 dakika falan. Ama biz süper "genious" insanlar olarak önce 1 saat mesafedeki Kandilli'ye gidip üstümüzü değiştirip sonra tekrar restorana döndük. Ortam kokoş ya bizim de süslenmemiz lazım. Yine de bütün cinsliğimize rağmen talih bizden yanaydı ve zamanında ulaştık.
Mekan liste başına güreştiği kadar varmış. Süper manzara süper yemekler. Mutlu mesut yemek ve muhabbetle geceyi orda sonlandırdık.
Pazar günü için plan basit. Sabah kahvaltı La Pain Quotidien. Süper ekmek ve elmalı tart rüyası:)) Yediğim en güzel elmalı tart, hele yanında dondurma da olunca. Neyse uyanır uyanmaz görev gibi gidip mutluluğu perçinledikten sonra artık yorgunluktan bayılmış bir şekilde eve döndük ve tembelce film izledik. Sanırım haftasonundan bu kadar:)

5 Kasım 2009 Perşembe

Eski günleri özlerken

Dün heyecanla Flash Forward dizisini bekledim. Hem reklamları hoş görünüyordu hem de Hülya bıraktığı yorumda izlediklerini söylemişti. Az önce de bir heves yoruma cevap yazmak istedim damağımda lost muhabbetlerinin tadıyla. Aslında cevap yazmaktan da öte şöyle doyasıya geyiğe sarmak, kaynatmak istedim. Yorum olmaz mail atayım dedim, sup'u da katayım listeme, yok tatmin etmedi. İçim cız etti sonra. hep beraber toplanıp kaynattığımız, yan odalardan atıştığımız zamanlar geldi aklıma. Şimdi hepimiz bir yana öyle bir dağılmışız ki toplayabilene aşkolsun. İnsanın sevdiği, benimsediği kişilerin bir taş atımlık mesafede olması, onları hergün görmesi nasıl bir ayrıcalıkmış şimdi daha iyi anlıyorum. Masada başımı kaldırmak, yan odaya zıplamak, karşı koridora uzayıvermek veya 3-5 kat aşağı inmekmiş tüm yapmam gereken. Şimdi mesafeleri görmezden gelerek avutuyorum kendimi. bir de eski günlerin tadını anımsayarak...

4 Kasım 2009 Çarşamba

Nice zamandir

Ne zamandır Tanrı ile aram bozuk. İnancımla birlikte dua alışkanlıklarım vs hepsi yok olup gitti. Kızdığın bişeyden ne medet umabilirsin ki? ya da inanmadığın. duanın gücü inançtan gelir, o da olmazsa gerisi hikaye.
Herneyse, uzun bir aradan sonra biran içimden dua okumak geldi. Kendim için değil ama babam için. Yani ben artık bazı şeylere inanmıyorum diye onun mahrum kalmasına içim elvermedi. Dua kitabını açıp birkaç dua okudum. Kabul olur olmaz ben bilmem, zaten olsa da faydası kendime değil, olsun da istemem zaten. bana bir hayrı dokunmasın..
Bir rüyam var doğru olmasını tüm kalbimle dilediğim. şimdiye kadar dile getiremediğim. ben normalde rüya görmem ya da çok nadirdir ama buna sıkı sıkıya sarılmışım işte. babamdan hemen sonraydı. rüyamda ölüyorum ve beni çakıl taşlarından bir mezara gömüyorlar. Rüya bu işte, mezarda artık nefes alamayacağımı düşünüp içimi bir korku sararken roller coaster gibi bişeyden kaydığımı, kalbimin aynı şekilde hopladığını ama son olmadığını hissedip rahatladığımı ve o saniye uyandığımı hatırlıyorum. ve ne zaman babamı düşünsem bu rüyaya sarılıyorum. belki sonda değil de sonsuzluktadır diye.

anlamıyorum

Bazen önyargılarıma engel olamıyorum. Doğru olmadığını bilmeme rağmen aşamıyorum bu yargılarımı. Kafamda yanlışsa veya olmazsa olduramıyorum durum ne olursa olsun. Düğmeyi bir kere çevirdim mi bir daha düzeltemiyorum. Ama aslında tam tersi de mevcut sanki. Yani bir kere olumlu düşündüm mü sonra da olumsuza çeviremiyorum bu düşünceyi. Hoşgörü sınırlarımı zorluyorum. Bu benim kendi derdim ve kendimi ya da nedenini anlamakta zorlanıyorum.
Asıl anlayamadığım ise insanların ilişkilerindeki laçkalık. Bazen öyle saygısız ve öyle seviyesiz iletişimlere şahit oluyorum ki hani o sözler bırak eşe sevgiliye sokaktaki köpeğe bile söylenmez. Ben taraf olmadığım halde duymaktan rahatsız oluyorum. Sonra bir bakıyorum sanki o sözler hiç sarfedilmemiş, o hakaretler aşağılamalar hiç yapılmamış, herşey güllük gülistanlık gibi tavırlar. Anlamıyorum insanlardaki bu ikiyüzlülüğü. Hadi hakaret eden bir terbiyesiz, saygısız; maruz kalan da aynı ölçüde kendine saygısız ve gurursuz olabilir mi? Nedir bu insanlardaki "elimde bir bu var, kötü ama yine de bırakmayayım" mentalitesi. Ya da sana saygı duymadığı her halinden belli bir insanla devam etme hastalığı. İnsanın vücudu cürüyor, kesip alınıyor, evinde bişey bozuluyor, çürüyor, çöpe atılıyor. İnsan ruhu, benliği bu kadar ucuz ve değersiz mi de kendisini yoketmeye meyilli bir hastalığı kesip atamıyor. İnsan kendine karşı bu kadar acımasız veya bu kadar korkak mı ki buna bir dur diyemiyor?
anlamıyorum ve anlayabileceğimi de hiç sanmıyorum...

2 Kasım 2009 Pazartesi

Horatio Caine

Malum son zamanlarda bilimum polisiye diziye sarmis durumdayim. Ucuk kaciklar ama pek eglenceliler. Aslinda favorim NCIS ama CSI olunca da nazlanmiyorum. Yalniz bugun seyrederken Horatio amcama koptum resmen. Amcamda hep bir trip, bir yan bakis, boyle bekleyip vurucu bir cumle soyleme modlari... en cok da bir noktada dikilip bekleyip gunes gozluklerini takinca kopuyorum. Ne triptir ne adamdir anlamis degilim. Karizma diyicem ama o da degil... komik bisey...

Benim favorim NCIS ve Mark Harmon amcam. olgun ve yakisikli.. karizma odur:)

Kış kapıdan bakarken

Sesim çıkmayalı beri süper bir 5 gün geçirdim aslında. Hatta belki daha da fazla. Evden misafir/arkadaşım eksik olmayınca neşeme de diyecek yoktu:)
Önce dönüş yolunda Dilek ve Bora uğradı Salı günü. Onlar yolcu, bir gece kalıp gittiler. Sonra 29 ekim tatilinden istifade Burak geldi çarşamba, ve son dakika sürprizi ile Özlem-Saltuk-Kaan üçlüsü. Önce birbirlerinden çekinirler mi diye tedirgin oldum ama tanışık ve uyumlu oldukları için onları bilmem ama ben çok mutluydum.
arkadaş ziyaretinin farklı bir tadını yaşadım bu kez. Burak'ı aldıktan sonra markete sürükledim. Ne pişirsek planları ile alışveriş yaptık. Sonra eve gidip onları yerleştirip yemek pişirdik. En son ne zaman yemek yapmıştım hatırlamıyorum ama evde birileri olunca çok keyifli oluyormuş. Biz yemeği bitirdik, Özlemler geldi. Kaan veledi nasıl şeker, resmen içim gitti. Adam demo bebek: sakin, güzel, güleryüzlü. Hastalıktan yeni kalktığım için sevemedim oğlanı içimde kaldı ama bende bebek doğurma isteği uyandırmadı desem yalan olur.
Özlem ve saltuk'u ve dolayısıyla Kaan'ı bayram sabahı yolcu ettik. Akşama havai fişek gösterisi için sözleşip ben gözyaşları içinde işe uzarken Burak da tarihi yarımada gezmeye gitti. Akşam 6 gibi buluşup Üsküdar'a gittik. Havai fişekler beklediğim kadar güzeldi. 15 dakika boyunca bombaladılar gökyüzünü. Hele yukarıda ay ve yıldız görünce herkesden bir "oooo" sesi yükseldi. Çocuklar gibi mutlu, koca bir gülümseme ile seyrettim 15 dakika boyunca.
Akşam üsküdarda atıştırmıştık ama nohut pişirmeyi planladığımız için eve gelince kolları sıvadık. Yemek yapmak kolaymış aslında, hemen pişiverdi.
Cuma benim için mesai günü, ben işe giderken Burak gene kendi gezdi. Bu arada hava soğudukça soğuyor. Bir yandan yağmur ve rüzgar, titreyerek dolanıyorum etrafta.
Mesai bitimi eve döndüğümde Burak pilavı yapmış bile... ooo ziyafet diyerek yumulduk direk:) ayılıp bayıldığımız yemek de nohut. gülmeyin ben gerçekten çok severim:) Bu arada ben nohutu burak pilavı fazla pişirmiş. aslında gayet vasat durumdalar. ama körler sağırlar birbirini ağırlar modunda mmm mmmm diyerek yedik ikimiz de:))) Yemekten kendimize gelince 9 gibi caddeye gittik ama hava hala soğuk. Bir de şemsiye unutunca hzılanan yağmur panik etti biraz. neyse montları siper kapağı attık bir bara. Baktım balkon kapalı ve sigara içenler var. Hemen cazladım garsonlara:) Burak garibim benim bu tutumumdan muzdarip ama ses edemiyor. Dedim sen susarsan ben susarsam nasıl çıkıcaz karanlıklardan:)
Cumartesi gök delinmişti. Burak'ı evde bırakıp derse gittim. Benden başka sadece 3 öğrenci vardı, özel ders gibi soru çözdük bol bol. Ben sevmeye başladım bu işi. Açılardan sonra tam sayılar geldi şimdi de, düşe kalka gidiyoruz bakalım.
Ders sonrası eve geldim, yemek faslından sonra evden çıkmamız gene 7 filan oldu. Çılgın bir dolmuş şöförüne denk gelerekten o trafikte yaklaşık 35-40 dakikada taksime vardık. Soğuğa rağmen biraz beyoğlu turu atıp çiçek pasajında konakladık. rakı-meze-muhabbet ardından bir de nevizade de bira molası. Gittiğimiz yerde içenler vardı, ben gene sigara konusunda marıza çıkardım:))
Pazar dönüş günü. ama çocuk dönecek ya, yağmur kesildi!!! otobüsü 2de. servis 1 de. dedim ooo çok zaman, yeri bulursan ben seni bırakırım. daha önce kamil koç'a hiç gitmemiştim. Burak da bulurum dedi. Biz çıktık yola. Şuralarda bir yerlerde olması lazım dedi ama dolanıp durduk. Tabi ben direk gerildim. Klavuzu karga olanın... neyse yeri bulduk sonunda ama bende surat çarşamba pazarı. Bazen diyorum iyi katlanıyorlar bana:))) Zaten kamil koç'u da hiç sevmem. Yerleri mahşer alanı gibi. İnen binen belli değil, otobüsler hınca hınç. 5 dakikada bir biyerler bişey kalkıyor. Allahım dedim, varandan şaşan şaşı olsun. Burak'ın da burnundan getirdim, ne var bu salak şirketle niye giidyorsun vs:))) Yolda gerildim ya, herşey batıyor. Neyse 15 dakika rötarla da olsa otobüsü geldi de dırdırımdan kurtuldu çocukcağız.
Misafir gelip de gidince çok bozuluyorum. Güzel vakit geçirip de sonra tek başına eve girmek sinir bişey. Ben de o yüzden önce dans pratiğine gittim. 2 saat orda oyalanıp eve öyle döndüm. sonra? tv başında pinekleme...
Bu arada hava çok soğudu. Sonbaharı es geçip kışa geldik resmen!

27 Ekim 2009 Salı

Gifted, not spoiled:)

Facebook'da farmville'e taktım bu aralar. Süper zevkli bir oyun. Ürün ekiyorsun, hayvan güdüyorsun:P tabi bunları oturduğun yerden yapıyorsun, sanal bir çiftlik işte. Ama ben işi bayağı büyüttüm:)
Neyse orda da her oyunda olduğu gibi trophyler var. Arkadaşlarından çok hediye gelirse sana bir ödül veriyor. adı da gifted not spoiled.
eee yani? dediniz di mi?
Bugün işe gelirken öğlen gidip dilek'i karşılayacağımı, yarın da havaalanına bırakacağımı planlıyordum. Sonra haftasonuna doğru Burak gelicek, diğer haftasonları başka arkadaşlarıma rezerve etmiş durumdayım. Hatta bazen çakışmalar olduğu için birilerini feda etmem gerekiyor. Bunları düşünürken birden kendimi çok şanslı hissettim. Ne kadar şsanlıyım ki beni seven, sevdiğim arkadaşlarım var ve bazen zaman yetmiyor. Ne kadar şanslıyım ki üşenmiyor, beni görmeye veya birlikte zaman geçirmeye geliyorlar. Bunun hayatın bana bir armağanı olduğunu düşündüm. Gülümsedim. "I am gifted, not spoiled"

25 Ekim 2009 Pazar

sinema geyikleri

Bu arada dün mü önceki gün mü televizyonda TopGun vardı. aaa dedim oturdum karşısına. İzledim bir miktar. Tamam Tom abi hoş vs ama bu filme bu kadar nasıl bayılmışız bilemedim. Belki yine sinemada izlesem hoşuma gider. Bu arada Val Kilmerdan öte Tim Robbins de varmış o filmde. O zamanlar o da pek ünlü değilmiş anlaşılan:)))
Canım Mr and Mrs Smith izlemek istedi. Koyayım da eğleneyim biraz:)

Anı 1: Ben masterdayken colin firth'un what a girl wants diye bir filmi vardı. Colin asığı ben o filme 2 kere gitmiştim. Ben döndükten kısa bir süre sonra film TR de gösterime girdi. Hemen akşamına topladım birkaç kızı gece gösterimine gittik. Ama sinemada sadece biz varız, sanki kapatmışız sinemayı. Dedik abiye ara verme. Biz muhabbet edince çocuk da film hakkında bir yorum yaptı. ben de "biliyorum" dedim "benim 3. izleyişim olacak". çocuk suratıma şaşkın baktı. Sonra çocuğa hak verdim. Hani aynı filmi 3. kez izliyor olmanın psikopatlığı haricinde film gösterime gireli daha 24 saat olmamıştı:))))

Anı 2: Mr. and Mrs. Smith gösterime girmiş ama ben kaçak dvdsini bulmuşum bir yerden. 1 kere izledim ama sonunda biyer takılıyor. sonra 1 daha izledim, yok abi kesin bir ara kayıp. Aylin de aynı şekilde. Bu arada ikimiz de filme bayılmışız, replikleri ezber modunda, birbirimize takılıyoruz. Film gösterimden kalkmadan gidip şunun tamamını bir izleyelim dedik. Tabi biz repliklerle eşlik ederken sinemadaki diğer izleyiciler bizden ne kadar nefret etti düşünmek dahi istemiyorum:)

Yeter ama yav...

Bu arada perşembeden beri hastayım. Aldığım C vitamininin haddi hesabı yok. Habire hapşırıp burun çekmekten yoruldum desem yeri var. 3 gündür de zorunlu olmadıkça yattığım yerden kalkmıyorum. Tembellik canıma minnet ama bu versiyonu değil. Yani ne tam hastasın ne sağlam.
En çok sinir olduğum nokta ise, sabah uyanıyorum, süper. ne bir burun akıntısı ne bir yorgunluk. Yataktan kalkıyorum. 3-5 dakika içinde başlıyor burun akıntısı ve hapşırmalar. Hayır merak ediyorum olayın yer çekimi ile bir ilgisi mi var!!!
Yatmaktan kafam kazan gibi. Tamam yatmayı seviyorum ama bu kadarını da değil... Yani yat yat nereye kadar di mi ama... Üstelik hava bu kadar güzelken:( neyse bu da talihin bana bir oyunu... Ya da benim dikkatsizliğim:( höfff!!!

Zamani geldi

Bir müddettir gidip geliyorum. Blogum ortalıkta olduğu için kim okuyor, benim hayatıma ne kadar hakim bilemiyorum. Aslına bakarsanız okuyanları az çok bildiğim için umurumda da değil. Çünkü aslında bu bloğun en büyük amacı hergün iletişimde bulunamadıklarıma bir şekilde kendimden haber uçurmak ve daha da önemlisi paylaşmak ve arşivlemek.
Ancak benim bu kadar açık olduğum bir ortamda okuyanların kim olduğunu bilmenin hakkım olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan ben bu kadar açıkken etrafımda kaçak oynayanların varlığını görünce de üzülüyorum. kendilerini saklarken ya da esirgerken benden sessizce haber almaları ve içlerini rahat ettirmeleri oldum olasi beni rahatsız etti.
Bu sebeplerle bu yazıdan 1-2 gun sonra baslayarak blogumu sadece izinli kişilere okutmaya karar verdim. bu özellikle tanımadığım kişiler için okuyamayacağınız anlamına gelmiyor. Sadece okumak icin kayıtlı olmanız gerektiği ve bunun icin bana mail adresinizi göndermeniz gerektiği anlamına geliyor.
Sonra bakarsınız bir gün yeniden gün ışığına çıkarım:)

23 Ekim 2009 Cuma

Fırk fırk

Dün akşam üzeri birden boğazım acımaya başladı. Ne zamandır hasta olmuyorum diye mutluydum ama çevremde o kadar çok adam hastalandı ki kesin birinden kaptım. Şimdi boğaz acısı, kırıklık ve hapşırıkla uğraşıyorum. Umarım daha ciddi bişeye dönüşmez:(

21 Ekim 2009 Çarşamba

WhiteMill

Dün akşam bir organizasyona katılmak için Özlem'le Cihangir'deki whitemill cafe'ye gittik. Olay 7:30 da başlıyor ama benim işim erken bittiğinden 6 gibi ordaydım. Aslında bana burayı önceden tavsiye edenler olmuştu ama bir türlü gitme fırsatım olmamıştı. Dolayısıyla organizasyonun orda olduğunu duyunca uçarak gittim. Hakikaten de süper sevimli bir ortam, şansıma dün hava da güzeldi. Özlem'i beklerken 1 saat kadar dergi okuyup şarap içtim. Ha bir de yan masada Atıf Yılmaz sinema okulu açmak isteyen bir grup insanın PR vs çalışmalarını dinledim:) Sonra Özlem geldi, yemek ve şaraba devam. Derken olay başladı, etraf birden kalabalıklaştı. Bisürü yerli yabancı tip. Özlemle dolanırken bir çocukla karşılaştık. Çocuk bana "ben sizi bir yerden tanıyorum" dedi. Yüzüne ve ismine bakıp "evet, atatürk anadolu'dan, sen de bizim solistimizdin" dedim. Önder dehşet içinde bakakaldı. O sırada Özlem de geldi. Biz Önder'e bir müddet soytardık. Aynen okuldayken çizdiği imaja uygun, efendi ve sessiz sakin bir tip. Uzun yıllar Azerbaycan Kazakistan vs.de kalmış, şimdi geri dönmüş. Müzikle artık pek uğraşmıyormuş vs. Geçmişten sohbet edip okulu yad ettik. Benim pek de değişmediğim üzerinde özellikle durduk:PpP
Tabi kendisine, ilgimizin bir kısmının da A şubesinde olmuş olmasından ve Jeff ile aynı sınıfta olmasından kaynaklandığını belirtmedik:) Gerek de yok sanırsam hahah:)))

Bir anı

Bizimkiler birkaç günlüğüne şehir dışına gidince bana da yeniden teyzelik yapma görevi çıktı. Akşamları iş çıkışı soluğu Florya'da alıcam. Ancak neresinden bakarsan bak benim oraya ulaşmam ege'nin eve gelişinden sonraya tekabül ediyor. Aslında bir bakıma iyi bişey. Bu sayede yani zorunluluktan da olsa çocukcağız evde tek başına kalmaya ve ister istemez büyümeye başladı. Sorun aslında Ege de değil, o zaten büyüyor da gel de bunu anasına anlat.
Neyse, tam bunu düşünürken kendim geldim aklıma. Kaç yaşında bilmiyorum ama Ege'den çok daha küçükken ben de yalnız kalırdım evde. Annem beni bırakıp okula giderdi, ben uyanınca ya aşağıdaki komşumuza inerdim ya da evde kendim oynardım, komşu gelir beni kontrol ederdi. Annemin geliş saatini bilirdim. Hani akrep nerede olacak, yelkovan nerede şeklinde. Hatta bir sefer ben komşuya inmemişim, o da beni unutmuş. Sonra bana bakmaya geldiğinde -ki ben kendi kendime oynuyormuşum- beni unuttun edası ile saate bakıp "annemin gelmesine az kaldı zaten" demişim:)))

19 Ekim 2009 Pazartesi

İlk ders

Cumartesi TEGV kapsamında ilk ders etkinliğim vardı. Korka korka gittim resmen. Güya biraz erken gittim ki kitap falan karıştırayım. 7. sınıflar matematikte ne işliyor bilmiyorum. Bir gittim ne kitap var ne başka bişey. Dehşet içinde kaldım orda. Neyse hadi tanışma faslı olur, çocuklara sorarım vs diye girdik sınıfa. Ortam tam bir ders ortamı, yazı tahtası ve masalar var. Allahım ben resmen örtmenlik yapıcam burda. Sınıfta ise 17 öğrenci!!! Sanırım velilerden rağbet gören bir konu. Önce tanıştık, top ata tuta. Sonra derse başladık. Açıları işliyorlarmış, yirmi küsür yıl geriye gidip çağırdım aklımda ne kaldıysa. İç açılar, dış açılar, iç ters dış ters vs. birkaç örnek yaratmaya çalıştım ama hepsi birbirinin aynı ve ben biraz türettikçe çocukların kafası karışıyor. peki dedim bu seferlik oyunla bitirelim dersi.
Haftaya fen de anlatır mısın dediler, ok dedim ama hiçbir fikrim yok. Gidip fen kitabı bulmam lazım. Allahım ben neye bulaştım böyle meee!!!

Got tickets:)

Cenevre biletleri alındı. Üstüne Lyon konser bileti de alındı. Üstüne Torino konser bileti bulmak için girişimlerde bulunuldu ve muhtemelen Torino'ya da bulunuldu:)))) 1 hafta, 3 ülke, 2 konser:) Bazen kozmik güçleri seviyorum.
Acaba diyorum şu Suzan Miller doğru mu söylüyor. Yıldızlar bu sıralar benim için mi parlıyor?:)))

Varan 2:)

Yok kardeşim, kozmik güçlerin hepsi bana karşı. Verdiğim kiloları bir bir geri aldım ve almaya devam etmem için de elinden geleni yapmaya devam ediyor. Cinnamon rolls şokundan sonra ikinci şoku da geçen hafta yaşadım. İstanbul'a krispy kreme gelmiş. Hem de burnumun dibine!!! Dün dans çıkışı o aptal Bağdat Caddesi trafiğinde 2 tur attım ama sonunda buldum. Sıcak değildi gerçi ama olsun, nasıl mutlu saldırmışım donutlara anlatamam. Gerçi raspberry dolgulusu yoktu ama olsun, artık dibimde bir de krispy kreme var ya:) Ben & Jerry's sonrası beni mutlu eden 2. ürün. Cinnamon rolls'u bile solladı bu:))))

Aptal şey!!!

cumartesi öğleden sonra Dilek geldi. Cts ve pazarımızı İstinye Park ve Palladium koridorlarında turlayarak geçirdik. Önce havaalanından inip doğru istinye parka. Hava güzelce ama kapalıca da. sanki herkes istinye parka hücum etmiş, bi kalabalık. Neyse girdik otoparka, ufak bir hızla ilerlerken baktım karşıdan bir araç çıkıyor. Yol tam T şeklinde, ben T'nin kuyruğundayım, o da karşımdaki araç. Ama biraz ağırdan alıyorlar, ben de bekliyorum ki çıksın. Bu arada arkamdaki aracı kullanan kadın çıldırmış bir şekilde bağırıyor. Ben önce anlamadım ne oluyor diye. Dilek pencereyi açıp da kadına bişeyler deyince fark ettim olayı. Kadın nasıl ciyak ciyak bağırıyor ama. Ben sağa çekecekmişim de o geçecekmiş ama öyle bir noktadayım ki sağa falan çekmem mümkün değil, ayrıca diğer yandan da araç geliyor zaten. Kadın bağırdıkça dilek "üzgünüm bekleyeceksiniz" dedi kapadı camı. Arkadan el kol hareketleri, cıyaklama devam. Neyse sonunda öndeki araç boşalttı ben de girdim park yerine. Kadın arkamdan geçerken hışımla bağırdı "aptal şey!":)))))))) "laz mısın lan, gerizekalı"dan sonra en güldüğüm tepki oldu:)

Benzer bir olay da cuma günü oldu. Bu sefer ben Vatan Bilgisayar'da çıldırmış bir şekilde ofise dönerken tam marketin önünde yayalara yol verdim. Arkamdaki aceleci 2. kez kornaya basınca zaten tepemde olan sinirimle arabanın içinde ciyak ciyak bağırmaya başladım "kör müsün, yaya geçiyor, ezeyim mi" vs bu arada pencerem de yarı açıkmış ve yandan geçen 3 genç "abla dövelim mi?" dedi. Ben o hışımla "valla ne iyi olur" deyince hep birlikte güldük. sonra ben gayet sakin ve yavaş bir şekilde yola devam ettim, adam da ben yol verene kadar aynı hızla takip etmek zorunda kaldı:)))

14 Ekim 2009 Çarşamba

Ekran modu

Ne zamandır bilgisayar başında iş yerinde sekiz modunda dolanıyordum. Laptop kötü olmamakla birlikte kuş kadar ekranı olduğu için ve ben de bilimum excel ile cebelleştiğim için ekran karşısında eciş bücüş kalıyordum. Bugün nihayet derdimize çözüm bulduk. Ofisdeki her laptopa kocaman birer ekran aldık. Şu anda tv izler gibi oturuyorum resmen:))) dünya varmış:)))

13 Ekim 2009 Salı

FIBA 2010

Gene son dakikaya bıraktığım bir başka olay. Seneye dünya basketbol şampiyonası İstanbul'da ve biletleri ufaktan almaya başlamak lazım. Böyle diye diye güzel biletleri tükettim. Şimdi pota arkasına kaldık ama olsun. Zaten grup maçlarında hangi takım hangi şehirde olacak belli değil. Ama zaten önemli olan çeyrek final ve yukarısı. Tabi aslında en önemlisi bizim milli maçlar. Eğer İstanbul'da olursa izlemek mümkün ama diğer şehirlerden birine denk gelirse yine TV başına geçicez demektir.

12 Ekim 2009 Pazartesi

son dakika neşesi

Haftalardır kurban bayramı civarı Cenevre'ye gitme planı yapmaya çalışıyorum. İşler yoğun diye bir türlü organize olamadım. Sadece bayram mı gitsem, arkasından 2-3 gün daha izin mi alsam, aa ordayken konser yakalar mıyım? tüh yakındaki konserler önceki haftaymış vs modunda dolanıyordum. Tabi bir yandan da süre kısaldığı için biran önce karar verme baskısı artıyordu.
Bugün nihayet gidip patrona "şu şu tarihler" dedim. Ben işler de yoğun diye bayram ve sonrasını planlamıştım. Sonra birlikte takvime bakınca "öncesinde gitsen olmaz mı?" dedi. "Oluur, benim için fark etmez" diyerek yerime döndüm. Sonra taşlar yavaş yavaş yerine oturdu. Öncesinde gitmek demek Lyon'daki konsere yetişmek demek. Hatta bilet bulunursa Torino bile imkan dahilinde. Gerçi önceki haftasonu Ankara'ya biletim var ama kim korkar hain kurttan. Ucunda konser olunca Ankara'nın pabucu direk damda. Sonuç olarak Cenevre biletimi aldım bile. Şimdi sırada Lyon'daki konserde:)
Hayat bazen böyle minik sürprizler yapınca bayılıyorum:)))

9 Ekim 2009 Cuma

Üzüleyim mi sevineyim mi bilemedim.

Geçen gece rüyamda babamın öldüğünü gördüm. Öyle bir sıkıntı ve huzursuzlukla kıvranırken uyandım. Biran her huzursuz rüyadan uyanınca yaşanan "oh be rüyaymış" dediğin rahatlama duygusunu yaşamaya meyillendim. sonra yatakta öyle kalakaldım...

4 Ekim 2009 Pazar

yazma güdümü kaybettim, hükümsüzdür!!!

Yav noluyo anlamadım ama yazamıyorum. yani eskiden her olayda 'amanın bunu kesin yazayım' diye düşünürken veya bu gözle bakarken şimdi tamamen bakış açımı, eğlencemi kaybettim. Son zamanlardaki yazılarıma bakıyorum, hepsi zoraki notlar. eski canlılığından, ruhundan eser yok. Sanırım zorlamanın da gereği yok.
birgün... isteğim tekrar gelene kadar ara vericem sanırım...
Tekrar ilham gelinceye kadar...

1 Ekim 2009 Perşembe

Babylon'u açtık

Salı günü Babylon'un sezon açılış partisi vardı. Bizim bir arkadaş da davetiye bularaktan katılmamıza imkan sağladı.
Babylon hala küçük. Müzikler de açılış akşamı için vasattı. Yalnız asıl ilginç olan Babylon'un içinden çok önünün rağbet görmesiydi. Sigara yasağı sebebiyle bütün piyasa kapı önünde toplanmıştı. Birkaç artiz şarkıcı felan gördük. Bir de Erdil Yaşaroğlu abim vardı. Adam harbi yakışıklı imiş, takdir ettik.

28 Eylül 2009 Pazartesi

sick sense of humour


Bu şarkıyı hep çok sevmişimdir. özellikle "god's got a sick sense of humour, when I die I expect to find him laughing" kısmını:)))

Çanakkale içindeee aynalı çarşı:PpP

Bayram kabusum halihazırda planını yapmış, Saros körfezine gidecek çoluklu çocuklu bir gruba takılmam sonucunda sona erdi. Aslında neye niyet neye kısmet dediklerinin canlı örneğini yaşadım ama yapacak bişey yoktu malesef.
Cumartesi günü sabahtan Aylin'in arkadaşları ile çıktım yola. Dura kalka, oynaya zıplaya vardık körfez sahilindeki Güneyli köyüne. Motele varışımızdan yaklaşık 5-10 dakika sonra bir yağmur indirdi ki sormayın. Deniz hayalimin son kırıntısına da veda ederek vurup kafayı yattım ben de.
Havanın soğuk, motelin vasat olması neticesinde pazar gününü gelibolu gezisine ayırdık. Sabahtan çıktık yola, Kilitbahir senin, şehitlik benim dolandık bütün gün.
Şehitlik ne zamandır görmek istediğim bir yerdi. İçim içime sığmayarak gittim anıtın olduğu yere. Aslında daha derin duygular yaşamayı bekliyordum, o bakımdan biraz hayal kırıklığı yaşadım ama gene de yıllardır yapmak istediğim bir ziyareti gerçekleştirmiş olmaktan da mutluydum.
Yarımada turunda tarihinin değerinin yanısıra beni en çok çarpan şey ise denizin rengi oldu. Özellikle şehitlikten uzanan sonsuzluk o kadar çarpıcıydı ki derin derin içime çekip hafızama gömmeye çalıştım hem manzarayı hem maviliği. Hele saros körfezini ilk gördüğümde suda eflatun rengini gördüğüme yemin edebilirim. Uzun süre gözümü alamadım resmen. Son olarak da Eceabat'daki Opet'in tarihe saygı kampanyasın kapsamında yaptığı minicik tarihi parkı görüp haşat bir şekilde motele döndük.
Pazartesi hava açısından pazardan hiç farklı değildi. Bu sefer erkenden Bozcaada yoluna düştük. Git allah git, feribota in bin, gene yol git vs derken yol 3-4 saat sürdü. Yol üzerinde jet hızıyla da Truva'ya uğradık ama yakalamamız gereken bir feribot olduğu için sadece atı selamlayıp geçtik ordan. (bir sonraki ziyarette kalıntılar itinayla gezilecek). Sonuçta Bozcaada'ya vardık. Deniz yine muhteşemdi ve adayı da görünce değil günübirlik burada mutlaka bir tatil geçirilmesi gerektiğine karar verdim. Mavi yine muhteşem, evler, sokaklar birbirinden sevimli, yemekler muhteşem:) Birara sahile indim oturdum bir müddet, boş boş denizi izledim. Terapi geldi işte bu mavilik:)Akşam eve dönüş telaşımızı ise şimdi anlatamıycam ama olan benim peynir helvama oldu. Yine bir feribot telaşesinden onu atlamak durumunda kaldık. Dönüş günü gelip çattığında ise hava süper güzel olmuştu. Denize girmezsem çatlarım modunda skinimi geçirdim üzerime, attım kendimi suya. Su o kadar soğuktu ki giysiye rağmen uzun kalamadım. ama sudaydım ya, herşeye değer:)
Özünde keyifli bir tatil oldu. Ne demiş atalar, neye niyet neye kısmet:)

TGEV

Bu haftasonu nihayet TGEV'den çağırdılar. Cumartesi tanıtım toplantısı dün ise iletişim eğitimi adı altında 5-6 saatlik bir eğitim vardı. Bu arada olay tee Beykoz'da. Sazan ben sanırım Beykoz ve Beylerbeyi'ni karıştırmış olmalıyım ki haritaya bakıp da Karadeniz kıyısını görünce uçukladım hafiften:)
Cumartesi sabah 11 de, pazar ise 10'da başladı aktivite. hadi cts 2 saat vakfı tanıttılar da pazar günkü uzun olmasına rağmen pek eğlenceli geçti. Bir yandan vakıf ve çocuklarla iletişim konusunda bilgi verirken diğer yandan abuk subuk bisürü oyun oynadık. Yok göz bağlayarak sıraya dizilme, yok turnuva vs. Eğitim alanların geneli üniverisite öğrencisi, sonra ben ve benden bir sonraki grup ise 50 yaş üstü şeklindeydi. hele 3 tane ev arkadaşı çocuk vardı ki kırıp geçirdiler sınıfı. Önce oyunlarda hile yaptık hep birlikte, sonra soytardık bolca. Hele son bir oyun vardı ki sınıfa sığmayacağımız için bizi dışarı çıkardılar. Daire olup karşındakinin elini tutuyorsun da sonra çözülmeye çalışıyorsun falan ya, debelenip debelenip en son grup halinde yere kapaklandığımızda gülmekten gözümden yaş geliyordu.
Olay bir yandan keyifli olmakla birlikte bir yandan da ürkütüyor beni aslında. Eğitimde verilen örnek olaylara bile bön bön baktığım doğrultusunda etkinliğe girince başıma ne gelir kimbilir. imdat!

20 Eylül 2009 Pazar

bayram dedikleri

Burugum bu bayram. Belki de takintili bir sekilde uzaklara gitme telasim ondan.
Burugum bu bayram. Babamsiz gecen 3. bayram. Ne opecek bir el, ne gidecek bir ev.
Sevmiyorum artik ne ramazani ne bayramlari, gozume sokar gibi yokluklarini...

18 Eylül 2009 Cuma

Hadi bakalim

Bayram laneti son hiziyla devam ederken son bir denemeye kalkistim. Bu sefer hedef Canakkale, Saros. Bu gece de bir terslik olmazsa yarin sabah yola cikip 4 gun kadar kalacagiz orda. Tum gun motelde mi pineklerim yoksa oraya buraya mi giderim bilmiyorum ama cikiyoruz bakalim yola...

17 Eylül 2009 Perşembe

???

Az önce katılacağım mini GAP turunu organize edenler aradı. Bir grup iptal ettiği için turu iptal etmişler... Üzerimde bir lanet var ama nedir ben de bilmiyorum:(
damn u!

15 Eylül 2009 Salı

Hoşçakal Patrick...

Hoşçakal Patrick...


Onu ilk "Kuzey ve Güney" ile izlemiştim. Hatırlıyorum cuma akşamını iple çeker, heyecan içinde oturur beklerdim. Dizi bitmesin diye ağır çekim izlemeye çalışırdım. Hatta bir keresinde Bezen beni doğum gününe çağırmıştı. Tam bir loser olduğum doğrultusunda zaten ortama giremediğimi bahane ederek partiden erken kaçmış, eve gelip yine diziyi izlemiştim.
Sonra dirty dancing geldi. O kadar heyecanlanmıştım ki filme. Çok iyi hatırlıyorum, Akün sinemasında oynuyordu. Film başladığında bile bir korku vardı içimde, bişey olacak da ben filmi izleyemeyeceğim diye. Netekim korktuğum olmuş sonlarına doğru ya film kopmuş ya da elektrikler kesilmişti. Ağlayacaktım resmen:))) Allahtan kısa sürede sorun çözülmüş, az bir kayıpla devam etmiştim izlemeye.
Yıllar geçtikçe sevgim hiç azalmadı. Ne de olsa ilk göz ağrımdı. Outsider, ghost, road house...
Huzur içinde yat Patrick... you will be missed...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Günler günlerin ardından

Günler birbiri ardına geçip gidiyor yine hiçbir şey yapmadan. Uyuz modunda işe gidip geliyorum gündüzleri. Akşamları nedense eve kapandım. Yine laptop ve TV modunda geceyi yarılıyor, sabaha varıyorum. Geriye dönüp baksanız elde var koca bir sıfır.
Geçen hafta bütün haftayı kendime alternatif tatil programı bulmaya adamıştım. Deniz hayallerim tavan yapan uçak biletleri ve dolan oteller sebebiyle rafa kalktıktan sonra gerçeği kabullenip oturdum. Şimdi kendime denizle alakası olmayan ama yine de yapmak istediğim başka bir alternatif yarattım. Bunun adı ise güneydoğu turu. 4 gün Antakya, Antep, Urfa vs gezip, yiyip içip gelecek bir tura dahil oldum. Yani en azından bugün rezervasyon yaptırdım. Sonu ne olur bilinmez ama en azından evde oturmayacağım için memnunum. Bir de işin içinde Mozaikler ve Birecik var:)
Tatil şoku yüzünden ultra buruk geçen haftanın ardında tüm haftasonumu pineklemeye ayırmıştım. Aynen de öyle yaptım. Cts öğlene kadar uyuduktan sonra Yakarinin doğumgünü de olmasa evden çıkmayacaktım ama onun hayrına önce hediye sonra kutlama ayağına sokağa adım attım. Gece yemekten sonra ise eve dönmek yerine rotayı ablamlara çevirince pazarı da orda pinekleyerek geçirdim. Alan razı satan razı:)
Bu arada bütün hafta burada felaket yağmur yağdı. İstanbulun bu yakası sağlam kalmakla beraber karşı yakayı sel aldı...
Diyorum ya hayatım bayık, yazdıklarım da ona paralel bayık işte nolsun.
a ama bir dakkaa... Avrupa Basketbol Şampiyonasının günahını almayalım şimdi. Geçen haftayı süsleyen en güzel olaydı kendisi. bugüne kadar 4 süper maçta 4 galibiyetle geldik bugüne. Darısı bu akşamki 5. de.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Dün akşam çok yorgun olmasam son derece keyifli bir mesaj yazacakken şu anda moralim yerlerde sürünüyor. bayram tatili ile ilgili yaptığım tüm planlar suya düşmüş durumda. Kaç aydır hayalini kurduğum mavi tur, yanında tüm detayları ile birlikte suya gömülüp gitti. denize doyamadığıma mı yanayım yoksa birden tek başıma kaldığıma mı... bilsem böyle olacağını geçen hafta ablamlara takılır onlarla giderdim. onlar 5 gün gidiyorlar, bana yetmez diye düşünürken 5 güne bile hasret kaldım birden. Tek başıma gidicem muhtemelen ama tek başıma tatil yapmayı da ne kendime yedirebiliyorum ne de tek başıma eğlenebilirmişim gibime geliyor... çok canım sıkkın çoooookkkk....

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Özet

Kaç günlerdir suskunum diye sanmayın hayatım boş geçiyor. Aslında "boş"luk da göreceli bir kavram olmakla birlikte eski rutinimi yakaladım da denebilir.
hepsinden önce dansa geri döndüm. Yazın gelmesiyle nedense koptuğum derslere geri döndüm. Derslere dönmemle birlikte de aslında bu işten ne kadar çok keyif aldığımı hatırladım:) derslerin yanısıra da 1-2 dans gecesine gidersem daha ne isterim.
Geçen hafta 2 gecem dansla geçtikten sonra perşembe Aylin'le önce yürüyelim sonra da salata yeriz programı yaptık. Plana göre 8 gibi buluşup 1 saat kadar yürüyecek sonra da bir cafeye oturacağız. 10 gibi de ayrılırız dedik. Planın ilk saatı tuttu da, daldığımız koyu muhabbet neticesinde saat 12'ye doğru "kalksak sanki" diyerek ayrıldık gittiğimiz cafe'den. Bu arada gittiğimiz yer Suadiye Cafe. İlk gelen garson biraz salaktı sanırım ama sonraki ne istediğimizi anlamış olacak ki salatalardan ve geceden memnun ayrıldık:) gece aldığımız en önemli karar ise sabahları kalkıp yürüyüş yapmak oldu. UYgulama? henüz gerçekleşmedi ama olsun, niyet önemli.
Haftasonunu ise yine ablamlarla geçirdim. Ereğli'ye gitme planlarım ablamın havuz reklamları ile suya düştü. Cuma akşamından attım kendimi onlara. Cts ufak bir havuz faslının ardından Beyoğlu'na uzadık. Ben kendi arkadaşlarımla bulusup ölçüyü kaçırınca gece 3 sularında nasıl döndüğümü bilemedim. Kendi evime dönmek kesinlikle daha kolay...
Pazar da pek farklı geçmedi. Geceden sonra ayıkmam öğleni buldu. ardından yine bir havuz sefası... ama saçlar bozulmasın diye kafayı ıslatmayınca pek sersem bişey oluyor bu havuz sefası. Yapmamak lazım. Akşam da ablamı ataşehire bırakıp güya sinemaya gidecektim ama ben gittiğimde film başladığı için almadılar beni içeri:((( Olsun ama sayesinde cinnamon rolls'cu keşfettim... allahım bir gün bendeki bu boğaz aşkından ölcem ben:pPP

Cinnamon rolls

Şu dünyada en sevdiğim tatlılardan birisidir kendisi. Masterdayken keşfedip ardından her fırsatta birilerini müdavimi yapmaya çalışmışımdır. Geldiğimden beri de en özlediğim şeylerden biridir. Taa ki... ta ki dün akşam gitmeye çalıştığım filme geç kaldığım için beni sinemaya almayan Hillside Trio'dan çıkıp Palladium'da bir kahve içmeye gidene kadar. Otoparktan çıkıp da yukarı çıkarken minik büfelerin arasında "Tarchy"i görünce bakakalmışım. aaa, cinnamon rolls!!! tabi ki denemeden geçmedim. Beklediğimden çok daha başarılı idi:) Mmmmm nefis:))) İçimden bir ses palladium'a artık daha sık gideceğimi söylüyor:)

30 Ağustos 2009 Pazar

Nice yıllara...

Bugün 30 Ağustos. Benim için Zafer Bayramı'nın ötesinde bir manası var 30 Ağustos'un. Ankara'yı, ordaki hayatımı, anılarımı bırakıp İstanbul'a kaçışımın yıldönümü. Benim de kendimi test edişimin başlangıcı...
Peki başardım mı hedeflediklerimi? Kısmen evet. Kısmen de olsa kendime yeni bir hayat kurmayı başardım. Geride bıraktıklarımı hala çok özlesem de onlardan uzak ayakta kalabildim... aslında itiraf etmek gerekirse yine onların desteği ile ayakta kalabildim. ama öyle ya da böyle ayakta kalabileceğimi kendime ispatladım...
Nice yıllara... özgür ülkemde hep birlikte ayakta...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bir mum

Bir mum da ben yakabilir miyim acaba dedim ve az önce eğitim gönüllülerine başvurdum. Bilge sağolsun ne zamandır gidip anlattıkça benim de ilgimi çekmiş ama kendime bir türlü güvenememiştim. Az önce girişimde bulunup bişeyler yapmazsam bu senenin de boşa geçeceğini farkedip formu doldurdum. Görelim bakalım becerebilecek miyim:)