Sayfalar

13 Aralık 2016 Salı

özet

Bu arada aylardır yazmamış olduğumu farkettim. tabi bu esnada hayatımda bir sürü değişiklik oldu. en önemlisi istanbul'a taşınmam. 1 ekim itibariyle artık yeniden istanbul'dayım. eylül ayında bayram boyunca yeşilköy ve civarında ev bakıp sonra kiralardan pes edip gidip istanbul dışında, esenyurt'ta, akbatı avm dibinde bir ev tuttum. işe yakın şehre çok uzak. insanlarla sohbetim genelde şu şekilde ilerliyor:
- istanbul'a gelsenize gezeriz... gelince haber verin ben de geleyim:))))
tabi şehre bu kadar uzak oturmak moralimi bozsa da işe kısa sürede gelmek, hele de mesai çok erken başlarken iyi oluyor. bu sorunu da "şehirde otursam hergün trafik çekecektim, bu sebeple gel diyene hayır demem" diye kendimi teselli ederek çözdüm. gerçekten de mümkün olduğunca üşenmeden iniyorum şehre.
ha bir de 1 aydır evin su sistemi ile cebelleşiyorum. geçen ay 250 tl sıcak + soğuk su faturası ödeyince "noluyo lan! çamaşırhane işletsem bu kadar tutmaz" diyerek isyan ettim. 1 aydır yok o parçaydı yok bu parçaydı, onu bekle bunu bekle hala sorun çözülemedi. en son 2 hafta önce kalorifer iptal oldu. sinir krizi geçirmek üzereyken onu düzelttiler bu sefer sıcak su gitti. iki haftadır yalanarak temizleniyorum:))))
ha bir de ponçik belası var başımda. kendisi ile uğraşıp duruyorum. en son şifonyerin üzerine zıplamayı da başardı şapşal. artık kontrol edilemez oldu sıpa:(

basıldım ya la:)

Dün akşam Aylin'le bebekteki cafe nero'da buluştuk. Theta yaptı bana bayağı bir süre. tabi muhabbet theta vs derken biz uzunca bir süre oturduk mekanda. saat 23 sularında çiçek toplama zamanı geldi artık diye tuvalete gittim. kapıyı da kitledim. tam işlem bitti üstümü düzelticem çaat diye kapı açılmasın mı!!! benim pantolon dizde. hop hop hop falan dedim. çocuğun teki biran daldı pardon diyerek geri kaçtı. ben koptum orda. düşünsene pantolon dizde bir tip. önce allah kahretsin diye düşündüm sonra bastım kahkahayı. üstümü düzelttim çıktım dışarı. çocuk arazi olmuş tabi. ya utandı ya ben utanmayayım diye saklandı. ben de çocuğu görsem "artık evlenmemiz lazım" diye espri yapmayı düşünüyordum ama göremedim.
ayline anlattım. bir parti de onunla güldük. hala gülüyorum aklıma geldikçe.
demekki neymiş, tuvalet kapısını kitledikten sonra bir de kontrol etmek gerekiyormuş:)))

13 Temmuz 2016 Çarşamba

hayal kurmak üzerine...

ne zaman hayal kursam hayal kırıklığı yaşarım ardından. hatta öyle bir kıç üstü otururum ki kurduğuma kuracağıma pişman olurum. kurduğum şeyin hayal olduğunu idrak edemiyorum belki de. hayal kurmak benim için gerçek olmasını istemek demek. gerçek olmasını isteyip de olmayınca yaşadığım hayal kırıklığı, üzüntü... korkuyorum o yüzden hayal kurmaktan. hayal olarak izin verdiğim tek şey plan aşaması benim için. şuraya gitsem, şunu yapsam gibi mini planlar. yada ön planlar. ama onun dışında... onun dışında kurguladığım arzuladığım herşey riskli...

26 Nisan 2016 Salı

elindekinin kıymetini bir kez daha anlamak...

Bunu yazıp yazmamayı çok düşündüm. şimdi klavye başına oturabilmişsem etkisi azaldığı içindir.
ara ara bahsediyordum. hani şu inadına aşk sebebiyle twitter aleminde tanıştığım hanımlar grubundan. işte bunların bir grubu vardı, beni de aralarına aldılar sağolsunlar. öncesinde de "burada alınma gücenme yok" falan dediler. iyi dedim ben de, herhangi bir rezerv koymadan sohbet ediyorum. keyifli grup, geyiğin dibine vuruyoruz. 7 benzemez. yalnız hakikaten 7 benzemez. tabi ortak tek nokta İA yalnız o da bitti, can ve açelya ayrıldı. bizim ortak nokta zayıflamaya başladı. bir yandan "lan benim bu tiplerin arasında ne işim var" diyorum diğer yandan İA aşkımı anlayan başka kimse yok... bu tereddütle en başlarda biraz daha çekinik davranan ben sonrasında kızlar benim nasıl biri olduğumu anlasın diye görüşlerimi açık etmeye başladım.
ilk sinir olduğum konu grubun kendini birşey sanması idi. sanki sosyal medya fenomenleriyiz. bu durumu ufak ufak sorgulamaya başladım. şuna yürürüz bunu mahvederiz vs muhabbetlerine abartmayın canım etkimizi (kendimi de dahil ederek) hepi topu 7 kişiyiz kendi çapında falan yazdım. bir de ünlü geyiği var tabi. herkes bir ünlü olmak peşinde. mayısda buluşma planı vardı, sete gideriz denildi. sürü gibi sete mi gideceğiz dedim. bozuldular, sen gelme o zaman dediler. ama hakikaten ya, sürü gibi sete mi gidilir, ergen gibi (dip not: evet ben de bir gün mutlaka sete gitmek istiyorum çünkü nasıl çekim yapıldığını görmek istiyorum. kamera arkasını ve önünü görmek/izlemek istiyorum o ayrı)
neyse, bir diğer ayrılık konusu siyasi görüş. tayyip hayranı olduklarını anlayınca konu açılınca ortamdan kaçmaya başladım çünkü susmam çok zor.
ve asıl zurnanın zırt dediği: din konusu: aramızda son derece bağnaz bir tip olduğunu sonradan fark etmem iyi mi oldu kötü mü bilmiyorum ama herşeyi asarım keserim mentalitesinde yaşayan bir tanesi benim kandilde şarap içmemi kendisine saygısızlık olarak algılamış: mal:)
sonuç olarak ilk maddedekine benzer bir konuda ben laf sokunca başka bir arkadaş bana özelden sakinleştirici mesaj atıcam derken ortaya attı mesajı. içeriği "grubun zeka seviyesi bu kadar, üzülme sen" gibi birşeydi. bana bir süredir gıcık olan tayfa bunu fırsat bilip grubu dağıttı. daha doğrusu sonradan öğrendiğim üzere beni atmak için bahane olarak kullandı. bir anda kendimi grubun tu kakası olarak buldum. meğer benim dobralığım zorlarına gidiyormuş bir süredir. bu durumu da bahane olarak kullanmışlar.
önce durum çok ağırıma gitti. herkes bir sebepten bana kırılmış. birden kendimi insanlardan özür dilerken buldum. işin komik yanı onlara salak diyen de ben değildim. sonra oturup düşününce çoğunun aslında kırılacak şey olmadığını farkettim. tamam sivri dilli bir insanım, dobrayım, bazen patavatsız da davranıyorum. ama buradaki durumun tamamen bana bilenmeleri neticesinde aşırı alıngan davranmalarından oluşan bir durum olduğuna karar verince rahatladım bir miktar.
şimdi o yobaz salak dışındakilerle iletişimim devam ediyor ama artık aralarında değilim. aslında bu yaptıkları da bana biraz ikiyüzlü geliyor. onların tekrar grup kurduğunu bildiğimi bilmiyorlar, sanki ortada öyle bir durum yokmuş gibi davranıyorlar, ben de bozuntuya vermiyorum. zaten dizi de biteli çok oldu, benim üzüntü ve hasret kontrol edilebilir seviyelere indi. dolayısıyla artık eskisi kadar konu ile de ilgilenmiyorum. yani eski bene dönmeye başladım.
ha bu arada kendi aileme ve arkadaşlarıma olan sevgim de bin kat daha arttı. benzer dobralıkları, hatta daha fazlasını ve asabiyeti kendi arkadaşlarıma da yapıyorum ama onların gıkı çıkmıyor. beni tanıyıp sevdikleri için böyle tepki vermiyorlar, kestirip atmıyorlar. gerçi bu olaydan sonra "lan benim arkadaşlarıma yazık değil mi, ben onları da kesin üzüyorum"u farkedip daha bir üzüldüm. allahtan hepsi daha olgun daha bilinçli insanlar. hepsini o kadar çok seviyorum ki:))))
bir de hatalarını gören ve ders alan bir insan olarak, bundan sonra çevreme daha özenli davranmaya karar verdim. en azından çaba göstereceğim:)
mucks!

-25 kilo

Malumunuz benim bir tüp midem var artık. sonuç olarak geçtiğimiz 4.5 ayda 25 kilo gitti. kolay mıydı? psikolojik olarak çok da kolay diyemem ancak diğer rejim yöntemlerine göre daha kolay. çünkü canın istese de yiyemiyorsun. sadece yiyememenin verdiği mutsuzlukla başa çıkman gerekiyor. ama sonra sonucunu tartıda görünce mutlu oluyorsun.
ben de işte sonucu fark etmeye başladım. işte şimdilik durum bu:

etraftakiler de artık üzerime olmadığı için kenara yığmaya başladığım kıyafetlerin bir parçası. görüntüden çıkarmayı akıl edememişim. yalnız dolaplarım resmen boşalmaya başladı. sabahları kıyafet deneyip "bu da çok bollaşmış, giyilmez artık" yığınına atmak bir yandan çok zevkli diğer yandan da yakında giyecek kıyafetim kalmayacak paniğine sebep oluyor. allahtan 7-8 yıl önce de benzer kiloya inmiştim ve o zamandan sakladığım 2-3 parça kıyafetim varmış. geçen onları buldum dolapta, resmen gömü bulmuş gibi sevindim:)
bir 15 daha verirsem değmeyin keyfime:)

24 Mart 2016 Perşembe

mutlu mutsuz ortaya karışık...

öyle saçma sapan, öyle karman çorman bir ruh halindeyim ki anlatamam. kendim ve ruhum çorba gibi olduğu için bu yazdığım da öyle elle tutulmaz, karman çorman bir yazı olacak. mesela dün yazsam bazı kısımları (yani pts akşam kısmını) çok daha heyecan ve keyifle yazacakken şu anda böğrümdeki öküz sebebiyle çok daha kasvetli yazacağım).
Öncelikle, pazar akşamı korkunç bir patlama daha oldu Ankara'da. bu seferkini gayet net duydum. hatta prova çıkışı evin altında börekçide Kemal Bey'le sohbet ediyorduk. birden donakaldık, birbirimizin suratına bakıp "inşallah bomba değildir" dedik. ancak 30 sn sonra sirenleri çalan polis arabası acı gerçeği haykırdı suratımıza. hemen twitter'a baktım. yer: kızılay, güvenpark! bütün gecemin nasıl geçtiğini anlatmama gerek yok sanırım. gözyaşları ve sinir bozukluğu içinde izledim haberleri. bir sürü masun insan, çoğu da genç üstelik. 
akşam saat 10 gibi bunalıp azıcık yürüyeyim dedim, sokakta in cin top oynuyor. o cıvıl cıvıl bahçeliye ölü toprağı serpilmiş sanki. aslında 3 gündür bütün şehir öyle. dördündü bir patlama süphesi insanları korkutmuş durumda. zorunda olmadıkça kimse çıkmıyor sokağa. tunalı hedef gösterildiği için tunalı bomboş. pazartesi akşamı şinasiye gitmek için girdim tunalıya. normalde yağmur da olduğu için kilit olması gereken tunalıda toplasan 5 araç var. böyle işte şehir. herkes ürkek, herkes endişeli.
pazartesi sabahına böyle bir ruh haliyle uyandım ben işte. işe gitmek istemeyen, bezgin, mutsuz. ruh gibi işte. robot gibi, kurulmuş gibi hareket eden. işte o ruh haliye ancak öğleden sonra dank etti bana ömerlerin ankaraya geleceği. hani günlerdir heyecanla beklediğim olay. ama ne acıdır ki umurum bile değildi artık. yani olsa da olur olmasa da. zaten belki patlamadan sonra iptal olmuştur diye düşünüp bir mesaj attım. iptal olmamış ama format değişmiş. gelip izleyebilirsin dedi. akşam 8 de oynayacaklarmış. mesai sonrası kafa bir dünya çıktım işten. garajdan çıkarken virajı dar alıp arabayı boydan boya çizdim önce. daha bir hafta olmuştu alalı, o kadar üzüldüm ki... neyse sonra gittim şinasi'ye. bir yandan ufak bir heyecan da yok desem yalan olur. ben vardığımda prova yapıyorlarmış, görevliler almadı. prova sonrası girdik salona. özel bir gösterim olduğu için içeride taş çatlasın 40 kişi var. neyse oyun başladı. aslında çok güzel bir oyun. uyuşturucu kullanan bir gencin hikayesinden esinlenmiş. ama çok performans isteyen bir oyun. kriz sahnesi çok yıpratıcı. allahtan oyunu kısaltmışlar da çocuklar harap olmadı. saat 9:30 sularında bitti oyun. dışarıda bekledim ömer'i. giyinip koştu geldi hemen. bir özlemişim ki. ama nasıl yorulmuş. haşat bir haldeydi. 4 saat prova almışlar, üzerine oyun. mahvolmuştu çıktığında. zaten uykusuzmuş da bir önceki geceden. biz orada sohnet ederken diğer oyuncular da gelmeye başladı yavaş yavaş. en sona doğru açelya da çıktı. ayak üstü tanıştırdı ömer ama o telefonda daha çok. neyse sonunda herkes toplandı, yemek yemeye london pub denen yere yürüdük. uzuun bir masa oldu. oyuncular zaten kafadan 10 kişi, halimin annesi vs, ben ve 1-2 başka misafir. yemekler söylendi, oradan buradan sohbet muhabbet. oturuş düzeni öyle bir denk geldi ki açelya benim tam karşıma düştü. ben tabi havalarda. ama bir yandan da "amaan nolcak" modundayım. resmi olmakla olmamak arasında gidip geldim ama salla ya diyip direk sen diye daldım olaya. ortada sabit bir konu yok, konudan konuya atlıyoruz. oyun, dizi, hava su, allah ne verdiyse... ömer benim diziye olan düşkünlüğüm karşısında şokunu saklayamıyor. açelya'ya sürekli "valla selen ablam izliyorsa.." gibi cümleler kuruyor. açelya kanıksamış durumu, mutlu. ama sanırım o da çok sevmiş ki diziyi hararetle anlatıyor. arada yer değiştirmeler vs oluyor. konu boyut atlıyor vs derken saat geceyarısını geçmiş. bu arada ben bizim goygoy grubuna söyledim gün içinde belki açelya ile tanışacağımı. kızlar paso mesaj yazıyor. birara "açelya şu anda karşımda oturuyor" diye mesaj attım. bunlar iyice galeyana geldiler. sonra artık kalkılmak üzere oldu "valla gitmeden foto isterim" dedim. tamam dediler. önce ben çekinik daha resmi duruyordum ki baktım açelya çok şeker, içten, ben de saldım. sonuç:




tabi gece orada bitmedi. bunlar yorulmak bilmeyen yaratıklar olduğu için restorandan ayrılıp bir de otellerinde devam ettik sohbete. süper dedikodu dönüyor ortada ama ben kimseyi tanımadığım için boş boş bakıyorum ortaya. bir ara ayça "sen sadece açelya'nın dizisini mi seyrediyorsun?" dedi. evet dedim ne diyim. saat 3:30 falandı ben bayılmak üzereyken ayrıldım yanlarına. onlar daha ne kadar oturdu bilmiyorum.
bu arada ortamda birkaç tane de komik tip vardı, onların dedikodusunu sonra yaparım ama harbi komik adamdı. hatta açelya bir filmden bahsetti, sonra izledim filmi ve kızın haklı olduğunu gördüm. bu arada izlediğim yegane komik fransız filmi idi diyebilirim. adı: salaklar sofrası.

7 Mart 2016 Pazartesi

çılgın seloş:)

daha önce üstün körü bahsetmiştim. twitter üzerinden kendim gibi dizi sever insanlar buldum diye. bir hafta falan oldu beni kendi kurdukları mesaj grubuna dahil ettiler. önce çekindim biraz ama baktım aynı sen ben gibi insanlar, sohbetleri de sıcak, koyverdim gitti. gün boyu geyiğin allahı dönüyor grupta. sadece İA konuşmuyoruz ama temel konu o ve etkileşim alanı oluyor. grupta 7 kişi var. herkes farklı illerden. istanbul, antalya, yalova, bursa, avusturya, adana ve ben ankara. 7 benzemez bulmuş da benzemiş ya birbirine... hatta muhabbet o kadar koyulaşmış durumda ki 14 mayısda istanbulda büyük buluşma var. ama ben maalesef gidemeyeceğim. bu salak oyun yüzünde. çünkü o haftasonu bursada turnede olacakmışız. inşallah olmaz öyle bir durum da gidebilirim. ben bu mayıs toplantısına gidememe üzüntüsü içindeyken geçtiğimiz haftasonu istanbul'a gittim. hazır kursum da ara vermiş. ancak program o kadar yoğun ki istanbuldaki arkadaşı görmek istemekle birlikte zaman yaratmak çok zor. tam ben yola çıkma geyiği yaparken antalyadan "ben de geliyorum" haberi geldi. bunun üzerine yalova ve bursa da dahil olunca buluşma farz oldu. gruba antalya ve istanbuldan katılan arkadaşlar grubun "ünlüleri". can ve açelya'ya ve aileleri ile şahsen tanışıklıkları ve muhabbetleri var. ama bu muhabbet tamamen dizi fanlığı sebebiyle oluşmuş yani eskiye dayanmıyor. yolava ve ben en ezikleriyiz. ne kimseyi tanıyoruz ne de kimse bizi tanıyor. twitter dünyasında çok yeniyiz:) bunun geyiğini anlatamam, gerçekten yaşamak lazım. bazen gözümden yaş geliyor. neyse sonuçta grup büyüyünce istanbuldaki arkadaşın evinde kahvaltı olayına döndü durum. benim kahvaltıya yetişmem zor ama bir şekilde katılacağım. bu arada can'ın annesi de dahil oldu toplantıya. o da gelecek. ben iyice garip hissediyorum kendimi. tam ergen fan muhabbeti gibi görünüyor uzaktan bakınca. tamam dm zamanı bizim gençlerle toplanmıştık ama 20 yıldır benzer bir durum yaşamadım. hiç tanımadığım, internetten tanıştığım/yazıştığım insanlarla (ki konu da bir dizi) buluşmak. hem de birinin evinde. neyse olayı minnoşa çıtlattım baktım olumsuz tepki vermedi. güldü eğlendi o da, daha bir gönül rahatlığı ile gittim. ben gittiğimde kahvaltıları bitmek üzereydi. içeri girmemle sanki 10 yıldır tanışıyormuşuz gibi hissetmem arasında sanırım 10 dk falan oynadı. herkes son derece içten, güleryüzlü, samimi. ilk rahatlamam herkesin aynı tereddütü yaşamış olduğunu duyunca gerçekleşti. antalyadan gelen arkadaş "annem gece uyumamış hiç, ilk kez tanımadığım birinin evinde kalıyorum" dedi. kendisi de bir miktar gerginmiş. yalova'dan gelenlere abisi "siz tanımadığınız birinin evine mi gidiyorsunuz?" diye sormuş vs. yani herkeste benzer bir düşünce yapısı ama aynı zamanda da gönül birliği. gitmeden ne konuşucaz acaba diye düşünürken susacak zaman bulamadığımızı farkettim. o kadar çok güldüm ki ayrıldığımda bırak yanaklarımı başım bile ağrıyordu.
ev sahibimiz yazık neler neler hazırlamış. kızcağız bir an bile oturmadı yerinde. habire hizmet modundaydı. ben birara samimiyet buhranına girdim, kaybettim kendimi:) Can'ın annesine inanamadım. tatlı bir kadın, o da son derece doğal ve samimi. pepside çalışıyormuş. aa ben işbaşvurusu yaptım oraya ama aramadı adamlar dedim boş bulunup. ilgilendi kıyamam, yolla bana cv'ni falan dedi. teşekkür ettim tabi kadıncağızı onun için mi taciz edicem ama teklif etmesi bile içtenliğini gösterir yani. gerçi utandım da sonra ne gerek vardıysa, ama ne bileyim dedim ya bir an samimiyet buhranına girdim diye:) ankaraya döneceğim için erkenden ayrılmak zorunda kaldım yanlarından. aklım nasıl onlarda kaldı anlatamam. ben 3:30 gibi ayrıldım onlar akşam 8e kadar birlikteymiş. şimdi mayıs için karalar bağlamış durumdayım. bensiz buluşacaklar ühühühüh... hay kader ben senin....

4 Mart 2016 Cuma

allaaaaaaah tutmayın beni:))))

az önce bomba bir haber aldım. ömer'im var benim dünya tatlısı, bir proje için ankaraya gelecekmiş ve yanında da benim süper dizimin baş kahramanını getirecekmiş. sizi mutlaka tanıştırıcam dedi. çocuklar gibi şenlendim ne yalan diyim. sanki nolacak, koca kadınsın selen ama olsun işte. insan sempati duyunca birisine hoşuna gidiyor vesselam. ergen oldum ben:))))

2 Mart 2016 Çarşamba

öldüm de dirildim ben bugün...

allah sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirirmiş misali, kaybettim ve buldum ben o eşeği. dolayısıyla bir kez daha diyorum sevme beni, sevme istemiyorum. olayı özetleyecek olursak, haftaya bir kahvaltı organizasyonu vardı şirkette. almanyadan büyük amcalar gelecek. konferans salonuna alınmış. ben de lan program mı değişti ki diye gelen toplantı davetini bir arkadaşa fw ettim ve içine allahtan sadece "kahvaltı konferans mı oldu?" yazdım. sonra istanbuldan sevcan sen onu herkese mi gönderdin deyince maile bir baktım "required" kısmında yedi düvelin maili var. şirkette ne kadar yönetici varsa tr almanya dahil, hepsi. başımdan aşağı kaynar sular indi. lan adamlar beni böyle mi tanıyacak diye debeleniyorum. hemen ITyi aradım. toplantı daveti olunca geri de çekilmiyormuş. iptal de edemiyoruz. bir de benim outlookta maili ceo adına yollamışım gibi görünüyor. IT kitlendi. ben yarım saat telefonda ter döktüm. sonuçta ortaya çıktı ki sadece organizasyon sahibine gitmiş mail. yanlış alarm vermişler bana. var ya yeniden doğmuş gibi oldum. bu adrenalin bana bir süre yeter yeminle:)

26 Şubat 2016 Cuma

konuşur gibi yazmak

benim şu yazarken kendi kendime konuşma olayı beni benden alıyor bu sıralar. birilerine veya buraya yazmaya başlayınca kendimden geçiyorum. konudan konuya atlıyorum, itiraz ediyorum, espri yapıyorum ama hep kendi kendime. aslında karşımdaki kişiye anlatıyorum bunu. konuşurken değil de yazarken yaşıyorum bu sessiz muhabbet olayını. böyle motora takmış gibi, çatır çatır konuşuyorum. aynen şu anda yaptığım gibi. bir konu da olmuyor bazen. engelsiz söz demetleri. peşpeşe sıralanmış dizeler. bazen olayın saçmalığına varıp kendi kendime espri falan da yapıyorum. o zaman daha bir keyifle sonsuza kadar yazmaya devam etmek istiyorum. yok evet haklısınız, durmak lazım bir yerde:))))

bir ilk...

bilen bilir ben hayal kurabilen bir insan değilim. çok gerçekçiyim bir kere. bir de hayallerin gerçek olmayacak olması beni daha çok bozduğu için girişmem bile böyle bir olaya. bilmem yani. ama birkaç haftadır ufak tefek hayaller kurduğumu ve mutlu olduğumu farkettim. hem de bir dizi sayesinde, dizideki inatçı aşk ve birbirinden şeker oyuncuları sayesinde... çok minik hayaller bunlar... ama farkettim ki ben bu hayalleri kurarken mutlu oluyorum, yüzüme bir tebessüm yerleşiyor. hayal olduğunun ve gerçekleşme ihtimali olmadığının farkındayım ama ilk kez umurumda değil. ilk kez tadını çıkarıyorum bu hayallerin, kendimi pozitif hissediyorum. ilk kez hayal kuran insanların ne hissettiğini, insanların neden hayal kurduklarını anlıyorum. öyle değişik bir tecrübe ki bu benim için doya doya tadına varmaya çalışıyorum:))) ilk kez hayallerden ve hayalkırıklığından korkmuyorum. hem de bir dizi sayesinde... hayat ne ilginç.

22 Şubat 2016 Pazartesi

haftasonu ve diğerleri...

haftasonu bayağı bir hareketli geçti. cuma akşamı nispeten spontan gelişen bir şekilde liseden kızlarla buluştuk. bir süredir niyetleniyor ama bir türlü denk getiremiyorduk derken birdenbire oluverdi işte. iyiki de olmuş. yaklaşık 4 saat kadar gülmekten karnıma ağrılar girdi. birbirini uzun zamandır tanımanın verdiği rahatlıkla coştuk resmen.
gerçi yaptığımız şamata dolayısıyla etraf ve mekan ne kadar memnun oldu bilmiyorum ama benim için unutulmaz bir gece oldu. devamını getirmeye söz verdik ama uyuzuz biz, bakalım ne zamana kısmet olacak. hmm sonra eve geldim ve ertesi sabah uyanmayacağım için yatmak gelmedi içimden. ben de geçen sene kısa bir süre yayınlanan gönül işleri dizisini izlemeye başladım. dizinin özelliği inadına aşk'taki can yaman'ın ilk projesi olması. diziyi izlerken kendimden geçtim resmen. o kadar şirin ve toy ki. tabi bize inadına aşk çerçevesinde daha tecrübeli daha güvenli hali denk gelmişti. bu ilk işinde resmen yanaklarını sıkıp ısırmak istedim. o derece. (ps 2 günde 4 bölümü anca izledim. yaklaşık 30 bölüm o da. artık yeni dizi gelene kadar bunla idare edicez) cuma geç yatmakla birlikte cts önce 7 gibi hortladım, sonra kendine gel selen diyerekten tekrar yatıp 11 gibi kalktım yataktan. güya 10:30 daki pilates dersine gidecektim:p hal böyleyken provaya anca yetiştim. bu sefer prova çıkışı kırıkkale lojman tayfası ile geleneksel simitçi kafe buluşmamızı gerçekleştirdik. aynen emekliler gibi simitçi kafede buluşuyoruz, çok dalga geçiyorum. neyse o da güzel hoş sohbet geçti. ardından gece 22:30 gibi fındık ve hakan uğradı, onlarla çene vs ben gene 2 gibi yatar. pazar uyanış 10 suları. bu sefer prova sonrası spor (yeminle canım çıktı yaaa, çok zorlandım - ki zaten hareketlerin %30unu ancak yapıyorum. 1-2-3, dinlen, 15-16-17:)))) ve tiyatro. oyun erken başlayıp tek perde olunca eve erken döndüm. bilin bakalım sonra yine naaptım?? evet sabah 3e kadar dizi izledim. sıyırdım ben kafayı valla normal değilim. ancak işin ilginç yanı, twitter aleminde kendim gibi normal olmayan insanlar bulmaya başladım. ben aynı durumu lise-universite çağlarında dm yüzünden yaşamış, etrafımdakiler beni anlamadığı için kendimi yalnız hissetmiş ve şimdi olduğu gibi kendimi saklamıştım. sonra dmturkiye grubu ile tanışınca garip olmadığımı hatta benden psikopat tipler olduğunu görmüş ve rahatlamıştım. şimdi de aynı şekilde, çekinmeden itiraf edebildiğim insanlar buldum ve onların da benden farklı olmadıklarını görünce durumumu normalleştirmeye başladım. normalleşmek iyidir, insanın üzerinden baskıyı alır. kabullenmek iyidir, iyileşmeye giden yola varır. ben de kendimi eskisi kadar acaip hissetmiyorum artık. zamana bıraktım kendimi, ne yaparsa yapsın:)

19 Şubat 2016 Cuma

protein shake

yemin ediyorum beni benden alıyor bu protein shake denen şey. hergün midem bulana bulana, resmen görev gibi içiyorum. ya sabır diyerekten. bir de su sorunu var tabi. eskiden mümkün olsa damacana ile su içen ben sudan soğudum resmen. şimdi içebilmek için içine limon damlatıyorum ve öyle içebiliyorum. haha az önce yeni bir taktik geliştirdim. 2 yudum shake bir yudum çay, iki yudum shake, bir yudum limonlu su:)))

15 Şubat 2016 Pazartesi

salağım lan ben

zekiyim falan diye geçiniyorum ama bildiğin salağım. şimdi; ne zamandır tweeter instagram vs çıkmıyorum ya ben, haliyle internet paketim bitti. dur ek paket alayım diye hemen turkcell'in sayfasına girdim. bu arada bir de şu 4.5G geyiği var, bir süredir burnumun dibindeki bayiye gidip simkart değiştirecem, tembellikten öteleyip duruyorum. sayfada eşek kadar "simkartını yenileyene 1GB internet hediye" diyor. ben bunu gördüm ama idrak edemedim. gittim 1 GB ek internet satın aldım. ondan sonra da "ay amma üşendin selen, git değiştir şu kartını" diyerek çıkıp bir de turkcell'e gittim. kartı yeniledim, bana 1 GB internet hediye ettiler iyi mi.. salak selen, madem yapacan, para vermeden değiştirsene kartını, alsana zamanında hediye internetini!!! şimdi 1 hafta içinde tüketmem gereken 2 GB internetim oldu iyi mi:)))

küçük kaçamak

Dün Almanca kursumun son günüydü. 3. kuru da bitirmiş bulunuyorum. bu sefer süper tembel bir öğrenci olduğum için kursda öğretilenlerin sanırım %30-40 civarını öğrendim. ama allahtan zekiyim de sınıfı yine top 2 de bitirdim;) neyse konumuz bu değil tabi. dünün sevgililer günü olmasını fırsat bilerek (ben kutladığımdan değil ama kutlayanlar da gelmeyeceği için) provayı ektim. kurs dönüşü koştur koştur eve gelip hızla birşeyle yiyip provaya gitmek yerine sakin sakin döndüm evime. kapıda alt komşumla bir kahve içip sohbet ettim. biraz üşüyünce eve çıkıp kendime yemek hazırladım. inadına aşkın ilk bölümünü açıp baştan sona izledim. saat 16 sularında artık geç kalıyorum diyerek giyinip AŞK'a doğru yola çıktım. geçen hafta kontrol ettirdim, üyeliğim yıl sonuna kadar devam ediyormuş. neyse dün pilates dersi vardı. girdim sınıfa. ısınmada sorun yok ama gerisi nanay. ayakları kaldırın diyor, benimki kalkmıyor yerinden. millet 20 adet yapıyor ben 3-5. allahtan süper bir hocaya denk geldim. tek tek herkesle ilgileniyor. ilk geldiğimi bildiği için zorlama dedi. arada gelip kontrol ediyor falan. kör topal bitirdim dersi. ardından da attım kendimi havuza. 30-40 dakika kadar yüzdüm. son zamanlarda kendimi böyle mutlu hissetmemiştim. gerçi o yorgunluğun ve hamlığın üzerine zorladı biraz. kollarım yandı durdu. en son baktım ellerde karıncalanma başlıyor, abartma dedim çıktım havuzdan. çıkışta da birsenle yemek + çay/kahve yaptık. 10a geliyordu eve geldiğimde. iki aydır ilk kez kendime kendi zevkimce zaman ayırdım diye nasıl mutlu oldum anlatamam. yalnız şu anda karnımda sırtımda ne kadar kas varsa ayrı ağrıyor yeminle. ne ara çalıştınız siz de acı veriyorsunuz bana!!! neyse o bu değil de bu sefer azimliyim, o kaslar güçlenecek, gelecek kış kayağa gidilecek. nokta!

11 Şubat 2016 Perşembe

asıl neyi unuttum!!!

Ben size demedim di mi? gerçi son zamanlarda neyi dedin ki diyeceksiniz? haklısınız valla... ben bu 2015 sonunda çok ani ve radikal bir karar verdim. baktım bu şişkoluk ömür boyu devam edecek, baktım ben bu işi irade gücü ile çözemeyeceğim, dedim ki bana dışarıdan bir yaptırım gerek. aradım ablamı dedim bana doktor bul ben ameliyat olacağım. netekim oldum da. 14 aralık pazartesi günü ben tüp mide ameliyatı oldum. an itibariyle 2 ay dolmak üzere. memnun muyum? bilmeem. ama zaten ameliyatı olduktan sonra ister memnun ol, ister pişman, ne farkeder değil mi? ameliyatın ilk günü gerçekten zordu. uyandığımda sanki 100 beygir gücünde bir at göğsümü tekmeliyordu. yaklaşık 2 saat sonra "max doza ulaştık daha fazla ağrı kesici veremeyiz" lafını duymak hiç içaçıcı bir haber olmadı benim için. ama zamanla hafifledi ağrım. sonra kaldırıp yürüttüler akşama doğru. sürekli midemde bir yumruk hissi. yürürken "lan ne halt ettim ben" diye düşünmedim dersem yalan olur ama o saatte yapacak birşey kalmamıştı tabi. "hocam vazgeçtim ben, siz benim mideyi geri takın" gibi bir opsiyonum yoktu. napacaktık dolayısıyla? katlanacak ve iyileşene kadar sabredecektik. ilk gece kabus gibi geçti. 1-2 saatte bir uyanıp kustum. sindirilmiş kan kusmak pek hoş bir duygu (ve görüntü) değil. ama beklenen bir sonuç. ikinci gün yani ameliyatın ertesi günü sıvı alımına başlanması bekleniyor. ufak ufak su veya elma suyu gibi sıvılar içmem söylendi. doktor iç dedi ama midem doktorla aynı kanaatte değildi. içtiğim aynen geri çıktı. insan içtiği suyu bile kusar mı? kusuyormuş. kustum ben de. işin daha garibi ikinci gün sadece içtiklerimi kusmadım. bir de köpük çıkardım bol bol. evet bildiğiniz köpük! tas tas köpük kustum. hayır o kadar köpük nereden geldi anlamış değilim. acaba ameliyatta midemi deterjanla yıkadılar da içeride bir miktar unuttular mı diye düşünmedim desem yalan olur. (internette araştırdık, boş mide yaparmış öyle köpük:))) 3. gün (yani ameliyattan sonra 2. gün) ben ufak ufak sıvı almaya başladım. ama nasıl nazlıyım anlatamam. zorla içiyorum. görseniz sanki elimdeki zehir! ne nazlı hasta demişlerdir muhtemelen. ya o gün yada ertesi gün protein tozuna başlamam gerekiyor. ben de en sevdiğimden - çikolatalısından - almışım koca bir varil. dedim ki zaten çikolataya bayılırım, ne güzel işte, rahat rahat içerim. naaah içersin! evdeki hesap hiiç öyle değilmiş. allahım ne berbat birşeymiş o çikolatalı protein tozu. gitmiyor bir türlü. eziyetin önde gideni. içeceksin diyorlar da başka birşey demiyorlar. aldım mı başıma belayı. çocuk değilsin selen diyorum ama eziyetin önde gideni. velhasıl ben bu içememe sorunu sebebiyle normalden bir gece daha fazla kaldım hastanede. yeterli sıvı alabilir hale gelmeden salmıyorlar netekim. ben hala yeterince içemiyordum ama psikolojim giderek bozulmaya başlayınca doktorum kıyamadı ve taburcu ettiler sonunda. bu arada benim murphy ile ilişkim malum. kendisi ile son derece samimi bir birlikteliğimiz var. buna bir de doktor yakını olma durumu eklenince benim midede çıktı mı darlık. zaten düdük kadar bıraktıkları benim zavallı midem olmuş mu size kum saati gibi! o yüzden de benim yeme içme durumları normalden daha sıkıntılı hale geldi tabi. suyu iç, bekle ki ilk bölmeye yerleşsin, sonra darlıktan geçsin ki bir sonrakine yer açılsın falan. neyse başa gelen çekilir malum... bizimki de böyleymiş:) ondan sonraki 2 hafta benim çikolatalı protein tozu ile imtihanım şeklinde geçti. kendisinden o kadar nefret ediyorum ki içmemek için erteliyorum, ama onu içmeden almam gereken diğer besinlere geçemiyorum çünkü öncelik proteinde. akşama kadar zorlaya zorlaya ancak bitiriyorum vs. böyle olunca benim bu koca cüsse açlık sendromuna girip çakılmasın mı olduğu yere. 2 hafta boyunca günde max 300-500 kalori ile insan gıdım kilo vermez mi? vermeyebiliyormuş. netekim ben de öyle oldum. gıdım oynamadım. sonra bir gün etrafın da telkini ile muzlu protein tozunu denemeye karar verdim. muzlu sütten hiç haz etmem. ama allahtan daha 1. hafta dolmadan süt yerine su ile karıştırınca daha içilebilir olduğunu keşfetmiştim. hadi dedim, evdeki çikolata varili dursun (bir de pahalı şey anasını satiim) da ben şu muzluyu deneyeyim. allahtan bu sefer akıllıyım. varille değil daha küçük ölçekte olanından buldum. bu kiloluk. hiç unutmam 31 aralıkta ulaştı elime ve 1 ocak itibari ile dünyam değişti. meğer ben 2 hafta boyunca kendime boşu boşuna eziyet etmişim. meğer muzlusu (ve o cesaretke denediğim çileklisi) gayet kolay içilebiliyormuş!!! ben bu tozu değiştirince birden almam gereken diğer besinleri de almaya ve aynı anda kilo vermeye başladım. şimdi ameliyatı olalı 2 ay dolmak üzere. bebek gibi adım adım besin geçişleri yaptım. önce çorbalar, sonra püreler, sonra ezerek hazırlanmış sebzeler vs. artık çok iyi çiğnemek koşuluyla hemen hemen herşeyi yiyebiliyorum. kilo vermem normalden yavaş. bazen olduğum yerde 2 hafta saydığım oluyor. hatta 2 hafta önce +500 gr ile literatüre geçme yolunda emin adımlarla ilerliyordum. meğer az su içtiğimden öyle olmuş. suyu artırınca o inat da kırıldı.(ya ama yudum yudum su içmek de ne zevksiz bir olay!!! yeminle en çok özlediğim şey tepeye dikip lıkır lıkır su içmek:( ama işte 3. yudumda takılıp kalınca acısını sen çekiyorsun. şimdi her yemekte durup midemi dinlemem gerekiyor. buna nasıl tepki veriyor diye. bazen dalıp hızlı yersem sonra çok kıvranıyorum. resmen kırbaçla eğitim gibi birşey:) bana yavaş yemek yemeyi öğretiyor. bir de az yemeyi. eğer yanında birşey yoksa 2 köfte ile doyuyorum. geçen brokoli ve patates püresi ile geldi köfte. onlara sulanınca 2.ye yer kalmadı resmen! haha bir seferinde de tek yumurtadan scrambled eggs yapmıştım. ofiste işle ilgili birşeye sinirlendim. o sinirle dikkat etmeden hızlı yedim. öğlen 1 gibi yediğim yumurta akşam 9da hala midemde duruyordu. çok ekonomik bir midem oldu. böyle giderse 3-5 yıla ameliyat parasını çıkarmış olurum:))))

yolların fatihiyem...

duygulandım da duruldum

geçen gün minnoşum aradı. dedi ki mart sonunu boş bırak. mart sonu malum benim doğumgünü. bu sefer beni bir yerlere götürecekmiş. neresi olduğu konusunda hiç bir fikrim yok. yurtiçi mi yurtdışı mı onu da bilmiyorum. ama sanırım yurtdışı. cumartesi gidip salı dönecekmişiz. iki gün izin almam gerekecek. haftasonu da almancayı ekeceğim. önce çok mutlu olmadım bu detaya ama minnoşum ilk haberi verdiğinde öyle duygulandım ki sonrasında hiiiç umursamadım. kendimi özel ve önemli hissettim:) meğer ne çok ihtiyacım varmış bu duyguya. sonra aslında kendimi çok nankör de hissettim. etrafımda bana bu kadar değer veren bu kadar çok insan varken ben neden hala kimseye güvenmiyor ve kendimi yalnız görüyorum diye sorguladım. bendeki bu güvensizliğin temeli ne gerçekten bilmiyorum. annemin çok erken babamın erken gitmesi mi acaba? ay neyse şimdi bunu tartışmanın yeri ve zamanı değil... öyle işte. ablam beni doğumgünü kutlamasına götürecek:))) çocuk gibi hissettim kendimi, sahiplenilmek iyi geldi:)

yazalım yeniden

bu aralar tonlarca duygu ve düşünce üşüşüyor beynime. yazmaktan o kadar uzaklaşmışım ki yazmak aklıma bile gelmiyor. dün birden "ya ben neden yazmıyorum bunları" diye düşündüm. sonra yine unuttum gitti... en son pek kıymetli dizimden bahsetmişim. evet bitti. hem de böyle pat diye, havada kalmış, aslında haftaya devamı gelecekmiş gibi bitti. tabi bunun böyle olacağını biliyorduk ama işte insan yine de kendine söz geçiremiyor. bölüm bittiğinde bir an yeni fragman çıkacak diye bekledim ama tabi ki çıkmadı. aslında bunlar olalı sekiz gün oldu. yani üzerinden bir haftadan fazla zaman geçti. bu bir hafta boyunca kendimi bu duruma alıştırmaya daha doğrusu kabul ettirmeye çalışıyorum. gerçi dedim ya kabul etmesen kaç yazar:))) malum olanla ölene çare yok... ilk başlarda kendimi çok kötü hissettim. eski bölümleri açıp izleyemedim bile, sanki ben yarı yolda bırakmışım onları gibi yüzlerine bakamadım ama dedim ya zamanla kabullenmeye başladım durumu. şimdi hala arada açıp bakıyorum eski bölümlere. eskisi kadar çok değil ama özlüyorum. onun yerine kendime farklı hedefler koyma yolundayım asıl. dedim ya, her challange benim savaşma güdümü kamçılar diye. ilk tepkim dizinin olduğu akşamı sporla doldurmak oldu. evet, inanması zor değil mi? ama yaptım, ve dün akşam ilk kez spor salonuna gittim. ben pilates diye gittim ama hocası ameliyat olduğu için crunch yaptırdılar bize. yaptırdılar derken tahmin edersiniz ki onlar yaptı, ben yapıyormuş gibi yaptım. hatta sonlara doğru yapıyormuş gibi yapmayı da bırakıp direk boylu boyunca yattım. dersin adı crunch, güya karın kaslarına yükleniliyor ama nedense benim boyun kaslarım ağrıyor. yanlışlıkla boynuma mı çok yüklendim nedir:)))

1 Şubat 2016 Pazartesi

uyansam diyorum bu sıkıcı uykudan...

ben bugüne kadar her acının altından bazen radikal bazen azimli kararlarla ve duruşlarla çıktım. babamı kaybettim, devletten istifa edip istanbula taşındım mesela. hayatımda verdiğim en radikal karardı. kendime ispat etmek istediğim bazı şeyler vardı çünkü. sonra kardeşim dediğim dostumu kaybettim, ondan da yıkılmama kararıyla çıktım. survival benim en önemli gücüm. her ne olursa olsun ayakta kalacaksın, yenilmeyeceksin, pes etmeyeceksin. şimdi de mutluluk pınarımı kaybettim. ve yine yapmam gereken birşeyler olduğunu hissediyorum. içine çekilmiş olduğum bu uyuz yaşam tarzından çıkmalıyım biran önce. mesela dansa başlasam yeniden diyorum. belki spora gitsem. hareket katsam biraz yaşantıma. yeni insanlar tanısam, yeni yerler görsem. uyuz uyuz oturmasam koltuğumda. kendimi oyalayacak birşeyler bulsam... o herşeyden çok sevdiğim kırmızı koltuğumda daha az otursam. yada illa oturacaksam kitap okumak için olsa bu. daha çok kitap okusam mesela, daha az tv izlesem. yemek yapmasını öğrensem, misafir çağırsam eve sık sık. sohbet etsek birlikte. daha çok doğaya çıksam, yürüsem bol bol. kayağa gitsem... o sonsuz beyazda kaybetsem kendimi. (tamam buna var daha ama bu da bir hedef) keyif alsam yeniden hayattan. eski ben olsam...

28 Ocak 2016 Perşembe

Bitirilen "inadına aşk"ın ardından...

beni tekrar klavye başına oturtmayı başaran şeyin bir dizi olması ne kadar ilginç değil mi? ama öyle. yine duygularım kontrol altına alamadığım bir hale geldi ve yine ne kimseye anlatabilirim ne de kimse beni anlar. yaz ortası falandı ben bu diziyi izlemeye başladığımda. beni ne çekti emin değilim ama sevimli geldi birşeyi, hadi izleyeyim dedim. sanırım 2. yada 3. bölümdü. nasıl sardı anlatamam. hemen kaçırdıklarımı da bulup izlemeye başladım. son derece neşeli, hareketli, yan karakterlerin bile bol yer kapladığı hepsinden önemlisi mutlu, pozitif bir dizi. ne bir entrika var dizide, ne keder, ne duygu sömürüsü ne de şiddet. sadece aşk var, inat var ve kahkaha var. inatlaşırken bile öyle tatlı inatlaşıyorlar ki kızamıyorsun. dudağında bir bukle gülümseme ile uzasın gitsin, birbirlerini kışkırtmaya devam etsinler istiyorsun. dizi o kadar pozitif ki kendi içindeki en negatif olayı bile öyle bir anlatmışlar ki, gülmeden duramıyorsun. kızı abisi odaya kitliyor, fonda acıklı bir müzik ve keder yerine durumdan komedi çıkaran bir kendi kendine konuşma ile karşılaşıyorsun. bu acıklı sahnede bile gülmeden duramıyorsun. kahkahalarla izlediğim o kadar çok sahne var ki anlatamam. itiraf ediyorum, ben bu dizinin her bölümünü defalarca izledim. her izlediğimde ise esprilerin bir o kadarını kaçırdığımı farkettim hep. hayatımda ilk kez bir dizinin senaristlerini merak ettim ben... ilk kez bu kadar güzel bir senaryoyu yaratan beyinleri merak ettim, araştırdım, buldum. ilk kez twitterdan üç senariste teşekkür mesajı attım. güncel esprileri, kıvrak dönüşleri, herşeyden önemlisi mutlu, pozitif bakışları ile hayran oldum kendilerine.
dizide farklı tarzlarda çiftler var ve her bir çift ayrı güzel. hepsi de öyle sempatik öyle candan duruyorlar ki... hele başroldeki yalın (can yaman) ve defne (açelya topaloğlu) bir anda taht kurdular yüreğimde. tamam can'ın nefes kesecek kadar yakışıklı, açelya'nın da bir o kadar güzel ve sempatik olmasının bunda ayrı bir yeri var. ama sadece güzel ve yakışıklı olmak yetmez bir şeyi izletmeye. aralarındaki uyum müthiş. hele can'ın her bölümde kendini aşan oyunculuğu, açelya'nın mimikleri sözcüklere sığmaz. ikisi bir araya geldiklerinde sanki dizide oynamıyorlar, sanki onlar gerçekten defne ve yalın ve o sırada ben onları çaktırmadan pencereden izliyorum. son derece doğal, samimi... sonra her karakterin ayrı bir unsuru var ki birkaç bölüm geçmeden içine işliyor. yeşim (nilay)'in "tiii" leri, çınar (eren)'ın "bir dur da"ları, leyloş (yeşim)'un "ayol"u, hele hele de adem (mesut)'in "bittu.. kestuk!"ları. ha bir de son haftalarda diziye dahil olan polat (aras aydın)'ın "abisi" ve tavırları hiç farketmeden hayatımın bir parçası oldu. her hafta iple çektiğim, fragmanları için youtube'u mesken edindiğim, yetmezmiş gibi her bölümü tek tek indirip boşta kaldıkça tekrar tekrar izlediğim, hayatımın merkezi oldular birden bire. kendimi dizi gününe ve saatine göre ayarladım ben. hatta yeniyıla evde tek başıma girme kararı aldığımda bir gıdım üzülüp dertlenmediysem bunda ekranda inadına aşk olmasının etkisi çok büyük. yeni yıla evde tek başıma mutlu girmeme sebep olan şeydir bu dizi... tamam bunun çocukça geldiğinin farkındayım ama belki de mutlu birşeylere hasret kalmıştım. tabi noldu, her güzel, dertsiz, mutlu şey gibi bu dizi de değer görmedi benim acı, entrika, duygu sömürüsü seven embesil halkım tarafımdan. düşen reytinlglerin sonunda final kararı aldılar diziye. şimdi haftaya final var. daha hiçbir konu tamamlanmadan, anlatacak gülecek çok şey varken pat diye bitirecekler diziyi. bense kendimi terkedilmiş gibi hissediyorum. gerçekten. komik biliyorum ama kendimi resmen sevgilisi tarafından terkedilmiş gibi hissediyorum. üstelik terkedilmekte bir umut vardır belki döner diye. şimdi bende o umut da yok. yenilmiş hissediyorum kendimi. çaresiz, mutsuz. komik diyeceksiniz, dalga geçeceksiniz, çocukça bulacaksınız belki. umurumda değil. bu kez imajmış, duruşmuş umurumda değil. evet ben bir fan'dım ve şu anda bu dizi bittiği için gözyaşı döküyorum. işin daha kötüsü ne biliyor musunuz, elim gitmiyor artık diziye. oyuncuları, diziyi yüzüstü bırakan benmişim gibi hissediyorum ve yüzlerine bakamıyorum. ben bu kadar üzgünsem onlar ne durumdadır diye dertlenmekten alamıyorum kendimi. sevdiğine sahip çıkamamış gibi hissediyorum. öfkeleniyorum ama elimden birşey gelmiyor. çarşamba günü son bölümü nasıl izleyeceğim bilmiyorum. o son yazısına nasıl bakıcam inan bilemiyorum...:(