Sayfalar

9 Ekim 2017 Pazartesi

Şans mı şanssızlık mı?

Bilen bilir veya kimse bilmez. isyankar bir moda büründüm ben yaşamda. en büyük sebebi ebeveynlerimi erken yaşta kaybetmiş olmam. önce daha küçükken annem sonra hayatımın baharında babam. annemin ölümünü çocuklukta pek idrak edemedim belki ama babamın erken ölümü bana çok koydu, beni uçlara sürükledi. zaten annem elimden alınmıştı, bir de babamın gitmesine ne gerek vardı. milletin yatalak, bitkisel hayattaki babası 80-90 yaşına kadar yaşarken benim babam neden bu kadar erken gitmişti vs. evet her ölüm erken, her ölüm zamansız ama benimki daha zamansız vs vs...
tek şükrettiğim şey acı çekmeden, çektirmeden usulca göçüp gitmiş olmaları. annem için tam böyle diyemeyeceğim, onunla ilgili son anılarım yeterince nefes alamadığı için attığı çığlıklardı ama en azından babam uykusunda sessizce yumdu gözünü bu dünyaya.
neden bunları yazıyorum şimdi diyecek olursanız çok sevdiğim bir arkadaşımın annesi alzheimer hastası ve kızcağızın yaşadığı zorluk ve acıyı görünce bizimkiler erken gitmiş bile olsa acısız öldükleri için şükrediyorum. belki bu da bir nevi kendini avutma/kandırma ama son zamanlarda tutunduğum en büyük duygu bu. ikisinin de aklı yerindeydi, muhtaç olmadılar, muhtaç etmediler. elden ayaktan kesilmeden ayrıldılar aramızdan... bu sebeple yaşadığım acı içerisinde tutunacak bir dal buluyorum kendime.
öyle işte...
herkese temiz ölüm nasip olsun. acı çekmeden, muhtaç olmadan, elden ayaktan kesilmeden ve aklını yitirmeden...

7 Haziran 2017 Çarşamba

tahtalı köyün kapısında...

bazen durdukça daha çok dank ediyor.
gidiyordum ya la...
nasıl mı oldu?
bundan 3 hafta önce bir salı akşamı (16 mayıs) spor yaparken ters bir hareket yapıp boynumu sakatladım. daha doğrusu ense köküme bir acı saplantı. hani damar damar üstüne bindi derler ya, onun gibi birşey. "ayy boynum" dedim ama çok da üzerinde durmadık. sonra o gün ders çıkışı eve dönerken yolda görüntüm bulandı. hatta bir arkadaşa mesaj yazıyordum "ya göremiyorum, resmen görüntüm gitti" vs yazdım. hatta bunu yazarken bile yazdığımı doğru düzgün göremiyordum. yolu bile zor görüp geldim eve. eve gelesiye bulanıklık dağılmıştı ben de allah allah diyip üzerinde durmadım.
ertesi sabah iş için budapeşteye gidip 4 gün orada kaldım. 2 gün iş, 2 gün gezme. 4 gün boyunca ağrıyan ense kökümü tuta tuta gezdim. habire ağrıkesici aldım tabi. dönüşte uçak havalandığında son 2 gün eşlik eden bilgenin kucağına başımı koyup "biraz boynumu ovar mısın?"dedim. ben saf, o benden saf. neyse çok bastırmadan ovdu kızcağız. ancak bir an geldi ki benim yüzüm uyuşmaya ve his kaybı oluşmaya başladı. sanki biri dolgu yapmak için dişime iğne yaptı. ardından dişlerde bir zonklama. ikimiz de ufak çaplı panik ama uçaktayız ve yapabileceğimiz hiçbir şey yok. bunun üzerine sadece bekledik ve yarım saate his gelip ağrı dindi.
uçak iner inmez ablamı aradım ve durumu anlattım. bize gel dedi ama ben inadım ya, eve gittim. pazar evdeyim hatta spora gidip ağırlık falan bile çalıştım. ertesi gün karşıda toplantım olduğu için gece ergül'e gittim. gece gene başım çok ağrıdı. bunun üzerine toplantı çıkışı ablama hastaneye uğradım. bir mr çeksinler de bana fizik tedavi mi ne veriyorlarsa versinler, şu ağrıdan kurtulayım diye düşünüyorum. tabi evdeki hesap çarşıya uymadı.filmi çektiler ardından bir film daha çektiler sonra "seni yatırıyoruz" dediler. ben böyle salak gibi kaldım. nasıl yani??? öyle yani dediler. vertebral arter diseksiyonu varmış bende. o ne ola ki dedim. meğer beyin kökünü besleyen ana arterlerden birinin duvarını yırtmışım. bildiğin damarı yırtmışım. e nasıl yani yırtılsa kanardı diye geçiyor içimden ama tam öyle olmuyormuş o iş. kağıt gibi değilmiş damarlar. neyse o gün apar topar yatırdılar beni. ablamın suratı allak bullak. belli etmemeye çalışıyor ama çok gergin. filmi hocalarına gösteriyor, telefonda konsültasyon yapıyorlar sürekli. biri ısrarla anjiyo diyor. ben nedense anjiyodan haz etmedim. niye ne gerek var modundayım. ertesi sabah oldu. yani ayın 23ü. yeniden daha detaylı bir mr çekildi. bu sefer dediler ki anjiyo şart. haydaaa... hoca 4 gibi gelecek. peki. 16:30 da beni anjiyoya aldılar. 6 gibi uyandım sanırım. dediler anevrızma var müdahale etmek gerek. "e girmişken yapsaydınız". olmazmış. benimle konuşmadan ve onay almadan müdahale edemezlermiş. hoca geldi. durumu ve riskleri anlattı. ben boş boş adamın suratına baktım. bana yüzdeler veriyor. hoş rakamlar değil. hatırı sayılır miktarda felç kalma ihtimali falan var işin içinde. alternatif daha kötü ama. dedim ki "ben murphy ile kankayım". hoca dedi ki benim murphy ile işim olmaz. eğer operasyonu kabul ediyorsan bu akşam da yapabiliriz yarın da. yarın ben yokum ama diğer hoca yapabilir. ok dedik. sonra hoca karar vermek üzere simayla beni yalnız bırakıp çıktı. dedik bu akşam yapılsın, ne olacaksa olsun. tek koşulum var, ters birşeyler olurda felç melç kalırsam masada bırakın.
neyse 20:30 gibi tekrar indirdiler beni aşağıya. bu sefer ameliyata. yine anjiyo (teknolojiyi seviyorum). yalnız anevrizma öyle bir yerdeki damarı tıkamaları gerekecek. coil embolization diyorlar. bildiğin arteri tıkayacaklar. allahtan diğer arter daha güçlüymüş ama işte tüm damarları beslemezse kötü. neyse uyuttular beni. 2 saat sonra uyandığımda bütün uzuvlar çalışıyor. nörolojik muayene tamam. felç olmamışım:) tabi murphy yine müdahale etmiş. bir baktım kolumda 4 delik. damarı açamamışlar. sondayı takmak için yarım saat uğraşmışlar. bu arada makine bozulmuş, açıp yeniden kapamışlar vs. hoca diyor ki senin murphy'i hatırladım o sırada. kızın hakkı varmış dedim:) neyse ki sadece ıvır zıvıra müdahale etmiş de asıl önemli kısımdan uzak durmuş murphy. ha işin asıl önemli kısmı iki anjiyo arası anevrizma büyümüş. yani biz o akşam değil de ertesi güne bile bıraksak beyin kanaması geçirme ihtimalim yüksek. verilmiş sadakam varmış.
operasyon sonrası 2 gün yoğun bakım. çok eğlenceli bir süreç değil kendisi ne yalan diyim. her tarafından kablolar çıkıyor. orana burana alet bağlı sürekli monitorize durumdasın. habire kan alıyorlar. kan vermekten vücudumda kan kalmadı en sonunda isyan ettim vermiyorum lan diye:)
iki günün sonunda normal odama döndüm. 4 gün daha orada kaldım. toplamda bir hafta yattım hastanede. tıp okuyan veya azıcık ilgisi olan herkese göre verilmiş sadakam varmış. ben hala işin tam idrakinde değilim. cehalet erdemdir. bazen böyle bir vuruyor "lan ben ölümden döndüm" diyorum ama hani risk gerçekleşmedi ve öncesinde müdahale edildi ya, daha basitmiş gibi geliyor bana. en son hoca fırça kaydı. "işin ciddiyetini anlaman için kafanda dikiş ile acı içinde kıvranman mı gerekiyordu" diye.
şimdi genel olarak iyiyim ancak bir endişe hali hakim. sürekli başımı dinliyorum. ağrı ne durumda. ağrıyacak mı, geçecek mi vs. cts gecesi evde ilk yalnız kalma teşebbüsümde ağrım oldu. gecenin birinde ablamı aradım yine acile taşındık. o zaman sinirim çok bozuldu işte benim hayatım bundan sonra hep böyle diken üzerinde mi geçecek diye.
hala kafamda küçük bir anevrizma var. şu anda kendi kendine dolup pıhtılaşmasını bekliyoruz. son mr da ebadı sabitti. 2 haftaya kapanırsa ne ala yoksa yeniden bir operasyon ihtimali gündemde. bu sefer işlem daha zor olacak çünkü tıkalı kısmın ucunda olduğundan diğer damardan dolanıp gelmeleri gerekecek. umarım ona gerek kalmaz da rahat bir yaz geçiririm.

13 Aralık 2016 Salı

özet

Bu arada aylardır yazmamış olduğumu farkettim. tabi bu esnada hayatımda bir sürü değişiklik oldu. en önemlisi istanbul'a taşınmam. 1 ekim itibariyle artık yeniden istanbul'dayım. eylül ayında bayram boyunca yeşilköy ve civarında ev bakıp sonra kiralardan pes edip gidip istanbul dışında, esenyurt'ta, akbatı avm dibinde bir ev tuttum. işe yakın şehre çok uzak. insanlarla sohbetim genelde şu şekilde ilerliyor:
- istanbul'a gelsenize gezeriz... gelince haber verin ben de geleyim:))))
tabi şehre bu kadar uzak oturmak moralimi bozsa da işe kısa sürede gelmek, hele de mesai çok erken başlarken iyi oluyor. bu sorunu da "şehirde otursam hergün trafik çekecektim, bu sebeple gel diyene hayır demem" diye kendimi teselli ederek çözdüm. gerçekten de mümkün olduğunca üşenmeden iniyorum şehre.
ha bir de 1 aydır evin su sistemi ile cebelleşiyorum. geçen ay 250 tl sıcak + soğuk su faturası ödeyince "noluyo lan! çamaşırhane işletsem bu kadar tutmaz" diyerek isyan ettim. 1 aydır yok o parçaydı yok bu parçaydı, onu bekle bunu bekle hala sorun çözülemedi. en son 2 hafta önce kalorifer iptal oldu. sinir krizi geçirmek üzereyken onu düzelttiler bu sefer sıcak su gitti. iki haftadır yalanarak temizleniyorum:))))
ha bir de ponçik belası var başımda. kendisi ile uğraşıp duruyorum. en son şifonyerin üzerine zıplamayı da başardı şapşal. artık kontrol edilemez oldu sıpa:(

basıldım ya la:)

Dün akşam Aylin'le bebekteki cafe nero'da buluştuk. Theta yaptı bana bayağı bir süre. tabi muhabbet theta vs derken biz uzunca bir süre oturduk mekanda. saat 23 sularında çiçek toplama zamanı geldi artık diye tuvalete gittim. kapıyı da kitledim. tam işlem bitti üstümü düzelticem çaat diye kapı açılmasın mı!!! benim pantolon dizde. hop hop hop falan dedim. çocuğun teki biran daldı pardon diyerek geri kaçtı. ben koptum orda. düşünsene pantolon dizde bir tip. önce allah kahretsin diye düşündüm sonra bastım kahkahayı. üstümü düzelttim çıktım dışarı. çocuk arazi olmuş tabi. ya utandı ya ben utanmayayım diye saklandı. ben de çocuğu görsem "artık evlenmemiz lazım" diye espri yapmayı düşünüyordum ama göremedim.
ayline anlattım. bir parti de onunla güldük. hala gülüyorum aklıma geldikçe.
demekki neymiş, tuvalet kapısını kitledikten sonra bir de kontrol etmek gerekiyormuş:)))

13 Temmuz 2016 Çarşamba

hayal kurmak üzerine...

ne zaman hayal kursam hayal kırıklığı yaşarım ardından. hatta öyle bir kıç üstü otururum ki kurduğuma kuracağıma pişman olurum. kurduğum şeyin hayal olduğunu idrak edemiyorum belki de. hayal kurmak benim için gerçek olmasını istemek demek. gerçek olmasını isteyip de olmayınca yaşadığım hayal kırıklığı, üzüntü... korkuyorum o yüzden hayal kurmaktan. hayal olarak izin verdiğim tek şey plan aşaması benim için. şuraya gitsem, şunu yapsam gibi mini planlar. yada ön planlar. ama onun dışında... onun dışında kurguladığım arzuladığım herşey riskli...

26 Nisan 2016 Salı

elindekinin kıymetini bir kez daha anlamak...

Bunu yazıp yazmamayı çok düşündüm. şimdi klavye başına oturabilmişsem etkisi azaldığı içindir.
ara ara bahsediyordum. hani şu inadına aşk sebebiyle twitter aleminde tanıştığım hanımlar grubundan. işte bunların bir grubu vardı, beni de aralarına aldılar sağolsunlar. öncesinde de "burada alınma gücenme yok" falan dediler. iyi dedim ben de, herhangi bir rezerv koymadan sohbet ediyorum. keyifli grup, geyiğin dibine vuruyoruz. 7 benzemez. yalnız hakikaten 7 benzemez. tabi ortak tek nokta İA yalnız o da bitti, can ve açelya ayrıldı. bizim ortak nokta zayıflamaya başladı. bir yandan "lan benim bu tiplerin arasında ne işim var" diyorum diğer yandan İA aşkımı anlayan başka kimse yok... bu tereddütle en başlarda biraz daha çekinik davranan ben sonrasında kızlar benim nasıl biri olduğumu anlasın diye görüşlerimi açık etmeye başladım.
ilk sinir olduğum konu grubun kendini birşey sanması idi. sanki sosyal medya fenomenleriyiz. bu durumu ufak ufak sorgulamaya başladım. şuna yürürüz bunu mahvederiz vs muhabbetlerine abartmayın canım etkimizi (kendimi de dahil ederek) hepi topu 7 kişiyiz kendi çapında falan yazdım. bir de ünlü geyiği var tabi. herkes bir ünlü olmak peşinde. mayısda buluşma planı vardı, sete gideriz denildi. sürü gibi sete mi gideceğiz dedim. bozuldular, sen gelme o zaman dediler. ama hakikaten ya, sürü gibi sete mi gidilir, ergen gibi (dip not: evet ben de bir gün mutlaka sete gitmek istiyorum çünkü nasıl çekim yapıldığını görmek istiyorum. kamera arkasını ve önünü görmek/izlemek istiyorum o ayrı)
neyse, bir diğer ayrılık konusu siyasi görüş. tayyip hayranı olduklarını anlayınca konu açılınca ortamdan kaçmaya başladım çünkü susmam çok zor.
ve asıl zurnanın zırt dediği: din konusu: aramızda son derece bağnaz bir tip olduğunu sonradan fark etmem iyi mi oldu kötü mü bilmiyorum ama herşeyi asarım keserim mentalitesinde yaşayan bir tanesi benim kandilde şarap içmemi kendisine saygısızlık olarak algılamış: mal:)
sonuç olarak ilk maddedekine benzer bir konuda ben laf sokunca başka bir arkadaş bana özelden sakinleştirici mesaj atıcam derken ortaya attı mesajı. içeriği "grubun zeka seviyesi bu kadar, üzülme sen" gibi birşeydi. bana bir süredir gıcık olan tayfa bunu fırsat bilip grubu dağıttı. daha doğrusu sonradan öğrendiğim üzere beni atmak için bahane olarak kullandı. bir anda kendimi grubun tu kakası olarak buldum. meğer benim dobralığım zorlarına gidiyormuş bir süredir. bu durumu da bahane olarak kullanmışlar.
önce durum çok ağırıma gitti. herkes bir sebepten bana kırılmış. birden kendimi insanlardan özür dilerken buldum. işin komik yanı onlara salak diyen de ben değildim. sonra oturup düşününce çoğunun aslında kırılacak şey olmadığını farkettim. tamam sivri dilli bir insanım, dobrayım, bazen patavatsız da davranıyorum. ama buradaki durumun tamamen bana bilenmeleri neticesinde aşırı alıngan davranmalarından oluşan bir durum olduğuna karar verince rahatladım bir miktar.
şimdi o yobaz salak dışındakilerle iletişimim devam ediyor ama artık aralarında değilim. aslında bu yaptıkları da bana biraz ikiyüzlü geliyor. onların tekrar grup kurduğunu bildiğimi bilmiyorlar, sanki ortada öyle bir durum yokmuş gibi davranıyorlar, ben de bozuntuya vermiyorum. zaten dizi de biteli çok oldu, benim üzüntü ve hasret kontrol edilebilir seviyelere indi. dolayısıyla artık eskisi kadar konu ile de ilgilenmiyorum. yani eski bene dönmeye başladım.
ha bu arada kendi aileme ve arkadaşlarıma olan sevgim de bin kat daha arttı. benzer dobralıkları, hatta daha fazlasını ve asabiyeti kendi arkadaşlarıma da yapıyorum ama onların gıkı çıkmıyor. beni tanıyıp sevdikleri için böyle tepki vermiyorlar, kestirip atmıyorlar. gerçi bu olaydan sonra "lan benim arkadaşlarıma yazık değil mi, ben onları da kesin üzüyorum"u farkedip daha bir üzüldüm. allahtan hepsi daha olgun daha bilinçli insanlar. hepsini o kadar çok seviyorum ki:))))
bir de hatalarını gören ve ders alan bir insan olarak, bundan sonra çevreme daha özenli davranmaya karar verdim. en azından çaba göstereceğim:)
mucks!

-25 kilo

Malumunuz benim bir tüp midem var artık. sonuç olarak geçtiğimiz 4.5 ayda 25 kilo gitti. kolay mıydı? psikolojik olarak çok da kolay diyemem ancak diğer rejim yöntemlerine göre daha kolay. çünkü canın istese de yiyemiyorsun. sadece yiyememenin verdiği mutsuzlukla başa çıkman gerekiyor. ama sonra sonucunu tartıda görünce mutlu oluyorsun.
ben de işte sonucu fark etmeye başladım. işte şimdilik durum bu:

etraftakiler de artık üzerime olmadığı için kenara yığmaya başladığım kıyafetlerin bir parçası. görüntüden çıkarmayı akıl edememişim. yalnız dolaplarım resmen boşalmaya başladı. sabahları kıyafet deneyip "bu da çok bollaşmış, giyilmez artık" yığınına atmak bir yandan çok zevkli diğer yandan da yakında giyecek kıyafetim kalmayacak paniğine sebep oluyor. allahtan 7-8 yıl önce de benzer kiloya inmiştim ve o zamandan sakladığım 2-3 parça kıyafetim varmış. geçen onları buldum dolapta, resmen gömü bulmuş gibi sevindim:)
bir 15 daha verirsem değmeyin keyfime:)

24 Mart 2016 Perşembe

mutlu mutsuz ortaya karışık...

öyle saçma sapan, öyle karman çorman bir ruh halindeyim ki anlatamam. kendim ve ruhum çorba gibi olduğu için bu yazdığım da öyle elle tutulmaz, karman çorman bir yazı olacak. mesela dün yazsam bazı kısımları (yani pts akşam kısmını) çok daha heyecan ve keyifle yazacakken şu anda böğrümdeki öküz sebebiyle çok daha kasvetli yazacağım).
Öncelikle, pazar akşamı korkunç bir patlama daha oldu Ankara'da. bu seferkini gayet net duydum. hatta prova çıkışı evin altında börekçide Kemal Bey'le sohbet ediyorduk. birden donakaldık, birbirimizin suratına bakıp "inşallah bomba değildir" dedik. ancak 30 sn sonra sirenleri çalan polis arabası acı gerçeği haykırdı suratımıza. hemen twitter'a baktım. yer: kızılay, güvenpark! bütün gecemin nasıl geçtiğini anlatmama gerek yok sanırım. gözyaşları ve sinir bozukluğu içinde izledim haberleri. bir sürü masun insan, çoğu da genç üstelik. 
akşam saat 10 gibi bunalıp azıcık yürüyeyim dedim, sokakta in cin top oynuyor. o cıvıl cıvıl bahçeliye ölü toprağı serpilmiş sanki. aslında 3 gündür bütün şehir öyle. dördündü bir patlama süphesi insanları korkutmuş durumda. zorunda olmadıkça kimse çıkmıyor sokağa. tunalı hedef gösterildiği için tunalı bomboş. pazartesi akşamı şinasiye gitmek için girdim tunalıya. normalde yağmur da olduğu için kilit olması gereken tunalıda toplasan 5 araç var. böyle işte şehir. herkes ürkek, herkes endişeli.
pazartesi sabahına böyle bir ruh haliyle uyandım ben işte. işe gitmek istemeyen, bezgin, mutsuz. ruh gibi işte. robot gibi, kurulmuş gibi hareket eden. işte o ruh haliye ancak öğleden sonra dank etti bana ömerlerin ankaraya geleceği. hani günlerdir heyecanla beklediğim olay. ama ne acıdır ki umurum bile değildi artık. yani olsa da olur olmasa da. zaten belki patlamadan sonra iptal olmuştur diye düşünüp bir mesaj attım. iptal olmamış ama format değişmiş. gelip izleyebilirsin dedi. akşam 8 de oynayacaklarmış. mesai sonrası kafa bir dünya çıktım işten. garajdan çıkarken virajı dar alıp arabayı boydan boya çizdim önce. daha bir hafta olmuştu alalı, o kadar üzüldüm ki... neyse sonra gittim şinasi'ye. bir yandan ufak bir heyecan da yok desem yalan olur. ben vardığımda prova yapıyorlarmış, görevliler almadı. prova sonrası girdik salona. özel bir gösterim olduğu için içeride taş çatlasın 40 kişi var. neyse oyun başladı. aslında çok güzel bir oyun. uyuşturucu kullanan bir gencin hikayesinden esinlenmiş. ama çok performans isteyen bir oyun. kriz sahnesi çok yıpratıcı. allahtan oyunu kısaltmışlar da çocuklar harap olmadı. saat 9:30 sularında bitti oyun. dışarıda bekledim ömer'i. giyinip koştu geldi hemen. bir özlemişim ki. ama nasıl yorulmuş. haşat bir haldeydi. 4 saat prova almışlar, üzerine oyun. mahvolmuştu çıktığında. zaten uykusuzmuş da bir önceki geceden. biz orada sohnet ederken diğer oyuncular da gelmeye başladı yavaş yavaş. en sona doğru açelya da çıktı. ayak üstü tanıştırdı ömer ama o telefonda daha çok. neyse sonunda herkes toplandı, yemek yemeye london pub denen yere yürüdük. uzuun bir masa oldu. oyuncular zaten kafadan 10 kişi, halimin annesi vs, ben ve 1-2 başka misafir. yemekler söylendi, oradan buradan sohbet muhabbet. oturuş düzeni öyle bir denk geldi ki açelya benim tam karşıma düştü. ben tabi havalarda. ama bir yandan da "amaan nolcak" modundayım. resmi olmakla olmamak arasında gidip geldim ama salla ya diyip direk sen diye daldım olaya. ortada sabit bir konu yok, konudan konuya atlıyoruz. oyun, dizi, hava su, allah ne verdiyse... ömer benim diziye olan düşkünlüğüm karşısında şokunu saklayamıyor. açelya'ya sürekli "valla selen ablam izliyorsa.." gibi cümleler kuruyor. açelya kanıksamış durumu, mutlu. ama sanırım o da çok sevmiş ki diziyi hararetle anlatıyor. arada yer değiştirmeler vs oluyor. konu boyut atlıyor vs derken saat geceyarısını geçmiş. bu arada ben bizim goygoy grubuna söyledim gün içinde belki açelya ile tanışacağımı. kızlar paso mesaj yazıyor. birara "açelya şu anda karşımda oturuyor" diye mesaj attım. bunlar iyice galeyana geldiler. sonra artık kalkılmak üzere oldu "valla gitmeden foto isterim" dedim. tamam dediler. önce ben çekinik daha resmi duruyordum ki baktım açelya çok şeker, içten, ben de saldım. sonuç:




tabi gece orada bitmedi. bunlar yorulmak bilmeyen yaratıklar olduğu için restorandan ayrılıp bir de otellerinde devam ettik sohbete. süper dedikodu dönüyor ortada ama ben kimseyi tanımadığım için boş boş bakıyorum ortaya. bir ara ayça "sen sadece açelya'nın dizisini mi seyrediyorsun?" dedi. evet dedim ne diyim. saat 3:30 falandı ben bayılmak üzereyken ayrıldım yanlarına. onlar daha ne kadar oturdu bilmiyorum.
bu arada ortamda birkaç tane de komik tip vardı, onların dedikodusunu sonra yaparım ama harbi komik adamdı. hatta açelya bir filmden bahsetti, sonra izledim filmi ve kızın haklı olduğunu gördüm. bu arada izlediğim yegane komik fransız filmi idi diyebilirim. adı: salaklar sofrası.

7 Mart 2016 Pazartesi

çılgın seloş:)

daha önce üstün körü bahsetmiştim. twitter üzerinden kendim gibi dizi sever insanlar buldum diye. bir hafta falan oldu beni kendi kurdukları mesaj grubuna dahil ettiler. önce çekindim biraz ama baktım aynı sen ben gibi insanlar, sohbetleri de sıcak, koyverdim gitti. gün boyu geyiğin allahı dönüyor grupta. sadece İA konuşmuyoruz ama temel konu o ve etkileşim alanı oluyor. grupta 7 kişi var. herkes farklı illerden. istanbul, antalya, yalova, bursa, avusturya, adana ve ben ankara. 7 benzemez bulmuş da benzemiş ya birbirine... hatta muhabbet o kadar koyulaşmış durumda ki 14 mayısda istanbulda büyük buluşma var. ama ben maalesef gidemeyeceğim. bu salak oyun yüzünde. çünkü o haftasonu bursada turnede olacakmışız. inşallah olmaz öyle bir durum da gidebilirim. ben bu mayıs toplantısına gidememe üzüntüsü içindeyken geçtiğimiz haftasonu istanbul'a gittim. hazır kursum da ara vermiş. ancak program o kadar yoğun ki istanbuldaki arkadaşı görmek istemekle birlikte zaman yaratmak çok zor. tam ben yola çıkma geyiği yaparken antalyadan "ben de geliyorum" haberi geldi. bunun üzerine yalova ve bursa da dahil olunca buluşma farz oldu. gruba antalya ve istanbuldan katılan arkadaşlar grubun "ünlüleri". can ve açelya'ya ve aileleri ile şahsen tanışıklıkları ve muhabbetleri var. ama bu muhabbet tamamen dizi fanlığı sebebiyle oluşmuş yani eskiye dayanmıyor. yolava ve ben en ezikleriyiz. ne kimseyi tanıyoruz ne de kimse bizi tanıyor. twitter dünyasında çok yeniyiz:) bunun geyiğini anlatamam, gerçekten yaşamak lazım. bazen gözümden yaş geliyor. neyse sonuçta grup büyüyünce istanbuldaki arkadaşın evinde kahvaltı olayına döndü durum. benim kahvaltıya yetişmem zor ama bir şekilde katılacağım. bu arada can'ın annesi de dahil oldu toplantıya. o da gelecek. ben iyice garip hissediyorum kendimi. tam ergen fan muhabbeti gibi görünüyor uzaktan bakınca. tamam dm zamanı bizim gençlerle toplanmıştık ama 20 yıldır benzer bir durum yaşamadım. hiç tanımadığım, internetten tanıştığım/yazıştığım insanlarla (ki konu da bir dizi) buluşmak. hem de birinin evinde. neyse olayı minnoşa çıtlattım baktım olumsuz tepki vermedi. güldü eğlendi o da, daha bir gönül rahatlığı ile gittim. ben gittiğimde kahvaltıları bitmek üzereydi. içeri girmemle sanki 10 yıldır tanışıyormuşuz gibi hissetmem arasında sanırım 10 dk falan oynadı. herkes son derece içten, güleryüzlü, samimi. ilk rahatlamam herkesin aynı tereddütü yaşamış olduğunu duyunca gerçekleşti. antalyadan gelen arkadaş "annem gece uyumamış hiç, ilk kez tanımadığım birinin evinde kalıyorum" dedi. kendisi de bir miktar gerginmiş. yalova'dan gelenlere abisi "siz tanımadığınız birinin evine mi gidiyorsunuz?" diye sormuş vs. yani herkeste benzer bir düşünce yapısı ama aynı zamanda da gönül birliği. gitmeden ne konuşucaz acaba diye düşünürken susacak zaman bulamadığımızı farkettim. o kadar çok güldüm ki ayrıldığımda bırak yanaklarımı başım bile ağrıyordu.
ev sahibimiz yazık neler neler hazırlamış. kızcağız bir an bile oturmadı yerinde. habire hizmet modundaydı. ben birara samimiyet buhranına girdim, kaybettim kendimi:) Can'ın annesine inanamadım. tatlı bir kadın, o da son derece doğal ve samimi. pepside çalışıyormuş. aa ben işbaşvurusu yaptım oraya ama aramadı adamlar dedim boş bulunup. ilgilendi kıyamam, yolla bana cv'ni falan dedi. teşekkür ettim tabi kadıncağızı onun için mi taciz edicem ama teklif etmesi bile içtenliğini gösterir yani. gerçi utandım da sonra ne gerek vardıysa, ama ne bileyim dedim ya bir an samimiyet buhranına girdim diye:) ankaraya döneceğim için erkenden ayrılmak zorunda kaldım yanlarından. aklım nasıl onlarda kaldı anlatamam. ben 3:30 gibi ayrıldım onlar akşam 8e kadar birlikteymiş. şimdi mayıs için karalar bağlamış durumdayım. bensiz buluşacaklar ühühühüh... hay kader ben senin....

4 Mart 2016 Cuma

allaaaaaaah tutmayın beni:))))

az önce bomba bir haber aldım. ömer'im var benim dünya tatlısı, bir proje için ankaraya gelecekmiş ve yanında da benim süper dizimin baş kahramanını getirecekmiş. sizi mutlaka tanıştırıcam dedi. çocuklar gibi şenlendim ne yalan diyim. sanki nolacak, koca kadınsın selen ama olsun işte. insan sempati duyunca birisine hoşuna gidiyor vesselam. ergen oldum ben:))))

2 Mart 2016 Çarşamba

öldüm de dirildim ben bugün...

allah sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirirmiş misali, kaybettim ve buldum ben o eşeği. dolayısıyla bir kez daha diyorum sevme beni, sevme istemiyorum. olayı özetleyecek olursak, haftaya bir kahvaltı organizasyonu vardı şirkette. almanyadan büyük amcalar gelecek. konferans salonuna alınmış. ben de lan program mı değişti ki diye gelen toplantı davetini bir arkadaşa fw ettim ve içine allahtan sadece "kahvaltı konferans mı oldu?" yazdım. sonra istanbuldan sevcan sen onu herkese mi gönderdin deyince maile bir baktım "required" kısmında yedi düvelin maili var. şirkette ne kadar yönetici varsa tr almanya dahil, hepsi. başımdan aşağı kaynar sular indi. lan adamlar beni böyle mi tanıyacak diye debeleniyorum. hemen ITyi aradım. toplantı daveti olunca geri de çekilmiyormuş. iptal de edemiyoruz. bir de benim outlookta maili ceo adına yollamışım gibi görünüyor. IT kitlendi. ben yarım saat telefonda ter döktüm. sonuçta ortaya çıktı ki sadece organizasyon sahibine gitmiş mail. yanlış alarm vermişler bana. var ya yeniden doğmuş gibi oldum. bu adrenalin bana bir süre yeter yeminle:)

26 Şubat 2016 Cuma

konuşur gibi yazmak

benim şu yazarken kendi kendime konuşma olayı beni benden alıyor bu sıralar. birilerine veya buraya yazmaya başlayınca kendimden geçiyorum. konudan konuya atlıyorum, itiraz ediyorum, espri yapıyorum ama hep kendi kendime. aslında karşımdaki kişiye anlatıyorum bunu. konuşurken değil de yazarken yaşıyorum bu sessiz muhabbet olayını. böyle motora takmış gibi, çatır çatır konuşuyorum. aynen şu anda yaptığım gibi. bir konu da olmuyor bazen. engelsiz söz demetleri. peşpeşe sıralanmış dizeler. bazen olayın saçmalığına varıp kendi kendime espri falan da yapıyorum. o zaman daha bir keyifle sonsuza kadar yazmaya devam etmek istiyorum. yok evet haklısınız, durmak lazım bir yerde:))))

bir ilk...

bilen bilir ben hayal kurabilen bir insan değilim. çok gerçekçiyim bir kere. bir de hayallerin gerçek olmayacak olması beni daha çok bozduğu için girişmem bile böyle bir olaya. bilmem yani. ama birkaç haftadır ufak tefek hayaller kurduğumu ve mutlu olduğumu farkettim. hem de bir dizi sayesinde, dizideki inatçı aşk ve birbirinden şeker oyuncuları sayesinde... çok minik hayaller bunlar... ama farkettim ki ben bu hayalleri kurarken mutlu oluyorum, yüzüme bir tebessüm yerleşiyor. hayal olduğunun ve gerçekleşme ihtimali olmadığının farkındayım ama ilk kez umurumda değil. ilk kez tadını çıkarıyorum bu hayallerin, kendimi pozitif hissediyorum. ilk kez hayal kuran insanların ne hissettiğini, insanların neden hayal kurduklarını anlıyorum. öyle değişik bir tecrübe ki bu benim için doya doya tadına varmaya çalışıyorum:))) ilk kez hayallerden ve hayalkırıklığından korkmuyorum. hem de bir dizi sayesinde... hayat ne ilginç.

22 Şubat 2016 Pazartesi

haftasonu ve diğerleri...

haftasonu bayağı bir hareketli geçti. cuma akşamı nispeten spontan gelişen bir şekilde liseden kızlarla buluştuk. bir süredir niyetleniyor ama bir türlü denk getiremiyorduk derken birdenbire oluverdi işte. iyiki de olmuş. yaklaşık 4 saat kadar gülmekten karnıma ağrılar girdi. birbirini uzun zamandır tanımanın verdiği rahatlıkla coştuk resmen.
gerçi yaptığımız şamata dolayısıyla etraf ve mekan ne kadar memnun oldu bilmiyorum ama benim için unutulmaz bir gece oldu. devamını getirmeye söz verdik ama uyuzuz biz, bakalım ne zamana kısmet olacak. hmm sonra eve geldim ve ertesi sabah uyanmayacağım için yatmak gelmedi içimden. ben de geçen sene kısa bir süre yayınlanan gönül işleri dizisini izlemeye başladım. dizinin özelliği inadına aşk'taki can yaman'ın ilk projesi olması. diziyi izlerken kendimden geçtim resmen. o kadar şirin ve toy ki. tabi bize inadına aşk çerçevesinde daha tecrübeli daha güvenli hali denk gelmişti. bu ilk işinde resmen yanaklarını sıkıp ısırmak istedim. o derece. (ps 2 günde 4 bölümü anca izledim. yaklaşık 30 bölüm o da. artık yeni dizi gelene kadar bunla idare edicez) cuma geç yatmakla birlikte cts önce 7 gibi hortladım, sonra kendine gel selen diyerekten tekrar yatıp 11 gibi kalktım yataktan. güya 10:30 daki pilates dersine gidecektim:p hal böyleyken provaya anca yetiştim. bu sefer prova çıkışı kırıkkale lojman tayfası ile geleneksel simitçi kafe buluşmamızı gerçekleştirdik. aynen emekliler gibi simitçi kafede buluşuyoruz, çok dalga geçiyorum. neyse o da güzel hoş sohbet geçti. ardından gece 22:30 gibi fındık ve hakan uğradı, onlarla çene vs ben gene 2 gibi yatar. pazar uyanış 10 suları. bu sefer prova sonrası spor (yeminle canım çıktı yaaa, çok zorlandım - ki zaten hareketlerin %30unu ancak yapıyorum. 1-2-3, dinlen, 15-16-17:)))) ve tiyatro. oyun erken başlayıp tek perde olunca eve erken döndüm. bilin bakalım sonra yine naaptım?? evet sabah 3e kadar dizi izledim. sıyırdım ben kafayı valla normal değilim. ancak işin ilginç yanı, twitter aleminde kendim gibi normal olmayan insanlar bulmaya başladım. ben aynı durumu lise-universite çağlarında dm yüzünden yaşamış, etrafımdakiler beni anlamadığı için kendimi yalnız hissetmiş ve şimdi olduğu gibi kendimi saklamıştım. sonra dmturkiye grubu ile tanışınca garip olmadığımı hatta benden psikopat tipler olduğunu görmüş ve rahatlamıştım. şimdi de aynı şekilde, çekinmeden itiraf edebildiğim insanlar buldum ve onların da benden farklı olmadıklarını görünce durumumu normalleştirmeye başladım. normalleşmek iyidir, insanın üzerinden baskıyı alır. kabullenmek iyidir, iyileşmeye giden yola varır. ben de kendimi eskisi kadar acaip hissetmiyorum artık. zamana bıraktım kendimi, ne yaparsa yapsın:)

19 Şubat 2016 Cuma

protein shake

yemin ediyorum beni benden alıyor bu protein shake denen şey. hergün midem bulana bulana, resmen görev gibi içiyorum. ya sabır diyerekten. bir de su sorunu var tabi. eskiden mümkün olsa damacana ile su içen ben sudan soğudum resmen. şimdi içebilmek için içine limon damlatıyorum ve öyle içebiliyorum. haha az önce yeni bir taktik geliştirdim. 2 yudum shake bir yudum çay, iki yudum shake, bir yudum limonlu su:)))