Sayfalar

17 Kasım 2011 Perşembe

anam!

Bugün hasta olduğum için işe gitmedim, evde kaldım. sabah beri yatıyorum. ancak bir yandan da gerilmeye başladım. lan işe gitmekten nefret ediyorum ama 2 hafta sonra tamamen evde olucam. ne halt ederim evde otur otur... harbi ürktüm valla ne yalan diyim. kendimi oyalayacak bişeyler bulmam farz. yoksa sanırım kafayı yerim...

16 Kasım 2011 Çarşamba

veery complicated

allaaah, dün akşamdan beri karar vermem gereken birsürü konu ve karmaşa çıktı ortaya.
herşey saat 6 sularında Janet'in araması ile başladı. aralıkta boş kalacağımı bilmiyormuş. direk "gelsene, chrismas haftası izin alıcam" dedi. ben de aslında beynimin küçük bir köşesinde böyle bir kaçamak mı yapsam diye geçiriyor, ancak işsiz işsiz ne amerikası, kır kıçını otur oturduğun yerde diyordum. ancak kafa dinlemek, dünyadan kopmak, kendine gelmek için daha güzel bir ortam olabilir mi?
on the down side, masraf, iş arıyor olmam gereken sürede yurtdışında olmam, birileri beni ararsa ulaşamayacak olması vs. tabi en revaşta olan zamana denk geldiği için bilet fiyatları da okkalı. gerci 13 aralık - 7 ocak arası 1000$a bilet buldum ama ne biliim.
sonra hani proje yönetim sertifikası almak istiyorum demiştim ya, ilk kurs 3-4 aralıkta. onun ek eğitimi 16-18 aralık veya 25-27 aralık. buyur burdan yak. tam da gitmek istediğim civarlar.
hadi o ikincileri ocaağa bırakayım desem, tee ocak sonunda... gerçi daha iyi olabilir çünkü ben böyle çöttedenek kursa gidersem sınava çok kısa sürede girmem gerekecek.
e başvuru ne kadar sürecek? bana hemen ok diyecekler mi?
bla bla bla
offf al sana çok bilinmeyenli denklem!

15 Kasım 2011 Salı

pizza alır mıydınız?

ya yok abi yaa, benim kaderim bu trafik:(
dün akşam erken çıktım işten. sırf trafikle cebelleşmemek için. saat 5'i biraz geçe teker döndürdüm. yol fena değil, biraz gültepenin oralarda sıkıştı ama uzun sürmedi. bu arada nasıl açım. yani neden açım anlamış değilim ama acıktım diye düşündüğüm andan itibaren daha da acıkmaya başladım. bu sebeple de bir yandan yolda giderken diğer yandan yemeksepetinden pizza siparişi verme işine giriştim. trafikte yavaş yavaş ilerlerken seçenekleri tamamladım, tam 17:37'de gişelerden geçtiğim sırada da siparişi onayladım. normalde little ceasers 20 dakikada falan getiriyor. ve benim hesaplarıma göre kalan yolum da anca o kadar. yani eve gittiğim sırada pizzam da gelecek. perfect timing:)
ben bu hayalleri kurarak eve doğru yol alırken stada bir miktar kala (yani görüş alanına girdikten sonra) birden trafik durdu. ana! ne alaka? burda trafiğin durduğu nadirdir. biran acaba bir önceki ayrımdan çıkıp minibüs yolundan gitsem mi diye düşündüm ama orası da kalabalık olabilir diye vazgeçtim. bu sırada saat 17:52 oldu. baktım benim pizzadan önce eve gitme şansım yok hemen adamları aradım, yola çıkarmayın diye. çıkarmışlarmış ama geri çektiler. bu arada bir şekilde restoranın kendisine ulaşmayı başardım. dedim ki siz stadın ordaki şube misiniz? evet dediler. o zaman dedim ben zaten sizin önünüzden geçicem, yaklaşınca ararım siz arabaya getirirsiniz. ok dediler. o noktadan restoranın önüne mesafe 500 mt var ya da yok. sanırım yarım saatten fazla sürdü ulaşmam. gelince aradım, çocuk hemen elinde pizzalarda fırladı dükkandan. çok komikti. ben parayı verdim, o pizzayı.
nasıl açım nasıl açım. yol açılmıyor bir türlü. ben de başladım yemeye. eve gidene kadar koca pizzayı bitirdim. hatta ne eve gelmesi. sanırım ilk 100-200 mt de bitirmiştim. yalnız etraftaki arabalardan gören olduysa eminim çok eğlenmiştir. arabada pizza yiyen bir tip.
yine eve geldiğimde saat 19 olmuştu. gene 2 saati yolda geçirmeyi başarmıştım.
trafiğin sebebine gelince, embesiller çiftehavuzların orda kazı yapmışlar. hem şerit azalmış hem de çakır çukur olmuş...
aynı kabus bu akşam da yaşanacak korkarım... neyse bakıcaz artık bir yoluna...

4 Kasım 2011 Cuma

amaaan!!!

dün akşam eve tam 2.5 saatte gittim. yolda sinir krizi geçirip ağlamamak için kendi kendime eğlence yapıp canlı yayına başladım. postlarımı FB'de görebilirsiniz.
bu akşam da 5 günlük bayram tatili başlıyor. işten erken çıkayım derken IBB'ye bir baktım, saat 4 iken ortalık kıpkırmızı:(( bir daha uzun saatleri yolda çekemem diyerek kendime istinyeden sinema bileti aldım. 18:40'da behzat ç filmine gidicem. o bitesiye trafik de rahatlar dedim.
ama şimdi IBB'ye baktım, 1. köprü o kadar vahim gözükmüyor. yani herzamanki gibi 1-1.5 saatte gidebilirmiştim eve:(((
neyse, film izlemiş olurum, napayım:)

3 Kasım 2011 Perşembe

şaşkın ördek!

Dün akşam kendime çok güldüm. geçen ay bizim maymunun da katkısıyla - ya da onun sayesinde - adsl kotamı haddiyle geçmiştim. o yüzden birkaç haftadır indirmeyi düşündüğüm dizileri bu aya sakladımdı. neyse 1 kasımda nihayet hesap kesildi ve yeni aya girdik. dün, bunu teyit etmek için de ttnet'in kota sorgulama sayfasına girdim. bir baktım kasım ayı kullanımı 900 küsür MB. çüş oldum, daha dün bir bugün 2. lan yoksa birileri şifremi mi ele geçirdi diye panik oldum. sonra akşam eve gidince tekrar bağlanıp baktım, oha 1.5 gb! kesin dedim birileri ele geçirdi. sinir oldum doğal olarak. hemen modemi resetledim. nasıl yeniden kuracağımı anımsamadığım için ttnet'i arayıp baştan kurdum. bu arada hattaki kadın adres çubuğuna 192.168.2.1. yazın diyor, ben ısrarla google search kutusuna yazmaya çalışıp "izin vermiyor" falan diyorum. ardından yaptığım salaklığı anladım da kıza çaktırmadan "hah tamam şimdi oldu" falan dedim:)))
sonra da kota konusunda yardımcı olan birime aktarttım. çocuğa bir saat derdimi anlatmaya çalıştım. 1 kasımda hesap kesildi mi? ve ben 2 günlük kullanımı 1.5 gb gördüm, doğru mu? çocuk baktı etti, bizde 3 mb görünüyo, siz nerden baktınız dedi. ben de tekrar kota sorgulama sitesine girdim. adresi söyledim falan. sonra tekrar baktım, anaaa hakkaten 4 mb! salak ben hane sayısını şaşırmışım!!! yani onca debelenme, modem resetleme ve yeni şifre oluşturma olayı boşunaymış:)))
ne demiş atalar? akılsız başın cezasını....

1 Kasım 2011 Salı

hedef

ulan işsiz kalınca ne bok yiycem ben şokunu atlatmak için kendime ilk kez bir hedef koydum. bu süreyi capm sınavına girip pm sertifikası almak için kullanıcam. gerçi ders çalışmaktan nefret eden bir insan olarak ne kadar başarılı olurum emin değilim ama fikir bile bana heyecan vermeye yetti. en azından yapmak istediğim bişey ve bana faydası olacağını düşünüyorum.
şimdi kaynak araştırmasına girdim. kitabı buldum, sıra örnek sorularda.
böyle işte.

gene özet

cuma günü 28 ekim, yarım gündü, şirket de diğer yarısını tatil edince bana gün doğdu ve 3 gün haftasonu tatili yaptım.
peki bu tatili nasıl mı değerlendirdim? cuma paso yattım. akşam 4 sularında karşıya geçip bir arkadaşla buluştum. biraz alışveriş, biraz kahve vs derken 11 sularında eve döndüm.
cuma tembelliğinin bedelini cts ödedim. sabah erken kalkıp kuaföre gidip beyazlarımdan arındım. ardından bir arkadaşın düğününe uğradım. düğüne gerçekten uğradım ama taa riva da olduğu için gidip gelmem 3-4 saat aldı. eve geldiğimde bir miktar kitap okuyup kestirdim. akşam cumhuriyet bayramı kutlamasına burkaylara gittim.
uzuuun bir akşam oldu. oldukça eğlendik ne yalan diyim. yeme içme faslının sonrasında burkayın ipadi ile oynamaya başladık. bir tane film programı vardı. komik komik filmler çektik. 1920 modu vardı, siyah beyaz. nasıl soytardık onda anlatamam. hızlı hareketler vs. sonra bir mizansen yapıldı, editlendikten sonra çok komik olacağına eminim.
sonra ben tam "e artık eve gitme vakti geldi" diye düşünürken shot dartı çıktı ortaya. shotlar hazırlandı. kaç tur oynandı emin değilim ama ben artık çok içmediğim için yarı ölçek takılırken millet bayağı kafa buldu. son aktivite ise tabu oldu. yalnız 15 bölümünü yanlış oynadığımız için zırt diye bitti. o arada saat 4 oldu ve saatlerimizi 1 saat geri alıp evlere dağıldık.
e cts geç yatınca pazar uyanmak öğleni buldu. arada kısa bir avm kaçamağı harici evde takıldım. evdeki en büyük aktivitem ise kitap okumak. game of thrones almıştım bilge'den. ona sardım şimdi. tv vs açmadan paso okuyorum. hatta çantamda gezdirip her boş kaldığım noktada okuyorum denebilir.azmettim kısa sürede bitirip ardından dizisini izliycem:)))

yıkılmamak? yıkılamamak?

Garip bir ruh hali içindeyim. bir yandan huzursuz, bir yandan umutsuz, depresif. böyle böğüre böğüre ağlayasım geliyor. panik havasındayım bir yandan da... korkuyorum bir miktar, gelecek konusunda endişeliyim.
ama tüm bu duygular bir bulutun arkasında gölgede kalıyor. sanırım ilaçların etkisi ile baskılandıklarını hissediyorum. içimden böğüre böğüre ağlamak gelirken sanki o kişi ben değilmişim gibi hissediyorum. sanki içimde başka bir benlik var ve o ağlamak istiyor. ben boş boş bakmaya devam ediyorum.
ha ağlamıyorum kısmı kesinlikle yalan. eskiden de sulu gözlüydüm ama şimdi ota boka herşeye zırıl zırıl ağlıyorum. sadece aksi takdirde geçirecek olduğum sinir krizini geçirmiyorum.
bir yandan umutsuzluk yaşarken diğer yandan "du bakalım" modunda devam ediyorum.
yani bir yandan iyi bir yandan kötü bu ilaç olayı. insanın yıkılmasını engelliyor ama duygularını da baskılıyor.
işte öyle bir durum.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Dün / bugün

Tütün şirketleri 6 puan artan ÖTV den dolayı 7 lira olan sigarayı 9 liraya çıkarmasına rağmen sigara başına vergiden arta kalan tutardan 11 kuruş yani ortalama %7 zarar ediyordu. (7 TL'den geri kalan 1, 52 TL idi, 9'dan geriye kalan 1,42 TL.) Bugün ise ÖTV 4 puan aşağıya revize edildi. şirketler hemen reaksiyon verdi ve sigara fiyatlarını 1 TL aşağı çekti. Yani 7'den 9 TL'ye çıkan paket fiyatı 8 TL'ye düştü. Bu durumda ise birden vergiden arta kalan tutar 1.58 TL oldu. Birden bire 10 kuruş zarardan 6 kuruş artıya geçildi. tabi bunlar birebir rakamlar değil, bunlardan zibilyon tane ödeme yapılıyor (yok bakkal payı, üretim masrafı, dağıtım masrafı vs vs) ve artan kaçak sigara da cabası. hacim düşüyor gelir gene aynı veya daha düşük kalıyor vs.
ancak demek istediğim durumu genele vurursak bir gün karalar bağlarken ertesi gün bir fırsat kapısı açılabiliyor. bunu yakinen gözlemlediğim bir örnekle anlatmaya çalıştım... belki gerçek uygulamada yanlış bir örnek ama kağıt üzerinde doğru.
keser döner sap döner, gün olur hesap döner:))))

25 Ekim 2011 Salı

deprem sebebiyle...

bi yoruldum ki bugün... ama tatlı bir huzur var içimde, hiç şikayet etmiyorum.
bu sabah işyerinde yardım malzemesi topladık. dünden duyuru yapmıştık, herkesin getirdiklerini yığdık giriş katına, 3 saat kadar süreyle onları tasnif ettik, koliledik, bantladık vs. su içinde kaldım resmen. ama sonuca değdi. altmış küsür koli hazırladık. ne yalan söyliyim bu kadar malzeme gelmesini beklemiyordum. görünce pek sevindim, her gelen paketle daha bir neşelendik... kendimizi işe yaramış hissettim:) koliler yükseldikçe oradaki herkesin yüzünde bir gurur ifadesi oluşmaya başladı.
kolileri şişli belediyesinin tırlarına gönderdik. normalde herkes göndermek istediklerini bırakıyor, orada gönüllüler paketliyormuş. biz bu işi bir de burdan yapınca iş daha kolay oldu. direk tıra yüklendiğini varsayıyorum çünkü araçta yer olmadığından ben gidemedim.
garip bişey bu birlik ruhu... ben olayı geç farkettim ama twitter resmen telsiz görevi görüyor kaç gündür. nerde neye ihtiyaç var, tweetliyor birileri, hoop yayılıyor bir anda, bir bakıyorsunuz çare bulunmuş, talepler sağlanmış.
dün akşam kadıköy belediyesinde paketleyecek insan lazım demiş birileri, 1 saat sonra "yeterince insan geldi, artık gelmeyin" okudum. ardından koli talepleri gelmeye başladı. beni ağlatan tweet sokakta gazete vs toplayan çocukların sağlam kolileri belediyeye götürdüğü yönündeki tweet oldu.
en başarılı gözlemse 99 depreminde sosyal medya bu kadar aktif olmuş olsaydı, o gün ölenlerin bir çoğu şu anda tweet atıyor olacaktı yorumuydu... insan hak vermeden edemiyor. ama 99 da ne Facebook vardı ne de tweeter...

24 Ekim 2011 Pazartesi

Selen bacı, deprem vs...

Haftasonu Ankara seyahatini iptal edip ablama taşınmasında yardımcı olmaya çalıştım. Cumartesi pazar paso eşya yerleştirdik. kolilerden eşyaları tek tek çıkar, ayıkla, nereye koyacağına karar ver, onları yerleştir... hele bir de simay bir titiz ki, her şey düzenli yerleşmeli. dolayısıyla bazı raflar en baştan yeniden yerleşiyor. en sonunda dayanamayıp isyan ettim. sen böyle her rafı 10 kere yeniden düzeltirsen bitmez tabi diye. (bitmiyor diye morali çok bozulmuştu da). neyse sonuçta ev bayağı adam oldu. en azından artık içinde yaşanır durumda. bir tek benim yatak iptal. evde daha vestiyer olmadığı için benim yatağın üzeri ayakkabı dolu:))))
bu arada 2 gün boyunca kıyafet ve eşya vs ayıkladık. çuval çuval kıyafeti (giyilmeyen kazaklar, egenin küçülenleri vs) eve yardıma gelen kişilere verdik. onlar kendilerine uygun olanları alsın, kalanını köye vs götürsün diye. sonra dün deprem oldu... tv kapalı, biz hummalı çalışma modunda olunca depremi ancak akşam öğrendik. hatta ben yurtdışından gelen "Türkiyede büyük deprem olmuş, iyi misin?" mesajlarından öğrendim.. sonra ilk aklıma gelen "ulan o kadar eşya verdik, ne çok işlerine yarardı" oldu. egenin zibil gibi kıyafeti vardı, sapa sağlam montlar vs... o kadar üzüldüm ki... kendimizi gene ihtiyacı olanlara verdik gibi teselli etmeye çalışıyorum ama kıyas götürmeyeceği kesin...
...
bu arada tabi 2 gündür twitter vs den de uzağım. deprem üzerine yazılan saçma yorumlardan bugün haberim oldu. okurken donakaldım. insanlık bitmiş bu ülkede... ve artık insanlar "biz ve onlar" olmuş... umut kalmamış artık... söz bitmiş, insanlık bitmiş, umut bitmiş... yazık... çok yazık...

21 Ekim 2011 Cuma

Uykuuuu... biraz uykuuuu....

bu başlıkla yazdığım kimbilir kaçıncı yazı bu... ama öyle işte. ben hep uykusuzum.
en son dün akşam iş çıkışı ablamlara gidip evi yerleştirmesine biraz yardım etmeye çalıştım. ordan çıktığımızda saat 10 falandı, eve gelmemiz 11'i buldu. cok uykum olmasına rağmen kaçırmış ama kaydetmiş olduğum fatmagül'ü izlemeye başladım. bitmesi yarımı buldu. bir yandan gözlerim kapanıyor ama diğer yandan uyuyasım gelmiyor. şuydu buydu derken yatışım 1'i geçti.
e gece öyle yatınca sabah da öyle uyanamadım. 7:40 mıydı neydi ancak kalktım yataktan. (geç dediğim saate bakın!!! ben bu hallere düşecek insan mıydım:( ). şansıma bugün trafik çok kötü değildi. murphy'nin de herzamanki gibi yanımda olmasına rağmen (daimi yanlış şerit seçimi) 1 saatten kısa bir sürede işe ulaştım.
geldim masama oturdum ama ruh gibiyim. derken benim direktör ve kıl lavuk sigaray inerken genel müdür odasından çıkıp "hi lavuk" (gerçekten lavuk demedi tabi ama ben öyle hissettim) ve bişey daha dedi. birkaç saniye ne dediğini anlamadığım için tepkisiz şekilde oturmaya devam ettim. ama bu arada boş boş da önüme bakıyorum. derken o anlamadığım kelimeler beynimin içinde dönerken "hi selen" olduğunu farkedip "ah sorry, morning" falan dedim. benim boş bakışlarımdan hala uyanamadığımı anlamış olacak ki gülerek "sabah uyanmak zor oluyor, sen karşıdan mı geliyordun" falan dedi. allahtan esprili bir modda gülerek geçiştirdim durumu:)))
bi uykum var ki....

18 Ekim 2011 Salı

Sabah eğlencesi

Sabahları ve akşamları yolda iken alem FM de Nihat Sırdar dinlemeye başladım. çok eskiden enişte dinlerdi, sonra ablam alıştı. ben başlarda aşağılardım ama dinledikçe adama bayılmaya başladım.
adam hem güldürüyor hem de gayet güzel bir şekilde sesini duyuruyor. muhalefet olarak gayet cesur. sesini yükseltmeye çekinmiyor. ve fil gibi hafızası var. gayet dolu bir tip.
neyse şimdi yazmamım sebebi ise son zamanlarda taktığı ve ısrarla her gün çaldığı 2 parça. biri çelik'ten "cici kız" diğeri de son günlerde başlayan hakan pekerden "hey corç versene borç". üstelik bu şarkıları çalarken saçma nakaratları üzerine gayet vurgu yapıyor ve "işte bütün gün dilinize dolanacak olan şarkı" veya "hiç beklemediğiniz anda işte bunu mırıldanacaksınız" şeklinde sadistçe bir zevkle çalıyor.
bunu şimdi neden mi yazdım? az önce kendimi "sayın baaay, biraz öne kaaay, vay canına vaaay" derken buldum da ö yüzden:(((
ps: bir sefer de gecenin 4:30unda uyandığımda "ah cici kııız, cicili bicili giyinip dee kendiniiii bişey mi sandın" derken bulmuştum:)))

kuddusi???

Galiba kuddusi kuddusi değil. dün akşam yem verdim bebelere, kuddusi olduğunu varsaydığım velet yemleri öyle bir yedi ki, normalde tepesine binip hepsini yiyen hüsam ancak kenarda bakabildi... sanırım karıştırdım ben bu hayvanı:(

Daha öğrenecek çok şeyim varmış...

hatırlarsınız benim işyerinde şu şaka olayından tescilli bir arki vardı. bizim durum aynen devam ediyor. birbirimizi görmezden geliyoruz. yalnız öyle bir adam ki hayretler içerisinde takip ediyorum kendisini. (bu arada iş konusunda bana vermesi gereken bilgileri de başkasına veriyor... bir insan ancak bu kadar az gelişmiş, ham olur...)
mesela adam direktörün dibinden ayrılmadı geldi geleli. önce sigaraya birlikte inmelerle başladı olay, ardından öğle yemekleri, öğle yürüyüşleri vs derken şimdi direktörümüz sağolsun adamı sağ kolu gibi görmeye başladı. her konu elinden geçiyor ne hikmetse. işin daha ilginci, arkadaş birlikte çalıştığı diğerlerini ince ince ispilemekle ve kötülemekle de meşgul. saman altından işliyor resmen. ben de hayretle izliyorum.
adam öyle bilinçli götürüyor ki olayı, en basit örneği veriyorum: birkaç hafta önce burdan güya muhabbetinin nispeten iyi olduğu bir arkadaş "hadi yemeğe inelim" dedi. bundan çıt yok. kız hadi hadi diye ısrar ediyor ama adam ne evet diyor, ne hayır diyor. gık yok. yorum yapmıyor. oralı olmuyor. nihayetinde başka biri (ispilenen arkadaş) ısrarlara dayanamayıp yemeğe iniyor. 3 dakika sonra bizim direktör geliyor ve bu arkadaş hemen onunla yemeğe iniyor!!! adam beklediğini bile söylemiyor. öyle söylerse hepsi birlikte bekler, birlikte yemeğe inme durumları olur!
sonuç olarak öğrenmenin yaşı yokmuş.. insanlar acaip fırsatçı, içten pazarlıkçı ve planlı oluyormuş... hayretlerle izliyorum.

16 Ekim 2011 Pazar

Hüsam ve kuddusi eve döndü.

artık havalar soğudu malum. ben bile palto giymeye başlayınca hüsamla kuddusinin de eve dönüş vakti geldi. bugün nihayet gidip kendilerini o soğuk ortamdan kurtardım. da... kuddusinin kuddusi olduğundan emin değilim. malum ortamda 6 kapluş var. hadi hüsam tek, kuddusiye benzeyen 1 tane daha vardı, hatırladığım kadarıyla olanı alıp geldim. artık talihi mi, yoksa talihsizliği mi bilemem...

15 Ekim 2011 Cumartesi

geçmiş ayın özeti

sessiz kaldım bir süredir çünkü içimden yazmak gelmedi. ya da gelse bile uygun ortam olmadı. nasıl bir dönem olduğunu sorarsanız son derece mutsuz, depresif bir dönemdi.
sağlık problemleri yaşadım. ufak şeyler ama uğraştırdı işte. sonra bir yandan fizik tedavi devam. iş ayrı stres. işimden nefret ettim, çalıştığım kızın saçını başını yolmak istediğim dönemler oldu. raporladığım şahısla sıkıntılarım oldu, olmaya devam ediyor. kelimenin tam anlamıyla "hoca bana taktı". adam her yaptığımı eleştirip bana laf sokacak fırsat arıyor. haklı haksız bu modda ilerliyor. ben zaten işi sevmiyorum. neyse sonuç olarak konuştuk anlaştık kasım sonu işten ayrılıyorum. bu karar hem cok moralimi bozdu hem de beni biraz rahatlattı. en azından artık hiçbirini ve hiçbişeyi takmıyorum.
bir yandan iş aramaya başladım ama henüz çok umutlu değilim. ortamda pek bir şey yok gibi. ancak hergün işe gidip saat saymaktansa ve en alakasız şeylerden bana laf sokmaya çalışan birileri ile iletişim kurmaya çalışmaktansa evde oturmayı tercih edebilirim yani.
falan filan işte...
sonuçta zaman öyle ya da böyle geçiyor.

sonunda döndüm

bu kadar aradan sonra beni bloguma döndürecek şeyin Kerem Gönlüm olacağını söyleseler bir tarafımla gülerdim sanırım. ama öyle oldu, ya da zamanlaması süperdi bilmiyorum.
bugün yine ayak sürüyerekten fizik tedaviye gittim. 2 haftadır bir şekilde sallıyordum iyi oluyordu. ancak daha fazla sallayamadım. neyse bilimum aletten sonra leg extension denen bir tanesinde yüzüstü yatıp hemstring'imi çalıştırırken (ba ba ba, nasıl da kelimeler öğrenmişim) bir yandan da homurdanıyordum. neyse sonuçta yettiğine karar verip sekiz olmuş bir şekilde yattığım yerden kalktım. kafayı bir kaldırdım ki - ta taaam. ana adam tam karşımda yürüme bandında minik minik adımlar atıyor. bir an gözlerim pörtledi ama cool'um ya, hiç bozuntuya vermeden bir sonraki aletime geçtim. bir yandan da içimden 'lan lan kerem gönlüm' modunda kendi kendime mırıldanırken diğer yandan gayet sıradan bir şey modunda ftrcimle konuşuyorum. ama nasıl konuşasım da var... yine de hevesimi bastırdım ve ilgilenmedim olayla. sonra bizimkilere sordum, o da çapraz bağlarını koparmış. üzüldüm lan, yazık. neyse çıkarken artık "geçmiş olsun, kolay gelsin" diyerek çıktım salondan. içimden de "lan bu adam burdaysa hergün gelirim ben" modundaydım:)))

9 Eylül 2011 Cuma

ondan bundan

Bugün gene feci yazasım geldi. aslında aklımda öyle yazacak belirgin bişey yok. ama sadece yazmak istiyorum... yazmak... yazmak... yazmak....
Akşam Ankara yolcusuyum. Kaç aydır ilk kez gidiyorum. Bir nebze özlem ve heyecan var içimde. Eski sevgiliyi yeniden görmek gibi bişey. Bakalım neler değişmiş Ankara'mda.
Aaaa nasıl unuturum. Büyük haber var aslında.
Dün arabamı sattım. Hala dank etmiş değil aslında. Biraz da ucuza gitti ama oldu bitti işte. Diyorum ya henüz dank etmedi. Kaç aydır şirket arabasını kullandığımdan olsa gerek, farkına varamadım olayın. Ama işte dün birileri aradı, geldi. Onlar da Ankara'lı imiş. Alıp döndüler. içinden oyuncaklarımı ancak aldım. hatta minik kaplumbağamı da unutmuşum. hatta şimdi aklıma geldi. Kaplumbağalı anahtarlığımı da unutmuşum. Ayy birden çok içime urdu. Minik kaplumbağam böyle yolda giderken kafasını salllardı sallantıyla birlikte, ühühühühü.... neyse yarın ararım alan çocuğu. bakarsın duruyordur da bana ulaştırabilir...
İşte artık arabasızım. Yani bir araba var hayatımda ama benimki değil. Oy oy kıyamam... neyse....
Onun dışında... haftabaşı nihayet tahlillerimi yaptırıp endokrincime gidebildim. ve aynen bu satırı yazarken de yazdığı ilacı almadığımı anımsadım. üstelik reçeteyi de evde unuttum iyi mi:))) demirim yerlerde sürünüyormuş. kendimi bu kadar yorgun hissetmem de bundanmış. 3 gündür demir içmiş olmam gerekiyordu aslında. haftasonu da olamayacağına göre, haftaya işşallah.
ha tabi bir de klasik "zayıflayacan" dedi bana. sonra bir diyet tutuşturdu elime. bir kibrik beyaz peyniri görünce resmen gözümden yaş damladı. nedense o kibrit kutusuna karşı bir alerjim var. ikinci darbe de peynir ebadının küçülmesi yetmezmiş gibi ezineye veda etmem yönündeki talimatla geldi. hem kibrit kutusu kadar hem de ezine değil. e öleyim ben o zaman dedim:))))
işin kötüsü adam sevimli bir tip ve hani insanda sözünün dinlenmesi gerektiği izlenimi bırakıyor.
diğer bir konu ise fizik tedavim. malum sigorta limitlerim doldu. acıbadem'in seansları da kol gibi olduğundan kendime daha makul yerler bulma arayışımı nihayet sonlandırdım. ilk gittiğim yer çok ilkeldi. hiç sevmedim. onun üzerine bizim iş yerinden aynı ameliyatı olan başka bir arkadaşın merkezinden randevu aldım. orası iyiymiş. yalnız anladığım kadarıyla fazla popüler dolayısıyla da kalabalık bir yer. o yüzden zamana yayılmış bir seans oluyor. mesela çarşamba akşamı 3 saat falan kaldım. artık sonuna doğru "evime gitmek istiyorum" diye sızlanmaya başlamıştım (saat 9 olmuştu).
daha fazla uzatmayayım. şimdilik bu kadar yeter sanırım.
son bir not daha. ne kadaaaar zamandır DM dinlememişim, geçen bir esti lan ben özledim bunları diye. son albümü bulamadım evde. ama mp3 formunda vardı. sonra gidip CDsini yeniden aldım. şimdi sapık gibi SOTU dinliyorum. çok özlemişim. içim titriyor resmen dinlerken. favorilerim: yine wrong ve miles away.
PS: Urcun, okuyorsan haber etsene abilerde bir hareketlenme falan yok mu? 2 sene oldu hani...

7 Eylül 2011 Çarşamba

tatil eki

durdukça aklıma gelen detaylar var tatille ilgili.
mesela bir seferinde Ahmet sıcaktan çok bunaldığı için açık denizde suya atladı. ancak akıntı var vs, tekne sabit durmayacağından çocuğa halat verdik, halatı tutarak yüzdü 2 gıdım. ardından çektik kendisini tekneye. düşünsenize açıkdenizden bir balık çektik:)))
ha bir de en güzeli, yunus gördük. ben uyuyordum gene, birden yunus lafını duyunce fırladım yerimden. tam teknenin yanından zıpladı bir tanesi... süperdi yaaa:))))

6 Eylül 2011 Salı

git başımdan...

allahım 2 gündür hani böyle bir gıdım daha sıkıverseler canım çıkacak durumda. bu kadar mı sıkılır bir insan. sanki bir mengene, kasıyor da kasıyor. böyle çığlıklar atarak ağlasam, etrafı yumruklasam rahatlar mıyım acaba diyorum... ı-ıh! o bile işe yaramaz. sanki negatif bir manyetik alanın içindeyim. nefes almakta bile zorlanıyorum hani o derece. hiçbir şey yüzümü güldürmüyor, canım hiçbir şey yapmak istemiyor. hani böyle depresif durumlarda insan eve gidip yatağına kıvrılmak ve hiç çıkmamak ister ya, işte onu bile istemiyorum. ne istediğimi bilmiyorum. sanırım kendimi bu moddan kurtaracak bişeyler arıyorum ama bulamıyorum.

kasvet... evet sanırım üzerimde bir miktar da kasvet var. kendimi bir nevi dipsiz kuyuda mı görüyorum nedir... bazen olur o, böyle kara bir balon içinde, yıkılmaz, kırılmaz, ışık sızmaz...
pöf! depreştim ben yine... kışt!

rüyalar

teknede o 8 formatında yattığım günlerden birinde, salllantılar arasında bir nevi kabus kılıklı rüya görmeyi bile başardım. rüyamda bir yere gitmişim (aynen gerçekte olduğu gibi) ancak varalı bir miktar zaman geçmekle birlikte (3 saat de olabilir 3 gün de) babama haber vermeyi mi unutmuş yoksa verememiş miyim, panik halinde ulaşmaya çalışıyorum. ama bir türlü telefonu doğru çeviremiyorum. ya bir numarayı eksik yazıyorum ya hat düşmüyor. uğraşıyorum, cebelleşiyorum. sonra numarayı anımsayamıyorum. numarayı bulmaya çalışıyorum. bulamıyorum. haber veremedim diye nasıl içim sıkılıyor....
kalbim sıkışarak uyandım işte... sonrası malum...

4 Eylül 2011 Pazar

bayram mayram

bu senenin yegane tatilini nihayet yapıp döndüm. 2 aydır gitsem mi, gitmesem mi diye kafayı yediğim, benim için belirsizlik ve korkularla geçen bekleme döneminden sonra tatilin kendisi de geldi geçti.
valla bence tatil de ölü gibidir, arkasından kötü konuşulmaz:PpP yok yok abartıyorum, kötü falan değildi zaten. ama bazı noktalarda beklediğim gibi değildi. öncelikle tatilin benim için negatif olan yanı çok yol yapıp denizden az faydalanmamız oldu. özellikle ilk 3 gün sonunda kafayı yemek üzereydim. hatta salı günü neredeyse nefret ediyordum kendisinden. sonra 180 derece döndü. neyse detayları ileriki bölümlerde yazacağım. tekne gezisinin benim için 2. olumsuz yanı ise yelkenli olması. yani şöyle ki, öyle konforuna alıştığımız türden kocaman gulet değil. gayet ufak bir yelkenli. böyle götü devirip yatabileceğin alan çok sınırlı. o da sen devirince başkasına yer kalmayan cinsinden. ayrıca teknenin her türlü işi sana bakıyor. pişirmesi, toplaması, yıkaması vs vs. bu sebeple benim gibi yay, yangel yat tatilcileri için doğru seçim değil.
detaylara gelince.
aslına bakarsanız ilk 3 günü pek hatırlamıyorum. cumartesi günü Kos adasından tekneyi teslim almamız akşam 5'i buldu. daha önce dediğim gibi bence döt kadar tekne. hele bir de kamarayı görünce içim bir daraldı. netekim kamaralar çok ufak olmamakla birlikte 3 adet çift kişilik 1 adet de ranzalı kamara olunca çift kişiliklere de çiftler yerleşince ranzalı en dar kamara biz gariban bekarlara kaldı. zeynep daha ufak olaraktan o da üstteki daha küçük yatağa kaldı. ayrıca o ana kadar teknede dışarıda uyuma hayalleri kuran ben teknede böyle bir imkan olmadığıunı görünce de biraz bozuldum desem yeridir. neyse tekne teslim alındı, eşyalar ve erzaklar depolandı, yerleşti ve yola çıkıldı. ilk akşam rotamız Astypalaia adasına. kaptan 10-12 saat falan sürer dedi. o yüzden çok oyalanmadan koyulduk yola. sanırım ilk gün olduğundan açık denizde bir hopladık suya. herkes bütün gün adada beklemekten yorgun ve baygın. neyse bir yandan gidiyoruz bir yandan yemek hazırlanıyor ama deniz dalgalı, aşağıya inen 3-4 dakika sonra midesini tutarak dışarı çıkıyor. sonuçta bir şekilde yemek hazırlandı ve yendi. derken dalgalar artınca kaptan ve cengaver miçosu hariç herkes kamarasına uzadı.
aman allahım o nasıl bir geceydi. ben hayatımda bu kadar dayak yediğimi hatırlmıyorum. ne dayağımı? şöyle özetleyeyim; koca koca dalgaların üzerinden gitmeye çalışan gariban bir yelkenlinin ön kamarasında yattığınızı düşünün. o yelkenli her dalgadan sonra güüm diye suya düştüğünde siz de kendinizi minderde yere çalınmış gibi hissediyorsunuz. işte aynen böyle. daha komiği yola ilk çıkarken koca dalgaları hesaba katmayan biz zavallılar kamaraların lomboz isimli pencerelerini açık bıraktığımızdan dolayı içeri yediğimiz dalganın ve suyun haddi hesabı olmadı. önce birini kapadık. sonra 2. kova suyu yiynce "has...." diye öyle bir zıplamışım ki ertesi gün zeynep gülmekten anlatamadı. neyse kalkıp 2. de kapadık. ama kapama işlemi öyle sanıldığı kadar kolay değil. hem dengede kalmaya çalışıyorsun hem miden bulanmadan işi bitirip geri yatmaya. yani süren saniyelerle sınırlı. ikinciden sonra hah kurtulduk dedim ama meğer tam kapanmamış. zeynepin olmadığı bir anda kapak açıldı, ben 3. kovayı yedikten sonra tekrar kapandı. kalkıp onu kapatmaya çalışırken feci bir düştüm, kolum mosmor oldu sonradan. sonra da öğlene kadar bir daha yerimden kalkmaya cesaret edemedim. daha komiği birara uyanıp kalkmaya niyetlendim. oturduğum yerden diş fırçamı buldum ama macunu ararken midem ayaklandı gene, hemen yattım. fırcaya da öyle sıkı sarılmışım ki resmen 5 saat elimden bırakmadan yatmışım orda.
sonradan öğrendik ki hava şiddetlenince gece Kos'a doğru geri dönmüşüz bir müddet, sonra rotamıza tekrar dönmüşüz vs. dolayısıyla biz sakin sulara vardığımızda öğlen olmuştu.
astypalia adasında gece karaya çıktık, güzel yemek yedik. geceyi limanda geçirdik. düzgün uyku modu. ertesi gündü sanırım bir koyda demirledik, sahilde çıplak amcalar vardı. yaya yaya geziyorlardı. bizim de tam sahile çıkacağımız çıktı. amcalarla resmen köşe kapmaca oynadık. adamlar yayıp dolaştıkça biz başka noktalara kitlendik vs.
pazartesi gecesi de uzun yol, bu sefer hedef santorini. bu sefer daha hazırlıklıyız. herkes torbasını vs yanına alıp yattı. bu sefer biz zeyneple kamarada havasızlıktan bayılma tehlikesi geçirip kendimizi ortadaki kısma attık. oradaki koltuklara büzüştük. tabi kaptan ve miçoları yelken açınca tekne yan yatıyor. o tarafta destek varsa tamam da yoksa düşme tehlikesi içindesi. ben en son masanın altına usturmaça (benim tabirimler uskumçata) yığmış üzerine de koltuk kenarlarını dizmiş bir şekilde ve tepemde çaydanlıkla ve totomda çaydanlığın kapağı ile bütünleşmiş bir şekilde yatıyor buldum kendimi. sonunda bir öncekine göre daha sakin bir yolculukla vardık adaya. burada da kıyıya ulaşmamız maceralı oldu. bizim kaptana tarif edilen yer meğer büyük gemiler içinmiş. biz pek minyon kaldık aralarında. orda bir türk guleti bulup ona yanaştık ama bu olaydan aklımda kalan tek sahne, geçen feribotun koca dalgaları sebebiyle koca guletin üzerimize doğru yatması idi. biran dedim allahım sana geliyoruz... harbi tırstım o anda. aramızda tek sakin kaptandı. zaten o da sakin olmasa sanırım herkes iptal olacaktı. çocuk o kadar akıllı ve sakindi ki hepimizi dizginledi. harbi güven telkin etti. neyse sonuçta biz inadımızdan vazgeçip adayı dolanıp başla bir limandan çıktık karaya.
limandaki duş hayallerimiz suya düştü ama biz çözümcü türkler olarak tuvaletin dışında bulduğumuz hortumlarla saçlarımızı yıkamayı başardık. ama bir yandan da o kadar gürültü yaptık ki sonuçta bir teyze gelip "this is no dus" dedi bize:))))
ha dip not: teknede su sıkıntısı sebebiyle duş alınmıyor. ancak denizden çıkınca ufak bir tuzdan arınma operasyonu. bulaşıklar bazen deniz suyu ile yıkanıyor vs.
o akşam araba kiralayıp Oia'ya gittik. hakikaten çok güzel yapmış adamlar. yani volkan adanın tepesine evler kondurmuşlar resmen. güzel yapansa hepsi beyaz ve mavi pancurları var. öyle şirin gözüküyor ki. ha bir de santoriniden mutlaka güneş batmasını izlemek gerekiyormuş. biz de izledik yanımızdaki 134998745 kişi ile birlikte. tamam güneş denizden batıyor, muhteşem bir görüntü ama lan aynen bizim Erdek. Erdek'te de güneş denize batar ve muhteşem görünür. ben tabi ogün bütün gün yol gitmiş ve suya hiç girmemiş olmanın verdiği huysuzlukla "bu ne bee, erdek'te de var" vs diye bayağı bir bok attım olaya.
sonuç olarak bana salı günü sorsaydınız tatilin nasıl diye size şöyle derdim "nefret ettim". hatta o salak memlekette internet bulabilsem facebook statume "hating my vacation" yazacaktım.
derken çarşamba yepyeni bir güne başladık. saat 9 falandı milletin gürültüsüne uyandım. yüzmeye yandaki plaja gidiyorlarmış. yüzme lafını duyunca fırladım yataktan. gidip bir plaj bulduk, yüzümüzü yıkadık. benim birden neşem yerine geldi. ardından adayı gezmeye itirazım kalmayacaktı. ama bir mucize oldu ve kaptan sanki benim hislerimi anlamış gibi "adayı gezmek isteyenler arabalarla gezsin, istemeyenlerle biz koylara gidelim, sonra bir noktadan diğerlerini alalım" dedi. işte o andan sonrası benim için dönüm noktası oldu. o andan sonra birbirinden güzel koylarda demirledik. önce red beach de kırmızı siyah kumlu/taşlı kumsalı olan bir koy, ardından volkanik başka bir koyda yüzdük. gittik gittik gece bir koya demir attık ve geceleyin hep birlikte denize girdik. yakamozlar eşliğinde yüzdük.
ertesi gün Amargos adasına gittik. orda da biraz deniz biraz ada yaptık. perşembe gecesi en son bir koyda durduk. tekneyi cuma akşam 5 gibi Kos'a teslim etmemiz gerekiyor ve Kos 10 saatlik yol. bu arada deniz gene dalgalı ve kendimizi koya zor attık. ama koy enfes. incecik bir ay var, hilal modunda. muhteşem yemekler hazırlandı vs. ama saatler ilerledikçe rüzgar arttı. biz de yola çıkmakla sabah yola çıkmak arasında kararsız kaldık. sonuçta kaptan yine insiyatifini kullanıp gece çıkmaya karar verdi. biz gene zeyneple bu sefer orta alanda yerimizi hazırladık. 12 gibi yola çıkıldı. ben ufaktan ilk günkü gibi olacak diye korkuyorum ama kaptanı çok sevdim ve güvendim. gıkım çıkmıyor. neyse sonuçta doğru karar vermiş. o kadar yumuşak bir seyahat oldu ki anlatamam. en son gece 2 falandı, dayanamadım havuzluğa çıktım (bu arada kullandığım tekne tabirlerine dikkatinizi çekerim) biraz orada oturup geceyi ve yolculuğu izledim. gökyüzünde ay yoktu ama o kadar çok yıldız vardı ki anlatamam.
aslına bakarsanız yelkenin en büyük eksikliklerinden biri. böyle yatıp gökyüzünü izleyebileceğin veya yıldızların altında uyuyabileceğin alan kısıtlı ya da yok gibi bişey.
sonuçta o akşam da sabaha kadar yol alıp kalymnos adasına demir attık. yine muhteşem bir koyda yüzümüzü yıkadık. kahvaltı yapıp son kez kendimizi suya atıp 1 gibi dönüş yoluna geçtik.
Cuma gecesi ve cumartesi Kos adasında zaman geçirip evimize döndük...
tatil bitti. kendimi o kadar yorgun hissediyorum ki birkaç gün dinlenmeye ihtiyacım var resmen...

19 Ağustos 2011 Cuma

peşpeşe geldiler

Dün geceyarısı telefon çaldı. baktım arayan teyzemin oğlu. arada abuk saatlerde aradığı olur ama böylesi nadirdir. açtım telefonu. sesi bir garip. ikizi vardır, vefat etmiş. onu söyledi. nasıl yani diye kaldım telefonda. hasta olduğunu bile bilmiyordum. meğersem 1.5 aydır kanser teşhisi konmuş. safrakesesi sanırım. teşhis ve sonuç arası 1.5 ay... ne denir ki, ne diyeceğimi bilemedim. teyzem malatyadaymış, sabah ararım diye düşündüm.
uyudum...
sabah işe gelirken bir mesaj düştü telefonuma. bu sefer bir arkadaşımdan. akşam buluşacaktık. sanırım onla ilgili bişey diye düşündüm mesajı açarken. "annemi kaybettik..." yazıyordu mesajda. böyle kalakaldım elimde telefon.konuşacak halde değilim dediği için arayamadımda.
işin garip yanı burkayın annesine kuzenime üzüldüğümden daha fazla üzüldüm. işin kötü yanı bir müddettir de bundan korkuyordum. etrafımda annesi babası rahatsız o kadar çok insan var ki... hem ne yaşayacaklarını bilmek, saatli bomba gibi bunu beklemek geriyor beni, hem de onların bombası patlayınca kendimi yeniden aynı acıları yaşarken bulacak olmak.
böyle bir korkuyu dillendirmek de zor. ne diyeceksin insanlara. sizin ananız babanız ölünce ben de sizinle tekrar aynı acıyı yaşayacağım için korkuyorum mu... çok bencilce geliyor kulağa. ama öyle işte. öyle iki ucu boklu değnek ki... böyle durumlarda insanların en çok yakınlarına, yakınında birilerine ihtiyacı oluyor. bunu en iyi bilen, yaşamış bir insan olarak orda olmakla aynı acıyı tekrar yaşamak ikilemi içerisinde kıvranıyorum. kendimi tanıdığım için orda olup kendimi mesafeli tutamayacağımı, duygularımı donduramayacağımı da biliyorum. böyle çaresizce ve sessizce kıvranıyorum kendi kendime.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

doğum ehliyeti

Az önce yine bir tanesine denk geldim.
Üvey anne işkencesi yüzünden 43 gündür yoğun bakımda yatan Fatih K. bugün ölmüş.
resmen kanım çekildi damarlarımdan.
bu nasıl bir vahşettir ki bir insan 9 yaşında, kendini savunmaktan aciz bir varlığa işkence edebilir. bundan nasıl zevk alır, ne gibi bir gerekçesi vardır???
şu salak dünyada insanlar basit bir işi yapacak kişiyi seçerken ve bunu düşünebilirken neden ebeveyn olmak için böyle bir eleme yöntemi yoktur. neden kendini bilmez her 2 ayaklı hayvan ebeveyn olabilmektedir.
çocuğuna bakamayacak, sevemeyecek insanlar neden hayvan gibi üremektedir. doğada bir doğal seleksiyon varken bu garip mahlukatlar neden yok olmamaktadır.
neden???
neden bu kadar savunmasız, günahsız melekler bu insanların olmayan insafına bırakılmaktadır.
anlayamıyorum...
öyle dağıldım ki düşüncelerimi toparlayıp yazamıyorum bile...

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Saykocan'ın eğitimlisi

Adam kafayı yedi! katta herkese bir iyi bir iyi. yani normalinden çok daha fazla ilgi alaka gösteriyor. aklınca benim onlarla derdim yok, pis kaka selen modu:)
bir de bizim işe girdiğimizde marketing üzerine online aldığımız bir eğitim var. mecburi mi değil mi bilmiyorum ama şirketi, ürünleri vs tanıtıyor. onda da benim koçum kendisi idi. bu arkadaş yememiş içmemiş gidip ben ne kadarını tamamlamışım onu sorgulamış. sonra da cc'de müdürüm olan bir mail atıp "şunu şunu yapmamışsın, şu tarihe kadar yapman gerek" falan yazmış. koptum maili görünce. ben de "aa ben onu tamamen unutmuştum, hatırlatma için sağol" diye cevap yazdım.
adam harbi sayko... hadi diğeri özürlü idi de bunun derdi tamamen kendiyle bence:)
yazık lan... hayat böyle geçmez...

12 Ağustos 2011 Cuma

yusuf yusuf vs ahahahhahah!

Bana şu mail şakasını yapan şahsiyetin kim olduğunu sonunda öğrendim. kattaki muzurlardan biri. geçen kendi de itiraf etti sonunda ama ben zaten öğrenmiş, lan kesin intikam almalıyım moduna girmiştim.
bu arada kattakilerle klasik uğraşan bir modda olduğumu itiraf edeyim. en son kendisine laf atarken sanki o şakayı yapan kendisi değilmiş gibi "kendin kaşındın" moduna girdi. bana bir oyun oynayacakmış. katta diğerlerini de ortak etmeye çalışıyor vs. bir yandan tırsmıyor değilim. adamın şirketteki 9. yılı. yani burdaki herkesi tanıyor ve direk destek alır. ben de hemen mağdur ayaklarına yatmaya başladım. ama ben zaten mağdurum vs diye kendime destek çekmeye çalışıyorum. onun destekçilerini tarafıma çekmeye çalışıyorum.
bugün tam "ya ben tırsıyorum bundan" derken bir baktık araba anahtarı masasının üzerinde. hemen fikir üretimine geçildi. ben de gaza gelip gidip otoparkta arabasının yerini değiştirdim, bir alt kata çektim. sonra sakince bıraktım anahtarı masasına. şimdi akşam olup arabasına gitmesini bekliyorum.
bu açık açık bir savaş çağırısı oldu ama bir yandan yusuf yusuf diğer yandan çok eğlenceli yav... :)))))
....
sonra ne mi oldu? şahsiyet öğlen gitmiş arabasına. 1 gibi beni aradı. arabamı çekmişsin, bu nasıl iş diye. önce kredi kartım gitmiş falan dedi. ben iplemeyince bir sürü insan uğraştı falan dedi. en son sen benim arabama nasıl binersin, benim şahsi malım falan dedi. ben de "e sen de benim mailime girdin, o da benim özelimde" vs yaptıkça beni deviremeyeceğini farkedip sanırım olayı fazla abartmaya başladı. en son sen kim olduğunu sanıyorsun, nasıl arabamı çekersin vs derken "beni kanırtmaya çalıştığının farkındayım ama artık olayı hakarete vardırmaya başladın" dedim. 
sonra bu kata geldi. bir tripler bilmemneler. şuursuzsun bilmemne. bayağı laf saydı. ben hala şakayı tersine çevirmeye çalışıyor diye fazla ciddiye almıyorum ama hakkaten dozunu şamşırdı. kattakiler de şok oldu. muhtemelen ağır abi egosu zarar gördü o da kendine yediremedi, bimiyorum.
sonuç olarak şahsiyet gösterdiği son derece aşırı tepki ile herkesin tepkisini topladı. demek ki şaka kaldırabilen bir tip değilmiş. ben de bunu öğrendim.
ha bu arada neler olmuş? boşlukları sonradan doldurduk. bu panik olup fleeti aramış, onlar da güvenlikten kameralardan incelemiş falan:)))))

5 Ağustos 2011 Cuma

aaaaah ahh!

geçen wings'e kıl oldum, tekrar shop&miles'a dönmeye karar verdim. hemen garantiyi arayıp yeni kart istedim. kart gelince de flexi'yi iptal ettirdim. görevli hatun "iptal işlemi için sizi arayacaklar" dedi. iyi dedim ben de. bugün beklenen arama gerçekleşti ama pek de benim beklediğim gibi değildi.
öğlene doğruydu sanırım. ekranda garantinin numarasını gördüm. aha dedim arıyorlar. açtım telefonu. allahım nasıl bir sestir benimle konuşan. resmen koltuktan düşüyordum! hayatımda duyduğum en etkileyici/çarpıcı ses "selen hanım ben garanti kredi kartları..." na benzer bir cümle kurdu. ne dediğinden çok emin değilim, o sırada kendime gelmeye çalışıyorum. kesin sesinin renginin de farkında, öyle bir tarzda konuşuyor ki etkilenmemek mümkün değil. neyse ben de cool'luğu elden bırakmıyorum. evet dedim, şu şu sebeple iptal ettirmek istiyorum. çocuk da çok uzatmadı, onayladı işlemi kapattık telefonu.
telefonu kapattım ama hala sesin etkisi altındayım. hemen face'de paylaştım... tabi çok eğlenceli bir status oldu. dönen geyikler daha eğlenceliydi. bayağı güldüm.
ama ya, yeminle hala etkisindeyim çocuğun. oy oy oy...
kesin de bücük felan bişeydir ha. görsem dünyam yıkılır... iyi böyle rüyamda dave gibi bişey olarak yer etsin:))))

3 Ağustos 2011 Çarşamba

şaka!!!

Birkaç gündür ofisdeki yan "hot topic"imiz yıl ortası PO (performans objectives)larının gözden geçirilmesi. ben işe başladıktan 1 hafta sonra bana zorla doldurttukları için ne yazdığımdan bihaber zırvalamıştım bişeyler. şimdi bir de üzerine görev değişimi binince revize edilmesi farz oldu. 2-3 gündür de işte onunla cebelleşiyoruz. benim müdür kendininkini bize gönderdi ki biz de onunkine paralel bişeyler yazalım. onun objectiflerini "support" edelim vs diye.
neyse işte bugün sabah biraz onunla uğraştık. sonra bir foto çekimi için yukarı çıktık. dönüşte yasemin "selen ne maili bu, ne demişsin sen burda" dedi. ben de "ne maili, ne demişim?" dedim. gönderilen maillere baktım hemen. biri benim yokluğumda müdürün yazdığı maili reply all yaparak direktöre hitaben "bu ne demiş ben anlamadım, sizin de fikrinizi almak isterim" babında bir mail yazmış. maili görünce bastım kahkahayı. muhtemelen direktörümün işi, son derece muzip bir adamdır. hemen bir mail çaktım ben de "içimden bir ses sizin parmağınız var diyor" diye. sonra kendisi gelip "ne demek istedin mailde, neyi anlamadın, sonraki neydi" vs yaptı. sonuçta herkes gülüyor ama mailin faili hala meçhul.
tabi bu arada müdür de dahil oldu olaya. bu mailden sonra görüşmesek de olur formatında:)
morale of the story: never leave your inbox unattended.
hala meraktayım yalnız kim attı. organized bir crime olduğundan şüpheleniyorum. kattaki herkesin parmağı olabilir işin içinde:))))

30 Temmuz 2011 Cumartesi

sessizliğim uyuzluğumdandır...

evet kesinlikle yanlış anlaşılmasın tamamen uyuzluktandır...
akşam eve gelince laptop'ı elime almadığım bile oluyor. alırsam da paso bejeweled oynuyorum. sanırım beynimi pelteleştiriyor o oyun... en son geçenlerde blokladım. sonra ne mi oldu? 3-4 gün oynamadım bugün gene hüsamın hesabından girip....
neyse gelelim son 2 haftaya.
geçen hafta pts günü yazmışım yaşadığım kabusu. aynı kabus salı ve çarşamba da devam etti. nihayet çarşamba ssk'yu 283871. ve şişli etfali 263092. ziyaretimden sonra çözümlendi olay ve ben resmen işbaşı yaptım. işbaşı yapmasına yaptım da bu kadar koşturma, indi bindi vs sonucunda dizim isyan edip şişmeye ve ağrımaya başladı. bir önceki haftaya göre gayet geriledi. fizik tedavi daha çok ödem atmaya yönelik ilerledi vs. üstelik o zamana kadar olmayan ağrı ve sancılar ziyaret etmeye başladı.
bu arada dilek ve tolganın da taşınma telaşesi vardı. onlar bir yandan koştururken ben dizimle cebelleşiyorum, akşam bir saatte evde buluşuyoruz.
hafta böyle geçti, haftasonu dileklerde taşınmaya kağıt üzerinde yardım etmekle. kağıt üzerinde diyorum çünkü tek yaptığım bir sandalyede oturup diğerine ayağımı uzatmak ve şunu şuraya koyun bunu buraya gibi talimat vermek oldu. ha bir de mutfak malzemelerinin kağıtlarını açmaya yardım ettim oturduğum yerden. ama kraliçe gibiydim.
(buraya roberto bolle yazısını yazmıştım ama uzun olunca onu ayrı bir girdi yaptım)
bu hafta biraz daha iyiydim. en azından şişim azaldı, fizik tedavide daha çok hareket yapabilir oldum.
bu arada aslında işe erken başlamışım onu anladım. çünkü benden 1 hafta sonra aynı şekilde bir çocuk daha ameliyat olmuş. o 5 hafta yatacaktı. ben 25 gün sonra işteydim... aslında raporun bitmesine 1 hafta 10 gün falan kalmış olsa zorlamaz yatmaya devam ederdim de 20 gün daha olunca... yemedi.
geçen haftadan dilim yandığı için aktivitesiz bir hafta geçirdim. işten veya ftr den çıkıp eve geldim. uslu uslu oturdum, yedim içtim yattım.
bugünün aktivitesi ise caddebostan sahilinde uyuklamak oldu. 2-6 pm arası battaniye üstünde uyukladım resmen. küfür küfür öyle güzeldi ki...

iyi ki arkadaşlarını getirmiş:))))

geçen hafta "roberto bolle and friends" isimli bir dans gösterisine gittim o dizle. roberto abim dünyanın en ünlü baletlerinden biriymiş. 9 arkadaşı ile birlikte bir gösteri hazırlamışlar. bir bale sever olarak ben de göreyim istedim.
gittik perşembe akşamı harbiye açık havaya... mekan güzel ama dize pek uygun değil. neyse dizi geçtim. gösteri başladı. 10 bağımsız 5-10 dakikalık parçadan oluşuyordu. her parçada 2 dansçı. bazıları klasik balelerden sahneler bazıları bağımsız modern danslar.  ilk parça çok bayıktı. allahım neye geldik biz falan olduk. 2. de aynı şekilde. romeo juliet mi ne ondan bir parça. hay allah bunca para boşa gitti höf pöf yaparken 3. parçada (Les Indomptes) 2 abi (bubenicek kardeşler) çıktı sahneye. ağzımız bir karış izledik. sanırım gösterinin en çok alkışını bu parça aldı.
benim en favorim alicia amatrian ve jason reilly'nin dans ettiği "mona lisa" isimli parça oldu. gıcırtı kılıklı bir müzikle bu kadar güzel gösteri yapılamazdı bence. tek kelimeyle ba-yıl-dım.
ahanda buldum:

sonra gene klasikler baydı. en eğlenceli parça ise "ballet 101". bunda da jason abi dansetti yine. bir adet uzun basket şortu ve t-shirtle çıktı sahneye. narrator bir amca baleyi anlatmaya başladı. bale 100 hareketten oluşur. 101 de denebilir diye giriş yaptı. sonra 100 hareketi sırayla tanıttılar jason ile birlikte. hareketleri tek tek yaptıktan sonra narrator rasgele numaralar söylemeye ve jason da onları yapmaya başladı. işte o anda balenin aslında bireysel adımların birleşmesinden oluştuğunu idrak ettim. hiç öyle düşünmemiştim. birbirini takip eden duruş biçimleri aslında. sonuna doğru anlatan o kadar hızlandı ki sonuçta sanki yandı gibi oldu ve jason yorgunluktan yığıldı... "and 101" diyerek bitirdiler.:)))
benim fizyoterapistim de gidecekti gösteriye. cts günü "beğendiniz mi" dedim. "iyi ki arkadaşlarını da getirmiş" dedi. 5 dakika falan güldüm resmen. hani gösteri ancak bu kadar güzel yorumlanabilirdi. bayıldım resmen.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Pişmiş tavuk da neymiş???

Bu sabah işe gittim bir heyecan. ben geldim modunda. kattakilerle kucaklaştık vs. ilk toplantım 9:30'da. giderken HR'a uğradım. Raporu verdim, bişeyler sordular. ne bileyim siz sisteme girecekmişsiniz falan dediem. sonra bir şekilde benim raporun henüz bitmediğini farkettiler. kızın gözleri faltaşı gibi açıldı. olmaz, gelemezsin diye. meğer raporlu iken işte olursam şirkete cezası varmış. çalışma bakanlığı bilmem ne... haydaaa. ee ne olcak, gidip işe başlamasında sakınca yoktur yazısı alınacak.
ve macera başlar...
önce acıbademe gidip araba park edilir, taksiyle şişli etfal. doktor beni görünce "ben biliyordum boyle olacağını" der... neyse, ne bilem. ee ne yapcaz, raporu revize edecekler. iyi. rapor? sgk'da. aslını bana geri vermezler. eee? ee si seni git ameliyat olduğun hastaneden yeniden işe başlayabilir yazısı al. of allahım! acıbademe dönülür, yazı alınır. bu arada bilimum bilgi hattı aranır ve yine sgk üzerinden gidilmesi gerektiği bilgisi alınır. arabaya atlanır, sgk'ya gidilir. 1 saat sıra bekledikten sonra önce: "ne alaka yaa, git başla, başlarken yazıya gerek yok" cevabı alınır ancak bu sırada kişi raporun daha bitmediğinin farkında değildir. sonra durum açıklığa kavuşunca hararetli tartışmalar başlar. öyle mi olmalı, böyle mi vs vs... bir türlü nasıl bir yazı yazmaları gerektiğine ikna olamazlar. bu arada acıbademin raporunda mühür de yoktur. sonuçta yazı alınmadan binadan çıkılır. tekrar şişli etfale gitmeden önce acıbademe uğranıp yeni yazıya mühür bastırılır. yeniden şişli etfale gidilir. tabi sağlık kurulunda nöbetçi doktorlar çoktan gitmiştir polikliniklerine. saat de zaten 3:30 falandır. oradaki görevli ne yapmak istediğimi duyunca uzaylı görmüş gibi yüzüme bakar. iki alternatif vardır önümde. ya sgk'dan ilk raporu alıp değiştiricem. ya da yeni yazı ile gidip yeni rapor çıkartıcam...
kös kös acıbademe dönülür, çünkü araba oradadır.
günün bilançosu: dünyanın otopark ve taksi parası, çifter kez ziyaret edilen kamu ve özel sektör binaları. çözülemeyen bir sorun ve başlanamayan bir iş!
şeytan diyor git 20 gün tatil yap anasını satayım.
bir de öyle yoruldum ki...
hahhaa asıl bir de argümanları analiz edelim:
1. adamın yaptığı ameliyatı kabul ediyorsun ama raporu neden etmiyorsun??? (özel hastane raporu için)
2. rapor bitmeden işe başlar da sonra tam iyileşmediğin için yeniden sakatlanırsan devleti zarara sokarsın!!!
3. bizim yetkimiz yok
4. sen deli misin? git raporun bitene kadar istirahat et!!!
,

beynimiz garip çalışıyor...

İnsan psikolojisi garip birşey. vücudunda yanlış giden bişey varsa, odak direk orası oluyor. hani bir yerin kesilince canın orda atar ya, onun gibi birşey.
düştüğümden beri de benim hayatım dizim odaklıydı, şimdi daha bir artmaya başladı.
hastanedeyken verdikleri ilacın yan etkisiyle olsa gerek dalarken sıçrayarak uyanıyordum ve her seferinde mutlaka bir şekilde dizimi sakatlayacak bir pozisyonda oluyordum. ya merdivenden düşmekte, ya yolda yuvarlanmakta vs...
şimdi ise bir nebze bunun uyanık versiyonunu yaşıyorum. yürürken vs gözümün önüne sürekli bir ayağımın kaydığı, merdivenden düştüğüm görüntüler geliyor. yürüdüğüm patikayı o kadar dikkatli izliyorum ki... izlememin sebebi ise muhtemel tehlikeler. diyorum sürekli kayıyorum, tökezliyorum, dizim dönüyor vs. yani yaşanabilecek her türlü tersliği anlık olarak beynimde yaşıyorum. her adım yeni bir mücadele, bir savaş gibi. korka korka yürümek keyifsiz bişey:(

İçimdeki ev kadını...

perşembeden beri nerdeyse tam ayaklanma ve mobilite kazandığım için kendi tabirimle "hayata döndüm." gerçekten de neşem yerine geldi, moralim düzeldi ve. perşembe eve gelip evde kalmak, cuma arabayı kullanmaya başlamak vs... geri döndüm. ama işte o an itibariyle de evde olmanın keyfine vardım. yani sabah uyanıp işe yetişme telaşesi yok. gününü kafana göre planla. tv izle, kuaföre git, sinemaya git... kitap oku, yemek bile yap. tek eksik takılacak arkadaş. yani haftaiçi herkes çalışıyor ya o bakımdan. ama hani tercihsel olsa ev kadını olmaya hayır demeyeceğime karar verdim. dedim ya, kendi isteğimle ablamlara yemek bile yaptım.
yalnız cts herkes tatilde olduğu için sıkılma emareleri göstermeye başladım. yani işe gitmezkenki tek eksik faalleşecek insan.
budur:)))

15 Temmuz 2011 Cuma

I wish

Keske diyorum bazen, tekrar inanabilsem. Inanmak degil gerci sorun, guvenebilsem... Daha da dogrusu siginabilsem. Keske dua edebilsem. Birseyler hissedebilsem. Kendimi emin ellerde hissetsem, guvende hissetsem. Ama olmuyor. Icimden gelmiyor. Isteyemiyorum, birakamiyorum. Hani o en panik anlar vardir ya, kendini allaha birakirsin, oyle anlarda bile duymuyorum o hissi artik. Adinin ne oldugunu bilmiyorum. Belki umitsizlik, belki hayal kirikligi... Yuzustu birakilmis hissediyorum kendimi ve artik tanriya guvenmiyorum.
Kotu bisey bu. Bosluk hissi veriyor insana. Biraz da caresizlik. Ama en azindan suprizle karsilasmiyorsun. Zaten kendini kotuye hazirliyorsun. Olacagi neyse ona zaten varacak. Dualar bos, umutlar yalan... Hepsi allahtan geliyorsa sen ne dersen de, olacagina variyor. Bir piyonsun ki zaten. O zaman ne gerek var ki...

12 Temmuz 2011 Salı

bu ne biçim hayat beee!!!

tuz yok.
cola yok.
baharat yok.
katkılı hiçbir yiyecek içecek yok...
alerjan potansiyelli meyve (çilek, şeftali etc) yok...
bol su var...
bugün hastaneye gidip 2. doz kortizon ve bilimum diğer ilacı yedim. damar yolum hala açık. elimde koca bir bandaj ile geziyorum, çok komik.
şişler iyice azaldı. şimdi sadece gözaltımda var. klasik göz torbalarımın birkaç boy büyüğü ebadındalar. 1-2 güne onlar da düzelir diye umuyorum.
birkaç gün daha kortizon devam. azalarak gidecekmişiz. pat diye kesemiyorlarmış. acildekilerle kanka olucam yakında. merhabaa ben geldim diye girdim bugün içeri:)
yarın aynı zamanda gidip raporumu da almam lazım şişli etfalden. sonra da sgk kabusu.. hangi birini yetiştireceksem...

11 Temmuz 2011 Pazartesi

2. atak

cuma ve cts günkü ürtiker aslında işin hafif başlangıcıymış meğer. cts akşamı kendimi gayet iyi hissetmeme ve pazar günümün de nispeten iyi geçmesine rağmen dün akşam ablamlarla yemeğe gittiğimizde simay gözümde mercimek şişlikler gördü ama ben önemsemedim. sonra akşam yatarken baktım daha önceden olmayan kızarıklık ve şişlikler var. yatmadan bana bir iğne yaptılar, yattık.yattık ama beni yattığım yerde afaganlar basıyor. önce kalktım biraz dolaştım, ardından kendimi sakinleştirip yeniden yattım. sonra gecenin ilerleyen saatlerinde gözümde bir şişlik hissetmeye başladım. bunu önce yatmadan döktüğüm gözyaşlarına bağladım ama sonra göğsümde yumru ve nefes alma sıkıntısı da hissetmeye başlayınca doktorun dedikleri geldi aklıma. kalktım bir de baktım ki sol göz felaket durumda. sağ ise hareketlenmiş ama yetişememiş.
önce gittim yüzümü falan yıkadım. sonra gözüme buz koydum. yok bir faydası olmuyor. netekim yumru hala yerinde. en son 5 falandı gidip ablamları uyandırdım "ben yaratık oldum" diye.
ablam yüzümü görünce derhal hopladı. uçarak acile gittik. doktorlar da öcü görmüş gibi baktılar önce. sonra giriştiler tedaviye. giriştiler dediğim damar yolunu ancak dördüncü denemede açabildiler. kollarım dart tahtası gibi oldu. ardından kortizon verdiler bir miktar ancak bir faydası olmadı. 8'i geçe dermatolog hoca geldi. cts de görmüştü. o kortizonu bayağı bir artırdı. sabahın 5:30'undan akşamın 5'ine kadar acilde kortizondu şuydu buydu basıp durdular. xanax bile verdiler. ama uyutmadı. akşama doğru nihayet şişlerim insanı boyutlara indi. insanı boyut dediğime bakmayın gene erik ebadındadır herhal. ama şimdi en azından gözüm kapanmıyor.
önümüzdeki 2 gün tekrar gidip kortizon tedavisine devam edicem. bir de onla uğraş şimdi. tuzsuz ye, sanki az şişkoydum bir de ondan şiş...
neyse geçsin şu moral bozucu durum da...
resmen moralim daha çok bozuluyor ve o da daha çok tetikliyor sanırım:((((
hay bin kunduz...

10 Temmuz 2011 Pazar

bir kez daha öğrendim ki...

Şu ameliyat ve iyileşme süreci benim için birçok noktada bir hatırlatma, bir kendine gelme oldu.
ilk önce farkettiğim aslında yalnız ve kendi başıma olduğum. ne kadar çevremde bilimum insan olsa da ben aslında bir başımayım. kendi başının çaresine bakması gereken "lone wolf" diyebiliriz. şimdilik bu durumun altından bir nebze de olsa kalkabiliyorum ama yaşlılıktan korktum resmen.
ikinci olay ise ilk bahsettiğim konumla çok bağlantılı. birilerine tabi olmak ya da muhtaç olmak fikrinden nefret ediyorum. kendimi çok çaresiz ve zavallı hissediyorum böyle durumlarda. allah kimseye muhtaç etmesin.
ve son olarak da.. kimseye kimseden fayda yok kardeşim. herkes kendi küçük dünyasında kendi telaşesinde. kendi öncelikleriyle bir yaşam kurmuş. bu benim için de geçerli. benim de kendi önceliklerim, kendi tercihlerim belirliyor yaşamımı. ve bir kez daha anladım ki kimseden kimseye fayda yok. sen kendi işini kendin görmez de başkasına minnet edersen o işin ya olmaz ya da çok minnet etmen gerekir.
başkasının acandasında bir item olmaktan nefret ettiğimi bir kez daha net olarak anladım. ve kendi programımdan başkası için vazgeçmemem gerektiği. kendi başımın çaresine bakmam gerektiği.
çünkü şu dünyada bana benden daha yakın, benden daha dost kimse yok.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

ürtiker?

Dün akşam TV karşısında klasik pinekleme modundayken kolumda bazı kızarıklıklar farkettim. daha doğrusu 2 kolda birden. derken parmağım vs de kaşınmaya başladı. önce "ulan sivri" dedim ama ne bir ses duydum varlığına dair ne de birşey gördüm. zaten bu kadar çok yerimden yemiş olabilmesi biraz garipti. gecenin ilerleyen saatlerinde bunların döküntü olduğuna karar verdim. ablamlar geldiğinde de kesinleşti. ürtiker miş durum. yani kurdeşen! ne işim olur benim kurdeşenle kardeşim dedim ama... sabaha kadar döküntü ve kaşıntılar arttı doğal olarak. bir yandan hiçbir yeri kaşımamak için kendimi tutarken diğer yandan da "kaşıntı yok" diye telkin ederek geçirdim geceyi. sabah ilk işim hastaneye gitmek oldu. onlar da doğruladılar durumu. daha doğrusu teşhis durumu. psikosomatik olabilir dediler, lan benim o kadar sıkıntım yok ki... belki de vardır ne bilem. yani tamam yatmaktan sıkıldım ama hani o başka bu başka.
diğer bir alternatif de kullandığım ilaçlar olabilirmiş. onları kesip yerine başka bir kazan ilaç verdiler. sonra damardan bilimum ilaç yapıldı. serumla bişeyler verildi. kaşıntı azaldı.
eve gelip uyudum biraz. ılık suyla duş almak iyi geliyormuş. duş aldım. bunaldıkça devam. ilaçları da avuçlamaya başladım. nedir bu yaa, biri bitmeden öbürü de başlar, vermesin allah...
kendime bu şarkıyı armağan ediyorum:

7 Temmuz 2011 Perşembe

wake up call!

aynen dediğim gibi oldu. diz egzersizlerimi bir salladım pir salladım. arada yapıyorum 1-2 sey ama tabi aynı şey değil. sonuç? sonuç çok vahim oldu.
hafta başından beri şu salak raporu onaylatma işi ile cebelleşiyorum. önce sgk nın ilgili birimine gidip sevk aldım. taksi ile gidip geldiğimden sadece orada geçirdiğim 45 dak-1 saat kadar yorucu idi. asıl bomba dün patladı.
dün sgk'nın sevk ettiği şişli etfale gitmece. hastane ablamınkine yakın, bari sabah onla gideyim, ordan taksiyle devam ederim diye düşündüm. sabah duş aldım fakat nolduysa duştan çıkarken oldu. küvet yüksek ya, sakat dizimi çekerken takıldı, hafif kaydı. aman allahım o nasıl bir ağrıdır! dizime biri sanki bişey sapladı. donakaldım olduğum yerde. korkudan dizi bırakamıyorum, acıdan nefes alamıyorum. neyse bir şekilde dizi indirmeyi başardım ama resmen aklım çıktı. hastaneye gidince doktorlara sordum. umarım yeni yaptığımızı koparmamışsındır dediler, aklım daha bir çıktı, moralim bozuldu vs. neyse allahtan dizde şişme yoktu da umutlandım.
ardından şişli etfal maceram başladı. klasik devlet hastanesi. polikliniklerin oraya giderek maratona başladım. önce beni idari binaya yolladılar. evrak giriş 2. katta, ordan polikliniklere dönüp başhekimden havale yaptırdım. bir sonraki bina sağlık kurulu binası, hastanenin az dışında. sağlık kurulu evrak kayıdında sıra bekledim. resim ve kimlik fotokopisi gerekiyormuş. sokağın başındaki fotokopiciye gidip kimlik fotokopisi çektirdim. sonra tekrar gelip sıra numanarım aldım. bunların hepsini sakat dizimi yanımda sürükleyerek yaptım. sonra 11'e kadar doktorun gelmesini 11:40'a kadar da sıramın gelmesini bekledim. neyse adam kağıtları doldurdu vs. bu sırada sabahki olayı bir de ona sorayım dedim ama sanırım kendi hastası olmadığım için çok ilgilenmedi sadece "çok dikkat etmeniz gerek" vs diyerek kapattı konuyu. neyse raporu ok'ledi ama 45 gün olduğu için sağlık kurulunun ok'lemesi gerekiyormuş. bugün git, haftaya gel dediler. ben allahım bu eziyeti ve devamını haftaya da mı çekicem göz yaşları içerisinde ayrıldım ordan.
sabahki uyarı yeterli olmamış olacak ki bunalmış bünyemin etkisiyle bebek'e gidip biraz hava almaya karar verdim. önce happily ever afterda ne zamandır hayalini kurduğum pancake ardında starbucks derken akşamı ettim. saat 5 sularında da simayla buluşmaya hastaneye yola çıktım. dönüşü birlikte yapıcaz. tabi bu arada benim bu kadar harekete ve oturmaya alışık olmayan bacak oldu mu kütük gibi. sanki bir adet odun üzerinde yürüyorum. bilek falan kaybolmuş durumda. dizim hafiften ağrıyor vs.
dün bana öyle bir uyarı oldu ki akşam eve geldikten sonra yerimden kıpırdamadım. zaten yorulmuşum. dizim ağrıyor. bir yattım pir yattım. bugün de paso yataktaydım. sadece birara aşağıya havuza indim, biraz dizimi hareket ettirdim o kadar.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Husam ve kuddusi'yi yazlik mekanlarina biraktim:))

malum hüsam eşek kadar. evdeki akvaryum da garibime küçük geliyor. içim parçalanıyordu bir yandan. bir yandan da ayrılmak zor. neyse işte ablamların hastanesinin önünde bu süs havuzu var. içinde de 2 adet kaplumbağa. gidip görevlilerle konuştuk. yaz için havuza bıraktk bizimkileri. kış gelip de hava soğuyunca geri alıcam ama yazın havuzda rahat rahat yüzsün gariplerim.
ayrılmak biraz zor oldu. hüsamı tanırım da kuddusiyi inşallah tanırım geri almaya gittiğimde. bu arada hayvanları bıraktığımda sorumlu bayan yoktu. sonra karşılaştık kendisiyle. birisi ona "havuza karetta bıraktılar" demiş:))) hakikaten de hüsam cüssesiyle ilgi çekiyor:)

1 Temmuz 2011 Cuma

böyk!

Bugün kontrolüm vardı. doktor ne diyecek, yeterince hareket yapmış mıyım acaba? dizim açılmış mı? gibi sorular kafamda dönüp durdu.
gittim işte, önce bandajları çıkardılar. bir de ne göreyim; bizim 3 delik olmuş 3 delik ve 1 kesik. lan bu kesik nerden çıktı? tabi diyemedim onu. daha doğrusu sonradan jeton düştü. o sırada doktor geldi. artık ıslatabilirsin dedi. büktürdü, kastırdı vs. doğru yoldaymışım. bu arada bir de dedi ki, bütün doktorlar arkamdan dedikodumu yapmış. niye lan oldum bir an. allahtan ne canlı, şen şakrak falan demişler. bir sevindim eheheh diye. şımardım oturduğum yerde.
değnekleri at dedi. "ee ben zaten 3 gündür atmıştım" dedim:) 3 gün sonra havuz/deniz olayına girsem iyi olurmuş. git yüz tatil de yapmış olursun dedi. dizime de iyi gelirmiş. ama şimdi raporluyken denize gitmek türk evladına yakışmaz. neyse havuz mavuz bir şekilde bişeyler yapıcaz artık.
ha bir de, kaç gündür dizimi esnemesi için zorlayıp duran ben, o eşek kadar kesiği görünce bir tırstım. lan ya açılırsa bu şimdi diye!!! görmeyince sorun yok da görünce insan bir garip oluyormuş yav. 
bacağımın yandan fotosunu da koyacaktım ama size kıyamadım. bir postta bu kadar iğrençlik yeter hehhee:))) 

30 Haziran 2011 Perşembe

operation minutes

kaç gündür unutmadan şunları yazayım diyorum.
yatak/sedye ile indirdiler aşağıya. çok zevksiz. aynı filmlerdeki gibi. kafanın üstünden yuvarlak lambalar akıyor vs. sonra damardan bişey verdiler. güya anestezi öncesi hazırlık bilmemnesiymiş. ama sanırım has be has kendisiydi. sonra içeri aldılar, tavanda ışıklar vs. o sırada hayal meyal ablamı gördüm. beni hatırlayacak mı derken kaymışım.
uyanma fazı daha eğlenceli. rüyadan uyanır gibi. hayal meyal boğazımdan tüpü çektiklerini anımsıyorum. sonra hemen oksijen maskesi taktılar. bir yandan uyandırıyorlar. başımda hiç yoksa 5 kişi. her biri bir ağızdan konuşuyor. ağrın var mı dediler. ağrı mı ne ağrısı derken neden bahsettiklerini anladım. 1-10 arası derecelendir: 6 falan sanırım. hemen ağrıkesici yaptılar. ya da her neyse. önce 50, sonra 20 daha. sonra sanırım 100e tamamladılar. ardından odama çıkardılar: coming thru:))

28 Haziran 2011 Salı

Ameliyattan once:))

Basima geleceklerden habersiz gulumserken:)

Taburcu güncesi

Cumartesi günü taburcu olmayı başardım. neyim var neyim yoksa toplayıp ablamlara uzadık.tabi yeni bağlarımı da unutmadık. tebdili mekan iyi geldi ne yalan söyliyim. ancak hastanenin bakımı da ayrı bir güzellik tabi.
taburcu hayatımın ilk şoku ablamların süper televizyonunun usb'den dizi göstermediğini keşfetmem oldu. onca hazırlık onca hayal güm diye yıkıldı. kısa bir an "heyooo hdmi kablo getirdimdi laptopı bağlarım" diye sevinecek oldum benim emektar laptopta hdmi çıkışı ne arar. garibim yapıldığında hdmi anca hayal ediliyordu sanırım. neyse sonuçta o konuya çözüm dün gece ege'nin laptopı ile bulundu. iyi ki çocuğa laptop almışım. ondan başka herkese yar oldu alet:))
evde tek başına olayına gelince. uyku olayını çok abartmamaya çalışıyorum desem de ortalama 10+ uyuyorum günde. işe başlamak çok zor gelecek. uyumadığım zamanlar TV ve bilgisayarla bütünleşik haldeyim. izlemediğim dizi kalmadı. dahası akşamları tekrarlarını da izlemeye başladım. durumum o kadar acıklı anlayacağınız.
ağrım düne kadar yok gibiydi. dün nedense biraz ağrıdı. mutsuz bir durum tabi. hareket yapmaya çalışıyorum ama ağrı ile hareket etmek de zor. hele şu dizi açma çalışmaları yok mu... yüzüstü yatıp dizi boşa çıkarmam gerekiyor. o da kendi ağırlığı ile sallanacak... da öyle olmuyor işte. zaten geriliyor ağrıyor, sonra neden çözemedim bir kramp giriyor bacağıma, ben çığlığı basıyorum. dizi nasıl toparlıyorum emin değilim.
ama kendime bilimum shortcut da buldum. mesela yattığım yerde bacak pozisyonumu değiştirmem gerekince hemen diğer ayağımı kürek gibi kullanıp hoop taşıyorum bacağı.
işin daha eğlencelisi bastonun yan faydalarını keşfetmem oldu. uzaktaki nesneleri yakına çekmek, ışık açıp kapamak, perdeyi düzeltmek gibi eylemlerden sonra demin kendimi aşıp bastonla camı kapadım:) yani kapadım derken harbi harbi kilitledim camı. gerci pimapen olması olayı kolaylaştırdı ama olsun. bir de bu tip işleri baston yardımı ile kolayca yapınca bir seviniveriyorum ki sormayın... sanki aidse çare buldum:)))
son olarak da bu sabah uyandığımda sol gözümdeki torbayı kendini aşıp çuval olmaya karar vermiş olarak buldum. daha uyandığım anda bir gariplik hissettim ama bunu pek beklemiyordum. hayvan sen yanağıma doğru yayılabildiğince yayıl!!! hayır bacağımdaki ödemi mi kıskandı bilmem....
bu arada bacağımı sorarsanız kendisi değişik bir formatta. önce dün bileğim kendini bacağımla denk hale getirmek üzere kalınlaşmaya başladı. 2 gündür de renk değişimi mevcut. morluklar arasında sarı gölgelerden oluşan bir sanat eseri ile karşı karşıyayız:))))
son olarak carrefour express en yakın arkadaşım olmak üzere. ben sipariş veriyorum onlar ertesi gün getiriyor. yemek sepetini de aktif kullanıcam ama henüz gerek duymadım:)))

24 Haziran 2011 Cuma

3. gün

yamanın 3. günü. dün rehab sırasında resmen ağlattılar beni. dizimi bükmesine büktüm de açarken ki acısı öyle böyle değildi. tutturdular dizini açacaksın diye. bükülü kalmaması gerekiyormuş. anam o da öyle böyle zor değil. en rahat pozisyon bükülü olduğundan bacak bükülmeye yöneliyor vs.
gündüz rehabdı vs geçti işte. akşama biraz hararet hissetmeye başladım. ufak bir ateşlenme durumu. dizim kızardı falan ama normalmiş. sabaha kadar buz elevasyon vs yaptılar.
sabahın en güzel anı ise duş almam oldu. nasıl mutlu oldum anlatamam. ferahladım, kendime geldim, yüzüm açıldı vs.
aslında bugün taburcu olacaktım ama yarına kaldı. ablam evdense burada daha iyi olacağımı söyledi.
öpenz.

22 Haziran 2011 Çarşamba

yamadan sonra

bişeyler yazayım dedim ama kafamı toplayamıyorum ki...
sabah geldim hastaneye, yarım saat içinde indirdiler aşağıya. nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum, ancak uyanmamı hatırlıyorum. kafamda 5-6 kişi, her birinden ayrı bir ses çıkıyor. kendime gelmeye çalışıyorum. derken ağrıyı duydum. hemen ağrıkesicileri çaktılar. sonra beni odama aldılar.
ağrı devam ediyor. akşama kadar uyudum desem yeridir. gözümü açık tutmakta zorlanıyorum resmen. şimdi biraz kendime geldim. yapmamı istedikleri hareketler var ama yapamıyorum. canım yanıyor.
bu arada öglen yürüttüler birkaç adım. yürüdüm ama tansiyonum düşünce hemen yatağa döndüm.
bakalım gece nasıl geçicek...

19 Haziran 2011 Pazar

geri sayım başladı.

2 gün sonra delivericekler dizimi. heyecan yapıp yapmamaya karar veremedim henüz. an iitibariyle lay lay loy modundayım ama bazen "lan" falan oluyorum. ufaktan bavul hazırlamam lazım ama reddediyorum. bu da bir nevi düşünmek istemediğimin göstergesi sanırım.
ameliyat sonrası bir süre ablamlarda kalıcam. orası için de kitaptı dvd idi ayarlamak lazım. yoksa sıkıntıdan patlarım bütün gün.
ay oy, neyse:)))

ahanda kestirdim!

dedim ya psikopata sardım diye, koydum kafaya haftaya ankaraya gidince kestiricem saçları. yoksa kendim makaslaya makaslaya kabusa çeviricem. ama bu hafta araya ameliyat (bkz sonraki yazı) girince ankara planı suya yattı. ben de baktım olacak gibi değil, dün kapadım gözümü, kestirdim kısacık.
oğlan çocuğuna döndüm, maymun gibi oldum ama yapacak bişey yok. en azından yolacak saç kalmadı kafamda:)))

17 Haziran 2011 Cuma

Psikopata sardim!!!

Geçen yaz sonundan beri saçlarımla yaşadığım bir problem var malum. kızıl saç hevesim yüzünden elimde kalan bir kafa dolusu bir nevi "yanık" saç. tabi 3 ay içinde 6 kez boyanırsa yapacak bişey yok. herneyse, sonuçta bu kadar işlem saçlarımı kelimenin tek manasıyla mahvetti. o sevdiğim, gayet yumuşak saçlarım gitti yerini keçe gibi, yoluk yoluk, tarak girmeyen böyle saçma sapan bir saç yığını aldı:( bir müddet her tür bakım uygulamasını denedim ama bir fayda göremedim. son çare olarak gidip kestirdim. kestirme sonucunda bir kısmı temizlendi ama hala fırça gibi olan birkaç yumak var kafamda. güya haftaya ankara'da onlardan da kurtulma planım vardı ama ankara işi de rafa kalkınca ben yine bu keçe tomarı ile başbaşa kaldım. 
peki bu durumda ne mi yapıyorum. doğrusunu söylemek gerekirse zaten aylardır kafamdan düşmeyen elime şimdi bir de makas eklendi. eskiden sadece o telleri çekiştirip oynarken şimdi elimdeki makasla bazen tel tel bazen tomar halinde kesiveriyorum. elimde makas yoksa koparıyorum. saçmasapan bir saç şekline kavuşmama az kaldı:((( hayır resmen psikopata sardım. bir yandan da korkuyorum ama takıntı hakikaten kötü bişey.... ki ben saçlarımı severdim ve üzerine titrerdim. 
şimdi burda kestirsem biraz daha diyorum ama kime kestiricem. serkan'dan başkasına güvenmiyorum şu anda:((( 
ühühühü biri kurtarsın beni bu kabustan:(((

14 Haziran 2011 Salı

duygu(')suz...

Başlık cuk oturdu. Duygu'suz ve duygusuz... 
2.5 ay oldu şurada başlayalı. en çok kaynaştığım, en sevdiğim duygu oldu. bıcır bıcır bişey. güleç, tatlı.. sup'u andırdı bana hep. 2.5 ayımın en keyifli oyuncusuydu. sonra kötü haber geldi. ona olduğu kadar kendime de üzüldüm sanırım. belki de dürüst olmak gerekirse kendime daha çok üzüldüm. sevdiğim biri gidiyordu. hem de burada en sevdiğim.... derken o gün geldi çattı. hep gelmeyecekmiş gibi yaptık, görmezden geldik ama gelip kapıyı çaldı. buz gibi durdum bütün gün. duygularımı dondurucuya atıp geldim işe. esprilerin arasına sakladım hüznümü. kimbilir o neler hissediyor düşünmek bile istemiyorum. ama ben... 
büyümek böyle bişey sanırım. duygularını rafa kaldırabiliyorsun. daha da önemlisi kendini saklayabiliyorsun. ben bu sefer burada kendimi saklamayı seçtim. dolan gözlerimi 1-2 damla ile geçiştirmeyi başardım. 
bundan sonrası ne getirir bilmiyorum ama duygusuz dönemecimi duygu ile döndüm. 
asıl daha çok ne öğrendim biliyor musun? ya da neyi hatırladım... kendini ne kadar kaptırırsan birşeye, kaybedince o kadar üzülüyorsun. ne kadar mesafeli olursan o kadar hafif atlatıyorsun. uzun zamandır ilk kez kendimi kapıp koyvermiştim, al buyur, boyumun ölçüsünü aldım. 
geri dur selen, geri bas dur:)


13 Haziran 2011 Pazartesi

bismillah

anam alt kattan türkü sesleri geliyor!!! bir salak oldum akşam akşam. evde babam dinlerdi, ondan sonra trt4 ve bu tür müzik dinleyene denk gelmemiştim. bir yandan dehşet içindeyim, diğer yandan hüzünlü bir anı gibi geldi sesler...

12 Haziran 2011 Pazar

Özgür geldi...

Bu sabah Özgür geldi. daha doğrusu geçerken istanbul'a uğramış, biz de fırsattan istifade edip buluştuk. Ben klasik big chef's dedim, aylin aşşk kafe sayıklıyordu ne zamandır, o tarafta karar kıldık.
İkisini de bir özlemişim ki. güya aylin istanbulda ama onla da görüşemiyoruz zaten. buluştuk. ben tee yıllar önce bir kere gitmiştim aşşk kafeye. hatırladığımdan güzelmiş. ama çok gerizekalı fiyatlar. neyse, muhabbet güzeldi ama. hasret giderdik bir nevi.
sonra gelip oyumu kullandım işte. bakalım bizi neler bekliyor:)))

Herşey Fringe içindi

Evet itiraf ediyorum, yeni TV aşkım, heyecanım vs herşey fringe izleyebilmek içindi. aylar öncesinden indirdiğim bölümleri hala izleyememiştim. malum laptoptan izlemeyi de hiç sevmem. sonuç olarak bekledim durdum. ve nihayet o an geldi. Şimdi taktım USB'yi, başladım izlemeye:)) süper keyifli imiş gerçekten:))

8 Haziran 2011 Çarşamba

bir işim de rast gitse...

Pazar TV aldım ya, bir mutluyum bir mutluyum. en çok da kurulup da usb'den izleyeceğim dizilerin hayalini kuruyorum. ama tabi benim adım selen, işim rast gider mi? gitmeeeez... illa kanırıcam, illa kan dökülecek!!!
tv alınırken salı akşam 5'ten sonra teslim edilmesi üzerine anlaştık. fatura ablamın adına. pts ablama mesaj gitmiş, salı teslimat var diye. ben de hemen mağazayı aradım, aman bakın sms ablama gitmiş, tv yanlış adrese gitmesin diye. yok yok, tv size gelecek dediler.
salı oldu servis aradı, tv geldi mi kurmaya gelicez diye. dedim sizle gelecekti. yine bir tlf trafiği. meğer ups getirecekmiş. tv 6 gibi gelecek, eş zamanlı servis gelecek.
salı akşam işten erken çıktım, 5:30 gibi eve geldim. 7'ye kadar bekledim. gelen giden yok. bana tv'yi satan kızın cebi vardı, onu aradım. (mağazaya ulaşmak mümkün değil, tlf açmıyorlar kesinlikle) kız ben ilgilenicem dedi. ben de eş zamanlı ups'i aradım. aradım dediysem çağrı merkezinde bir görevliye ulaşmak için 10 dakika beklemen gerekiyor. bir türlü bağlanamıyor o temsilci. neyse nihayet birine ulaştığımda "evet adınıza sevkiyat girilmiş ama mal bize teslim edilmemiş" dedi. kaldım öyle. o saatten sonra kimseye ulaşamadım ve kudurdum. sabaha kadar teknosaya vs döşendim durdum.
sabah teknosa'dan aradılar, bilimum görüşme sonucunda UPS görevlisinin TV'yi teslim aldığını ama beraberindeki kabloları unuttuğu için depoya çektiği ve bunu da teknosaya bildirmediği bilgisini aldım. tabi ben bu arada sinirden kudurmuş durumdayım. neyse kendi aralarında halletmişler, akşam 18-18:30 arası teslimat yapılacak bilgisi geldi. neyse bari diyerek yine erkenden çıktım işten ve denen saatte evde oldum. bekledim biraz. ama bu sefer tecrübeliyim ya, 6:30 olmadan aradım UPS'i. gene bir 5 dakika bekledikten sonra temsilci "mal bize teslim edilmemiş" dedi. ben gene krizde. teknosadaki kızla konuştum direk. yazık o da mahçup oldukça oluyor. neyse bana bir takip numarası verdiler. o numarayla tekrar aradım. bu sefer dağıtımda bilgisi aldım. tabi yine 15 dakika hatta bekledikten sonra. bu arada saat 7'yi geçti. yazık samsung servisi bekliyor. dedim adama gidin. ama bu arada da ups'den kacta gelecek bilgisi almaya çalışıyorum kavga dövüş. eş zamanlı 2 telefonla arayıp bekliyorum vs. nihayet bir sonraki 15 dakikalık bekleyiş sonrasında "tv saat 17:15 de eve getirilmiş, evde yokmuşsunuz, yarın gelecek" cümlesini duyduğum anda çığlıklar atmaya başladım. uzun zamandır bu kadar sinirlenmemiştim. gerizekalılar söyledikleri saatten önce geliyorlar sonra da ertesi güne bırakıyorlar. telefonda çığlık çığlığa o teslimat bu akşam yapılacak diye bağırdım ama tabi ki ne geri dönüş yaptılar ne de teslimat.
şu anda yarın kimi dövsem diye düşünmeye başladım. şeytan diyor işe gitme ve bas şu ups'i, altını üstüne getir mağazanın. harbi yaparım.

5 Haziran 2011 Pazar

eşşşşekkkk!

Bugün biricik mutişkomun doğumgünü. kendisine telefonda happy birthday söyleyip kırk bin kere maşallah dileyecektim ama eşşşşek sıpası telefonlarını açmadı! hayır içimden geldiğince dg bile kutlayamadım yaaa:(
küstüm!!!

Dalya demişim!!!!

Demin yazdığım post 1000. yazım olmuş! inanılmaz:)))))

Bir yoruldum ki...

sanki taş taşıdım! yok öyle bişey, ancak feci yoruldum.
pts den beri pelin burda, ama iş güç ve derken kızla ilgilenemedim bile. neyse dün akşam simaya gittik, bu sabah ege'nin sbs'si var. sabah 9 gibi koyulduk yola. o sınava girdi, biz beklerken dolandık biraz. ege sınavdan çıkınca ben eve dönüp pelin'i aldım. 16:30da otobüsü var, önce bebek yapalım dedik. giderken sorun yok ama bebekte şenlik varmış, nasıl kalabalık. ben nedense yolu küçümsedim ve 15:15 gibi yola çıktık. kabus o sırada başladı. 16:30 da biz daha yeni köprüye ulaşmıştık. pelin ağlamaklı, ben gergin. o sırada alo dedik adamlar, biz yoldayız, geç kalıyoruz diye. 5 dakika bekleriz dediler. köprüye ulaştıktan sonra trafik elverdiğince uçtum ve 16:45 iken ulaştık. artık gitmişlerdir ama en azından bir sonrakine bilet bakarız diyerek girdik ki beklemişler. pelin otobüse bindi ama sanırım yolcular linç etmek istemiş:P dedim hiç etrafa bakma hemen uyu:)))))
rötarlı da olsa pelini bindirince güvenç'le buluşup tekrar karşıya geçtik. bu sefer bayrampaşa forumdayız. ben tv aldım, o ses sistemi. 1 aydır niyetli olduğum tv olayını nihayet sonlandırdım. artık teknolojiye daha yakınım:))) salı gelip kuracaklar.
yemekti bilmem neydi derken eve gelmem 22:30. birazdan da sızarım artık:)

3 Haziran 2011 Cuma

Sen beni güldürdün...

önce ön bilgi: bir nevi çevreci politikalar kapsamında bizim şirkette yeşili koru, geri dönüştür vs gibi kampanyalar var. yapılanlardan biri de maillerin dibine 
Save a tree - think before print 
Bir ağaç kurtar - yazdırmadan önce düşün 
gibi bir not düşüyor. 

buraya kadar bir sorun yok. geçen adı lazım değil bizim muzipler kraliçesinden bir mail "selencim, bak kaç gündür aklımda yazacağım fırsat olmadı, sonra da rüyalarıma girecek, bil ki ben senin gönderdiğim mailleri hiç basmıyorum, için rahat olsun.:)))))))))))))" önce maile bön bön baktım, ne diyor bu diye. sonra jetonun düşmesiyle bastım kahkahayı:)) çevreci olalım derken maskara olduk resmen:PPP 
benim de günüm gelir elbet:PpP

Hamili hasta yakinimdir:))

Ablamın doktor bir arkadaşı var. kendisi benim de doktorum oldu sonra ve bana çok emeği geçmiştir. Çok da severim. Ancak çok da yoğun bir gündemi var kendisinin. Dolayısıyla randevu almak için beklemek gerekiyor. Ben de Haziran sonunda Ankara'ya gitmişken göreyim ve görüneyim diye muayenehanesini aradım ki randevu alayım. ancak daha 2,5 hafta olmasına rağmen dolu dediler. haydaa... siz benim kim olduğumu biliyor musunuz diyecektim ama demedim tabi. sonra kapadım telefonu, naapsam ki falan diye düşünürken "ya boşver ya, o kadar nazımız geçsin" diyerek direk kendisini aradım. dedim ben geliyorum 25'inde ama doluymuşsun. sen gel dedi, kim olduğunu nerden bilsin bizimkiler, alırım ben seni aradan:))) ben de kendi kendime şımardım:)))


31 Mayıs 2011 Salı

Kaza geliyorum demez

Yav aslında hayat çok ilginç, küçücük, sıradan kararlar bazen insanın hayatını çok etkileyebiliyor. Bu sabah 6:05 uyandım ama uyanasım gelmedi. sporu es geçip uyumaya karar verdim. karar 1. sonra 8'e doğru kalkıp hazırlandım. 8:10-15 gibi yola çıktım. trafik yoğun, tam 1. köprü 2. köprü ayrımına geldim, 1'in kalabalığından emin olamadım, 2'ye saptım. karar 2. dönüşten hemen sonra baktım 1 o kadar da kalabalık değil gibi. tüh keşke 1'den gitseydim dedim ama çok geç. sonra gayet güzel gitmeye başladım, bazen hızlı, bazen yavaş... adından duran ve akan trafiğe göre şerit değiştirme. bu da karar 3, 4, 5... Tam Ümraniye kavşağında keyifli keyifli radyo dinleyerek ve trafikten dolayı aslında yavaş yavaş ilerlerken birden bir gümbürtü ile sarsıldım. kafa gitti geldi, koltuğun boyunluğuna güm diye bindirdim kafayı ama allahtan yumuşak zemin. ne olduğunu anlamam için birkaç saniye geçmesi gerekti. arkadan bir araç çarpmış meğer bana. kendime gelene kadar biraz arabada durup indim aşağıya. adama ilk lafım "bu trafikta nasıl bu kadar hızlı gelmeyi başardınız?" oldu. dalmış. neyse efendi bir adamdı, kendi arabası dağılmış. airbagler falan açılmış. kenara çekelim mi dedi. olur dedim ama onun arabası çalışmadı. onda hasar daha fazla. bende görünürde bişey yok. neyse kenara çektik, tutanak tuttuk. insan salak oluyor böyle durumlarda. kesinlikle kafa yavaş işliyor. muhtemelen 10 dakikalık işi yarım saatte tamamladık. imzalar atıldı vs. ben ofise gelmek için yola koyuldum, o çekici bekledi. 
herşey ufak kararlara bağlı. sabah spora gitseydim, ya da 5 dakika erken çıksaydım, ya da birinci köprüden gitseydim, ya da o şeritte olmasaydım... her an aldığımız miniminnacık kararlar... 
ilginç... 
tabi diğer yandan bu minik kaza aslında çok daha büyük başka bir kazanın alternatifi de olmuş olabilir. o dediklerimden birini yapmış olsaydım şu anda çok alakasız başka bir durumda da bulabilirdim kendimi... 
kader dedikleri bu olsa gerek...