Sayfalar

1 Aralık 2014 Pazartesi

Vazgeçebilmek...

öncelikle bu yazıyı yazarken kendi kendimi yayınlama konusunda ikna etmem gerekiyor. (eğer okuyorsanız başarmışım demektir:)) bir süredir kafamdaki bu çelişkiyi satırlara dökemememin arkasında bu ikilem yatıyor. yada belki de düşüncelerimi netleştiremememin üzerine bu da ekleniyor da olabilir. konu ilişkiler. yada benim ilişkilerim. yani ikili ilişkilerim. bir süredir hayatımda çok büyük bir yeri olmuş olan bir arkadaşımla uzaklaştık. sorun bende yada onda veya ikimizde. sorun o değil. sorun benim bakış açımda. çok nadide bir şeyin yok olduğunu görüyorum. hatta görmeyi bırak içinde yaşıyorum. ancak bu yok oluşa tepkim yok veya var da, değişik. bu değişikliğin sebebini ben de bilemiyorum. bazen kızıyorum bazen üzülüyorum bazen hüzünleniyorum ama hangisi esas olan, hangisi ağır basan işte onu bilemiyorum. daha ilk adımda olayın ilk haftasında gelen bir mesaja nasıl tepki vereceğime karar verememekle başladı bu kargaşa. çok farklı duygular içeren birçok mesajı yazıp yazıp sildim. "canın cehenneme"den tut da "kararın ne olursa olsun ben hep buradayım" a kadar. ancak ne istediğime karar veremediğim için hiçbirini yazamadım. yazmadım. ek not: geri dönüp okuyunca farkettim ki aslında olayın ilk adımı daha öncesine, bizi ters düşüren ana denk geliyor. ama belki de o adım aylardır üstü kapalı tutan bir durumu su yüzüne çıkarıyor. bunu bile bile bu adımı atmış da olabilirim. bilinç altımla ne olacaksa olsun demiş de olabilrim. bilmiyorum. herneyse... bir insanın başka birini ne pahasına olursa olsun hayatında tutma kararı nasıl alınır, yada alınır mı bilemiyorum. oldum olası lüzumsuz bir gururum olmuştur. beni istemeyeni ben hiç istemem. oldum olası bir inadım olmuştur. ben buyum. beni seven böyle sevsin yada sevmesin. belki son söylediğim bir yalan. çünkü ben buyum ama herkes beni sevsin sevdamdan daha ancak yeni yeni vazgeçebiliyorum. beni sevmiyor musun? olabilir, tabi ki böyle bir hakkın var. peki bu benim senin hakkındaki düşüncemi etkiler mi? sanırım evet. nedense çok umurumda olmayan bir insan için "ay seni çok sevmiş" gibi bir yorum duysam hemen sempati yapar sevmeye başlar, hatta bu sevgisini daha da beslemek içgüdüsüyle daha bile iyi davranırım. evet bu da incelenmesi gereken bir durum. evet ne diyordum. hayatında tutma azmi... yada duygusu... nedir bu işte bunu bilemiyorum. hayatımda tutmak isteyip istemediğimi de bilmiyorum. yada bunun için çaba harcayıp harcamamak. belki karşı taraftan bir adım gelmediğini görmek beni çaba harcama konusunda olumsuz etkiliyor ve nasıl isterse moduna sokuyor, bilmiyorum. ama cevap veremediğim konu işte ben nasıl istiyorum. ne hissediyorum ve neden böyle hissediyorum. bunun cevabını bulamıyorum. bazen kızıyorum, bazen hüzünleniyorum, hep üzülüyorum ama sonra hüznü kovalıyorum. onun kararı diyip geçiyorum ama gerçekten onun kararı mı yani benim bundaki rolüm ne emin olamıyorum. bunun daha uç boyutunu düşünelim. aşk boyutunu... aşık olduğun bir adamı ne pahasına olursa olsun hayatında tutmak, geri kazanmak mıdır olay yoksa başını dik tutmak mı? yıllar önce denedim, saçma sapan bir sebeple bana ters davranan, neredeyse suratıma bile bakmayan bir adamı azimle geri kazandım. ama "tamam seni affediyorum" dediği o an kendimi o kadar küçük hissettim ki anlatamam. ve benim için herşey o anda bitti. saygı, sevgi herşey... kendimi aşağılanmış hissettim ve ondan uzaklaştım. işte bu yüzden kendime olan saygımı hep en ön planda tutuyorum sanırım. yanlış anlaşılmasın, hatalı olduğumda özür dilerim. ama reddedildiğimde asla geri dönmem. belki bunun acısını çekiyorum şu anda. reddedilme, küçük düşme korkusu ile yaşayamadığım şeyleri düşündükçe çok üzülüyorum. ama biri cesaretsizlik diğeri gurur... işi daha da komplike hale getireyim. kendi gururumu el üstünde tuttuğum kadar karşımdakinden de aynı tavrı beklerim. ezilip büzülen, yalvaran tipte insanlar bana çok itici gelir. dik durup hatasıyla yüzleşmek yada talebini dik bir şekilde dile getirmek.. kendine güvenmek ve bunu sergilemek.. neyse konu nerden nereye geldi.. işte benim zorlandığım konu bu... gurur ve sevgi ikilemi... ne olursa olsun hayatında tutmak mı yoksa vazgeçmek mi?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Kurdele Türküsü

Çok iyi bir sarhoştum. Kedilere tekme atmadım.
Bir çizgide dümdüz gittim. Sokakta yalpalamadım.

Güzel bir sarhoştum. Kimse dönüp bakmadı.

Çok uyumlu bir sarhoştum. Bileğime jilet atmadım.
Yürüdüm uslu uslu. Uyaktı adımlarım: Tik-Tak! Tik-Tak!

Şiir gibi sarhoştum. Kimse tutup okumadı.

Çok müşfik bir sarhoştum. Yol verdim yaşlı kızlara.
Birine sarıldım. Teşekkür beklemedim.

Çok sıcak bir sarhoştum. Kimse sokulup ısınmadı.

Çok seviyeli bir sarhoştum. Kaşlarımı hiç kaldırmadım.
Dil çıkarmadım kafa sallayanlara. Parmağımı bile
kımıldatmadım.

Küfür gibi sarhoştum. Kimse üstüne alınmadı.

Çok sevimli bir sarhoştum. Yürüdüm tıpış tıpış.
Küçük kızlar gibiydim. Kurdelem bile tamam.

Cebinde elma şekeri taşıyan amcalar bana kıyamadı.

Sıkı sarhoştum. Şehir aldandı.

Adsız dedi ki...

Kimi gecelerin çıkıp geliverişinde kalbi yerinden oynatan bir tekinsizlik vardır. Yakalarını bin bir zahmet bir araya getirdiğin düzenine, parmağının ucunda durup kollarını oynatarak güç bela tutturduğun dengene meydan okuyan, yetinmeye karar verdiğin bir huzurlu hayatı tehdit eden tekinsiz bir gecedir bu. Başka bir yere değil, bir serüvene hiç değil; bu gece seni kendine çağırır. Bu gece, kalbinin Kasablanka’sında bitecektir!
Seni, kendine, ta kendine çağıran şeylerde, hayatını yalanlayan, büyük bir yalanı ortaya çıkaracağı için seni müthiş korkutan bir şeyler vardır, tekinsiz şeyler... Çok sarhoşken, yalnızken aynaya bakıp yaşlandığını düşünmek gibi ürkütücü.
***
Tekinsiz bir geceye icabet edersen eğer, senden geriye bir tek sen kalacaktır. Yanında yörende para gibi hesaplayarak biriktirdiğin ve "hayatım" diye adlandırdığın ne varsa bir nefeste süpürülecektir.
Oysa sen zaten biliyordun:
"Ben" dediğin, "benim hayatım" dediğin bütün o şeylerin kollarına, bacaklarına, ensene ince ipliklerle teyellendiğini, en zayıf yerlere çift dikiş atıldığını... Böyle gecelerde koşup eve kaçman gerektiğini... Yine de bir tekinsiz gecenin geleceğini, seni bıçaklı ve darbukalı bir kavgaya davet eder gibi kendine çağıracağını... Sen biliyordun zaten gideceğini, o tekinsiz gecelerden birinde güç bela tutturduğun bu dengeden, kanaat ettiğin bu düzeninden geçeceğini... Bir gece yine, yeniden, tek tabanca kalacağını... Sen biliyordun, bu işin bir yerde patlayacağını.
***
Böyle tekinsiz gecelere dayanıklı bir hayat mümkün müdür? Dengeler bozulmasın diye içinde uyuşturup uyuttuğun tutkuya çağıran gecelere hazırlıklı bir hayat... Mümkün müdür? Hep yalnız olmak, yalnız kalmak gerekir herhalde. Tekinsiz gecelerde, karnının ta içinde istiyorsan bir şeyi, birini ensesinden tutup, çekmeyi, öpmeyi... Herhalde, böyle gecelerde birini öpebilmek için sırtında başkalarını taşımıyor olmak gerekirdi.
Fakat o kadar yalnızlığa katlanamaz insan.
Bu yüzden kurulur düzenler. Her biri bozulur sonra. Çünkü tekinsiz geceler...
Doğru hayat mümkün değildir.
Çünkü belalı bir gecenin bastırması her an mümkündür.
***
Bilge bir adam söylemişti:
"Her şey şahanedir. Karın vardır, çocukların vardır. Öyle mutlu, huzurlu, başarılı yaşıyorsundur. Sonra... Sonra kapıdan Vivien Leigh’a benzeyen bir kadın geçer!"
Vivien’a benzeyen kadınlar hep geçerler. Anthony Quinn’e benzeyen adamlar, hiç kimseye değil sadece kendine benzeyenler, "Benzemez kimse sana"lar, "Hayran olayım tavrına"lar... Kapıdan aniden geçerler...
İnsanı bütün bu kapılara, kapılardan aniden geçiverenlere kör edecek bir hayat mümkün müdür? Dünyanın en iyi, en ahlaklı insanı olsan bir hayat kaç tekinsiz geceden yırtar?
***
Boş kadehleri çiğner gibi ağzında, yanağının içini keser gibi sözler, Müzeyyen Hanım, şarkılar söyler. Kıpırdamazsın yerinden, ama göğsünde bir eşkıyanın kör bıçağı bileğinden geçer. "En son sana vuruldum" der Müzeyyen Hanım, çünkü "Dalgalandım da duruldum."
Kimileri, bir gece, tek başına içip, tek başına ölmek için severler. Onlar, bir gece bir düzen bozulup da birinin canı yanmasın diye tek tabanca gezerler...